“SAKINCALI
PSİKOLOJİ”
Muzaffer
Şerif Başoğlu ve Sadrettin Celal Antel’in Görevlerinden Uzaklaştırılmaları
Örneğinde Politika ve Psikoloji İlişkisi
Sertan Batur
Viyana
Üniversitesi, Avusturya
Ersin Aslıtürk
Carleton University, Ottawa, Kanada
Bu sunuşta bizler
siyaset ile psikoloji arasındaki ilişkiyi Antel ve Sherif’in yaşamları ve
özerk üniversitenin önemi üzerinden değerlendirmeye çalışacağız. Bunu
yaparken öncelikle dünyanın ve Türkiye’nin zaman içinde değişen siyasal
bağlamını ortaya koymaya çalışacağız. Antel ve Sherif tahliyelerini gözden
geçirdikten sonra da, son bölümde siyaset ile psikoloji arasındaki olası
bağları tartışacağız.
Almanya’da modern
üniversitenin babası sayılan Wilhelm von Humboldt bilimle uğraşanların
uyması gereken iki temel koşul belirlemişti: Tek başınalık ve özgürlük.
Humboldt kendi üniversite düşüncesini
bu temeller üzerine inşa etmişti. Özgürlük düşüncesi öncelikle her
ikisi de bağımsız özneler olarak öğretmen ve öğrencinin istedikleri şeyi
öğrenme ve öğretme özgürlüğünü ifade ediyordu. Tek başınalık ile ifade
edilen üniversitenin dışarıya karşı, özellikle de ekonomi ve politikaya
karşı tek başına olmasıydı. Bu arı bilim anlayışı politikanın ve ekonominin
çıkarlarından bağımsız bilimsel bilginin
varolabileceği yanılsamasını taşıyordu (Fürnkranz, 1992: 32).
Humboldt’un
yaklaşımı bir ideali ifade ediyordu. Ancak bu yalnız bir arı bilim ideali
değil, aynı zamanda 1848 devrimleri günlerinde geliştirilmiş bir demokratik
toplum idealiydi de. Oysa ki tarihte “demokrasi” sözcüğünün bugün olduğu
gibi olumlu bir içerik taşımadığı bir dönem de vardır. Avrupa’da kara
gömlekli çetelerin demokrasi sözcüğünü kullanan herkese dehşet saçtığı,
“devletin haklarından” ve “yurttaşların yükümlülüklerinden” bahsedilmesinin
gayet olağan karşılandığı bir dönem. 1848’in demokrasi ideallerinin Avrupa
başkentlerinin işçi semtlerinde kan içinden boğulmasından 85 yıl
sonrasından bahsediyoruz. İtalya’da birkaç yıldır iktidarda bulunan faşizm
bu kez de Almanya’da iktidara gelmiştir. Yahudilerin devlet memuru
olamamalarına ilişkin bir yasanın yanı sıra, akıl hastalarının
kısırlaştırılmalarına ilişkin bir yasanın çıkarılması Nazilerin ilk işi
olmuştur. Liberal demokrasi son saatlerini yaşamaktadır.
Avrupa’da bu
gelişmeler yaşanırken, Avrupa’nın yanı başında da on yaşında genç bir
cumhuriyet yönünü aramaktadır. İlk yılların liberal girişimleri Türkiye’de
de yerini giderek devletçi politikalara bırakmaktadır. Çok partili hayat
denemeleri, en son liberal Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın kapatılmasıyla
sona ermiş, 1937’de tümüyle kurumsallaşacak tek parti iktidarının toplumsal
ve ekonomik zemini yaratılmaya başlanmıştır. Kemalizm sözcüğü artık daha
çok telaffuz edilmektedir ve Kadro dergisi gibi dergiler, kendilerini
“inkılabın ideolojisini” üretmeye ve Kemalist devrimi bütün sömürge ve yarı
sömürgelere bir model olarak ihraç etmeye çalışmaktadırlar.
