Anasayfa
|
1968 Mayıs Olayları Üzerine Bir Mektup
Louis Althusser
15 Mart 1969
Sevgili
M. A.,
Geçen
yaz sıcak bir ağustos günü sizinle
karşılaştığımda Mayıs Olayları ve
Öğrenci Hareketi üzerine bir şeyler yazmaya söz vermiştim.
Şimdi, böyle bir sözün birçok bakımdan saçma olduğunu
görüyorum. Asgâri ölçüde nesnel belgelere sahip olmadan insan nasıl bu
tür „olaylar” konusunda yazmaya yeltenir? Mayıs Olaylarını
doğuran „somut durum”un „somut analizi”ni tam olmasa da anahatlar
halinde yapabilmeyi mümkün kılacak asgâri nesnel bilgiler olmadan,
önemli bir tarihi olay konusunda konuşmaya, insan nasıl kalkışır?
Hastalığım
yüzünden zorunlu olarak dışında kaldığım
olaylar konusunda geçen yaz bu gerekli bilgileri edinememiştim.
Bugün, „Öğrenci Hareketi” üzerine elimde hâlâ pek az şey var.
Asıl gerekli olan materyel eksik: olağanüstü Mayıs genel
grevi'ni yapan işçi sınıfı ve (proleter olmayan)
geniş emekçi kitle arasında kesinlikle neler olup bitti?
L'Humanité'de
çıkan makaleler ve şurdan burdan topladığım
raporlar bir analiz için gerekli ögelerin yalnızca en genel
olanlarını sağlıyor.
Bu
koşullar altında söyleyeceklerim çok kaba, şematik ve belki
temelde eksik olabilir. Aslında, analizimi tezler halinde
yollamayı umuyordum. Oysa elimde en fazla birtakım hipotezler
var.
Ama
durumun bu niteliği belirsiz bir süre, yani gerçekten Marksist tarihî
bir inceleme yapmanın ya da (ki o da aynı şeydir) gerçek bir
Marksist siyasî analiz yapmanın (somut bir durumun somut bir analizi)
mümkün olacağı günü beklemek anlamına gelmemelidir. Söyleyebileceğimiz
kadarını söylememiz gerekiyor. Elbette çok dikkatli
olmalıyız, ama bir şey de söylemeliyiz. Bu zorunluk,
hipotezlerimizi yoldaşlarımızın eleştirisine
açmak, dolayısıyla onları hipotezden daha fazla bir
şey haline getirmek, hepsinden önemlisi, Mayıs-sonrası
durumda olup bitenleri daha iyi görebilme ihtiyacından doğuyor. Çünkü
Mayısta çok önemli bir şey oldu, „Batının kapitalist
ülkelerinde” devrimci umutlar bakımından son derece önemli bir
şey oldu. Bunun titreşimleri mutlaka politikamızda
duyulmalıdır, yoksa politikamızın olayların
ardında sürüklenmesi tehlikesiyle karşı karşıya
geliriz. Artık geçmişte kalan Mayıs Olayları
ardından değil, Mayısta olanların çok ötesine geçecek
şimdiki ve gelecekteki olayların ardından sürüklenebilir
demek istiyorum.
Öyleyse
nasıl yazacağım belirlendi. İki Olgu, bir Tez, ve
aynı zamanda bir Hipotez öne süreceğim.
Olgularla
tartışma götürmez, kelimenin tam anlamıyla tarihi
olguları, yani ulusal ve uluslararası konjonktürü oluşturan
olguları kasdediyorum.
Tezle,
kanıtlanabilir bir politik ya da teorik önerme kasdediyorum.
Hipotez'le,
ya yer darlığından (çünkü ne de olsa insan mektuba bir yerde
son vermek zorunda) ya da „alanda” yapılması gereken sosyolojik
araştırmaların sağlayabileceği bilgilerin
yokluğundan, kesin olarak kanıtlayamayacağım politik,
teorik önermeleri kasdediyorum.
Yazacaklarımda
izleyeceğim sıra bir ölçüde keyfi olacak. Bu, politikanın
önceliğine tâbî olmakla birlikte, daha çok pedagojik bir
sıradır. Demek ki ortaya koyduğum Olgular (1. ve 2. Olgu),
Tez (1. tez) ve Hipotez (1. hipotez) karışık bir
sırayla sunulacak.
Tartışmanın
pedagojik sırası, Mayıs olaylarının şimdiki
güncel yorumları arasında egemen olanla başlamamı
zorunlu kılıyor. Öyleyse:
1. OLGU
Mayıs
olaylarında mutlak belirleyici rolü, son analizde, dokuz milyon
işçinin genel grevi oynamıştır. üniversite
öğrencilerinin, lise öğrencilerinin ve kafa emekçilerinin
Mayıs olaylarına kitlesel katılışları çok
önemli bir olaydı, ama bu, dokuz milyon işçinin iktisadî
sınıf mücadelesine tâbi idi.
Bu
bizi birinci olguya getiriyor: kapitalist ülkelerimizde her gün piyasaya
sürülen yorumlar ve açıklamalarda bu iki olayın (genel grev ve
„öğrenci” eylemleri) görece önem sırası tamamen tersine
çevrilmiştir.
Komünist
partilerimiz, ozellikle Fransız Komünist Partisi durumu böyle
görmüyor. F.K.P. olanları gerçekteki sıralarıyla
sunmuştur: öğrenci eylemlerine karşı genel grevin
önceliği. Bu yalnızca Mayısta güçler arasındaki gerçek
ilişkiyi yansıttığı için değil, aynı
zamanda işçi sınıfının, ve yalnızca onun,
devrimci niteliği konusundaki Marksist-Leninist teze uyduğu için
de doğrudur. „Devrimci” derken: öznel olarak devrimci ( = küçük
burjuva devrimci beyanlar) değil, nesnel olarak devrimci (proleter
Devriminde sonuçlanan devrimci eylemler) demek istiyoruz.[1]
Oysa,
öğrenci Hareketleri yayınlarının büyük
çoğunluğu da içinde olmak üzere burjuva, küçük burjuva tüm
yayınlarda bu ters çevirmeyle karşılaşıyoruz. De
Gaulle'ün „totaliter” dediği işçi sınıfına
doğrudan doğruya saldıran lânetlemeleri ve birkaç Hareket
grubunun bildirileri dışında bütün bu yayınlar genel
grevi arka plâna itiyorlar; artık kimse bundan söz etmiyor. Düpedüz,
tarihin en büyük işçi grevini dünya tarihinden siliyorlar. Bunun yerine,
Öğrenci Hareketi, Kartiye Latin barikatları ve benzeri
şeyler ön plâna getiriliyor, sanki bu olayların önemi kabul
edilince, „işçi sınıfına devrim için kılavuzluk
eden” küçük burjuva öğrenciler Tarihî yapabilirmiş gibi.
Bazı
öğrencilerin bu burjuva tuzağına düşmediklerini
biliyorum. Hiç değilse, yazılarında düşmüyorlar, çünkü
orada Mayıs öğrenci eylemlerine karşı Mayıs genel
grevinin önceliğini açıkça kabul ediyorlar. Ama doğru bir
Tez yazmak kendi başına yeterli değildir; aynı zamanda
bu tezin, sınırlı sayıda „bilinçli” öğrencinin
beyninden dışarı çıkıp (a) kendi eylemlerine ve
sonra (b) bir bütün olarak öğrenci Hareketinin somut eylem çizgisine
girmesi gerekir.
