Anasayfa
|
Gramsci (1891 - 1937)
Vedat
Günyol
Kırk altı yıllık kısa
yaşamının on bir yılını cezaevinde geçiren
büyük Marksçı düşünür Antonio Gramsci, 27 Nisan
1937'de öldü. Sardunya'nın bir köyünde doğan Gramsci,
yedi çocuklu bir ailenin altıncı çocuğuydu. Babası, tapu
sicil memurudur.
Gramsci, on bir yaşında okulu
bırakıp ailenin geçimine katkıda bulunmak üzere
çalışmaya başlar. Çelimsiz ve kambur bir çocuktur, kendinden
ağır sicil kütüklerini taşıyarak, günde on saat
çalışır. Çoğu geceler, ağrıdan
kıvranır, ağlar. Ancak, on üç yaşında yeniden
okula dönebilir. Lise öğrenimini bitirince, Palmiro
Togliatti ile birlikte (1911) Torino
Üniversitesi'nin bir bursunu kazanır. Gramsci,
Torino Üniversitesi'nde, İtalyan
edebiyatı, dilbilimi, tarih ve felsefe okur. Sağlık durumu,
kötü, bursu yetersizdir. Ama, okuma, öğrenme, öğrendiklerini
eyleme geçirme isteği sonsuzdur. O da, o dönemin birçok üniversite
öğrencisi gibi idealist filozof Benedetto Groce' nin ateşli bir
hayranıdır. Bu ara, Gramsci, birkaç
günlüğüne Sardunya'ya gider. Bu kısa gezide, Güney
Sorunu denilen gerçekle
karşı karşıya gelir. Genç Gramsci,
arkadaşlarını bu sorunla ilgilenmeye
çağırır: «Sardunya, yeraltı sularıyla beslenen
bereketli bir toprakken, neden bugün verimsizleşmiş beti bereketi
kalmamıştır? Neden, eskinin bol ürünlerinin yerini
güneşte kavrulmuş otlar almıştır? Bunun nedenini
bulmak için, küçük tarlaların çevresinden çıkıp, suyun
geldiği dağa kadar uzanmak, çok çok
uzaklarda, toprakları besleyen su damarlarının hangi bencil
ve çıkarcı ellerce kesildiğini görmek gerekir» diyordu.
Güney
Sorunu, Gramsci'nin düşüncesine yön veren bir
çıkış noktasıdır. Hapse girmeden önce (1926)
yazdığı Güney
Sorunu (Questione Meridionale)
adlı yapıtında,
politik eylemin anahtarını veriyordu: Geleneksel egemen sınıfların
tarih boyunca kurmuş olduğu eski tarihsel blok'a karşı, devrimci yeni
bir tarihsel blok oluşturma
çabası ön planda yer alıyordu. Bu yeni blok, ancak, işçi -
köylü, işçi - aydın, köy - kent birliği ile kurulabilirdi.
Gramsci'nin, Torino'daki öğrenim
yaşamı büyük yoksulluklar ve yoğun bir çalışma
içinde geçer. Bir mektubunda, kızkardeşine
şunları yazar: «Birkaç yıl sanki dünyadan uzakta,
düşler içinde, durup dinlenmeden çalışmak, öğrenmek
için yaşadım. Oysa, yaşamak için dinlenmem, eğlenmem
de gerekirdi. İki yıl içinde, güldüğümü de
ağladığımı da anımsamıyorum.»
Yıl 1915. Gramsci
24 yaşındadır. İtalya, 24 Mayıs'ta savaşa
girer. Gramsci, sosyalist parti içinde,
savaşa karşı cephe alanların başında yer
alır. 1917'de Torino işçileri,
İtalyan emperyalizmine ve militarizmine karşı
ayaklanırsa da, yenilir.
1919'da Gramsci, Togliatti ve Terracini ile
birlikte, haftalık Ordino Nuovo (Yeni Düzen) gazetesini çıkarmaya
başlar ve İtalyan Sosyalist Partisi yöneticilerinin revizyoncu
tutumlarına karşı çıkar.
Gramsci'nin bu gazetedeki çağrısı üzerine,
daha önce işverenlerce kurulmuş olan Fabrika Danışma
Kurulları, üye sayısı bir yılda 15.000'e ulaşan
sosyalist işçi örgütleri durumuna gelir. Bu örgütler, kapitalist
üretim sistemi üzerinde denetim kurmaktan çok, üretim ve yönetim işlerindeki
teknik bir örgüt oluşturmayı amaçlamaktadır. Bu kurullar, Gramsci'ye göre, işçi demokrasisinin örgütleri
olacaklar ve bu yoldan işçiler, fabrikadan başlayarak, kenti,
devleti, sonra da tüm toplumu yönetmesini öğreneceklerdi, yani, bir
çeşit parti çekirdeği oluşturacaklardı.
