GİRİŞ

Bu rapor Sayın Başbakan'ın 13.08.1997 tarih, TEFTİŞ.M:139

sayılı onaylarına istinaden hazırlanmıştır. Mezkûr onaydan da

anlışalacağı üzere Sn. Başbakan'ın konuyla ilgili şifahi

talimatları, sonra da yazılı emirleri alınmıştır.

Bu konunun kamuoyunda yarattığı heyecan ve ilginin yanısıra

Teftiş kurulları açısından değerlendirilmesi önem

taşıyacaktır. Çünkü kamuoyunda Susurluk kazası/olayı adı

altında bilinen ve tartışılan konu hukuken bir trafik

kazasından ibarettir. Bu konu da yargıya intikal etmiştir ve

yapılacak bir iş veya bürokratik işlem kalmamıştır. Oysa

kamuoyu, siyasetçi - Yeraltı Dünyası - Kamu Kuruluşları

ilişkisi ve kişisel menfaat etrafında yoğunlaşan ve büyük

ölçüde para, menfaat ve güç sağlamaya dönük illegal

faaliyetlerden rahatsızdır. Bu faaliyetlerin "terörle

mücadele ve ülke menfaatleri" olarak gösterilmesi ve bu

perdenin arkasına gizlenmesi ayrı bir rahatsızlık konusudur.

Kamuoyunun paylaştığı bu çerçeve, gerçekte "Susurluk

Olayı"nın da genel çerçevesini oluşturmaktadır.

Geçtiğimiz aylarda Başbakan Erbakan'ın çalıştırdığı

müfettişler, Türkiye Büyük Millet Meclisi Araştırma Komisyonu

da bu çerçevede çalışmış ve raporlarını bu zeminde

oluşturmuşlardır. Beklenti de bu yöndedir. Sayın Başbakan'ın

temayülü ve muhtelif konuşmalarda altını çizdiği çerçeve de

bu kapsamdadır. Başkanlığımız da görev alanını, bu yaklaşımın

belirlediği bir muhteva içinde düşünmüş ve çabalarını bu

noktalara teksif etmiştir.

Bu yaklaşım doğru ve genel kabul gören bir çerçeveyi

oluşturduğu gibi yeni görevlendirmelerin de hukuki zemini

teşkil etmektedir. Aksi taktirde Susurluk olayı ile irtibatlı

konuların hemen tamamının yargıya intikal etmiş olması,

Başkanlığımızın yeniden görevlendirilmesini imkânsız kılacak

bir mahiyet arzedecekti.

Sadece İçişleri Bakanlığı Teftiş Kurulu'nca 18, Emniyet Genel

Müdürlüğü tarafından 16 adet inceleme - soruşturma yapılması,

Susurluk kazasının trafik yönü itibariyle bir mahkemede, çete

oluşturulması yönüyle DGM'de, Topal cinayetine ilişkin

davanın bir başka mahkemede, konuyla ilgili birçok davanın da

değişik yargı mercilerinde yürümekte olması, Maliye, Adalet

ve Turizm Bakanlıkları'nca kendilerini ilgilendiren konularda

inceleme - soruşturma yapılması, dolaylı konuların ilgili

kurumlarınca ele alınmış olması gözönünde tutularak, gerçekte

Susurluk olayına girmek içni maddi konuların tümünün ele

alınmış olması sebebiyle, Başbakanlık Teftiş Kurulu

Başkanlığı konunun dışında bırakılabilirdi.

Ortada olan tek alan yukarıda arzedilen ve kamuoyunun da

beklentisine cevap olarak illegal ilişkilerdi.

Bu noktada bir özel konuya temas etmekte yarar vardır.

Susurluk Kazası'nda yeralan kişilerin kazanın oluş mahalline

kadar değişik yerlerde - İstanbul, Yalova, İzmir, Kuşadası -

aynı günlerde birliktelikleri, hatta S.E.Bucak'ın beyanına

göre koruma polislerinin takip edildiklerine ilişkin

endişeleri nedeniyle önce İzmir'i, sonra da Kuşadası'nı

terketmeye karar vermeleri sonucu İstanbul'a dönerlerken

Susurluk'taki trafik kazası vukubulmuş ancak kamuoyunun ve

medyanın tepkisi ile kazanın öncesi günlerdeki birliktelikler

ve kazanın oluşumu önemli ölçüde her yönüyle ele alınarak

yargıya intikal ettiğinden raporumuzda bu konular, bilindiği

ve tekrara yer vermemek için ele alınmamıştır. Bu konuda bir

başka temel düşüncemiz, "Susurluk Olayı" adı altındaki

kapsamlı ve çoğunlukla illegal ilişkiler ağını dikkate

getirmek olduğundan, özellikle polisiye olaylar noktasında

kaybolmadan, olayı bütünüyle takdim etmektir.