Öğrenci
hareketinin şimdiki somut eylem cizgisinin, birkaç dikkate değer
istisna dışında, pratikte bu doğru Tezle
celiştiğini öne süreceğim. Öğrenci Hareketinin eylem
çizgisi Öğrenci hareketinin „düşünceleri”ni, yani, başka
türlü söylersek, geniş öğrenci çoğunluğunun
düşüncelerini yansıtır. Ve geniş öğrenci
coğunluğu, hâlâ, Mayıs olaylarında belirleyici rolü
öğrenci eylemlerinin oynadığına inanıyor.
öğrenci kitlesinin çoğunluğu, bir yanlış
anlamadan dolayı hayal içinde yaşıyor. Öğrenci kitlesi,
„barikatlar”ının vahşice bastırılmasının
genel grevi „ateşleyen fitil” görevini yerine getirmesine dayanarak
(oysa bu kronolojik-tarihî bir olgudur) Mayısta, kendilerinin öncü
olup işçi eylemlerine önderlik ettiklerini sanıyorlar. Bu
besbelli bir yanılsamadır. Kronolojik sırayı; (barikatlar
13 Mayıs gösterisinden önce yani genel grevden önce kurulmuştur)
„fitili ateşleyen”in ya da „ormanı tutuşturan tek bir
kıvılcım”ın (Lenin) rolünü, son analizde belirleyici
olan tarihî (kronolojik değil) rolle karıştırmaktır.
Ve son analizde Mayısta belirleyici rolü öğrenciler değil
işçiler oynadılar.
Fransız,
Alman. Japon, Amerikan, İtalyan, hangisi olursa olsun, öğrenci
Hareketi, teoride (yazılarında) ve hepsinden önemlisi pratikte
(„çizgisinde”, örgütlenme ve eylem biçiminde) bu olguyu kabul
etmediği sürece, Mayıs olaylarıyla ilgili
yaptığı yorumlar burjuva ve küçük buriuvaların bu konudaki
yorumlarıyla aynı noktada birleşecektir. Öğrencilerin
yorumları öğrenci „örgütler”inin gösterdikleri ideolojik
değişkenliğe (özgürlükçü, neo-Luxemburgist, Guevarist)
lengüistik biçim bakımından da uygun olmak üzere - burjuva
yorumlarının tastamam kıyısındadır.
Öğrenciler
su olguya dikkat etmelidirler: burjuvazinin olayların gerçek
sırasını ters çevirmelerine, yani son analizde, Mayısta
belirleyici rolü oynayan dokuz milyon işçinin genel grevini sessizce
geçiştirmelerine nesnel olarak yardımcı olmaktadırlar -
şüphesiz öznel açıdan en devrimci niyetlerle...
Öğrencileri
kabul etmedikleri bu gerçeğe inandırmak için, onların yararına
iki gözlemimi aktaracağım. Bunların ikisi de Sorbonne'un
işgaliyle ilgili.
Öğrenciler
Sorbonne'u 13 Mayıs gösterileri sırasında yeniden işgal
edip kızıl bayrağı çektiler. Sorbonne'u yeniden
işgal edebilmeleri ve sonra böylesine uzun süre „ellerinde
tutabilmeleri” 13 mayıs gösterilerinde yüz binlerce işçinin yer
alması ve ikinci olarak da bundan sonra patlayan kitlesel genel grev
sayesindedir. Bu genel grev devletin baskıcı güçlerinin
çoğunluğunu, buriuvazi için „öğrenci cephesi”nden cok daha
tehlikeli olan bir cepheye seferber etti. Bu grev ve bu seferberlik
olmadan Sorbonne işgali birkaç günden fazla dayanamazdı.
Aynı
işgal öğnciler için nesnel bir „sorun” çıkardı ortaya.
Ama yalnızca kendilerine ait olduğuna pek fazla güvendikleri bir
güçlülük duygusu yüzünden -ki tersine bu güç aslında genel grevin
gücünden kaynaklanıyordu- bu soruna hemen hemen hiç eğilmediler. Bir
işgal, bu yalnızca Sorbonne'un işgali de olsa, irticalen
yapılamaz. Öğrencilerin fabrika işgalleri konusunda hiç
deneyleri olmasa da (ki bu onların „ateş altında” ilk
sınanmaları olduğu için anlaşılır bir
şeydir) işgal pratiğinde çoktan uzmanlaşmış
adamlar vardır. Tabiî, bu tür mücadeleyi 1936'da „başlatan” ve o
zamandan bu yana birçok fırsatta bunu geliştirip inceliklerini
keşfeden, ve öğrendiklerini unutmamış olan
işçileri kasdediyorum. Bunun kanıtı, 1968 Mayıs -
Haziran fabrika işgallerinin örnek başarılarında
görülebilir.
Fabrika
kapılarına gidip hemen işçilere „yardımlarını
sunmak” yerine, Sorbonne öğrencileri aynı zamanda, bu
fabrikaların militan işçilerinden Sorbonne'a gelip etkili bir
işgalin nasıl yürütüleceğini kendilerine öğretmelerini
istemeliydiler; istenmeyen kişiler ve polis ajanlarının
-herkesçe bilindiği şekilde- istedikleri gibi Sorbonne'a girip
çıkmalarını nasıl önleyeceklerini; gerekirse
baskıcı güçlerin saldırısına karşı
Sorbonne'u nasıl savunacaklarını onlardan
öğrenmeliydiler. O zaman işgal edilmiş Sorbonne, Mayıs
sınıf mücadelesinde öğrenci eylemleriyle işçi
mücadelesinin kaynaşmasının belki de biçimlenmeye
başladığı en önemli bölge olabilirdi. Bu noktada da
sorunu çok açık koymak gerekiyor: öğrenciler işçilerin
kendilerine ihtiyacı olduğunu sandılar, oysa gerçekte,
işçilerin öğütleri ve desteği biçiminde bir „yardım”a,
en çok bu tür mücadelede yeni olan öğrenciler muhtaçtı.
Bu
örnekten de, bir „karşılaşma” da rol oynayan güçlerin görece
öneminin tahminini doğru ya da yanlış yapmanın pratik
sonuçlarının ne olabileceğini -ve tabiî hep öyle
olduğunu- görebiliriz. 13 Mayıs
karşılaşmasından gerçekten bir sonuç
alınamadıysa ve Mayıstan sonra -bir gün gelecek olan- böyle
bir sonuç şimdilik daha da uzakta görünüyorsa; bu biraz da, hiç
değilse bizim burada tartıştığımız konu
açısından, rol oynayan güçlerin gerçek önem sırasının
yanlış değerlendirilmesi yüzündendir.
Bu
nedenle, her şey doğru perspektife oturtulmalıdır.
Aşağıdaki Tez de bu nedenle önemlidir.
TEZ
I
Genellikle
„Mayıs Olayları” dediğimiz şey iki tip eylemin nesnel
karşılaşmasının sonucuydu.
1.
Fransız işçi ve çalışanlar kitlesinin iktisadî ve
siyasî sınıf mücadelesinin eylemi; yani, dokuz milyon erkekle
kadının bir ay süren genel grevi. Kitlelerin bu eylemi, son
analizde, „Mayıs Olaylarını” tarihî olarak belirleyen
ögeydi.