Eski imparatorluğun
başkentinde bulunan ve bu gelişmelere karşı çıkmadığı zamanlarda da
tarafsız kalan İstanbul Darülfünunu, bu dönüşüm sürecinde artık iktidar tarafından
bir ayak bağı olarak görülmeye başlanmıştı. Nazizmin iktidar olduğu ve
Yahudi ve solcu öğretim üyelerinin Alman üniversitelerinden kovulduğu yıl
olan 1933’de Türkiye’de büyük bir üniversite reformu yapıldı. Darülfünun
kapatıldı ve yerine İstanbul Üniversitesi kuruldu. Bu reformun sözcüsü
Milli Eğitim Bakanı Reşit Galip, Humboldt’tan daha gerçekçiydi. “Yeni
üniversitenin en esaslı vasfı, diyordu Galip, onun milliliği ve
inkılapçılığıdır. Bunun içindir ki üniversitenin edebiyat ve hukuk
fakültelerinin tedrisatı bu iki mühim esasa göre teşkilatlandırılmıştır.
Millî tarih için yeni kürsüler ihdas edilmiştir. Türk inkılabının
ideolojisini yeni üniversite işleyecektir” (Reşit Galip, 1933: 316).
Böylece bir
yanılsama giderilmiş oluyordu. İstanbul Üniversitesi “inkılabın”, yani
başka bir deyişle iktidarın hizmetinde olacaktı. Bu hizmeti yerine
getiremeyeceği düşünülen Darülfünun hocaları üniversiteden kovuldular.
Üniversitenin özerkliği de “yeni düzenlemeler tamamlanıncaya” kadar rafa
kaldırıldı.
İktidarın
hizmetindeki üniversite “Türk inkılabına ideoloji üretme” görevini elinden
geldiği kadarıyla yerine getirdi. Bu durum doruk noktasına tek parti
iktidarının anayasal güvenceye kavuşturulduğu 1937 yılı ve sonrasında
ulaştı. Türk Tarih Tezi ve Güneş Dil Teorisi gibi bilim dışı ama iktidarın
milliyetçi ideolojisine oldukça uygun tezler ortaya atıldı.
Taner Timur’un
(1984) gösterdiği gibi aslında yabancı kökenli bir düşünce olan Türkçülük
de özellikle bulduğu uluslar arası ideolojik destek sonucunda yeni bir evreye
girmiş bulunuyordu. Alman propagandasının etkisiyle de (Glasneck, 1966)
Yahudi aleyhtarlığı ve ırkçılık Türkiye’de giderek karşılık bulmaya
başlamıştı. Ortalığı Türkçü dergiler kaplamıştı. Üniversitede ırk
araştırmaları yapılıyor, Anadolu’da kafatası ölçümleri yapılarak Türklerin
ırkları tespit edilmeye çalışılıyordu.
Savaşa doğru
yaklaşıldıkça iktidar içinde Almanya etkisi giderek arttı. Alman yanlıları
özellikle Cumhuriyet gazetesi çevresinde örgütlenmişlerdi. Savaşın
başlamasıyla da hükümet azınlıkları hedef alan bir dizi yasa çıkardı. Kısa
süre sonra başbakanlığa getirilen Şükrü Saraçoğlu “Türkçü” olduğunu açıkça
ilan ediyordu. Saraçoğlu 5 Ağustos 1942’de parlamentoda şöyle demişti: “Biz
Türküz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız. Bizim için Türkçülük bir kan
meselesi olduğu kadar ve lâakal o kadar bir vicdan ve kültür meselesidir
de” (Atsız, 1944a: 1).
Nitekim Almanya’nın
savaşı kazanma ihtimali yaşadığı sürece bu anlayış Türkiye’de iktidar oldu.
Ta ki Kızılordu’nun Berlin’e yürüyüşünün artık engellenemeyeceği tüm dünya
tarafından anlaşıldıktan sonradır ki, dönemin Milli Şefi 1944 yılı 19 Mayıs
kutlamaları sırasında “Türk milliyetçisiyiz, fakat memleketimizde ırkçılık
prensibinin düşmanıyız” açıklamasını yaptı (TİTE, 1944).