23 Mart 1919'da savaş sona ermiştir.
Aldatıcı sözlerle Benito Mussolini çıkar ortaya. «Bizler büyük
Cumhuriyet'ten yana, diktatörlüğe karşıyız...
İşçilerin isteklerini karşılayacağız.
Düsturumuz: ekonomik demokrasidir» demektedir. Sosyalist parti üyesiyken,
zamanla tam tersi bir tutuma yönelir.
Çok geçmez, Mussolini'nin kurduğu, örgütün içyüzü ortaya
çıkar. 1919'dan baslayarak, sosyalistlere
karşı silahlı eylemlere girişirler. «Kızıl
avı» ortalığı kasıp kavurmaktadır. Sonunda,
28 Ekim 1922'de, Kral Vittorio Emmanuele'nin çağrısı üzerine, Mussolini Roma'ya gelir.
Bu ara, Gramsci
Sovyetler Birliği'ne gider ve bir yıl kalır, orada Julia Schucht'la evlenir. 1923'te Viyana'ya gelir. Unita gazetesini
çıkarmaya başlar. Faşistlerin bütün
yıldırmalarına karşın, milletvekili seçilip
1924'te Roma'ya döner.
Faşizmle kavga bu dönemde başlar.
Komünist partinin ilk genel sekreteri Bordiga,
faşizmi «basit bir yönetim değişikliği»
saymaktadır. Ona. göre, faşizm, parlamenter yönetimden ne daha
kötü, ne daha iyidir. 3. Enternasyonal'de, sosyalist parti ve öbür
demokratik kuruluşlarla bir birlik cephesi kurma politikasına
karşı çıkarak, çoğunluğun desteğini
kazanır.
Gramsci bunu, doğmacılığa
karşı çıkan sosyalist onuruna yediremez ve Bordiga'nın aşırı solculuğuna
cephe alanların başına geçerek,
birleşik cepheye destek sağlamayı başarır. Ordina Nuovo Mart 1922'de
kapanmak zorunda kalır. Gramsci, 1924
Martı'nda Unita (Birlik) adlı bir gazete
çıkarmaya başlar. Bu dönemde Bordiga,
birçok komünist önderle birlikte hapistedir. Sosyalist milletvekili Matteoti, hükümetin suç ortaklığıyla
öldürülünce, faşist rejime protestolar başlar. Bu olayları
izleyen seçimlerde, Gramsci, birkaç
arkadaşıyla birlikte parlamentoya seçilir ve parlamento
kürsüsünden Mussolini'yi kıyasıya
eleştirme fırsatı bulur. Mussolini
hükümetini çekilmeye zorlamak amacıyla, politik nitelikte bir grev
düzenlemek isterse de, İtalyan Sosyalist Partisi ve öbür demokratik
kuruluşlar buna katılmaz.
Mussolini, 3 Ocak 1925'te, ikinci hükümet darbesini
gerçekleştirir ve söz, yazı, toplantı özgürlüklerine
karşı sıkı önlemler alacağını
açıklar. Nitekim 1926'da, toparlanıp güçlenerek, politik parti
muhalefetini, yasalarla yasaklama yolunu tutar. 8 Kasım 1926'da,
uydurma ve tertipli bir komplo bahanesiyle, Gramsci,
arkadaşı milletvekilleriyle birlikte, parlamenter
dokunulmazlıkları olmasına karşın tutuklanır.
1928 Martı'nda, Roma'da uydurma bir mahkeme kurulur. Savcı
iddianamesinde Gramsci için «bu beynin
çalışmasını yirmi yıl durdurmalıyız» der
ve Gramsci, 20 yıl 5 ay, 4 gün hapis
cezasına çarptırılır. Böylece de, anti-faşist bir
birlik cephesini kurma dönemi kapanmış olur.
Gramsci, bu olayı, 27 Şubat 1933'te
şöyle dile getirir :
«Ben, 4 Haziran 1928'de özel bir mahkeme, yani,
adını, adresini, mesleğini verebileceğimiz insanlardan
oluşan bir kurulca mahkum edildim... Her şeyin bunda
özetleneceğini sanmak yanlıştır. Beni mahkum eden, çok
daha geniş bir düzen kuruluşudur. Onun özel mahkemesi, yasal
mahkumluk belgesini kaleme alan özel mahkeme, onun son ve maddesel
belirtilerinden başka bir şey değildir.»