2.
Hükümetle polisin baskıcı davranışlarının
fitili ateşlemesiyle müthiş bir şekilde patlayan,
üniversite, lise öğrencilerinin ve genç kafa emekçilerinin eylemleri.
(Burjuva bakış açısından bu baskıcı
davranışlar nesnel olarak „kaba”ydı. Mayıstan bu yana
politikacılarla, burjuva devlet aygıtının temsilcileri
„yetiştiler” ve şimdi ona göre, yani, burjuva terbiyesine daha
uygun bir biçimde davranıyorlar.) Patlama, 11 mayıs gecesi
barikatlarda, sonra da Sorbonne, Odeon ve başka kültür merkezlerinde
en yüksek noktasına ulaştı.
Olup
biten, bir tarihî karşılaşmaydı, bir kaynaşma
değildi. Bir karşılaşma olabilir ya da olmayabilir. Ya
da görece raslansal bir karşılaşma olabilir, bu durumda
güçlerin kaynaşmasına yol açmaz. Bir yandan işçilerle /
çalışanların öte yandan öğrencilerle genç kafa
işçilerinin Mayısta bir araya gelmesi, çok genel ve kısaca
değineceğim uzun bir nedenler dizisi yüzünden, hiçbir çeşit
kaynaşmaya yol açmayan kısa bir
karşılaşmaydı.
Uzun
bir karşılaşma ya da uzayan bir karşılaşma
kaçınılmaz olarak bir kaynaşma biçimi alır. Böyle bir
şey Mayısta olmadı. Mayıstan sonraki gelişmeler
bu tezi doğruluyor: işçi hareketiyle öğrenci eylemlerinin
kaynaşması hâlâ nesnel olarak gündemde değil. Bunun gündeme
gelebilmesi için, proleter olmayan gençliğin şu anda
bulunduğu noktadan kalkarak çok uzun bir mesafe alması
gerekmektedir. İşçi hareketi de (evet o da) bir
miktar mesafe almak zorundadır. Bu mesafe, her ikisince (her taraf
kendi başına, kendi önündekini) katedilmedikçe, kaynaşma
gündeme gelemeyecektir. Ve arada geçen süre içinde işçi hareketi kendi
yolunu, proleter olmayan gençlik de kendi tereddütlü rotasını
izleyecektir.
Bu 1. Tez'den başlayarak, olayların
kronolojisini Tarihe tâbî tutarak bir düzene koyabiliriz. Kelimenin gerçek
anlamında karşılaşma, büyük 13 Mayıs
gösterilerinde oldu; De Gaulle'ün darbesinden 10 yıl sonra „on
yıl yeter” diye haykırıldı. Bu elbette. De Gaulle'ü
hedef adlığı için siyasî bir slogandı ama aynı
zamanda savunma niteliğinde (De Gaulle'e karşı), olumsuz bir
slogandı. Büyük yürüyüş kollarında, özellikle CDFT'nin
anarko-sendikalist sesi de tek tük duyuluyordu. „İşci
iktidarı!” Sonra grupçuklardan gelen ses: „Halka hizmet!”
„İşçileri destekle!” Savunma niteliğindeki siyasi „on
yıl yeter!” sloganına ek olarak proleter enternasyonalizmi de
güçlü bir şekilde dile getirilmişti: „Kahrolsun Amerikan Emperyalizmi!”
„NLF Kazanacak! Vietnam'da Zafer!” Ama kitlesel siyasî sloganların
(„Kahrolsun Emperyalizm”, „On yıl yeter” gibi) altında neler
gizlendiğini araştırırsak, 13 Mayıs gösterilerinde
ekonomik sınıf mücadelesinin sloganlarını buluruz:
„Ücretlere zam! Kısıtlı üretime hayır! İş
garantisi! Sendikalardaki çatlamaları durdurun! Saatlı üretime
paydos!”, v.b.
Yüz binlerce işçi, üniversite, lise
öğrencileri ve genç kafa işçilerinin yürüttükleri bu
olağanüstü karşılaşmanın en olağanüstü
yanı, isçiler arasında yaygınlaşan sloganlarla
öğrenci ve aydınlar arasında yayılanlar arasındaki
nesnel uyuşmazlıktı. Öğrencilerle aydınlar
(başta Sauvegeot ve Geismar) yalnızca bir hükümet
değişikliği („On yıl yeter”, „Kahrolsun De Gaulle”) değil,
düpedüz devrim istiyorlardı. Dolayısıyla bu devrimci
çağrı zaman zaman anarko-sendikalist sloganlar biçimini
aldı: Bunlar o noktada öğrenciler arasında ve SNES-SUP i1e
UNEF „doktrinciler”inin devrimciliğinde egemen olan bir anarşizm
sentezini yansıtıyorlardı). „İşçi iktidarı!
Öğrenci iktidarı! Köylü iktidarı!” Ama koca işçi
sınıfı yığınlarının kafasında
bambaşka amaçlar vardı ve bunlar savunma niteliğinde siyasî
sloganlar biçiminde dile geliyordu: „On yıl yeter” ve sonra, daha çok
ekonomik sınıf mücadelesinin sloganları.
Bu aykırılık üzerinde durup
düşünen oldu mu? Oysa Mayıs olaylarını (hem kronolojik,
hem tarihî anlamda) izleyen her şeyin tonunu dikte eden de buydu. Bunu
izleyen işçi eylemleri ile (genel erev) öğrencilerle genç kafa
işçileri arasındaki -pek ender olarak başarıya
ulaşan ya da açıkçası gerçekleşemeyen-
karşılaşmaları her şeyden fazla bu
belirledi.
Kendi paylarına öğrenciler,
Sorbonne'u, Odeon'u vb. işgal ederek buraları ideolojik
(kendilerince aynı zamanda siyasî) ajitasyon üslerine dönüştürdüler.
Çoğunluğu genç olmakla birlikte aralarına bazı
bazı yaşlıların da karıştığı
işçiler Sorbonne'a, Odeon'a serbestçe gelip gittiler. Tabiî bu
gelenler arasında karınlarını doyuracak ve yatacak yer
arayan, ve hattâ kendi kişisel trajedilerini yüceltme
fırsatı arayan („Katanga”dan gelme[2]) lumpen-proletarya ve topluma
uyamayan tipler de vardı.
Öğrenciler, kendi paylarına, „Halka
hizmet”, „İşcilere yardım etmek” istekleri ile yanıp
tutuşarak birbirleriyle yarışıyorlardı; bu
heyecanla fabrika kapılarına, hizmetlerini sunmaya gittiler. Başlangıçta
hemen her yerde kapılar onlara açıktı ama sonraları
(örneğin kapısı olmayan Flins gibi birtakım istisnalar
dışında) kapılar kapanınca öğrenci militanlar
büyük bir hayal kırıklığına uğradılar. Öğrenciler
bazı durumlarda (Flins, Cléon, Nantes, Sochaux) CRS'nin fabrikalara
müdahalesiyle kışkırtılan şiddetli
çarpışmalara doğrudan doğruya katılabildiler. Hattâ
bir öğrenci Flins'de boğularak öldü, Sochaux'da iki işçi
mavzer ateşiyle öldürüldü (burada CRS de adamlarından
birkaçını yerde ölü bırakmak zorunda kaldı).