1944 yılı Türkiye
tarihinde önemli bir yıldır. Bu yıl içinde hem o zamana kadarki en kapsamlı
komünist tutuklamalarından biri yapılmış, hem de kısa süre sonra
ırkçı-turancı yazarlar yargılanmıştır. “Demokrasi” sözcüğü yeniden olumlu
bir anlam kazanmış, üstelik bir yıl içinde toplumun büyük kesimi, hatta
savaş boyunca nazizmi desteklemiş olanlar bile “demokrat” olmuşlardır.
Nitekim bir yıl sonra çok partili hayata, ya da dönemin moda deyimiyle
“demokrasiye” geçişle birlikte CHP içinden kopan muhalefet Demokrat Parti
adını alacak ve Türkiye’nin 1950’li yıllarına damgasını vuracaktır.
1944 yılına dair
unutulmaması gereken bir diğer olay da, savaş boyunca tutarlı bir şekilde
nazizm karşıtı tavır almış kimi üniversite öğretim üyelerine yönelik
tasfiyelerdir. Bu tasfiyelerin bir şekilde kurbanı olmuş iki ismi anmak,
psikoloji tarihi adına önem taşımaktadır: İstanbul Üniversitesi’nden
Sadrettin Celal Antel ve Ankara Üniversitesi’nden Muzaffer Şerif Başoğlu.
Sadrettin Celal Antel
Sadrettin Celal
Antel 1891’de İstanbul’da doğdu. Paris St. Cloud yüksek öğretmenlik okulunu
bitirdikten sonra bir süre Sorbonne’da Durkheim’ın pedagoji derslerini
takip etti. Bu sırada marksizmle tanıştı ve 1919 yılında ilk sayısı
Almanya’da yayınlanan ve aynı yıl içinde faaliyetlerini İstanbul’a taşıyan
Kurtuluş dergisi çevresine katıldı. Türkiye Komünist Partisi’nin yayın
organı Aydınlık’ın sorumlu müdürlüğünü üstlendi. 1924’te yapılan Komintern
V. Kongresine TKP delegesi olarak katıldı. Şubat 1925’te Takrir-i Sükun
yasası sonucunda tutuklandı. Komünist olmak nedeniyle yedi yıl hapse mahkum
olduysa da bir yıl sonra çıkan genel afla serbest bırakıldı. Hapisten
çıktıktan sonra TKP ile ilişkisini kestiyse de, sol içerikli bakış açısını
kaybetmedi.
Bu bakış açısı
Antel’in bilimsel yaklaşımında da belirgindir. 1926 yılında çevirdiği
“Declory Usulü” adlı kitabın önsözünde iş okulu düşüncesini vurguluyor ve
öğretmen merkezli bir anlayıştan, çocuğun çalışarak öğrendiği ve etkin
olduğu öğrenci merkezli bir anlayışa geçilmesini savunuyordu. Bu anlayış
üzerinde dönemin Sovyet pedagojisinin etkisini gözardı etmemek gerekir.
Antel partiden
ayrıldıktan sonra çeşitli okullarda çalıştı ve 22 aralık 1936’da İstanbul
Darülfünunu Pedagoji ve Psikoloji Enstitüsü’ne profesör olarak atandı.
İkinci Dünya savaşı döneminde tutarlı bir şekilde anti-faşist bir tutum
aldı. Liberal içerikli Tan gazetesinde nazizme karşı çıkan ve Sovyet Dış
politikasını öven yazıları çıktı. Ancak böylece Irkçı-Turancı basının da
şiddetini üzerine çekti. Irkçı hareketin en önemli demagoglarından Nihal
Atsız (1944b) Orhun dergisinde başbakana yönelik yazdığı açık mektupta “bir
vatan hainini ve hapisten çıkmış bir sabıkalıyı Türk üniversitesinde
pedagoji enstitüsünün başına getirmek şaheser bir gaflettir” diyordu.
Bu açık mektup
Türkçü hükümet üzerinde etkili oldu ve Antel mektubun yayınlanmasından 16
gün sonra görevinden alındı. Bunun üzerine bakanlığı dava etti. Antel’in
görevinden alınma nedeni üniversite diplomasına sahip olmayışı, okuduğu
Paris St. Cloud yüksek öğretmen okulunun bir üniversite olarak kabul
edilemeyeceği olarak duyuruldu. Ancak rektörlük tarafından mahkemeye
gönderilen dekanlık yazısı (İÜEF-A – Antel) Antel’in talebe arasında
toplantılar yaptığı, dergilerde de isminin geçtiği gibi iddiaları
içeriyordu. Bu da sorunun hiç de Antel’in diplomasıyla ilgili olmadığını
gösteriyordu.
Antel’in davası
sürerken gelişen olaylar büyük oranda davanın sonucunu etkilemiş olsa
gerek. İnönü’nün yukarıda söz ettiğimiz ırkçılık karşıtı konuşması tam da
Antel’in görevden alınışının beş hafta kadar sonrasına denk gelmektedir.
Üstelik Atsız’ın mektubunda hakaret ettiği bir dizi öğretim üyesinden
Sabahattin Ali’nin açtığı davayı takip eden olaylarla birlikte, ırkçı ve
Turancılar aleyhinde tutuklamalar başlamıştı. Avrupa’da faşizmin ezilmesiyle,
Türkiye’de de demokrasiye doğru bir eğilim belirmişti. İstanbul
Üniversitesi rektörü Tevfik Sağlam Eylül 1944’de 12. Ders yılını açış
konuşmasında Üniversitede faaliyet gösteren ırkçı ve Turancılara karşı Türk
milletinin pek çok ırkla ve milletle çaprazlamalar yapıp da bunların en iyi
özelliklerini aldıklarını, ırkçılığın akılsızlık olduğunu söylüyordu.
(Sağlam, 1946, s. 2).
Bu yeni yönelim
sonucunda Danıştay Antel hakkındaki delilleri yetersiz buldu ve Antel’in 5
Nisan 1945 tarihli kararla görevine dönmesine karar verdi. Antel, kendi
yokluğunda Sabri Esat Siyavuşgil’in devam ettiği derslerine 6 Nisan 1945’te
yeniden başladı. Üstüne üstlük
dekanlık 27 Nisan 1945’de rektörlüğe
Antel’in öğrencilerle yakın ilgisi ve çalışması dolayısıyla terfiye layık
göründüğünü yazıyordu. Antel 24 Mayıs’ta terfi etti.
Muzaffer
Şerif Başoğlu
Psikoloji tarihi
açısından tahliyenin ikinci önemli ismi olan Muzaffer Şerif Başoğlu
hepinizin bildiği gibi dünyaca ünlü bir sosyal psikologdur. 1906 İzmir,
Ödemiş doğumlu ve varlıklı bir ailenin çocuğu olan Muzaffer Şerif Başoğlu
çocukluk ve gençlik yıllarında savaşlara tanık olmuş, 1919 yılında bir
Yunan askerinin merhametiyle süngülenmekten kurtulmuş, ve sonunda hayatını
insan grupları arasındaki problemleri anlamaya adamıştır. İstanbul
Üniversitesi’nde 1928’de aldığı bir master derecesinden sonra Harward’a
giden Sherif, Büyük Ekonomik Depresyon’u ve onun toplumsal sonuçlarını
orada yaşamış ve Almanya’ya geçmiştir. Burada Gestalt psikologlarından
Köhler ile tanışan Sherif, Nazizmin yükselişini de izlemiştir. 1933’te
Columbia Üniversitesi’nde Almanya’dan yurt dışına sürülen Gestalt ve
Frankfurt Okulu mensuplarıyla tanışan, onlarla ev toplantılarına katılan
Sherif ayrıca Otto Klineberg’den Irk psikolojisi üzerine politik imaları
çok açık olan bir ders almıştır. Bilindiği üzere Sherif 1936’da “Toplumsal
Normların Psikolojisi” isimli ses getiren kitabını yayınladıktan sonra
yurda dönmüş ve politik içerikli kimi çalışmalara başlamıştır (Sherif’in
hayatının bir özeti için, bkz Granberg &
Sarup, 1992).
İkinci Dünya
Savaşı’nın da etkisiyle akademik faaliyetlerini siyasallaştırmaktan
kaçınmayan Sherif, 1943’te Irk Psikolojisi isimli kitabını
yayınlamış ve savaş yıllarında Ankara Üniversitesi’nde sosyoloji bölümü
başkanı olan Behice Boran ile birlikte çeşitli siyasal dergilerde yazıları
yayınlanmıştır. Bu yazılar da Değişen Dünya (Sherif, 1945) isimli
bir kitapta toplanmıştır. Öğrencisi Fatma Başaran’ın aktardığına göre
Sherif kendi anti-faşist tutumları doğrultusunda oldukça aktifti, yazı
yazmasının ötesinde, örneğin toplantılar da düzenliyordu. Nazizm ile
birlikte Turkizm’i de eleştiren Sherif, 1944 yılında artık çok fazla göze
battığında, halihazırda Nazizm’i destekleyen Türkiye hükümeti tarafından 4 aylığına
tutuklanmıştı. Amerika’daki arkadaşları ve hocaları Hadley Cantril, Leonard
Doob, Gardner Murphy ve Gordon Allport’un da desteğiyle hapishaneden
kurtarılan Sherif, Amerikan hükümetinin de desteğiyle yurt dışına cıkarıldı
(Granberg & Sarup, 1992). Daha sonra
Türkiye’ye dönmek isteyen Sherif, bir Amerikalı ile evli olmasının sorun
yaratacağına dair bir bilgi sahibi olduğu için ülkeye geri dönmedi ve
kişisel serüvenine Amerika’da devam etti.
Konumuz politika ve
psikoloji ilişkisi olunca, Sherif’in başına Amerika’da da gelenleri
hatırlatmak lazım. Sovyetler Birliği’ndeki sosyal yaşamdan ve de dünyanın
en büyük anti-faşist organizasyonu olan Sovyet Komünist Partisi’nin savaş
sonrası prestijinden 1940’ların sonuna doğru halen etkileniyor olan Sherif,
Ego İlgileri (Sherif, 1948) adlı kitabında bunu kişisel akademik
yaşamında hiç olmadığı kadar berrak bir şekilde ortaya koymuştur. Sonuçta
da, 1951’de McCarthy döneminde
Amerika’da kalabilmesi için bir sadakat yemini imzalamak durumda kalan ve
Oklahoma Üniversitesi yönetimi tarafından kalması desteklenen Sherif
(Asliturk ve Cherry, 2003), böylece politik içerikli çalışmalarını geriye
çekmiştir. Artık Sherif, toplumsal sınıflar bazında yaptığı incelemeleri
“grup“ bazına çekmiş ve kendi sosyal psikolojik içgörüsünün siyasal
imalarını dillendirirken daha fazla dikkat sarfetmiştir (Sherif, 1966).
Politik ve eleştirel psikolojinin öncüllerinden birisi olarak
adlandırılabilecek Sherif, farklı bir şekilde psikoloji tarihinde
ergenlerle yaptığı gruplararası çatışma ve dayanışma süreçlerini inceleyen
çalışmalarıyla anılır (Cherry, 1995). Aslında Sherif bütünlüklü bir sosyal
bilimci ve entellektüel olarak bundan daha fazlası ile ifade edilmeyi hak
etmektedir. Ancak siyasal süreçler kimi geçiş dönemlerinde buna kolay kolay
izin vermemektedir.
Psikoloji ve siyaset
Bu iki örnek ile
gördüğümüz şudur ki psikolojinin siyaset ile olan ilişkisi, birincisi
akademisyenin siyasal tutumları ve bunların kendi bilimsel söylemine
yerleşmesiyle, ikincisi, siyasal bağlamın bu söylem üzerindeki baskısıyla
kurulabilmektedir. Geçtiğimiz yüzyılda ekonomik bunalımlar, savaşlar ve
uluslararası sorunlar psikologların değişik ölçülerde politize olmalarını
sağlamış (ör: Finison, 1976; Schrecker, 1986) ve onları kimi zaman siyasal
süreçlerin aktif katılımcısı olmaya zorlamıştır. Kendi dönemlerinin
iktidarlarıyla çoğu zaman ters düşen bu insanların durumu bizlere de bir
şeyler söylemektedir.
Öncelikle,
yukarıdaki iki akademisyenin, Antel ve Sherif’in yaşamlarından da
anlaşılacağı üzere bilimsel psikolojik aktivite aynı zamanda siyasal bir
aktivitedir. Başka bir ifadeyle bir psikolojik söylemin siyasal bağlamından
ayrı olarak ele alınması mümkün değildir. Hatta Antel ve Sherif gibi
siyasal görüşlerinde açık olmayan akademisyenler de aslında siyasal bir aktivasyon
içindedirler. Örneğin, “değerlerden
bağımsız“ ve politik olarak „nötr“ bir
psikolojinin var olduğu iddiası kendi içinde ideolojik bir iddiadır
ve bugün dünyaya hakim olan bu akıl almaz düzenin ekmeğine yağ sürmektedir.
Amerika’da
1950’lerden sonra bilişsel psikolojinin doğuşu, örneğin Leon Festinger’in
çalışmalarının çokça yaygınlaşması, Amerika’daki toplumsal-ekonomik
süreçlerle doğrudan ilişkilidir (Israel, 1979). Festinger’in çalışmalarında
siyasal-toplumsal süreçlerin oldukça minimum düzeyde olması kendi içinde
politik bir tutumu barındırır. Bu tutum Amerikan bireyciliği ile yakından
ilişkilidir. Bildiğiniz üzere, psikoloji ile bireycilik arasındaki dans
daha çok bir Amerika vakasıdır. Çok tutulan bilişsel psikoloji bu anlamda
ideolojik bir değer taşımaktadır. Örneğin, deneysel sosyal psikoloji
alanında yapılan kimi çalışmalar göstermektedir ki sosyal psikolojiye halen
kimi ölçülerde egemen olan “özne“, örneğin mekanik, etki tepki
mekanizmalarıyla çalışan, yalıtık bir varlıktır. Bu varlık Kuzey Amerika
psikolojisinin gürbüz çocuğudur. Özneyi bu şekilde kurgulamak ve dünyaya
ihraç etmek ve dünyanın da bunu bu şekilde kabul etmesi sosyal-bilimsel
süreçlerin siyasal süreçlerle olan bağını göstermektedir. Kısaca,
psikolojik bilginin de bir sosyolojisinin olduğunun kavranması, siyaset ile
psikoloji arasındaki bağın sadece kriz dönemlerinde oluşan bir şey
olmadığını göstermektedir.
Antel ve Şerif
örneklerine bakıldığında görülen, egemen ideolojiyle çatışan kimi
insanların, görünüşte bilimsel tercihleri nedeniyle olmasa da politik
tercihleri nedeniyle baskıya uğradıklarıdır. Ancak her iki örnekte de açık
olan, bu insanların bilimsel anlayışlarıyla politik tercihlerinin aslında
bir bütünlük taşıdıklarıdır. Böylece aslında politik baskı, aynı zamanda baskılanan
politik tutuma uygun düşen bilimsel paradigmanın da baskılanması anlamına
gelmektedir. Antel ve Şerif’in 1944 gibi bir dönüm noktasında tasfiye
edilmesi, böylesi kriz dönemleri dışında alternatif bilimsel yönelimlerin
baskıya maruz kalmadığını göstermez. İktidarın ideolojisini üretmek
amacıyla kurulmuş bir üniversite, özerk ve demokratik bir yapıya kavuşmadan
ve kuruluş amacından belirgin bir şekilde uzaklaşmadan sisteme alternatif
bilimsel aktivitelerin ve eleştirel anlayışların baskıya uğramaması
beklenemez. Kısaca söylemek gerekirse politik baskının olduğu yerde
bilimsel özgürlükten bahsetmek ideolojik bir yanılgıdan başka bir şey
değildir.
Referanslar
Asliturk, E.,
Cherry, F. (2003, Fall). Muzafer Sherif: The
interconnection politics and profession. History and Philosophy of
Psychology Bulletin.
Atsız, N. (1944a).
Başvekil Saracoğlu Şükrü’ye Açık Mektup. Orhun, 15, 1-4.
Atsız, N. (1944b).
Başvekil Saracoğlu Şükrü’ye İkinci Açık Mektup. Orhun, 16, 1-6.
Cherry, F. (1995).
Lost in translation. In The 'stubborn particulars' of social psychology:
Essays on the research process, pp (100-112), London: Routledge.
Finison, L. J.
(1976). Unemployment, politics, and the history of organized psychology. American
Psychologist, 31, 747-755.
Fürnkranz, W. (1992).
Kritische Wissenschaft als Antwort auf das Versagen bürgerlicher
Bildungstheorien. G. Benetka, G. Brandl, W. Fürnkranz, H. Lobnig, Ch. Nowak
(Ed.), Gegen-Teile. Gemeinsamkeit und differenzen einer kritischen
Psychologie, (S. 27-39) içinde, Münih; Viyana: Profil.
Glasneck, J.
(1966). Methoden der Deutsch-Faschischtischen Propagandatätigkeit in der
Türkei vor und während des Zweiten Weltkrieges. Halle: Marthin Luther Univ.
Granberg, D &
Sarup, G. (1992). Muzafer Sherif: Portrait of a passionate intellectual.
Granberg, D & Sarup, G. (Eds, 1992), Social judgment and intergroup
relations: Essays in honor of Muzafer Sherif ‘in icinde (pp. 3-54). New
York: Springer Verlag.
Israel, J. (1979).
From level of aspiration to dissonance (or, what the middle class worries
about). A. R. Buss (Ed.). Psychology in social context’ in icinde
(pp. 239-257). New York: Irvington.
Reşit Galip (1933).
Milli Eğitim Bakanı Sayın Reşit Galib’in Demeci. E. Hirş (Ed.), Dünya
Üniversiteleri ve Türkiye’de Üniversitenin Gelişmesi C. 1, 1950, (s.
310-319) içinde. İstanbul.
Schrecker, E. W.
(1986). No Ivory Towers: McCarthyism and the Universities. New York:
Oxford University Press.
Sherif,
M. (1936). The psychology of social norms. New York: Harper &
Brothers.
*Sherif, M. (1943). Irk Psikolojisi. Istanbul: Universite Kitabevi.
*Sherif, M. (1945). Degisen Dunya. Ankara: Arpad
Yayinevi.
Sherif, M. (1948). An
Outline of Social Psychology, New York: Harper &
Brothers.
Sherif,
M. (1966). In common Predicament: Social Psychology of Intergroup Conflict and
Cooperation. Boston: Houghton-Mifflin.
Timur, T. (1984).
Batı İdeolojisi, Irkçılık ve Ulusal Kimlik Sorunumuz. Yapıt, 5,
7-30.
TİTE (Türkiye
İnkılap Tarihi Enstitüsü) (1944). Irkçılık-Turancılık, Ankara: Türkiye
İnkılap Tarihi Enstitüsü.
Arşiv Dosyaları:
İÜ EF-A:
Sadrettin Celal
Antel
*Muzafer Sherif bu
yayınlarını Muzaffer Şerif Başoğlu iken yazmıştır ancak yaşamının bir
evresinden sonra böyle anılmak istemediğinden, biz de bu kitapları Muzafer
Sherif’in ürünleri olarak sunmaktayız. Ayrıca bu yayınların bir kısmının
elimize geçmesinde emeği geçen marksistpsikoloji tartışma grubu
üyelerine teşekkür ederiz.
|