Aslında bir bütünlük içinde ele alınması gereken Susurluk

konusu, yukarıda kısaca sunulduğu üzere, parçalara ayrılmış

işin özü ve esası özellikle yargı safhasında gözden

kaçmıştır.

Mehmet Ali Yaprak kaçırılmış, olay adliyeye intikal etmiş,

Gaziantep Savcılığı, İstanbul Savcısı'nın ifadeleri alıp

göndermesini talep etmiştir.

İfadeler alınmış, gönderilmiş ve takipsizlik kararı

verilmiştir.

Gaziantep Savcısı ise yüzleştirme kararını yazmış ancak, daha

sonraki safhalarda bu husus da gerçekleştirilmemiştir.

Mehmet Ali Yaprak'ın kaçırıldığı araçta Müfit Semet'in parmak

izi bulunmuş ama konunun adliyeye intikal etmemesi

sağlanmıştır. Bir kamu kuruluşunun üst düzey yetkisili

devreye girmiştir. Şubat 1997'de Başbakanlık bu konunun

takibini Adalet Bakanlığı'ndan yazı ile talep etmiş, Bakan

Şevket Kazan talimat vermiş konu Ceza İşleri Genel

Müdürlüğü'nde beklemeye bırakılmış, Eylül 1997'de yazılı

talebimizle konu ancak hatırlanmıştır. İçişleri Bakanlığı

kayıp silahlar konusunda soruşturma yapmış nedense tüm bilgi

ve belgeler toplanmış olmasına karşılık konu 10 adet Baretta

ile sınırlı tutulmuştur.

İçişleri Bakanlığı'na yazılan ve "bilgileri için" Danıştay'a

da gönderilen yazımız, dosyaların henüz kendilerine intikal

etmemiş olmasına rağmen, "Danıştay'ın incelemesi

safhasındadır" ibaresi sebebiyle Danıştay'ın tepkisini

çekmiştir. (Açıktır ki fezlekenin bakanlıkta onayını takip

eden safha Danıştay incelemesidir.) Neticede suçu ve

suçluluğu su götürür 5 emniyet mensubu yargıya sevk edilmiş,

milyonlarca dolarlık silah alımı konusu ortada kalmış eksik

araştırma, hatalı değerlendirme yönündeki ikaz bakanlıkça

dikkate alınmamış, aksine yeni bir raporla ilk çalışmanın

doğruluğu iddia edilmişse de Danıştay'ın özel harekat

mensupları hakkındaki suç duyurusu bakanlığın eksik

soruşturmasının delili olmuştur. Ama halen de milyonlarca

dolarlık silah alımı konusu bakanlıkça sonuçlandırılmamıştır.

Raporun değerlendirme safhasında bu örnekler çoğalacak ve

detaye edilecektir. Üzerinde durulan husus, bütün parçalara

ayrıldığı, hiçbir makam ve merciide birleştirmenin

yapılamayacağı bir noktaya gelinmiş olduğudur.

Başbakanlık Teftiş Kurulu: Yargı alanına girmemeye özen

göstererek imkân olduğu taktirde yargıya yardımcı olmayı da

hedefleyerek bu bütünlüğü sağlamaya dönük bir çalışma

yapmıştır.

Devletin işleyişinden ve Teftiş Kurullarının çalışma

sisteminden haberdar olan herkes, (bu safhada) Susurluk

Olayı'nı her yönüyle "soruşturmaya" imkân kalmadığını tesbit

edecektir.

İşin önemle kaydedilmesi gereken bir diğer yönü, bazı

konuların ancak polis yetkisinde olan hususları kapsadığı ve

müfettişler eliyle sonucu ulaşmanın güçlük arzettiğidir.

 

Ömer Lütfü Topal'ın evi cinayetten kısa bir süre sonra

aranmıştır. Arayanların şefi olduğu iddia eden ve bariz bir

Doğu Anadolu şivesi ile konuşan bir kişinin mevcudiyeti

tesbit edilmiştir. Cinayetten uzunca bir süre sonra evin

etrafında herhangi bir güvenlik tedbiri olmadığı da iddia

edilmiştir.