Ama genel kural işçi
yığınlarının öğrencilerin heyecanlı
çağırılarına cevap vermemesiydi. Öğrencilerin
ütopik (ideolojik – „siyasî”) tutumları ile işçilerin acil
talepleri arasında çok göze batan bir mesafe ve dolayısıyla
bir anlayış eksikliği vardı.
Bazı öğrenciler işi iyice
basitleştirerek durumun nedenlerini CGT ve FKP'nin liderlerinin
„ihanetinde” aramaya başladılar. Bu bir basitleştirmedir,
çünkü bu boyutlara ulaşmış bir kitle hareketinde liderlerin
belirleyici rolüne inanmak Marksist-Leninist bir açıklama olamaz. Oysa
işin aslı, yalnız liderlerin değil işçi
sınıfının tümünün, genel olarak öğrencilerin ileri
sürdükleri düşünceleri „izlemeye” gönüllü
olmadıklarıdır. Çünkü bü düşünceler gerçeği
anlamaktan değil bir düş yaşantısından
kaynaklanıyordu.
İşçi sınıfı
-öğrencilerin sınıf mücadelesindeki tecrübesizlikleri
apaçık ortadayken- daha iyi bir kelime bulunmadığı için
belirsiz bir serüven demek zorunda olduğumuz bir şeye doğru
sürüklenme tehlikesiyle karşı karşıya geldiğini
duydu.
İşçi sınıfının
kendi başına, kendi deneylerinin bilgisi
ışığında, kendi yolunu izlemeye devam etmesi
işte bu nedenden ötürüdür. Bu elbette, öğrenci liderleri
Geismar, Sauvageot ve sonra Herzberg'in yazdıkları bir dolu
bildiride gösterdikleri yol olamazdı -burjuva radyo ve
basınında da keyifle okunan, yansıtılan bildiriler. (Buriuvazi
öğrenci „liderlerinin” sandığı kadar aptal
değildir.) (Yeri gelmişken hatırlatalım. Geismar ve
Herzberg öğrenci bile değildiler. Öğretmenlik ve
araştırıcılık görevindeydiler: Geismer PSU'nun,
hemen o sırada kovulan Herzberg ise FKP'nin üyesiydi.) İşçi
sınıfının Charlety'de PSU'nun (Birleşik Sosyalist
Parti ki o sıralar üniversite sosyalist partisi dense daha doğru
olurdu) düzenlediği büyük mitinge öfkelenmesinin bir nedeni de budur.
Böylelikle işçi sınıfı pratikte kendi
sorunlarını kendi çözmüştür: ilkin talepler sorununu; sonra
da bazı durumlarda ortaya çıkan (varolan durum
açısından tamamen ikincil bir sorun) kendi liderleriyle
ilişkisi sorununu. Bu ikinci sorun, durum ne olursa olsun isçi
sınıfının kendi meselesidir, öğrencilerle bir
ilgisi yoktur. Bunu anlamak öğrencilere güç de gelse; bu basit olguyu
kafalarına yerleştirmelidirler.
İşçi sınıfı
işinin başına döndü. Bunu genellikle bir zafer havası
içinde, bayrakları havada, yaptı. Ama bazı durumlarda
birtakım sendika liderleriyle ciddî sorunlar ortaya çıktı. Sonra
her şey normal düzenine döndü. Ama bazı şeyler
değişmişti. Ücretler geçici olarak daha fazla satın
alma gücüne kavuştu. Sendikalar fabrikalarda temel medeni haklar elde
etti (Citroen tesislerinde bu gerçek bir zaferdi). Ve hepsinden önemlisi
Fransa'nın işçi sınıfının
hafızasına su bilgi (bu kesin bir yazıttır)
kazıldı: yığınların eylemi
karşısında, patronlar, hükûmet ve devlet aygıtı
bir gece içinde korkuya düşmüştü, demek ki eylem mümkündü ve
işçi sınıfının -Paris Komünü'nden bu yana, 1917
Rusya'sından bu yana. 1949 Çin'inden bu yana- sözünün edildiğini
işittiği bir şeye: Proleter Devrimine yol açabilirdi.
İşci sınıfı işbaşı
yaptıktan sonra öğrenciler „Bu yalnızca bir
başlangıçtır, mücadeleye devam!” diven ünlü
sloganlarıyla „mücadeleye devam ettiler” . Neyin
baslangıcı? Hangi mücadele?
Bu soruları sormak, bir an için bile
olsun, hiçbir şeyin başlamadığı anlamına gelmez.
Tersine, üniversite öğrencileri, liseliler, teknik okullular ve genç
kafa işçileri için temelde bir şey
başlamıştı; ama bu gerçekten bir baslangıçtı.
Neyin başlangıcı? Öğrenciler devrimin
başlangıcı olduğunu düşünüyorlar. Uzun-vadeli
anlamda bu elbette doğrudur ama bu başlangıç onların
başardığı bir şey değildi; bu, mücadeleye
„baslamak üzere” Mayıs'ı beklemeyen, mücadeleyi bir
vüzyılı aşkın bir zamandan beri sürdüren işçi
sınıfının başarısıydı. Bu böyle
ise, öğrenciler için başlayan nedir? „Mücadeleve devam!” Eh,
mücadele devam etti, ya da gerçekte daha çok cözüldü ve önümüzdeki aylarda
Fransa'da, hiç değilse öğrenci çevresinde öğrencilerin fazla
iddialı bir şekilde „öğrenci Hareketi” adını
verdikleri şey tam bir çözülmeye gidecektir.
Fransa'da çok önce başlayan bu çözülme
önce grupçukların çoğalması sonucunu verdi; şimdi ise
Hareket Guruplarının ideolojisinde, grupçuluğa-karşı
(Neo-Luxemburgist çeşitten) bir biçim almıştır. Bu
çözülme devam edip daha da belirginleşecek. E. Faure'ın[3]
(burjuva) zekâsını da hesaba katarak, buna üniversiteler içinde
bütün gücüyle katkıda bulunacağına güvenebiliriz.
„Bu yalnızca bir
başlangıçtır. Mücadeleye devam!” Neyin
başlangıcı?
Hangi mücadele? Bu bir başka soruya yol
açıyor: «Öğrenci Hareketi» sözünün anlamı nedir?
HİPOTEZ I
Başlarken şu gözlemimi belirtmek
istiyorum; „Öğrenci Hareketi” en azından Fransa ve
İtalya'da, ama aynı zamanda Almanya. İspanva ve Amerika'da
da gerçekte kendisinin ne olduğunu tam anlamıyla yansıtmayan
bir isim taşıyor.
Bu bakımdan, Fransa'da 1968
Mayısı bir Çesit bilimsel deney, şimdiye kadar gizli
kalmış birtakım olguların gün
ısığına çıktığı bir doğrulama sınavı
oldu. Hepsinden önemlisi şu olgu: kelimenin gerçek anlamında
birincil rol ve üstünlüğü, hiç değilse hareketin
başında, öğrencilerde olduğunu varsayalım:
öğrenciler, kendilerinden daha önemli olan öteki tabatiaların aktif
varlığını görmezlikten gelme eğilimindeydiler. Bir
kere okullular: liseliler, teknik okullar ve hâttâ orta dereceli
okulların son sınıflarından gelen öğrenciler. Sonra,
okul öğencilerinin üstünde ve ötesinde, çok geniş ve farklılaşmış
genç „kafa işçileri”: genç doktorlar, avukatlar, ressamlar, mimarlar,
mühendisler, gazeteciler, aşağı ve orta seviyede
beyaz-yakalı işçiler, teknisyenler, öğretmenler,
araştırmacılar, vb.
