AKLIN EGEMENLİĞİ

 

Hıristiyanlık, biçimlenme çağında, birtakım tartışılmaz inanç ilkelerine dayanıyordu. Düşünen insana aklın değil, inancın hakim olması isteniyor; akıl inancın buyruğu altına sokuluyordu. Bu görüşe karşı çıkan Arius, inanç yerine aklın egemenliğini savundu ve inancın aklın denetimi altına girmesi gerektiğini ileri sürdü

 

Yaratılmışlar arasında akla sahip olan yalnız insandır. İnsan ancak bu niteliği sayesinde diğer canlılardan ayrılır ve insan olma özelliğini kazanabilir. Bu nedenle akla aykırı bir görüşü benimsemesi bir çelişkidir. Akıl, inancın gerektirdiği bütün eylemlerde ve işlemlerde tek yol gösterici, tek ölçü ve tek ışık olmalıdır.

 

Bir akıl varlığı olan İsa'nın yapısı doğa yasalarına aykırı bir özelik taşıyamaz. Bu nedenle onun üç ayrı nitelik taşıdığını ileri sürmek, insanı yalnız doğal gerçeğinden değil, akla uyması gereken inancından da soyutlamaktır. İnanç bir Tanrı vergisi olabilir. Ancak akıl da bir Tanrı vergisidir. Bu durumda iki Tanrı vergisi arasında bir uyuşmazlığın ya da çelişkinin bulunmaması  gerekir. En yüce akılla donatılmış olan Tanrı'nın akıl ilkeleriyle bağdaşmayan bir eylemde bulunması söz konusu olamaz. İnancı akılda üstün tutarak, bağlanılması gereken yegane tanrısal ilke saymak, tanrısal bir öz taşıdığı bilinen akla aykırıdır.

 

Tanrı'nın 'Baba-Oğul-Ruh' üçlemesi ile 'ekmek-şarap=İsa'nın eti ve kanı' benzerliği gibi akla, doğaya aykırı inançların geçerliliği düşünülemez. Akılla bağdaşmayan bir inanç varlığının dinde bulunması doğru değildir. Bu inanç ürünleri Hıristiyan dinine sonradan girmiştir.

 

Arius'un ortaya attığı ve inanç konularında aklın egemenliğini gerekli gören düşünce, IV. Yüzyıl başlarından beri Hıristiyan dünyasında tartışma konusu olmuş, yeni düşünce akımlarının doğmasına yol açmıştır. Augustinus, aklın değil inancın egemenliğini savunarak Arius'un görüşünü eleştirmiş; daha sonraki dönemlerde, özellikle Aristotelesçilik'in yaygınlaştığı çağda, aklın inançtan üstünlüğü bir teoloji sorunu olarak işlenmiştir.

 

İslam Orta Çağı'nda, özellikle İbn-i Rüşd'ün yorumlarıyla yeni bir içerik kazanan Aristotelesçilik, din konularında inancın akla üstünlüğü görüşüne karşı çıkmış, aklın gücünü onaylamıştır.

 

Rönesans başlarında, köktenci bir Ariusçuluk olmamakla birlikte, dinde yapılması düşünülen düzenlemeler (reformlar) aklın etkinliğine dayanmıştır. Cusanus, Luther, Bruno, Descartes, Leibniz, Malebranche gibi düşünürler aklı tek güvenilir kılavuz olarak görerek, sınırlı bir anlamda, Arius'un ışığından yararlanmışlardır. 

 

 

HIRİSTİYANLIK ANA SAYFASI