Bu konu polisiye bir çalışmayı gerekli kılmaktaydı. Elde

edilecek bilgileri yargıya da iletmek üzere gerekli

çalışmaların yapılması Emniyet Genel Müdürlüğü'nden talep

edilmiştir.

Emniyetçe yapılan araştırma hata veya eksiklik olmadığı gibi

bir sonuç vermiştir. Ancak aynı yazımız içinde yeralan MİT

İstanbul Bölge Başkanlığı'nın Topal cinayeti konusunda

Emniyeti niçin uyardığı ve niçin bir gurup polisi suçladığı

iddiasının cevabı ortaya çıkmamıştır.

Keza Ömer Lütfi Topal'ın muhasebe ve gizli kayıtlarının

bulunduğu bilgisayarların polisiye usul ve metodlarla

aranması ve bulunması yine Emniyet Genel Müdürlüğü'nden

istenmiştir.

Çalışmamızın önemle kaydedilmesi gereken bir diğer yönü

vardır. Hemen hemen her teftiş inceleme ve soruşturmada

ortaya çıkan temel görüntü, kurumların müfettişler karşısında

sergilediği tavrın özelliği hususudur. Kurumlar ve

yöneticiler araştırma yapan denetim elemanlarına karşı

genellikle zahiri bir açıklık ve şeffaflık içinde yaklaşıyor

görüntüsü altında gerçekte hiçbir yardım sağlamamaya özen

gösterirler. Çalışma mekanı, sekreter, telefon, araç temin

edilir, sadece bilgi vermede çekimserlik gündemdedir.

Araştırılan konunun müsebbibi olanlar haliyle çekimserdir.

Konuyla ilgili olmayanlar "bu işe bulaşmamak kaygısındadır."

Bürokraside her zaman gözlemlenen bu tavır elbette normaldir,

tabiidir. Susurluk olayında ise daha normal ve tabiidir.

Başbakanlık Teftiş Kurulu bu tavrı hiçbir zaman engelleme,

örtme olarak algılamamış ve karşıt bir tedbire ihtiyaç

duymamıştır. Çünkü bu tavrı etkisiz kılmanın yolu gerekli

gereksiz evrakları dikkatle incelemek ve ilgililerle bıkmadan

usanmadan sonu gelmez görüşmeler yapmaktan geçmektedir. Dört

saatlik bir sohbetin neticesi bazen iki sayfa tutan not

olmuştur. Genellikle de bir isim, bir ilişki, bir hesap

numarası, bir görevlinin olmaması gereken bir yerde

bulunması, bir telefon numarası veya bir banka irtibatı takip

edilecek ve ulaşılacak bir bilgiye işaret etmiştir.

İşte bu görüntü içinde kamu kurumları Susurluk Olayı patlak

verince zahiri bir heyecanla üzerlerine düşen görevi yapma

gayreti içine girmişlerdir. İçişleri Bakanlığı'nın ve Emniyet

Genel Müdürlüğü'nün inceleme ve soruşturmaları bu

cümledendir.

Adalet Bakanlığı ise kendilerine Ocak 1997'de aktarılan iki

konudan birini Bakan Şevket Kazan'ın talimatına rağmen

inceletmemiştir.

Turizm Bakanlığı, Kumarhaneler (Talih Oyunları Salonları) ile

ilgili hususları ele almış rapor tanzim etmiş, Ömer Lütfü

Topal'a verilen ve kayıtların gözardı edilmesi ile elde

edilen sabıkasızlık kaydına dayalı ruhsat işlerinde Bakanlığı

yanıltan Adalet Bakanlığı adli sicil ilgilileri hakkında

işlem yapılmasını talep etmiş, ancak Emperyal Şirketi'nin

kanunsuz elde edilmiş işletme ruhsatlarını iptal etmeyi

-görüşmelerden anladığımız o ki- hatırlarına bile

getirmemişlerdir. Kasım 1997'deki uyarımız da bir sonuç

vermemiştir.

Eximbank, Türkmenistan'da iki oteli kredilendirmiştir.

Neticede anlaşılmıştır ki bu iki oteli kumarhaneleri ile

birlikte işleten Emperyal Şirketi'dir ve esas borçlu da yine

Emperyal'dir. Eximbank bu bilgiye rağmen temdit taleplerini

uygun karşılamıştır. Kendilerine teftişin icraya

karışmayacağı, ancak mevcut bilgilere rağmen Emperyal'in

kredisini yeniden temdit etmede hassiyet göstermeleri

hatırlatılmıştır.