Gramsci, tutuklandıktan hemen sonra, birinin
yüzünü görmediği iki çocuğuyla Sovyetler Birliği'nde kalan
karısının kızkardeşine
yazdığı mektupta, üzerinde çalışmak istediği
konuların bir listesini yollar. Cezaevi yönetiminin elverişsizliğine,
sağlığının günden güne kötüleşmesine karşın,
hiçbir yılgınlığa kapılmadan, Marksçı
klasiklerden doğrudan doğruya yararlanmadan, aklında
kalanlarla yetinerek, 2848 sayfa tutan 32 not defterini, durmadan
doldurmayı başarır.
On bir yıllık cezaevi
yaşamında, bu büyük beynin işlemesi
durmamıştır. Böylece, Quaderni
dal Carcere (Cezaevi Defterleri) adı verilen geniş kapsamlı
yazılar ortaya çıkar. Bu defterlerdeki yazıların
başlıcaları şunlardır: Tarihsel Maddecilik,
Benedetto Croce'nin
Felsefesi, Aydınlar ve Kültür Örgütlenmesi, İtalyan Rönesansı (Il Risorgimento), Machiavello, Politika ve Modern Devlet Üstüne, Edebiyat
ve Ulusal Yaşam, Geçmiş ye Şimdiki Zaman, Sosyalizm ve
Faşizm.
Gramsci, cezaevinde, çok kötü koşullar
altında yaşar, 1931 ve
1933'te iki ciddi bunalım geçirir.
Buna karşın, Mussolini'den aman
dilemesi yolundaki önerileri geri çevirir. Togliatti,
sonraları onun için şunları yazar: «Öyle sanıyorum ki,
insanlık tarihinde, son nefesine dek kendi yetileri ile amansız
yazgı arasında, çalışmak, öğrenmek ve
savaşmak isteyen insan ile onu yavaş yavaş
yitirip tüketen kaba güç arasında böylesine acıklı bir
savaş örneği yoktur.»
1936'da, aralarında Fransız
romancısı Romain Rolland
ile Canterbury başpiskoposunun bulunduğu
bir aydın topluluğu, onun serbest bırakılması
için Mussolini'ye baskı yapar. Sonunda Gramsci serbest bırakılır, ama,
kaldırıldığı bir klinikte 27 Nisan 1937'de,
düşünceleri uğruna 27 yıl hapislerde yatan
yurttaşı büyük Campanella'dan 280
yıl sonra, ardında Marksçı
düşünce dünyasına katkıda bulunan değerli
yapıtlar bırakarak ölür.
Ölümünden kırk yıl sonra, Avrupa'da Marksizmin bunalıma girdiği, soyut ideolojik
tartışmalarla yıprandığı bir dönemde, Gramsci, birden güncellik kazandı. M-A. Macciocchi'nin dediği gibi «Gramsci'nin
güncelliği, bugünkü Marksizm bunalımında, yaşayan bir
Marksizm dersi, bir yöntem dersi» olarak çıktı ortaya.
Ordino
Nuovo'nun önsözünde, Alman sosyalisti Lassale'in «Devrimcilik, gerçeği söylemektir.»
sözüne yer veren Gramsci: «Gerçeğin kendisi
devrimcidir» der. Yani gerçek, bir devinimdir, durmaz durulmaz, sonsuz
bir devinimdir.
Gramsci'nin amacı sıkı sıkıya
bağlı olduğu Marx'ı,
doğmacılıktan uzak tutmak, onu güncelleştirmektir. Nitekim,
ona göre Lenin, Sovyet Devrimi'ni gerçeklestirmekle
onu güncelleştirmistir. Şöyle ki, bu
devrim, Gramsci'ye göre, Kapital'e karşı bir devrim
olmuştur. Çünkü, Rusya'da Kapital, proletaryadan çok, burjuvazinin kitabıydı ve devrim,
sanayileşmemiş bir toplumda gerçekleşmişti.. Yani,
olaylar, ideolojiyi aşmıstı. Bu
da, tarihsel maddeciliğin, değişik koşullarda ele
alınması ve yorumlanması gereğini göstermektedir.
Gramsci, bir Marksçı
olarak, yeni bir sosyalizm kurma kaygısı içinde, Rus
Devrimi'nden yana, Stalin yönetimine karşı çıkar, Ona göre,
insanlığın dramı şudur: «Eski dünya ölmek üzeredir,
yenisiyse bir türlü doğmamaktadır.» Bu açıdan Gramsci, bir Marksçı
olarak görevini, «Marksçılıkta
yaşayan ve ölmüş olanı ortaya koymak» diye tanımlıyor.
Bunu da, Marksçılığı reformcu
ve mekanist yorumlardan sıyırmak, onu günün gerçekleri
açısından ele almakla yapıyor.
Gramsci'nin başlıca sorunu, daha 1917'de
şuydu: Batı'da birçok kez yenilgiye uğramış bir
proletaryayı iktidara getirmek. İşçi sınıfı
nasıl iktidara gelir ve hegemonyasını nasıl kurar?
Bunun koşulları nelerdir?
Burada Gramsci,
Çarlık Rusya'sı ve benzerleri gibi Doğulu toplumlara özgü
yalın baskı ve sindirmeye dayanan yönetimlerle,
Batı'nın, daha çok ideolojiye ve kitlelerin onayına (Consensus) dayalı
ve sivil kurumların daha geniş özerkliği olan yönetimlerini
karşılaştırıyor ve her iki yönetimde geçerli olmak
üzere politik toplum ve sivil
toplum ayrımını
yapıyor. Bunlar üst yapının ilk büyük
basamağıdır. Sivil toplum, kabaca «özel» denilen kurum ve
kuruluşların tümünü içeren basamak, politik toplum ya da devlet basamağı.
Bu ayrım, iktidar savaşı
bakımından önemlidir. Salt politik toplumlarda, yani
Doğu'nun bütün toplum hücrelerine el atmış bir devletin egemen
olduğu toplumlarda, iktidar savaşı, saldırıyla
yapılır. Bu, meydan savaşıdır. Batı
toplumlarındaysa, durum başkadır. Sivil ve politik toplumların
bir arada yaşadığı Batı'da savaş, bir mevzi
savaşı olacaktır. Şöyle diyor Gramsci:
«Modern askerlik bilimi, temelde, mevzi savaşına, yani düşman
siperlerinin derece derece ele geçirilmesine bel
bağlamaktadır, yoksa, bu siperlere doğrudan, hızla ve
düşmanı şaşkın avlayan saldırılarla değil.»
Bu, Gramsci düşmanlarının ileri
sürdükleri gibi, işçi sınıfının iktidara, parlementarizm yoluyla gelmesi anlamında
değildir. Parlemento kürsüsü, Gramsci için, halkı bilinçlendirmeye yarar sadece.
Gramsci için, işçi
sınıfının iktidarı bakımından hegemonya
sorunu, yani, yönlendirme ve yönetme sorunu başta gelir. Bu, devrim
sürecinin koşulu, iktidarın yalnız ele geçirilmesini değil,
yürütülmesini de içeren bir veridir. Gramsci'-ye
göre, «Toplumsal bir grubun üstünlüğü, 'egemen olma' ve 'zihinsel ve
ahlaksal yönetme' olarak kendini gösterir. Toplumsal bir grup, 'kökünü
kazımak' ya da silahla boyun eğdirmek
istediği düşman gruplara karşı egemen, kendine
yakın ve bağlaşık olan gruplara karşı
yönlendirici, yöneticidir.» İşte, Gramsci'nin
hegemonya kuramının özeti. Gramsci'ye
göre, iktidarı yürütmek için, yalnız zorlayıcı güç
yeterli değildir. Karşıt sınıflar arasında
güç ilişkileri ötesinde, egemen sınıfın, «kendine
yakın ve bağlaşık olan toplumsal grupların» onayını
da sağlaması gereklidir.
Batı'nın burjuva toplumlarında,
egemen sınıflar, «geleneksel» aydınlarla elele, ideolojik hegemonya kurarak bir blok
oluştururlar. Gramsci, altyapı ve
üstyapıda oluşturulan bu bloka «tarihsel
blok» adını veriyor. Burjuva iktidarının dayandığı
bu blok karşısında, işçi sınıfı, kendi
yandaşlarıyla bir blok kurmak zorundadır ki, Gramsci, buna «yeni tarihsel blok» diyor. Bu blokun kurulmasında, işçi
sınıfının organik aydınlarına büyük iş
düşmektedir.
Gramsci'ye göre, hegemonya ve tarihsel blok
kavramları birbirinden ayrılmaz. Çünkü, belirli bir hegemonya
ancak, «tarihsel blok» içinde gerçekleşebilir. Gramsci,
Güney İtalya toplumunu ele alan Mezzogiorno adlı yazısında, tarihsel bloku şöyle anlatıyor: «Mezzogiorno
(Güney İtalya) büyük bir toplumsal parçalanma olarak tanımlanabilir.
Nüfusun büyük bölümünü temsil eden köylüler arasında hiçbir
bağlantı yoktur... Güney toplumu üç toplumsal katmandan
oluşan tarımsal
büyük bir bloktur: Silik ve dağınık köylü kitlesi, küçük ve
orta burjuvazi aydınları bir de büyük toprak sahipleri ve büyük
aydınlar... Güneyli köylüler, içten içe ayaklanma
durumundadırlar ama kitle olarak, özlemlerini ve gereksinmelerini
tutarlı biçimde dile getirememektedirler. Orta aydın
katmanının politik ve ideolojik etkinliğine
atılım gücü veren köylü tabanıdır. Büyük toprak
sahipleri politika alanında; büyük aydınlar da ideoloji
alanında, bu bütünü bir özekte toplamakta, ona egemen olmaktadır.
Kuşkusuz, özeklendirme, en etkin ve kesin
olarak, kendini ideolojik alanda göstermektedir.»
Bu açıklama, tarihsel blokun
özünü veriyor. Buna göre, altyapı - üstyapı ilişkisi
«tarihsel blok»u oluşturmaktadır. Egemen sınıf, politik
hegemonyasını kullanarak, üretim güçleri ile üretim
ilişkileri, altyapı ile üstyapı arasındaki ilişkileri
kesmeye çalışmaktadır.
Politik hegemonya yanında, bir de
ideolojik hegemonya var ki, bunu, sivil toplumda olsun, politik toplumda
olsun, aydınlar sağlar. Sosyalist bir dünya kurulmasında,
aydınlara düşen en büyük görev, işte, bu ideolojik
hegemonyayı kurmaktır.
Aydınlar sorunu, Gramsci'nin
en önemli sorunlarından biridir. Turi
Tutukevi'ndeyken, baldızına yazdığı bir mektupta
(3 Ağustos 1931) şöyle diyordu: «Şu son yıllarda beni
en çok ilgilendiren sorunlardan biri, İtalyan aydınları
tarihinin bazı belirleyici yönlerini saptamak oldu. Bu bilgi, bir
yandan devlet kavramını derinleştirmek, öte yandan da,
İtalyan halkının tarihsel gelişiminin bazı
yönlerini tanımak oldu.»
Gramsci'ye göre, «Herhangi bir beden çalışmasında,
hatta, en mekanik ve kaba bir çalışmada bile, ne denli az da
olsa, bir teknik ustalık, yani, yaratıcı bir düşünce
çabası vardır.» «İşte, bundan.ötürüdür ki,» diyor Gramsci, «bütün insanlar aydın kişilerdir,
ama, bütün insanlar, toplumda aydının gördüğü işi
göremezler.»
Gramsci, aydınları iki bölüğe ayırıyor: Geleneksel
aydınlar, organik aydınlar. Geleneksel aydınlar grubuna şunlar girmektedir: Endüstri
ile birlikte gelişen ve yazgılarını bu gelişmeye
bağlayan kent tipi aydınlar; köy topluluklarına ve kapitalist
düzenin harekete getiremediği kentlerin küçük burjuvazisine
bağlı köy tipi aydınlar.
Organik
aydınlara gelince, bunlar
toplumsal sınıfların içinde, düşünme ve örgütlenme
işini üstlenen aydınlardır. Bunlar, meslekleri içinde ya da dışında,
bağlandıkları sınıfın düşünce ve özlemlerini
dile getirir ve bu doğrultuda kitlelere yön verirler. Gramsci'ye göre, «her sınıf kendi organik
aydınını yaratır.» «Denebilir ki,» diyor Gramsci, «her yeni sınıfın, kendisiyle
birlikte yarattığı ve gelişimi boyunca
yetiştirdiği organik aydınlar, çoğu kez birer uzmanlaşmadır; yeni
sınıfın yarattığı toplumsal tiplerin ilk
çabalarını, bazı yönleriyle, temsil eden bir
uzmanlaşma.» Ama, bu uzmanlaşma politikayla sıkı
ilişki kurmak zorundadır. Çünkü, Gramsci'ye
göre yeni (organik) aydının özelliği, pratik yaşama
yapıcı, örgütleyici, «sürekli inandırıcı» olarak
karışmasındadır... Böylece, o, 'teknik - iş'e, bilim
- iş'e ve hümanist (partinin) görüşüne yükselir ki, onsuz, insan
sadece bir uzman kalır ve `yönetici' (uzman+politikacı) olamaz.
Aydınlar için asıl sorun
«düşüncenin organik birliğini kurmak ve kültür
sağlamlığı yaratmaktır.» Bu da, Gramsci'ye göre «aydınlarla basit insanlar
arasında, kuramla pratik arasında birlik» sağlamadan olamaz.
Burada Gramsci'nin Praxis
felsefesi söz konusudur. Praxis: kuram (felsefe)
ile pratiğin (Praxis) birbiriyle tam bir
diyalektik kaynaşması anlamında Marksçılık
demektir. Felsefe, tek başına, dünyayı kavrayıp
yorumlamaya bakar, dünyayı değiştirmeye çalışmaz.
Dünyayı değiştirme işi politikanın işidir. Gramsci'ye göre, bugünkü dünyayı daha güzel bir
dünyaya dönüştürme yolunda verilen savaşla, yani politikayla
birleşmediği sürece, felsefenin hiçbir ereği yoktur. Buna
dayanarak Gramsci: «Marksçılık
aynı zamanda hem politika olan bir felsefe, hem de felsefe olan bir
politikadır» diyor. «Praxis felsefesi,
tarihin ve toplumun çelişkilerini barış yoluyla çözmeye
çalışmaz; tam tersine, onu bir kuram yapar. Praxis
felsefesini egemen gruplara, alt sınıflar üzerindeki
hegemonyalarını yürütmek için gerekli «onay»ı sağlayan
bir araç değildir. O, öbür sınıfların, gerçeğin
bütün görümlerini, hatta en çirkinlerini bile tanımakta çıkarları
olduğu sürece, yönetme sanatı içinde kendini yetiştirme ve
egemen sınıfın aldatmacalarını, hatta kendi aldatmacalarını
boşa çıkarma isteminin ifadesidir.» Gramsci'ye
göre, kültür hiçbir zaman politikadan ayrı değildir. Çünkü «bir
kuram, iki kamp arasında bilinçli bir ayrılık, bir
ayrımlaşma öğesidir. Praxis
felsefesi doğrultusunda aydınlara düşen iş, tarihsel
blok içinde (yani altyapı ve üstyapı arasındaki diyalektik
ilişkilerde) üstyapıyı organik bir güç durumuna getirmektir.
Organik Aydınlar yetiştirme ve
örgütleme görevi, Fabrika Konseyleri'nde, sonra da Parti'de yerine
getirilecektir. Bu konuda sendikalara ve sosyalist partilere güveni olmayan
Gramsci, daha 1919'da Sendikalar ve Konseyler adlı yazısında Fabrika
Konseyleri tezini geliştiriyor. Ona göre, «Fabrika Konseyi, iş
yerinde temel birimdir, diktatoryaya götüren
tarihsel zincirin ilk halkasıdır», «Konsey, proleter devlet
modelidir.»
İkinci görev yeri Parti'dir. Gramsci, parti ile ilgili genel değerlendirmeyi
şöyle özetliyordu: «...Politik parti, devletin politik toplumda daha
geniş ve daha bileşimli bir biçimde gördüğü işi, sivil
toplumda gören, yani belli bir egemen takımın organik
aydınlarıyla geleneksel aydınlarını birbirine
bağlayan bir mekanizmadır.»
Gramsci, Machiavelli ve
Modern Devlet adlı
yazısında, devlet, Parti, yönetenler ve yönetilenler üzerinde
duruyor ve «Machiavelli zamanında
İtalyan devletinin kurucusu, güçlü bir kral ya
da prens olabilirdi» savından yola çıkarak, İtalyan
Sosyalist Devletinin kurucusu, yani modern prens, ancak ve ancak politik bir Parti
olabilir yargısına varıyor.
Gramsci'nin görüşü şöyle özetlenebilir: Gramsci, üstyapıda savaş kuramını
geliştiriyor. Uzun bir tarihin mirası olan burjuvazinin egemen
olduğu bir üstyapıda. Ağır bunalımlar geçirmekte
olan bu üstyapıya, bir başka dünya görüşü getirmelidir. Bu
görüş, dogmalardan arınmış, eylem için bir kılavuz
niteliğinde güncel bir Marksçılık
görüşüdür.
|
|