İşin özüne bakılırsa,
fazla-belirsiz, tekyönlü ve dolavısıyla yanlış olan
„Öğrenci Hareketi” sözü, çeşitli tabakalardan genç
öğrencilerin ve çeşitli tabakalardan genç kafa işçilerinin
başlattığı ve Mayıs ayında bir doruğa
ulaşan bir koca dizi etkinliği içerir. Bu büyük çeşitlilik
Mayısta alan birçok şeyi açıklığa
kavuşturuyor, hem eylemlerin çakışmasını
(örneğin genç ressamların ve mimarların büyük
afişleri) hem de çatışma ve hâtta
karşıtlıkları. Böylesine büyük bir çeşitlilik
arasında bir tek ortak nokta hükmünü sürdürdü. Küçük burjuva kökenli,
ortak bir ideoloji kaynağı bu kitleye egemen oldu: Küçük burjuva
ideolojisi egemendi. Ama bu aynı çeşitlilik, Mayısta dile
getirilen küçük burjuva ideolojisinin değişik türlerini
açıklamaya yarıyor: egemen olan özgürlükçü anarşizm, hemen
bunun yanında Troçkizm. Anarko-sendikalizm, Guevarizm ve Çin Kültür
Devriminin ideolojisi. Şunu da belirtelim ki, Almanya ve İtalya
gençliği arasında çok önemli olan Marcuse'nin Fransa'da etkisi
hemen hiç yoktu.
Bir gözlem daha: Yukarıda söylediklerimin
ışığında „Öğrenci Hareketi”
başlığı birçok karışıklığa yol
açıyor. Şüphesiz öğrencilerin eylemlerine „Hareket” demek
eğilim var; bu da onların niyetleri ve İşçi Hareketine
duydukları hayranlık açısından
bakıldığında anlaşılır bir şey. Ama
bu adı tam hak ettiklerini söyleyemeyiz. Çünkü benim düşünceme
göre, bir hareket, örneğin İşçi Hareketi, bu ada hak
kazanmışsa, bu, toplumsal bir sınıfın (proleterya)
ve üstelik nesnel olarak tek devrimci sınıfın Hareketi
olduğu için böyledir. Üniversite öğrencileri, lise
öğrencileri ve genç kafa işçileri bir sınıf
oluşturmazlar, onlarınki daha çok, ideolojisi küçük burjuva olan
bir „ara tabakadır.” Her ne kadar içlerinden bazıları gerçek
devrimci militanlar olsa da (Marx ve Lenin de toplumsal kökenleri
bakımından küçük burjuva aydınlarıydı.) nesnel
olarak devrimci değildirler. „Öğrenci Hareket”inin gerçek bir
Hareket olmadığı, yani birleşmiş bir hareket
olmadığı Mayısta, hem insiyatifler hem de eylemlerde
ortaya çıkan çelişki ve ciddî ayrılıklarda, bir de
şu önemli olguda kendini belli etti: bazı durumlarda (örneğin
Charlety'de) Öğrenci Hareketi, PSU gibi temel kökeni öğrenci
olmayan bir siyasi partinin ideologlarına kendini teslim
etmiştir.
Bunu belirttikten sonra ve öğrenci
yoldaşlarımızdan, eylemlerine „Hareket” deme
hakkını esirgememek için -çünkü bu onların profesyonel ve
skolastik kurumlardaki deneylerinin dışına çıkıp
kapitalist devletin tüm yapısına yönelebilecek birleşik
eylem ve birleşmiş bir örgüte duydukları özlemi dile
getiriyor- hareketi doğru perspektife oturtmak zorunludur. Şu
temel olguya dikkat edilmelidir: bu birkaç ülkeyi değil, hemen hemen
her kapitalist ülkeyi ve hattâ bazı sosyalist ülkeleri de ilgilendiren
bir harekettir. 1968 Mayısında Fransa'da doruğuna
ulaşmadan on beş yıl önce başlamış,
bazı dikkate değer ilerlemeler sağlamış ve sonra
bazı ülkelerde önemli başarısızlıklara
uğramıştır, (Faşist Diktatorya tarafından
bastırılan büyük Türk öğrenci Hareketi bugün kimin
hatırındadır!)
1955'de doğan ve günümüze kadar uzanan,
birbirini izleyen zaferlerle yenilgiler dizisi, geri çekilmeler ve sonra
gene büyük başarılarla, uzun ömürlü bir uluslararası
hareket. Öyleyse, tarihte daha önce benzeri görülmemiş,
kaçınılmaz yenilgilerine karşın, kesinlikle geri
döndürülemeyecek bu olay, nedir? Bir kez başlamış
olduğu için daha birçok başarısızlıklarla
karşılaşması muhtemel, hattâ kesin olan, ama bir daha
durması mümkün olmayan bu olay nedir?
Bunu sınırlı bilgilerime
dayanarak açıklayabilmek için aşağıdaki ana hipotezi
sunuyorum: bu uluslararası hareket, küçük burjuva bir çevrede
yürütülen ve son analizde emperyalizmin şimdiki evresinin yani can
çekişme evresinin buhranının kışkırttığı
sınıf mücadelesinin spontane biçimlerinden -genellikle
ütopyacı-sol bıçimlere bürünen- biridir.
Bu hareketin doğmasında ve
gelişmesinde uluslararası anti-emperyalist sınıf
mücadelesinin zorlayıcı etkilerini görmek pek güç değildir. Aralarından
en önemlilerini sayarak bunların genç aydınlar ve öğrenciler
üzerindeki etkilerini hatırlayalım: Cezayir Savaşı,
Küba Devrimi, Latin Amerika'da gerilla savaşları -Che'nin
kahramanca ama siyasi bakımdan pahalıya mal olan ölümü-
dünyanın en büyük askerî gücüne karşı
Vietnamlıların yürüttüğü olağanüstü
başarılı nıücadele, Çin Kültür Devrimi,
Amerika'nın büyük şehirlerinde zenci
Afro-Amerikalıların şiddetli isyanları ve Filistin Direnme
Hareketi... Bu anti-emperyalist mücadeleler ülkelerimizdeki
çağdaş gençlik ve genç işçiler arasında olağanüstü
bir biçimde benimsendi. (Şunu da unutmayalım ki, Fransa'da
Cezayir Savaşı için seferber edilenler proleter ve köylü
gençliği idi, Salan'ın „darbesini” felce uğratan,
subaylarını duraklatanlar onlardı ve bu dersi
unutmadılar.)
Pek tabiîdir ki, 1930 - 1960
yıllarını noktalayan olaylar dizisi burjuva ideolojisini
kopacak derecede zayıflatıp, kırılacak hale
getirmeseydi, sözünü ettiğimiz benimseme böylesine derinden
olmazdı. Mussolini'nin Faşizmi; Hitler'in Nazizmi; lspanyol
İç Savaşı ve uluslararası faşizmin Cumhuriyetçileri
yenmesi, İkinci dünya Savaşı; bunun sonucunda Orta Avrupa'da
meydana gelen devrimler ve özellikle Çin devrimi; üçüncü dünya ülkelerinin
siyasî (bazen de toplumsal) kurtuluşu; „zaferler” ve yenilgiler
(Kore, Vietnam); müttefiklerinin zayıflığı ve aralarındaki
çelişkiler yüzünden Emperyalizmin uluslararası
jandarmalığı görevini tek başına yürütmek
zonında kalan Amerika Birleşik Devletleri'nin doğrudan
doğruya yaptığı siyasî ve askerî müdahaleler;
kısacası burjuvazinin dev iktisadî ve askeri güçlerinin
sıyasî ve ideolojik yetersizliğinin kamu önünde sergilenmesi;
bütün bu olaylar, tam olarak yok etmediyse bile geleneksel burjuva
ideolojisinin gücünü etkisiz kıldı.
Bu birincil derecede önemli bir tarihi olgudur;
bunun önemini azımsamak çok ciddî hata olur; bu, egemen
sınıfların egemen ideolojisinin pek az sözü edilen ama
açıkça ortada olan yenilgisidir. Bu yenilgi bütün dünyaya
yayılmıştır. Bu yenilgiden bir boşluk
doğmuştur, bir kapı ardına kadar açılmıştır
ve gerçekte bunu dolduran Marksist - Leninist ideolojinin hegemonyasıdır.
Başkaldıran küçük burjuva tabakaların Marksizm - Leninizm
yolunu „çocuksu”, ütopyacı, ideolojik biçimler içinde
aradığını biliyoruz. Eninde sonunda
utopyacılığın (anarşik, anarko-sendikal,
neo-Luxemburgist ve genellikle „goşist”) yalnızca bir çocukluk
hastalığı olduğunu ve Lenin'in dediği gibi, „iyi
bakılırsa” tedavi olacağını da biliyoruz.
Öyleyse, bir yandan emperyalizme
karşı yürütülen zafer dolu mücadele örneklerinin prestijinin, öte
yandan burjuva ideolojisinin yenilgisiyle açılan gediğin,
öğrenci ve genç aydınlar için geniş bir ideolojik
başkaldırma savaş alanı sağladığına
çok da şaşmamak gerekir. –
Buna ek olarak, emperyalizmin içine
düştüğü iktisadî buhranın yönsemli gelişmesinin
yalnızca, gittikçe artan bir sömürü altındaki işçi
sınıfını değil belki ilk kez küçük burjuvazinin
maddî varlığını tehdit ettiğini de
düşünmeliyiz. Küçük burjuvazi içinde hali vakti oldukça yerinde olan
bir tabaka (ara kadrolar, mühendisler, öğretmenler,
araştırıcılar v.b.) doğrudan doğruya bu
etkiyi duymuş, çocuklarını bekleyen işsizlik tehlikesi
karşısında savaş meydanına
atılmıştır. Emperyalizmin siyasî, iktisadî, ideolojik
alanlarda can çekişmesi, küçük burjuva gençliğinin, kapitalist
devletin bazı aygıtlarına saldırmasına kadar
varan koşulları yarattı. Bu aygıtların en
başında, burjuva ideolojisinin artık onulmaz bir
zayıflığa düştüğü ideolojik bilgilenmenin
yürütüldüğü aygıt gelir: eğitim sistemi.
Öyleyse, benim hipotezim şu: genç
öğrenci ve aydınların „Hareketi“ hem ulusal hem
uluslararası düzeyde ideolojik bir başkaldırı olarak
düşünülmelidir. (Not: ideolojik bir başkaldırı, kendi
başına, siyasî bir devrim değildir - öğrenciler bunu
öyle kabul etmeye ne kadar heves ederlerse etsinler.) Bu ilkin, kapitalist
devletlerin eğitim sistemi aygıtına saldıran bir ideolojik
başkaldırıdır.
Şimdilik durum bu aşamadadır.
Ama bence, insan olayların nereden geldiğini, köklerinin hangi
tarilıî derinliklerde olduğunu bilirse, bunların nereye
varacağını, ya da nereye yöneldiğini ve birçok ciddî
olaydan sonra, en sonunda, nasıl sonuçlanacağını
önceden kestirebilir.
Gerçi bu, kapitalist ülkelerin genç
öğrenci ve aydınların ideolojik başkaldırılarına
ilk sahne oluşu değil. 1920 başkaldırıları,
Batı Avrupa'da surrealizm, Rusya'da Proletkult, ideolojik
başkaldırılardır. Ama dünyanın o günkü durumuna
bağlı nedenler yüzünden, emperyalizmin ve burjuva ideolojisinin
gücü yüzünden, ya da başka nedenlerle (Rusya'da) bu hareketler
sonuçlarına varamamışlardı. Çocukluk
hastalığı aşamasının ötesine bir türlü
geçilemedi - bu en azından Batı Avrupa'da böyledir.
Acaba, son Savaş'tan önce bütün Avrupa ve
Japonya'da öğrenci yığınlarının büyük bir
coşkuyla faşist hareketin „ideolojik
başkaldırısı“na katıldıklarını
kendimize hatırlatmamız gerekir mi? Ama büyük burjuvazinin
işçi sınıfına karşı dövüşmek üzere
seçtiği siyasî faşist liderlerin alçakça kötüye
kullandıkları o başkaldırı
çarpıtılmış, faşistlerin korkunç yöntemleriyle çürütülmüş,
ve sonra Mihver güçlerinin aralarındaki savaşlarda katledilmişti.
Bugün bütün bunlar değişmiştir.
Egemen sınıfın neo-faşist bir tepkisi günümüzde gerçek,
nesnel ve hattâ yakın görünen bir tehlike olmakla birlikte
Faşist hareketin öğrenci gençliği içinden lejyonlar toplama
şansı sıfırdır. Burjuvazi için en iyisi, kendi
gençleri arasında en seçkin olanlarin ideolojik desteğini
kesinlikle kaybetmiş olduğunu kabul etmektir. İşte bu
olgu yüzündendir ki, öğrenci hareketinin kaçınılmaz
kusurlarına karşın (ki bu bazan nesnel olarak anti-komünist
ögelerin karışması yüzünden tehlikeli olabilir)
öğrencilerin dünya çapındaki ideolojik
başkaldırılarının ilerici olduğunu ve daha
şimdiden, tabiî kendi düzeyinde ve kendi sınırları
içinde, emperyalizme karşı uluslararası sınıf
nıücadelesinde yabana atılmayacak, olumlu bir rol
oynadığını söyleyebiliriz.
Öğrenci Hareketinin şimdiye kadar
belki ancak mitik bir terminoloji içinde
karşılaştığı, ama artık gerçekten
yüzleşmesi gereken mesele şudur: hangi koşullar
altında, hangi süre içinde, hangi sınanmalardan sonra,
Öğrenci Hareketi işçi Hareketiyle kalıcı bir bağ
kurmayı başaracak ve nihayet onunla birleşecektir?
Bu noktada ikinci olguyu getirmek gerekiyor.
OLGU II
Bu ciddî olguyu açıkça kabul etmek biraz
cesaret isteyen bir iş. Salt bu kadar ciddî olduğu için bugüne
kadar açıkça kabul edilmedi. Uluslararası sınıf
mücadelesi açısından üzücü ama gerçekliği tartışma
götürmez bir olgu bu. Komünist partilerimiz, geçici olarak -umarız-
ama tam anlamıyla, öğrenciler ve genç aydınlarla ideolojik
ve siyasî temasını kaybetti.
Mayıs ayında Fransa'da bu temas
yokluğunun en kesin kanıtı Mayıstan bu yana bunun
yeniden kurulması için gösterilen çabalardır. Sanırım
aynı şey başka ülkelerde de oluyor. „Longo“nun da,
İtalyan Öğrenci Hareketi „lider“lerinden birkaçıyla
şahsen görüşmeyi zorunlu bulması da Komünist Öğrenci
Örgütlerinin, kaybettikleri teması kendi başlarına normal
bir biçimde yeniden kuramadıklarının bir
kanıtıdır.
Mesele şu, Mayısta, Komünist
Öğrenci Birliği (UEC) olayların karşısında
yıkılıp gitti. Genç kitleler -öğrenciler, kafa
emekçileri ve hattâ bazı işçiler- UEC liderlerinin değil,
başka liderlerin ardından gittiler; komünist olmayan, başka
sloganlar altında çarpıştılar. Cohn-Bendit'in ve onun
bir örgüt bile denemeyecek „22 Mart“ grubunun ardına
takıldılar; Ulusal Fransız Öğrenci Birliğini
(UNEF) temsil eden Sauvageot'nun ardından gittiler oysa bu
hayalet-örgütün, eskisi istifa ettiğinden beri bir başkanı
bile yoktu; Üniversite Sonrası Öğrenim Kurumuna (SNES-SUP) bağlı
Ulusal Öğretmenler Birliği sekreterlerinden Geismar ve
Herzberg'in ardından gittiler; hattâ bazıları PSU'nun
yöneticiliğini yaptığı Charléty mitinginde, PSU orada
olmasına rağmen Mendées-France'ı konuşmaya razı
edemeyince, Barjonet'yi dinlediler. UEC'nin ardından gitmediler,
FKP'nin ya da CGT'nin emirlerini -büyük 13 mayıs gösterileri
dışında, ki bunun da bir sonucu olmadı- dinlemediler. Evet,
o noktada coşkuyla katıldıkları doğrudur, ama FKP
ya da CGT'den çok işçi sınıfının ardından
gidiyorlardı. Kitle haline gelince, kendi eski
grupçuk'larını bile izlemediler; Mayıs Öğrenci Hareketi
kelimenin tam anlamıyla bu grupçukları ezip geçmişti.
Bu çok ciddî ve etkili bir olgudur, öyle ki
üzerinde düşünmek yeterli olmuyor, kesin belgeler ve daha derin analiz
gerektiriyor. (Zaten olgular ve bir analiz olmadan nasıl
düşünülür?)
Öğrenciler arasında, kendi
örgütleriyle belli ölçüde temsil edilen Komünist Partiler, neden
öğrenci gençliğiyle onların Mayıstaki spontane eylemleri
ve ideolojilerinin gerisinde kalacak derecede temaslarını
kaybetmişlerdi?
Burada yalnızca soruyu getiriyorum, çünkü
bir hipotez kurma riskini göze alacak ölçüde gerekli bilgilerim yok. Elbette
Fransa için, Cezayir Savaşının öğrenciler üzerindeki
etkisini araştıracak kadar geri gitmek zorunludur; çünkü UEC'nin
çok ciddî ve zararlı iki bölünme geçirmesi bu olay ve sonuçları
yüzündendir; her iki bölünme, UEC'yi hem üye hem sempatizan
bakımından zayıflatmıştır. Tabii Çin Kültür
Devriminin etkilerini ve ÇKP'nin Çin dışındaki hareketlere
yönelttiği ayrılıkçı sloganları da
hatırlamalıyız. Ama bütün bunlar, genel bir nedenler sistemi
içinde, kısmî ögelerdir. İşte, hem
ayrıntılarıyla hem de mutlaka bir bütün olarak, bu sistemin
analizini yapmak gerekir, çünkü bu yalnızca tek bir ulusun değil,
kapitalist ülkelerin çoğunluğunun ve hattâ bazı sosyalist
ülkelerin de gençliğini ilgilendiren bir sorundur.
Bu temas kaybının nihaî nedenleri ne
olursa olsun, kesin olan bir şey vardır; gençliğin
başkaldırısını, kaba bir terimle, solculuk
(goşizm) denen noktaya itmiştir. Bu terim tam bir karşılık
değil çünkü bu solculuğun da alacağı çeşitli
biçimler belirtilmelidir - örneğin, bazıları, bugünkü
grupçukların ve bunların eski yandaşlarının ispat
ettiği üzre birbirlerine düşmandır. Şunu belirtmek
gerekir ki, burada söz konusu olan küçük burjuva solculuğudur,
Lenin'in sık sık ve gerekli dikkat gösterilmeden iktibas edilen
Sol Kanat Komünizmi'nde anlattığı proleter solculuğu
değildir. Ayrıca şunu da belirtmek gerekir ki, Lenin
proleter solculuğunun devrim için „Sağ doktrincilikten bin kat
daha az tehlikeli” olduğunu ve İşçi hareketinin bir çocukluk
hastalığı olduğu için tedavisinin daha kolay
olduğunu söylemiş olsa da, Lenin'in formülü, küçük-burjuva
öğrencilerin solculuğuna doğrudan doğruya
uygulanamaz.
Şimdi rahatlıkla şunu kabul
edebiliriz ki, küçük burjuva solculuğu „sağcı
doktrinerlikten kat kat daha az tehlikeli” olsa, hattâ proleter
solculuğundan da az tehlikeli olsa, bunu tedavi etmek proleter
solculuğunu tedavi etmekten kat kat daha güç olacaktır. Çünkü
açıkça görüleceği gibi küçük burjuvazi, „proleter sınıf
güdüsü” gibi doğal bir tedavi çaresinden yoksundur, tersine onda
„küçük burjuva sınıf güdüsü” vardır, hele bunu „proleter
sınıf tavrı”na dönüştürmek gerçekten çok güç bir
iştir.
Bütün bu özgül koşullar aydın ve
öğrenci solculuğuna çok özel bir tür „tedavi”yi zorunlu
kılmaktadır. 1916 gençlik hareketleri için Lenin'in dediği
gibi bunlara „her türlü yardım yapılmalıdır. Hataları
karşısında sabırlı olmalı, yavaş
yavaş ve özellikle kavga değil, ikna yoluyla düzetmeye
çalışmalıyız.”
Ama, tarihte daha önce benzeri görülmemiş
ideolojik bir başkaldırının bilinmezliğine
birdenbire dalıvermemek için önce bazı kesinlikle zorunlu (onsuz
edilemeyen) koşullar yerine getirilmeden, gençliğin
karmaşık solcu ideolojisinden çıkan çizginin bile tam
doğru tanımını yapamayız. Bu ideolojik
başkaldırı, bütün hatalarına,
küstahlığına, ve kusurlarına karşın hiç
şüphesiz bir kitle olayı olarak ilericidir. Hem
yanlışlık yapmayalım, bu sahici ve tam anlamıyla
bir kitle hareketidir; küçük burjuva olmasına küçük burjuvadır,
ama kitle hareketidir.
Kanımca zorunlu (onsuz edilemeyen)
koşullar şunlardır:
1. İlkin, heyecanlı Mayıs Genel
grevinde olup bitenlerin özgüllüklerini anlamak için gerekli olan her türlü
sosyolojik (iktisadî, siyasî ve ideolojik) analizi kullanarak
olayların tarihî sırasını yeniden kurmak: yani, dokuz
milyon işçinin genel grevinin, öğrenci ve aydın
gençliğin eylemlerine karşı (Marcuse ve
takımının ideolojisini siliveren) tarihi önceliğini
belirtmek zorunludur. Bu analiz gerçekten ayrıntılı bir
biçimde yapılırsa çok önemli iki yarar sağlayacaktır;
işçi sınıfını, kendi gücü ve kaynakları
-dolayısıyla devrimci müdahale için dehşetli gücü- konusunda
aydınlattığı gibi, genç öğrenci ve aydınlara
da, bazı genç işçilerle temas etmelerine karşın
(bazı genç işçiler işçi sınıfı değildir)
şimdiye kadar zorunlu olarak çarpık düşüncelere sahip
oldukları İşçi Hareketinin gerçekliği konusunda
eğitecektir. Bu analiz aynı zamanda, talepleri ve öfkeleri çok
iyi bilinen tarım proletaryasının, yoksul köylülerin ve
küçük mülkiyet sahiplerinin, Mayısta hemen hemen topyekûn çekimser
kalmalarının nedenini de açıklığa
kavuşturmalıdır. Neden çekimser kaldılar? Buna cevap
vermek için, ulusal çerçevenin dışına çıkıp
uluslararası bağlama başvurmalıyız; emperyalizme,
emperyalizme-karşı yürütülen uluslararası nıücadeleye,
ve Uluslararası Komünist Hareketin bönmesinin doğurduğu çok
güç şartlara, gerçekliğe ve onu oluşturan yabanaı
atılmayacak yapıcı ögelere başvurmalıyız.
2. Aynı zamanda öğrenci ve genç
aydınların ideolojik başkaldırısının
temelinde yatan ulusal ve uluslararası nedenlerin derinlemesine bir
incelemesini yapmak da zorunludur. Bu analizin, gençliği, kendilerini
harekete geçiren nedenler konusunda: „özgürlük” olarak
yaşadıkları olayların zorunlu olduğu konusunda;
içinde sürüklendikleri ve sürüklenmeye devam edecekleri kör yolların
(çıkmaz) güçlüğü konusunda aydınlatmak gibi çok büyük
yararları olacaktır. Onların Mıayıstaki tarihî
eylemlerini yöneten küçük burjuva ideolojisinin spontane biçimlerinin
sınırları ve hatalarını anlamalarına
yardımcı olacaktır; ve onları işçi
sınıfıyla birleşmeye, devrimci mücadelede işçi
sınıfının liderliği (Lenin'in açık seçik
doğruladığı) ilkesini tanımaya hazırlayacak,
kelimenin tam anlamıyla şu anda onlara azap veren bir sorunu ele
almalarına yardım edecektir: örgütlenme zorunluğu sorunu
(çünkü örgüt olmadan hiçbir siyasî eylemin mümkün
olmadığını onlar da seziyorlar, hattâ
bazıları biliyor bile). Üstelik böyle bir analiz işçilere,
öğrenci ve genç aydınların ideolojik
başkaldırısının nedenlerini ve anlamını,
hem de işçilerin çok haklı nedenlerle
şaşırmalarına, ihtiyatlı davranmalarına
-hattâ belki güvensizliklerine- yol açan utopik tepkilerinin nedenlerini anlatabilmemizi
mümkün kılacaktır. Tabiî ki bu nitelikteki bir analiz, daha önce
de belirttiğim gibi, hem ulusal hem uluslararası bir düzeyde
yürütülmelidir.
3. Son olarak, Komünist Partilerin çoğu
ile gençlik arasındaki anormal temas kaybına (pratik, ideolojik
ve siyasî) yol açan nedenlerin sıkı bir anazini yapmak
zorunludur. Bu noktada da -olay bir ulusun çerçevesini aştığı
için uluslararası nitelikte nedenlerle
karşılaşmamız anlamına da gelse- derine inmeliyiz
ve bunu yaparken olayın özgül ulusal nedenlerini de tespit etmeliyiz.
Bu olmadan, Partilerimizin şu anda öğrenciler ve genç
aydınlarla yeniden kurmaya çalıştıkları bağ,
Mayısta ölüm kalım meselesi olan bir boşluğu au jaugé
(tahminî) yöntemlerle doldurma tehlikesiyle karşı karşıya
kalır, yani bu, boşluğu mümkün olduğu kadar iyi bir
biçimde doldurmak anlamına gelir; bu da yapılabilecek olanın
en iyisi değildir. Tabiî bu son analizin sonuçlarının yeri
-belki sınırlı ama inkâr edilemeyecek yeri- uygun ve
sabırlı bir tedavi görmedikçe önümüzde daha uzun bir süre yukarıda
anlatılan gençliği yönetecek olan çeşitli solcu
ideolojilerin hepsinin kitlesel ayaklanışının
nedenlerinin analizi arasındadır.
Size çok uzun ve çok gecikmiş bir mektup
yolladığım için özür dilerim. Ama Mayıs'la ilgili
olarak basit değer yargıları ya da olguların basit
betimlemelerini biraz aşan bir şey formule edebilmek için bütün
bu süre gerekliydi. Zaten, onun için, Mayıstan 10 ay; sizin seçim
kampanyanızdan sekiz ay sonra da olsa bu mektubu gönderiyorum. Önerilerimin
bir çoğunun çok tehlikeli olduğunu biliyorum ve bazı
durumlarda yanlışlık yapmamış olmam imkânsız.
Bütün isteğim yanlışlarımın bana gösterilmesi.
Yayımlanacağını bilerek yazdığım bu ilk
mektup, Mayıs olaylarına ışık tutabilecek bir
incelemeye yol açarsa çok sevineceğim. Çünkü, eşi görülmemiş
kalabalıkların genel grevini gören 1968 Mayısı, Direnme
ve Nazilerin yenilişinden bu yana Batı tarihinin en önemli
olayıdır.
Notlar:
[1]
Bu, öznel olarak devrimci, nesnel olarak devrimci terimleri konusunda
dikkatli olalım. Birincisi öznel niyetleri, ikincisi bireylerin ya da
grupların proleter devrimi açısından nesnel kapasitelerini
ifade eder. Bu terimler, Lenin'in, nesnel koşullarla
(yıkıcı bir iktisadî-siyasî - ideolojik buhran) proleter
devriminin zaferinin nesnel koşullarına erişecek düzeye
gelmiş olması gereken öznel koşulların (parti, parti
çizgisi, kitlelerle bağ) çakıştığı bir
durumu, devrimci durum olarak tanmılarken yaptığı
ayrımla karıştırılmamalıdır.
[2]
Bunlardan bazıları daha önce ücretli asker olarak Katanga'da
hizmet gördüklerini iddia ederek polis saldırılarına
karşı Sorbone'u koruyacak savunma gücü pozuna geçmişlerdi. (İngilizce'ye
çeviren)
[3] O
dönemin Eğitim Bakanı. (İngilizceye çeviren)
Çeviren: Taciser Belge
Kaynak:
Birikim, Sayı: 1, S. 39-49.
|
|