Susurluk olayı ile alakalı ve ilgi çekici bir husus da

kurumların kendi kusurlarını unutup bir diğerini suçlama

konusundaki itinalı davranışlarıdır. Askerler ise tam bir

suskunluk ve sessizlik içinde olaylara sadece seyir açısından

bakmışlardır. Oysa Jandarmanın söyleyecek çok sözü olması

gerekirdi. Özellikle de Yeşil, itirafçılar konusu ile Cem

Ersever'in niçin veya nasıl öldürüldüğünü araştırıp Kamuoyuna

değilse bile Başbakanlığa duyurabilirlerdi.

Siyaset de Susurluk konusunda tarafsız olmamıştır. Konunun

ülke meselesi mi hükümet meselesi mi olduğu siyaset

sahnesinde anlaşılamaz hale getirilmiştir.

Bir sayın Devlet Bakanı "Başbakanlık Teftiş Kurulu'nun, bu

konudaki birikimine rağmen kendisine müracaat etmemesini"

tenkit konusu yapmıştır. Hem de gazetelere beyanat vererek.

Kendisinin bakış açısının farklı olduğu iki gün sonraki

beyanatıyla da (Gizli Servisler, CIA vs.) ortaya çıktığı

cevabını vermek elbette mümkün olamamıştır. Üstelik Başbakan

dahi partisinin ve şahsi politikasının gözlüğünü kullanmamızı

teklif etmemiş, empoze etmeye çalışmamışken sayın Bakanın

kişisel bakış açısını empoze etmekten öteye gitmeyecek bir

görüşme isteğini basının sayfalarına aktarması, kurulumuzun

çekimserliğinin haklılığını ortaya koymuştur.

Diğer bir husus da şudur; Teftiş Kurulu'nda yıllardan beri

çalışan her müfettiş görevi aldıktan sonra yasal imkanlar ve

çalışacağı kurumlarla başbaşa kalır. İlk defa -muhtemelen de

son defa- sayın Başbakan, karşılaşacağımız herhangi bir

güçlüğü aşmamız için kendisine yaptığımız müracaatı anında

karşılamış, doğrudan veya dolaylı olarak çalışmalarımıza

yardımı dokunacak bilgilere ulaşmamız için gerekli her türlü

ilgi ve yardımı sağlamıştır.

Temmuz ayında görev verirken; Teftiş Kurulu'na hiçbir

müdahale yapılmaması, buna tevessül eden olursa ve gerekirse

kendilerinin devreye girmesi ve bürokrasiden gelebilecek

rahatsızlığı gidermesi temennimizi tereddütsüz kabul

etmiştir. Sayın Başbakan bu şarta gereğinden fazla riayet

ettiği gibi çalışmaların safhalarında bilgi dahi

istememiştir. Bu durum bazı hükümet üyelerinin ve bazı

milletvekillerinin ümitsizliğine yol açtığını görmemiz

üzerine Sayın Başbakan'a (20 Kasım 1997'de) Devletle alâkalı

pek çok irtibatı tesbit ettiğimizi ve Devlet kurumlarında

yapılacak pek çok düzenleme olduğunu, hükümetin ve kamuoyunun

önerilecek bu tasarruflar sonucu alınacak tedbirlerle

rahatlık duyabileceğini ifade etmek ihtiyacı hissedilmiştir.

Kamuoyu devletteki "Çete" irtibatlarına konsantre olmuşken bu

konuya da kısaca temas etmekte fayda vardır.

Çetelerin sadece silahlı ve insan öldüren görünümü

tartışılmakta başta uyuşturucu ticareti yapan gruplar gündeme

gelmektedir. Bu kanunsuz yapı, Devletin kolayca baş edeceği,

dünyanın her tarafında müşahade edilen, ortaya çıkan ve her

ciddi Devlette hele de toplumsal reaksiyon doğmuşken

tasfiyesi mümkün bir görüntüdür. Oysa ülkemizde çete konusu

iki ayrı gelişme göstermiştir; birincisi Ömer Lütfü Topal

organizasyonunun uluslararası ölçekte ve değerde "mafya"laşma

süreci, ikincisi silahlı faaliyetlerin ve zor kullanmanın

dışında kalan eğitimli, saygın kişilerden oluşan, kravatlılar

grubu olarak tariflenebilecek gruplaşmalardır.

Ömer Lütfi Topal, yüzlerce milyar liralık gelir elde etme

imkanına kavuşarak belli bir dönemde devlete sızma ve rüşvet

vererek iş yaptırma seviyesinden, kamu görevlilerine artık

emir verme seviyesine yükselirken öldürülmüştür. Böylece

Cumhuriyet tarihinin; polisten, jandarmadan, yargıdan

korkmayan ilk Amerikan tipi mafyalaşma süreci yarım

kalmıştır. Bu seviyeye ulaşan bir başka grup da yoktur.

Üstelik "Bitirimhane işleticisi Fındıkzadeli Ömer" bir süre

sonra kumarhanelerini tasfiye edip, yatırımlar yapmaya

başlayan, fabrikalar satın alan ve hatta fabrikalar kuran

Ömer Bey olma tercihini net olarak ortaya koymuşken,

projelerini tahakkuk ettirme fırsatını bulamamıştır. Yine de

etrafındaki hale, koruyucu bulundurmasını, 3 - 5 arabayla

birlikte sokağa çıkmasını ve kendini korumak için tedbir

almasını gereksiz kılacak kadar geniş ve etkiliydi.

Adamlarının habersizce aldığı tedbiri de farkettiği anda çok

şiddetli reaksiyon göstermiştir.

Bu tercih öldürülmesine yol açmamıştır. Kendisini öldüren

sistem zaten hertürlü tedbiri geçersiz kılacak kadar

güçlüydü.

Konumuz açısından üzerinde durulan ikinci ve birincisinden

çok daha etkili çete faaliyeti, bizatihi devlet gücünün ve

yetkisinin bu amaçla kullanımı ve organize oluşudur.

Örnek olarak Bankalar verilecektir.

Başbakanlık Teftiş Kurulu 3 kamu bankasında bir değerlendirme

yapmış ve ortaya ürkütücü bir tablo çıkmıştır. Milyonlarca

doların ve milyarlarca TL'nin bu bankalara dönüşü mümkün

görülmemektedir. Uzun vadeli teminat mektuplarının nakde

dönüşeceği muhakkaktır. Bankalar kendi kârlılıklarını azaltma

pahasına belli kişi ve firmaları finanse etmiştir. Leasing ve

off shore kredileri tam bir bataklıktır. İnşaatlar aşırı

derecede pahalıdır. İlerideki bölümlerde bu anlamda oluşan

siyaset - bürokrat ağırlıklı grup faaliyetlerine

isimlendirilerek yer verilecektir.

Belirtmek gerekir ki buradaki saygın isimler Bankalar

Kanunu'na mugayir işler ve işlemler yapmamışlar, DGM'lerin

görev alanı kapsamında faaliyet göstermişlerdir. Bankalarda

cereyan eden olayların parasal boyutu, kamuoyunun "Susurluk"

olarak algıladığı olaylar toplamını aşacaktır. Ve banka

olaylarını genel kirlenmenin sebebi veya sonucu değil

hızlandırıcısı olarak kabullenmede isabetsizlik olmayacağına

inanılmaktadır. Çünkü kirliliğin hedefi para ve paranın

sağlayacağı güçtür.

Susurluk olayının çerçevesinin bu olduğu hususunda da ittifak

vardır.

Bu bölümde yer alması gereken son bir husus da çalışmayı

yürüten Başbakanlık Teftiş Kurulu hakkındadır. Çalışma

safahatinin hemen hemen tamamı Başkanlığın tercihleri

doğrultusunda cereyan etmiştir. Muhteva da bu çerçevede

belirlenmiştir. Zaman zaman kurulun tüm müfettişleri ve

yardımcıları dahi devreye girmişlerdir. Özellikle Başkan

Yardımcısı Osman Nuri Oduncu mevcut yükün büyük bölümünü

taşımış, Başmüfettişler Mehmet Akın ve Ayşegül Genç aylar

boyu çalışmışlardır. Yine de tayin edici karar ve tercihler

başkanlıkça yapıldığı için hata ve eksikliklerin tamamı

başkanlığa ait olacaktır.

Ancak, bu çalışmanın temel iddiası; bilerek isteyerek ve

hatalı olduğu aşikâr hiçbir tercihin yapılmadığı

noktasındadır.

Adı geçen müfettişler çalışmanın her safhasında sıkıntılı ve

güç incelemeleri yürütmüşler, derleme ve değerlendirmeleri

üstlenmişlerdir.