MİLLİ İSTİHBARAT TEŞKİLATI

Susurluk olayında MİT'in de yeraldığı görüşü ve iddiası

Teşkilât üst yönetimini ciddi olarak incitmektedir. Teşkilât

mensupları da haklı bir alınganlık ve üzüntü izhar

etmektedirler.

Ancak kamuoyunda bu yönde oluşan kanaatin de MİT tarafından

ciddiye alınmadığı görülmektedir. Çünkü bu kanaatin oluşma

sebebi yine MİT'tir.

Susurluk kazasından 15 dakika sonra TV'lerin Mehmet Özbay

kimliğiyle ölen şahsın Abdullah Çatlı olduğunu açıklaması,

MİT'in verdiği bir haber olarak söylenmiş, yazılmış, kulaktan

kulağa fısıldanmıştır. Daha sonraki gelişmelerde MİT'in

Mehmet Özbay'ın gerçek hüviyetini çok uzun süreden beri

bildiği ispatlanmıştır. Hatta Temmuz 1996'da Mehmet Eymür'ün

hazırladığı bir rapordan gazetecilerin not almasına izin

verdiği de tespit edilmiştir.

Yine Mehmet Eymür'ün Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım'la

yaptığı görüşmelerde; Çatlı'dan bahsettikleri, Çatlı'nın

Baysa şirketinin yapacağı "Petrol işi" için Hadi Özcan'la

görüştüğü, Kocaeli çetesi olan Hadi Özcan'ın Belediye

Başkanı'nı öldürmeye karar verdiği, Emniyet Müdürü Affan

Bey'in Hadi Özcan'ın artık teslim olması gerektiğini

söylediğini ve karşılıklı bilgilendirme için sayısız

görüşmeler yaptıkları bilinmektedir.

MİT Müsteşarı'nın bilgisine ancak Aralık 1997'de sunulan Ekim

1996 tarihli bir görüşme notunda, MİT elemanlarından Duran

Fırat'ın Fatih Bucak'la yaptığı bir görüşmede, Ömer Lütfi

Topal'ı polislerin öldürdüğünün iddia edildiği kayıtlıdır.

Yine Mehmet Eymür ve grubu Mehmet Ali Yaprak'ın kaçırılışında

araçta parmak izi bulunan (Drej Ali grubundan) Müfit

Sement'in kurtarılması için Yaprak grubuyla görüşmekte hatta

Müfit Sement MİT'de Eymür'ün telefonuyla Yaprak'ın yetkili

adamıyla müzakere ve pazarlık yürütmektedir. Görüşmenin

detayı ülke için hüzün vericidir. Yaprak çetesinin yetkilisi,

"mütecaviz ve tehditkâr bir edayla, Eymür'e söz verdiklerini

polis vs'nin işi olamayacağını, kendilerinin sözlerini

tutacakları, kendi bölgelerinde sadece kendilerinin hakim

olduğunu" belirtir bir tarzda konuşmaktadır.

MİT yetkilileri bu rezalete katlanmakta, Yaprak'ın

telefonlarını dinleyen polis ise ses çıkarmamakla bu devlet

ayıbının içinde yeralmaktadır.

Yeşil'in nasıl bir kişilik olduğu; etrafına topladığı

itirafçılarla haraç, gasp, haneye tecavüz, ırza tecavüz,

soygun, öldürme, işkence, adam kaçırma vb. gibi çeşitli

olayların faili olduğu bilinirken kamu otoritelerinin

kendisiyle işbirliği yapmaya devam etmesini izah etmek

güçleşmektedir.

MİT gibi saygın bir kuruluşun saygın olmayan kişileri de

kullanmasını anlamak elbette mümkündür. Ancak samimiyet ve

işbirliğine varan yakınlığın izahı gerekir.

MİT'in hangi yurtdışı proje veya eylem olursa olsun Yeşil'i

birkaç defa kullanması kabul edilebilir nitelikte bir

uygulama olamaz. Çünkü Yeşil'in Özel İstihbarat Dairesi'yle

ilişkisi Teşkilata saygı, korku, boyun eğme ölçeğinde değil

samimiyet noktasındadır.

OHAL Bölgesi'nde Asayiş Kolordusunun gözü önünde akla

gelebilecek her türlü rezaletin yapılması ne kadar vahimse,

merkezi hükümette Yeşil'in Ziraat Bankası Heykel Şubesi'nde

Ahmet Demir adına açtırdığı hesabı haraç toplamak için

kullanması da o kadar vahimdir.

Bu hesabın mevcudiyeti, Devlet Arşivi'ndeki bilgilerden

öğrenilmiştir. Eroin kaçakçılarının dahi bu hesaba para

yatırması, Yeşil'in "yalnız yememek" mantığı ile birlikte

değerlendirildiğinde akla bir tek sual gelmektedir; Yeşil

kimlerle ortaktı? Kimlerle paylaşıyordu?

Cevap mantıklı ve kısa olacaktır; kendisini kimler koruyor,

kimler kolluyor ise...

Antalya'da Metin Güneş (Sakallı Hacı), Ankara'da Metin

Atmaca, Ahmet Demir adıyla icrayı faaliyet eden Yeşil hem

polisin hem MİT'in varlığını, faaliyetlerini bildiği bir

kişidir. Her iki taraf Yeşil'i takibeder, telefonlarını

dinlerken, karşı tarafın irtibatlarını -istemese de- tesbit

etmiş olmaktadır. Devletin Güvenlik Teşkilâtları olayları,

irtibatları bilmekte, TCK'na göre suç teşkil eden fiilleri

tesbit etmekte ve susmaktadır. Susurluk olayı da işte budur.

Devlet sustuğu için de meydan çetelere terkedilmektedir.

Herşeyden haberdar olan MİT'e, 150 bin kişilik ve asayişten

sorumlu polise rağmen, etrafına 15-20 kişi toplamış

kabadayılara yaptıklarının hesabını sormak mümkün

olamamıştır.

Kurumlar kendilerini inkâr ederek, sonunda bir kamyona

çarpmışlardır.