Anasayfa
|
Marx’ın Yabancılaşma Teorisinin Kavramsal Yapısı
Istvan Meszaros
Aşağıda çevirisi sunulan bölüm, Macar sosyal bilimci İstvan Meszaros'un Marx'ın Yabancılaşma Teorisi
başlıklı 350 sayfalık kapsamlı araştırmasından
alınmışıtır. Meszaros bu araştırmasında,
yabancılaşma kavramının kökenlerinden başlayarak,
gelişme aşamaları içerisinde incelemiş, genç-Marx, olgun-Marx
karşıtlığı üzerinde durmuş ve
çağdaş yaşam üzerindeki etkilerini tartışmaya
açmıştır.
Meszaros'un
kitabı, 1970 yılında İsaac Deutscher Anısına verilen ödülü
almış ve bütün batı dillerine çevrilmişti. Marx'ın 1844 Ekonomi Politik ve Felsefe
Elyazmaları ile ilgilenenler, Marx'ın
Yabancılaşma Teorisi'ni kavramak için önemli bir çaba
gerektiğini bilirler. Uzun zamandır elimin altında bulunan
bu kitabı evirip çevirirken ben, yayımlanan bu bölüm üzerinde
okurlardan gelecek yansımaları da beklediğimi kaydetmek
istiyorum. Eğer olumlu yansımalar alırsam kitabı
bütünüyle çevirme çabalarımı daha da hızlandıracağım.
Alaattin Bilgi
Marksist Sistemin
Temelleri
Söylenceleri
icat etmek kolay ama bunlardan kurtulmak zordur. Boş bir balonu (her
türden kanıtlarıyla düpedüz cehaleti), bolca sıcak havayla
(yani, sırf hüsnükuruntuyla) tıkabasa
doldurup havalandırmak yeter de artar bile; hele bu hüsnükuruntuda
ayak direnirse bu uydurma uçuş için gerekli yakıt bol bol sağlanmış olur. İleride, Marx Üzerine Tartışmalar bölümünde, 1844
Elyazmaları ile ilgili belli başlı söylenceleri biraz uzunca
tartışacağız. Yine de bu noktada, çeşitli
yorumlarda pek de göze batmayacak ölçüde olmakla beraber, bir bütün olarak Marx'ın yapıtını eksiksiz
değerlendirmek için büyük teorik önem taşıyan bir söylenceyi
kısaca ele almak zorundayız.
Bilindiği
gibi 1844 Elyazmaları, yabancılaşma kavramı üzerinde
odaklaşan Marksçı sistemin temellerini
sergiler. Yukarıda söz konusu edilen söylence, Lenin'in bu kavramdan
habersiz olduğunu, kendi teorilerini geliştirirken bu
kavramın hiçbir rol oynamadığını öne sürmektedir.
(Pek çok dogmatik kafalı insanın gözünde, hiç kuşkusuz bu
savın kendisi bile, yabancılaşma kavramının
"idealist" damgasını yemesine yeter de artar bile.)
Eğer
Lenin, Marx'ın kapitalist
yabancılaşma ve sonuçlarının eleştirisini (yani,
"emeğin yabancılaşması"nı ve onun
kaçınılmaz sonuçları üzerine yaptığı
analizleri) gerçekten gözden kaçırmış ise, Marx'ın teorisinin özünü –Marksist sistemin temel
düşüncesini– gözden kaçırmış demektir.
Öne
sürülecek hiçbir şeyin bu sözde savdan, gerçeğe daha uzak
olduğunu söylemeye gerek var mı bilmem. Aslında durum bunun
tam tersi: Lenin'in, Marksist olarak gelişmesinde,
yabancılaşma kavramını doğru anlamıyla
kavraması yaşamsal bir rol oynar.
Lenin'in
teorik yapıtlarının hepsinin –buna, Ekonomik Romantizm'in
Eleştirisi ile, Rusya'da Kapitalizmin Gelişmesi de dahil– 1895'te
yazılan Kutsal Aile'ye Genel Bakış'tan
sonra kaleme alındıkları kesin bir gerçektir. Bu Genel Bakış'ta, yorumlar biçiminde ifade edilen ana
düşünceler, Lenin'in daha sonraki yazılarında yer alan fikir
ve düşüncelerinin merkezi olmaya devam etmiştir. Ne yazık ki
burada, Lenin'in düşüncelerindeki gelişmeyi
ayrıntılarıyla izleme olanağı yoktur. Bu nedenle,
sadece tartışılan konuyla doğrudan ilgili birkaç
noktaya dikkatimizi yoğunlaştırmak zorundayız.
Kutsal
Aileye Genel Bakış'ta Lenin'in bu eski
yapıttan uzun bir pasaj aktardıktan sonra şöyle bir yorumda
bulunması, konumuzla ilgili olması bakımından büyük
önem taşır:
"Bu
pasaj oldukça karakteristiktir; çünkü Marx'ın,
kendi tüm 'sisteminin' dayandığı temel fikre, yani toplumsal
üretim ilişkileri kavramına nasıl
yaklaştığını göstermektedir." Burada Lenin'in
"sistem" sözcüğünü tırnak içine almasını
önemli bulanlar da bulunabilir, önemsiz bulanlar da. (Anladığımıza
göre Lenin'in bunu yapmasının nedeni, Marksist literatürde, Hegelci felsefe ile bağıntılı
olarak, "sistem kurma düşüncesine"
alışılagelen polemik göndermeyi anamsatmak
içindir. Ayrıca Genel Bakış, Hegelci
sisteme oldukça eleştirel bir biçimde yaklaştığı
gibi, Kutsal Aile üyelerinin bundan yararlanma çabalarını da
eleştirir.) Burada yaşamsal önem taşıyan olgu
şudur: "Marx'ın tüm sisteminin ana
fikri" –"toplumsal üretim ilişkileri kavramı"–
kesinlikle Marx'ın yabancılaşma
kavramıdır; yani –Lenin'in doğru olarak kabul ettiği
gibi–, "emeğin kendi yabancılaşması",
"insanın kendi yabancılaşması",
"kişinin pratik ilişkileri içerisinde kendi nesnel özüne
yabancılaşması", vb., sistemin Marksçı
eleştirel gizemden soyutlanma halidir. Bunu, Lenin'in yorumunun
yöneltildiği pasajı gözden geçirirsek açıkça görebiliriz:
"Proudhon'un, sahip olmamayı ve eski sahip olma
biçimini ortadan kaldırmak isteği, tamamiyle,
onun, insanın nesnel özüne pratikte yabancılaşma ilişisini; insani kendi kendine
yabancılaşmanın, ekonomi politik ifadesini ortadan
kaldırmak arzusu ile aynı şeydir. Ne var ki, onun ekonomi politik
eleştirisi hâlâ ekonomi polikitik
öncüllerinin tutsağı olduğu için nesnel dünyanın
yeniden ele geçirilmesi (temellükü –çev.)
sahiplenmenin büründüğü ekonomi politik biçimi içerisinde
tasarlanmış olarak kalır. Aslında Proudhon,
Eleştirel Eleştiri'nin kendisini zorladığı gibi,
sahip olmayı, sahip olmamaya değil, elde bulundurmayı
(temellükü- ç.) eski sahip olma biçimine, özel mülkiyete karşı
çıkarır. Elde bulundurmayı o, 'bir toplumsal işlev'
olarak ilan eder. Bir işlevde ilginç olan şey, diğerini
'dışlamaya' yönelik değil, benim kendi güçlerimi,
varlığımı oluşturan güçleri harekete geçirmek ve
gerçekleştirmektir. Proudhon bu
düşünceye uygun bir gelişme olanağı
sağlayamamıştır. 'Eşit elde bulundurma' fikri,
ekonomi politik bir kavramdır ve bu nedenle de, şu ilke için
yabancılaşmış bir ifade biçimi olarak
varlığını sürdürür: insan için varlık olarak
nesnenin; insanın nesnel varlığı olarak nesnenin,
aynı zamanda, insanın öteki insanlar için varoluşu,
diğer insanlar ile insani ilişkisi, insanın insanla
ilişkisindeki toplumsal tavır belirleyicidir. Oysa Proudhon, ekonomi politik
yabancılaşmayı, ekonomi politik yabancılaşma
çerçevesinde ortadan kaldırır."
1844
Ekonomi Politik ve Felsefe Elyazmaları'nı
yeterli derecede bilen herkes, bu düşüncelerin, Paris Elyazmaları'ndan geldiğini anlamakta güçlük
çekmez. Aslında, yalnız bu pasajların değil, bunlara ek
olarak pek çoğunun, Marx tarafından
1844 Elyazmaları'ndan, Kutsal Aile'ye
aktarılmıştır. Marx, Engels ve Lenin'in toplu yapıtlarını
yayınlamakla yükümlü Rus Komite* –1844 Elyazmaları'nı
"idealist" bulan aynı komite– Lenin'in, Kutsal Aile'ye Genel
Bakış'a koyduğu bir notta Marx'ın "kitabının
başlangıçta tasarlanan boyutunu 1844 baharı ve yazı
boyunca üzerinde çalıştığı ekonomi ve felsefe
elyazmalarının bazı bölümlerini katarak epeyce
büyüttüğünü" kabul etmektedir. Lenin, hiç kuşkusuz Marx'ın 1844 Elyazmaları'nı
okuyamamıştır ama Genel Bakış'ta
1844 Ekonomi Politik Elyazmaları'nda öne
sürülen ve yabancılaşma sorunsalı ile ilgili bulunan Proudhon üzerine yorumlarına ek olarak bir dizi
önemli pasajı alıntılamıştır** Durum böyle
olunca eğer Marx'ın 1844
Elyazmaları idealist ise –buradan Kutsal Aile'ye aktarılan– temel
kavramları, Lenin'in "Marx'ın
bütün sisteminin temel fikri" diye övmesi de idealist bir
yaklaşım olur. Bu hikayenin en beter kısmı daha
gelmedi. Çünkü Lenin bu yapıtı yalnız, "devrimci
materyalist sosyalizmin temellerini" içerdiği için değil
aynı zamanda "gerçek, insan bir kişinin adına"
yazılmış olduğu için de övmeye devam etmektedir.***
Böylece Lenin yalnız "idealizme" "teslim" olmakla
kalmıyor, onu, "devrimci materyalist sosyalizm" ile de
karıştırıp daha da beteri, "humanizmi"
de yerin dibine batırmış oluyor!
Söylemeye
gerek yoktur ki, "gerçek, insan bir kişinin adına"
yazılmış bu "humanizm"
sadece, 1844 Elyazmaları'nın
niteliğini oluşturan "emek görüş
açısının" bir ifadesinden başka bir şey
değildir. Burada –idealist felsefenin düşsel
varlıklarına karşı, açık ve kesin polemikler halinde–
"egemen sınıflar ile devlet tarafından ezilen ve
horlanan işçinin" eleştiri süzgecinden geçirilerek
benimsenmiş görüş açısı ifade edilmiştir;
proletaryanın görüş açısı, "proletarya
sınıfının, kendi yabancılaşmasını
yok olması olarak hissetmesi ve bunda kendi güçsüzlüğü ile insanlıkdışı bir
varlığın gerçekliğini görmesine" karşın,
"mülk sahibi sınıfın" kendi
yabancılaşmasında, kendini "mutlu ve
gerçekleşmiş hissetmesi ve kendi gücünün
yansımasını görmesidir"* Lenin ve Marx
"gerçek insan bir kişi" derken işte bunu kast etmekte
idiler. Gelin görün ki Marx'ı (ya da şimdiki durumda Lenin'i) "gerçekten
okumak" yerine, Marksist klasiklerin içine, yüksek perdeden radikalizm
görüntüsü altında, bürokratik tutuculuğun kısır
dogmatizmini temsil eden kendi efsanelerini sokuşturmaya
kalkışanlara, metinlere dayalı ne kadar kanıt
getirseniz de çabanızın boşa gideceğini bilmeniz
gerekir.
Lenin'in
parlak bir biçimde kavradığı gibi, Marx'ın
sisteminin merkez fikri, toplumsal üretim ilişkilerinin kapitalistçe
maddeleştirilmesine; ÜCRETLİ EMEK, ÖZEL MÜLKİYET VE DEĞİŞİM'in
maddeleştirilmiş aracılığı yoluyla
emeğin yabancılaştırılmasına getirdiği
eleştiridir.
Gerçekten
de Marx'ın, toplumsal üretim
ilişkilerinin tarihsel oluşumu, yabancılaşma
konusundaki genel düşünce yapısı ile, yabancılaşma
ve maddeleştirmenin zorunlu olarak yer aldığı, nesnel
ontolojik koşulları üzerine yaptığı çözümlemeler,
sözcüğün en yerinde anlamıyla tam bir sistem oluşturur. Bu
sistem, Hegel de dahil, kendinden öncekilerin
felsefi sistemlerinden, daha az değil, daha fazla canlıdır;
bunun anlamı, kendisini oluşturan kısımlardan bir
tekinin bile dışta bırakılması, tek bir yönünün
değil, serimin tamamının bozulması demektir.
Ayrıca Marksist sistem, Hegelci sistemden
daha az değil, daha fazla karmaşıktır; çünkü,
"düşünce– varlıkları" arasında, mantık
bakımından uygun düşen "düşünceleri"
ustalıkla icat etmek bir şeydir ama, çeşit çeşit toplumsal görüngülerin karmaşık iç
bağlarını gerçekte saptamak; bunların
kurumsallaşmalarını ve birbirine dönüşmesini yöneten
yasaları (bu yasalar ki, bunların görece "sabitliğini"
olduğu kadar "dinamik gelişmelerini" de belirler)
bulmak; ve bütün bunları gerçekte, insan etkinliklerinin bütün
düzeylerinde ve alanlarında sergilemek başka bir şeydir.
Dolayısıyla, Marx'ı kendi
sisteminin terimleri içinde okuyup anlamak yerine, günümüzde moda olan
bazı önyargılı, laf ebeliğine dayalı sözde
"bilimsel modellere" uygun olarak okumaya kalkışmak,
Marksist sistemi devrimci anlamından soyutlar ve onu, sözde bilimsel
kavramlardan oluşan ölü kelebek koleksiyonuna çevirir.
Marksist
sistemin, Hegelci sistemden temelden farklı
olduğunu söylemeye bilmem gerek var mıdır? Sadece, Marx tarafından belirlenen güncel olgular ile Hegelci "düşünce-varlıkları"
arasındaki zıtlık bakımından değil
ayrıca, Hegelci sistem, iç çelişkileri
nedeniyle, Hegel'in bizzat kendisi
tarafından kapalı hale getirilmiş ve
taşlaştırılmıştır; oysa Marksist
sistemin ucu açık bırakılmıştır. Bu açık
ve kapalı sistemler arasındaki hayati önem taşıyan tartışmaya,
bu bölümün son kesiminde tekrar döneceğiz. Ancak şimdi, Marksist
sistemin çok yönlü karmaşıklığını daha berrak
anlamak için, bu sistemin yapısını bir bütün olarak gözden
geçirmemiz gerekecektir.
1844
Ekonomi ve Felsefe Elyazmaları, Hegel ile
iktisatçıların teorileri konusunda eleştirel
yorumlardır. Yine de daha yakından
bakıldığında bundan daha fazlası açıkça
görülür. Zira, bu teorilerin eleştirisi, birbirine yakından
ilişkili çeşitli büyük sorunlar üzerinde, Marx'ın
kendi fikirlerini geliştirmek için bir araçtır.
Daha
önce de değinildiği gibi, 1844 Elyazmaları'nda
kavrayabildiğimiz sistem, kendi içinde gelişen bir sistemdir. Her
şeyden önce bu, emeğin kendi
yabancılaşmasının temel ontolojik boyutunun, bu
yapıtın ta sonuna para kesimine kadar, evrenselliği
içerisinde görülmemesi olgusunda kendini gösterir. Gerçekte bu kesim,
aynı elyazmasında Marx'ın, Hegelci felsefeyi, eleştirel bir
yaklaşımla incelemesinden sonra yazılmış;
yayımlanmış halinde ise (Marx'ın
isteğine uyularak) elyazmasının sonuna konmuştur. Ve
bu, kronolojik ayrıntının hiç de göz ardı edilebilir
bir noktası değildir. Gerçekten de, Marx'ın,
bir bütün olarak Hegel felsefesi üzerine
yaptığı kapsamlı değerlendirme –onun, "Hegel'in modern ekonomi politik üzerine olan görüş
açısını" kavramasını sağlayan ekonomi
politik çözümlemeleri ile birlikte– Marx'ın
eline, "para sistemi"nin en sonunda ulaştığı
ontolojik gizemi çözeceği anahtarı vermiş ve böylece Marx'a, materyalist diyalektik değer teorisinin
kapsamlı bir serimini yapma
olanağı sağlamıştır. (1844 Elyazmaları'nın bir bölümünü, kendi
somutluğu içerisinde ve hem de, sınırlı oylumuna
karşın ayrıntıları kapsaması
bakımından, aynı sorunsalları irdelemeye
çalışan şu yapıtla
karşılaştırınız: Bir bütün olarak Hegel Diyalektiğinin ve Felsefesinin
Eleştirisi'nden kısa süre önce yazılan –muhtemelen 1844
Mayıs ya da Haziranı– James Mill'in Ekonomi Politiğin Öğeleri Üzerine Marx'ın Yorumları. Paranın Gücü üzerine
olan bu sayfaların büyük bir kısmının daha sonra Marx tarafından Kapital'e alınmış
olması herhalde tesadüfi değildir.)
Emeğin
kendi yabancılaşmasının bu genel ontolojik boyutu 1844 Elyazmaları'nın sonuna kadar kesinkes
belirtilmemiş olsa bile, hiç kuşkusuz daha belirsiz bir genelleme
düzeyinde olsa da, daha hemen başlangıçta, dolaylı olarak
değinilmiştir. Başlangıçta, sistemin içersinde, ancak
belirsiz bir sezgi olarak çekirdek halinde bulunsa ve
dolayısıyla, Marx'ın çözümleme
yöntemi pozitif olmaktan çok tepkin (reactive) ve
kendini geliştiren bir yöntem olduğu için; serimini
yaparken O, elini, o anda ele aldığı konuya eleştirel
yaklaşımının doğurduğu sorunsal ile, yani,
ekonomi politik üzerine yazı yazmanın sorunsalları ile
yönlendirmeye bırakmaktadır.
Konuyu
derinlemesine kavradıkça (bu kavrama, bireysel yönlerin: "meta
olarak işçi", "soyut emek", "tek yanlı,
robotlaşmış emek", "insana
yabancılaşmış doğa", "birikmiş
insan emeği= ölü emek" ve benzeri yönleri derece derece kavradıkça) önceden belirlenen çerçevenin
çok dar geldiği anlaşılmakta ve Marx
bu dar çerçeveyi haliyle bir yana itmektedir.
Yabancılaşmış
Emek tartışmasından sonra Marx
farklı bir plan izler: ele alınan her konunun merkez
referansı şimdi, yabancılaşmanın her haliyle
"parasal sistem" arasındaki "esas ilişki"
olarak, "yabancılaşmış emek"
kavramıdır. