Egemen Psikolojinin
İktidar Arayışı Üzerine Düşünceler: Türk Psikologlar Derneği’nin Etik Yönetmelik’inin Eleştirisi
Sertan Batur
Türk Psikologlar Derneği (TPD) 18 Nisan 2004 tarihinde bir Etik
Yönetmelik, bir de Etik Süreç Yönetmeliği
kabul etti. Bu durum bir yandan TPD’nin, bir
yandan da psikolojide etik sorununun yeniden
tartışılmasını gündeme getirmeliyken şu ana
kadar üzerinde pek durulmadı. Bu sorunu gündeme taşımak
tabii ki eleştirel psikologlara düşmekte. Eleştirel
psikologların ne TPD’nin kendisini
psikolojinin tek resmi sözcüsü ilan etmesini tartışmadan kabul
etmesi, ne de bağlayıcı olması istenen etik ilkeleri eleştirel düşüncenin
süzgecinden geçirmemesi beklenemez. Mainstream’i başka bir deyişle egemen
psikolojiyi bir yargı mekanizmasına dönüştürmeye yönelik bu
girişim eleştirel psikologların dikkatinden kaçamazdı.
Tabii
ki bu tartışmanın bir ucunda da TPD’nin
umutlarını bağladığı bir psikologlar meslek
yasası sonucu bir meslek odası haline dönüşerek
psikologların tümünü bağlayacak bir mesleki iktidara
dönüşmesi yatmaktadır. Psikolojinin odalaşması
görünüşte bir yandan psikologların politik etkinliğinin
artması gibi bir avantaj taşıyorsa da, bir yandan da egemen
akımın resmi bir sözcüye, daha da ötesi bir iktidar
odağına dönüşmesine yol açacak: Psikoloji gibi hakim bir
paradigmanın varlığından söz edemeyeceğimiz bir
disiplin için problemli, hatta tehlikeli bir durum. Egemen psikolojinin
savunucularının bu iktidarı eleştirel muhaliflerine
karşı nasıl kullanabileceklerine ilişkin etik tartışması bir fikir verebilir
nitelikte.
Diğer
yandansa etik tartışması bilim
olduğunu ilan eden ve bunun pratik
karşılığını, yani meslekleşmeyi
neredeyse fetişleştiren bir anlayışın etik tutumunun nasıl olabileceğine de iyi bir
örnek sunuyor. Yönetmeliklerde toplumsal etikten
söz edilmezken, meslek etiği her noktada ön
plana çıkartılıyor. Tabii bazı çelişkiler
pahasına. Ancak bu çelişkiler kolayca göz ardı edilebilecek
çelişkiler değil. Nitekim bu çelişkilerin arkasında
egemen psikolojinin temel sorunları yatıyor.
Öyleyse
etik soruna yaklaşımda eleştirel
psikologların egemen akımdan ayrımını ortaya
koymanın zamanı gelmiş bulunuyor. Bunu yaparken TPD’nin Etik
Yönetmeliği’ni ve Etik Süreç
Yönetmeliği’ni takip edeceğiz.
Yönetmeliğin
nasıl bir dikkatle hazırlandığını gösterir
bölümlerin üzerinde pek durmayacağız. Bir örnek olarak Etik Yönetmeliği’n ilk
bölümündeki çelişkili ifadeden bahsedebiliriz. 1.1. maddede şöyle
bir ifade geçmekte:
“Psikolog, uluslarası
standartlar düzeyinde ve T.C. Psikologlar Meslek Yasasının
(yasalaştığında) ve Türk Psikologlar Derneği’nin
gerekli gördüğü koşullara uygun yasal eğitimi alıp
yetkinliğini elde etmek ve en yüksek düzeyde tutmaya devam etmek
sorumluluğunu alır.”
Bu
ifade zaten kendi içinde tutarsızlık taşımaktadır.
Amacımız söz oyunu yapmak değil, bir yönetmelik
hazırlanır ve kabul edilirken gösterilen dikkatsizliğin
nasıl çelişkilere yol açabileceğini göstermek. Bir
“psikolog” asla uygun yasal eğitimi alma sorumluluğunu eline
alamaz. Çünkü bu, “kavram olarak” psikologun özüne aykırıdır.
Uygun yasal eğitimi almamış kişi zaten psikolog olarak
adlandırılamaz. Sadece bu madde bile yönetmeliği
hazırlayanların ve kabul edenlerin dikkatini göstermektedir.
Tabii bu durumda çok daha önemli noktalarda “gözden kaçan” şeyleri
sıralamak da bize kalıyor.
Meslek Etiği Toplumsal Etiğin
Önünde mi?
Etik yönetmeliğin kimi
maddeleri bu soruya olumlu yanıt verilmesini sağlayacak
nitelikte. Bunlardan biri 2.3.1. madde. Bu maddede şöyle deniyor:
“Psikolog, yakınlık ve
cinselliğin, hizmet verdikleri ile ilişkisini doğrudan ya da dolaylı biçimde etkileyebileceğinin
farkındadır. Bu durumla bağlantılı olarak
ilişkinin özelleşmesi ve cinselleşmesinden
kaçınır. Çünkü bu tür ilişkiler gerekli mesleki mesafeyi
azaltır, profesyonel ilişkiyi zedeler, çıkar
çatışması ve kötüye kullanıma yol açabilir ve en önemlisi
hizmet verdiği kişiye zarar verir. Sonuç olarak; psikolog, halen hizmet
verdiği kişilere cinsel ima ve yaklaşımlarda bulunmaz,
onları taciz etmez ve onlarla cinsel ilişkiye girmez.”
Bu
madde baştan sona talihsizce düzenlenmiş bir madde. Psikologun
yaşadığımız toplumda eğitimi, bilgisi ve
statüsünden kaynaklı olarak sadece terapi odasında değil bu
odanın dışında da insanlarla ilişkisini
doğrudan ya da dolaylı biçimde
etkileyebileceğini kabul etmek gerekir. Etik
ilkeleri terapi odasının içiyle sınırlı tutmak,
yani “halen hizmet verdiği kişilere cinsel ima ve
yaklaşımlarda bulunmaz, onları taciz etmez ve onlarla cinsel
ilişkiye girmez” diyerek sorunu halletmeye çalışmak
terapistin bu sözkonusu edimleri “halen hizmet
vermediği” kimselerle ilişkisinde bir belirsizlik yaratır.
Yani etik yönetmelik psikologun terapi
sırasında danışanını taciz etmesiyle
ilgilenirken, iş yerinde bu ilkelere son derece sadık bir
psikologun evine dönerken otobüste başkalarını taciz
etmesine aldırmaz görünmektedir. Hele söz konusu şey cinsel taciz
ve istismar olduğunda buna maruz kalanın halen hizmet alıp
almadığına bakmanın anlamsızlığı
aşikardır. “Hizmet verdiği kişileri” taciz
etmediği halde aile içi şiddete başvuran bir psikolog meslek
etiğine uygun mu kabul edilecektir? Öyleyse
meslek etik ilkelerini kapsayan toplumsal etik ilkelerin ön plana konması gerekir.
Benzer
bir sorun insan hakları konusunda da söz konusudur. Etik Yönetmelik’in 5. maddesinde şöyle bir ifade
var:
“Psikolog, her durumda insan
haklarına ve onuruna saygı gösterir. Yaş, kimlik, cinsiyet,
cinsel kimlik, cinsel tercih, etnik köken, din, mezhep, sosyo-ekonomik
düzey ve engelli oluşa karşı ayrımcılık
yapmaz.”
Bu
maddede değinilmeden bırakılan pozitif
ayrımcılıktan bu noktada bahsetmek gerekir. Yan tutmama,
eşitlikçi olmayan toplumlarda aslında ideolojik bir tutumdan öte
bir şey değildir. Sonuçta yan tutmayanın egemen olanın
yanında olduğu da aşikardır. Bu koşullar
altında ezilen cinsiyet, cinsel tercih, etnik veya dinsel köken,
toplumsal sınıf ve psikolojik ya da bedensel
olarak sorunlu insanları ayrımcılık
yapmaksızın ele almak yerine, onların yanında
konumlanmak toplumsal bir sorumluluğun gereğidir. Eşit
davranma, haklarına ve onurlarına saygı gösterme tek
başına yeterli değildir. Eleştirel psikologlar ezilen
grupların ve sınıfların yanında konumlanmayı
ve bu konumlanışı görüşme odasıyla
sınırlı tutmamayı savunur. Bu anlamda erkek egemen, şovenist, ayrımcı kapitalist toplumun
tüm baskı ve şiddet edimlerinin etik
dışı olduğu, söz konusu edimin terapi odasında ya da başka bir yerde gerçekleşmiş
olmasına bakılmaksızın kabul edilmelidir. Üstelik
eleştirel psikolog bununla da yetinemez.
Ayrımcılığa ya da toplumsal
şiddete maruz kalmış insanların sorunlarını
terapi odasının dışında da savunmak
durumundadır. Tecavüze uğrayan bir kadına görüşme
odasıyla sınırlı bir yardım sunmak yerine,
mağdurun mağduriyetini giderecek ve mağduru emniyete alacak
önlemlere başvurur. Psikolojik desteğin yanısıra
hukuki süreçte ve barınacak yer bulmasında mağdura destek
olur. Gerekli çevrelerle ve uzmanlarla işbirliği yapar. Bu
anlamda psikolojik desteği, bireyleri hasta eden toplumsal bir düzene
karşı mücadelenin bir parçası olarak görür. Bu anlamda
tarafsız değildir, her türlü sömürü ilişkisinin karşısında,
ırkçılığa, etnik ayrımcılığa,
cinsel ayrımcılığa, karşı çıkar,
düşünce ve vicdan özgürlüğünün savunuculuğunu yapar.
Eleştirel psikolog mesleki nedenlerle pasif değil, toplumsal
nedenlerle aydın sınıfa dahil olmanın topluma
karşı getirdiği yükümlülüklerin bilinciyle davranır. Bu
anlamda toplumsal etiği egemen psikolojinin
temsilcilerinin tersine, her zaman meslek etiğinin
üstünde tutar.
TPD Ve İşçi Sınıfı
Eleştirel
psikolojinin bu noktada gözünü çevireceği en önemli çelişkilerden
biri, kapitalist toplumun temel çelişkisidir. Etik
yönetmeğin 2.3.2. maddesinde ekonomi bilimi bilmemekten kaynaklı
şu ifade yer alıyor:
“Psikolog bilgi, statü ve sahip
olduğu gücü kullanarak; kendi yararları doğrultusunda,
danışanların, öğrencilerin, süpervizyon
verdiği kişilerin, araştırma
katılımcılarının, kurumsal
danışanların ve iş yeri
çalışanlarının emeklerini ve finansman
kaynaklarını sömürmez.”
Psikologun
iş yeri çalışanlarının emeklerini
sömürmeyeceğine yönelik ifade aslında endüstri psikolojisini
imkansızlaştıracak bir ifadedir. Endüstri psikologunun
varlık amacı, hizmet ettiği şirketin
verimliliğini, yani karını arttırmaktır. Kar
arttırmanın bugüne kadar bilinen iki yöntemi vardır:
Maliyetleri azaltmak ve ücretleri düşürmek. Psikologun işinin
üretim maliyetlerini düşürmek olmadığı aşikar. Ne
hammadde fiyatlarını ne de şirketin sabit
harcamalarını şirket psikologu etkileyemez. Geriye bir tek
soru kalıyor. Psikolog ücretleri düşürebilir mi? Sorunu daha
farklı koymakta fayda var. Psikologun katkısıyla işçi
verimliliğinin artması demek, belirli birim saatteki işçinin
üretiminin artması demektir. Bu da işçinin
yarattığı değerin artması anlamındadır.
Ancak işçinin verimliliği arttığı için ücretinin
aynı oranda artması beklenmez. Yoksa doğal olarak
şirketin işçinin verimliliğini arttırmak gibi bir
talebi olmazdı. Bunun yerine şirketin işçinin
yarattığı değerden aldığı pay
artacaktır.Bir başka deyişle, artı değer sömürüsü
daha büyük bir orana ulaşacak ve yarattığı değer
karşısında işçinin aldığı ücret reel olarak düşecektir. Psikolog şirkette
artı değer sömürüsünün arttırılmasına hizmet eder
ve kendi maaşı da bir değer yaratmaktan değil, bu
sömürülen artı değerin yeniden paylaşılmasından
gelir. Eğer işgücü sömürüsü etik
ilkeler tarafından yasaklanırsa, bu aynı zamanda endüstri
psikologlarının sadece endüstri psikologu oldukları için etik ilkelerin dışına düşmüş
oldukları anlamına gelir.
Öyleyse etik yönetmelik önünde iki yol durmaktadır: ya psikolog artı değer sömürüsünün her türüne
karşıdır ve bu sömürüye karşı mücadele eder diye
bu madde değiştirilecektir ki bu noktada eleştirel
psikologların her türlü sömürü ilişkisine karşı olma
ilkesi benimsenecektir, ya da işyeri
çalışanlarının işgücü sömürüsünün etik ilkeler içinde olduğu kabul edilecektir.
TPD ve Hayvan Hakları: “Bilimsel” Amaçlar Toplumsal Etiğin Önünde mi?
Etik Yönetmeliğin bir
diğer etik dışı
yanını da hayvan hakları oluşturmakta.
Yönetmeliğin 2.2. maddesi şöyle:
“Psikolog,
danışan kişi ya da kurumlara,
araştırma katılımcılarına, öğrencilere, süpervizyon alan kişilere ve deney
hayvanlarına zarar verebilecek eylemlerden kaçınır.
Psikolojik bilgi ya da uygulamaları kötüye
kullanmaz. Önceden kestirilebilen ve kaçınılmaz olan zararı
en aza indirmek için gerekli önlemleri alır, kişileri bu konuda
önceden bilgilendirir.”
Bu
madde deney hayvanlarını gündeme getirmesiyle oldukça dikkat
çekiyor. Bununla birlikte “kaçınılmaz
olan zarar” ifadesi ile deney hayvanları arasındaki
ilişkinin netleştirilmesi gerekmekte. Kendi halinde bir
hayvanı alıp üzerinde deney uygularken “kaçınılmaz
zarar”dan bahsetmek çok anlaşılır değildir. Bu maddede
vurgulanması gereken nokta insan ve hayvanlara psikolojik ya da fiziksel zarar verebilecek her türlü deneyin etik ilkelere aykırı olduğudur. Hiç bir
deneyde kaçınılmaz bir zarardan bahsedilemez. Eğer ortamda
deneye katılanlara zarar verebilecek bir durum varsa, zaten deney etik olarak sorgulanmalıdır.
Katılımcılarına zarar verebilecek bir deneyi uygulamaya
kimse zorunlu değildir.
Ancak
9.9. maddede yönetmeliği hazırlayanlar tutumlarını
netleştirmekte:
“Ancak izlenebilecek daha az zarar veren
başka bir işlem yoksa ve araştırmanın amacı
bilimsel ve eğitsel bir değer içeriyorsa hayvanların
acı çekmelerine, strese girmelerine ve gereksinimlerinden yoksun
kalmalarına neden olan araştırmalar yapılabilir.”
“İzlenebilecek
daha az zarar veren başka bir işlem yoksa ve
araştırmanın amacı bilimsel ve eğitsel bir
değer içeriyorsa”: Böylesi bir koşul altında neden insan
deneylerinin yasak olduğunun açıklanması gerekmektedir. Etik duruş zarar verici hayvan deneylerine ya karşı olmayı ya
da taraftar olmayı gerektirmektedir ki, yönetmeliğin tercihi
ikinciden yana olarak görünmektedir.
Hiç
bir bilimsel ve eğitsel amaç insanların ve hayvanların
acı çekmeleri ve öldürülmeleri için gerekçe olamaz. Eleştirel bir
etik anlayış, insan merkezli bilim
anlayışının hayvanları deney malzemesi olarak
kullanıp atmasına karşı çıkar. Bilimsel ve
eğitsel amaçlar temel toplumsal etik
değerlerin üzerinde konumlanamaz. Eğer tersi iddia edilecekse
tartışmaya açılması gereken bilimsel ve eğitsel
amaçlara hizmet ettiği sürece insanların zarar görebileceği
deneylere izin verilip verilmeyeceğidir. Eğer nazi
tıbbının tarihçesi incelenirse, bilimin ve bilim
eğitiminin önemli mesafeler katettiği
Nazi Almanyası’nda bu ilerleyişte etik dışı insan deneylerinin payı
kabul edilecektir. Ancak sorun onbinlerce
çocuğun öldürülerek beyinlerinin “bilimin” hizmetine sunulduğu
“çocuk ötanazisi” gibi bir bedelin, bilimsel ve
eğitsel araçlara değip değmediğidir. Aynı
şekilde hayvanlara fiziksel ve psikolojik zarar veren hayvan
deneylerinin etik olarak savunulabilecek bir
yanı yoktur. Eleştirel psikologlar bu noktada hayvan deneyleri
yerine geçebilecek araştırmalara
yönelik devlet yatırımlarının
artırılmasını ve hayvan deneylerinin olabilecek en
geniş biçimde durdurulmasını savunur. Özellikle psikoloji
alanında hiç bir hayvan deneyi olmazsa olmaz nitelik
taşımamaktadır.
TPD ve Metodik Çeşitlilik
Psikoloji
alanında bir meslek mahkemesinin kurulmasının en büyük
riski, hakim bir paradigmanın bulunmadığı ve genel
geçer olarak kabul edilen tüm yöntemlerinin tartışılabilir
olduğu bir alanda, meslek mahkemesinin metodik
çeşitliliği nasıl koruyacağı sorusu. Etik yönetmeliğin giriş bölümünde şöyle
deniyor:
“Etik Yönetmeliğinin amacı sadece
meslektaşları yargılamak değil; meslektaşlara
kendilerini geliştirmeleri için destek olmak ve yol
göstermektir.”
Yani
Etik yönetmelik:
- Meslektaşları
yargılamak
- Meslektaşlara
kendilerini geliştirmeleri için destek olmak ve yol göstermek.
- Meslektaşların
etik sürecini mesleki
yaşamlarının bir parçası haline getirmeleri
amaçlarını
güdüyor. Böylece TPD bir de etik
kurul oluşturarak bir meslek mahkemesi niteliği kazanmak istiyor.
Üstelik meslektaşlara kendilerini geliştirmeleri için yol
göstermek gibi bir amacı da ifade ediyor.
Ancak
bu noktada tartışma dışı bırakılan iki
temel konu var.
- TPD meslek mahkemesi olma gücünü nereden
alıyor? TPD’yi bir yargı
organı olarak kabul etmek söz konusu olduğunda psikologlar
arası bir konsensüsten bahsedildiği taktirde
psikologların oy çokluğu mu yoksa oybirliği mi esas
kabul edilecektir? TPD’nin bilimsel
iktidarını reddeden eleştirel psikologlar da gelecekte
aynı mahkemenin sanık kürsüsüne oturacaklar mıdır?
- Bu
meslek mahkemesinin ilkeleri neye göre belirlenmektedir? Yani
meslektaşların kendini geliştirmesi için hangi yönde
yol gösterileceği hangi kriterlere göre belirlenecektir. Hakim
bir paradigma olmadan, yargılamanın ölçüsü ne olacaktır
ve neyin daha gelişkin olduğuna kim karar verecektir? Mainstream bu gücü ideolojik olarak kabul
görmüşlüğünden almıyorsa nereden almaktadır?
Bu ideolojik
kabul görmüşlük aynı zamanda bir meslek yasası talebinde de
ortaya çıkmaktadır. TPD meslek
mahkemesi niteliğini yasal güvenceye almak istemektedir. Ancak bu
yasal güvence TPDyi bir meslek odası olarak
kabul ederek, psikologların rızası alınmadan
onları odanın zorunlu üyesi haline getirecek, üstelik onları
mainstream’in paradigmalarıyla
kuşatacaktır. TPD sadece mainstream’in sözcüsü değil, aynı zamanda
yaptırım gücü de olan bir baskı aygıtına
dönüşecektir.
Sorunun
cevabı aslında basittir. TPD’ye bugün
için egemen olan pozitivist paradigma kendini
mutlak bilim olarak ilan etmek istemektedir. Oysa eleştirel
psikologların bir kısmı özellikle sosyal alanlarda “mutlak”
bilimlerin olamayacağını, her bilimin aslında bilimle
uğraşanların bir kurgusundan ibaret olduğunu, bilimsel
teorilerin gerçeğe ulaştıkları için değil,
gerçeklikle ilişkimizde bize ön açıcı fikirler verdikleri
için bilimsel olduklarını kabul ederler. Bu
yazdıklarımıza “yol göstermek”ten
sadece “kendini dayatma, baskı yapma
anlaşılmamalıdır” gibi bir tepki gösterilebilir. Bunun
için Etik Süreç Yönetmeliği’nin 11.2.
maddesine bakmak faydalı olacaktır. Bu maddede kınama
cezası gerektiren durumlar şöyle sıralanıyor:
“Her türlü yazılı basın,
radyo, televizyon, internet siteleri ve
broşürler başta olmak üzere tüm basın ve yayın
organlarında reklam amacına yönelik olarak haksız rekabete
neden olan ya da içeriği bilimsel veya mesleki açıdan doğru ya da geçerli olmayan yazılar yazmak,
yazdırmak veya açıklamalarda bulunmak; bu içerikteki programlara
katılmak ya da program yapmak veya
ortağı olduğu kuruluş ya da
şirketin reklamını yapmak veya böyle bir kuruluş ya da şirket aracılığıyla
kendisinin reklamının yapılmasını sağlamak.”
Yönetmeliği
hazırlayanlar, bilimsel olarak neyin “doğru” olduğuna çoktan
karar vermiş görünüyorlar. Bilimsel olarak doğru içeriğin ne
olduğunu yönetmeliğe eklemeyi unutmuş olsalar gerek.
Eğer psikoloji lisans eğitimi sırasında anlatılan
“bilimsel yöntem”lerin uygulanması kastediliyorsa, bu yukarıda
yazdıklarımızı desteklemekten öteye geçmez.
Pozitivist paradigma yargı gücünü ele almaya
çalışmaktadır ve bu TPD’nin meslek
odası olması halinde bütün eleştirel ve radikal
girişimlerin baskı altına alınacağı
anlamına gelmektedir. Üstelik eleştirel girişimler bir kez
“bilimsel olarak yanlış” ilan edildikten sonra bunları
herhangi bir yazılı organda savunmanın imkanı da bu
maddeyle olanaksız hale getirilmektedir. Ceza yasasından
çıkartılmasını istediğimiz düşünce suçu, TPD’nin etik süreç
yönetmeliği ile yeniden karşımıza
çıkmaktadır. Üstelik aynı yönetmeliğin 11.4. maddesinin
e bendinde tüm radikal girişimlerin, (örneğin antipsikiyatrist
hareketin) kınama ve uzaklaştırma cezası
gerektirdiği kabul edilmektedir. Bu madde şöyle:
“Bilimselliği
henüz kanıtlanmamış ya da bilim
dışı yöntemlerle hizmet vermek ya da uygulamalar yapmak, insanlar ve
hayvanlar üzerinde bilimsel kurallara uymayan araştırmalar
yapmak, bu uygulamaları yapan kişilere yazılı ya da sözlü destek vermek, hasta/danışan
göndermek (Bilimsellikle ilgili değerlendirmeler için
uluslararası kurallar, sözleşmeler, ilgili yayın ve
bildiriler ile kurallar ölçüt alınır)”.
Yönetmeliği
hazırlayanların bilimselliği kabul edilmemiş yöntemleri
sınarken ölçüt alacakları uluslar arası kurallar
hangileridir? Yasaklanmış bir metodun bilimselliği
nasıl kanıtlanabilir. Üstelik burada aynı sorunla yine
karşı karşıyayız: Bilimsellik kimsenin tek elinde
değildir. Bilim felsefesindeki küçük farklılaşmalar, neyin
bilimsel olduğu konusunda büyük farklılıklar doğurur.
Aslında
pozitivist paradigma yargı gücünü de elde
ederek iktidarını tamamlamayı hedeflemektedir. Neyin bilim
olduğuna ilişkin yasama yetkisini çoktan ellerinde görüyorlar. Bu
anlamda “bilimsel etkinlik”, yani yürütme de tekellerinde. Geriye bir tek
kendi paradigmalarının dışında kalanları
ortadan kaldıracak yargı gücü kalmaktadır. Bunu
şimdilik etik düzenlemelerle, sonra da bir
meslek odası olarak resmi düzlemde elde ederek kendi mutlak
iktidarlarını ilan etmek istiyorlar. Üstelik Kuhn’un
bilimsel devrimlerin genç araştırmacılar tarafından
gerçekleştirildiği yolundaki tezini duymuş olacaklar ki, etik kurullarda görev almak için “psikoloji
alanında en az 10 yıldır çalışmış olmak”
gibi bir koşul koyarak, genç araştırmacıları, yani
henüz kendi paradigmalarına tam anlamıyla
kazanılmamış psikologları etik
kurulların dışında tutuyorlar.
Düşüncürücü olan bu
iktidarın bilimsel teorilerin gücüne değil, resmi organlara
dayandırılması çabasıdır.
Sonuç
olarak denebilir ki, Kuzey Amerika’dan ithal edilen etik
ilkeler, kendi içinde Kuzey Amerika’nın egemen zihniyetini de
barındırmaktadır. Bu zihniyet, bilimsel bilginin topluma
yayılması yerine, diplomalar ve sertifikalarla edinilmiş
ayrıcalıkların mutlaklaştırılması ve
egemen bilim anlayışının eleştirel
girişimleri baskılamasını da meşrulaştırmaktadır.
Bu haliyle TPD’nin etik
ilkeleri, aynı Amerikan Psikologlar Topluluğu APA’in
etik ilkeleri gibi pozitivist,
insan merkezli, sermaye yanlısı ama aynı zamanda toplumsal
politikada liberal ve meslek içinde de otoriter özellikler
taşımaktadır. Eşitlikçi, toplumcu ve anti-otoriteryan psikologlar için bu etik
ilkelerin benimsenmesi mümkün değildir.
|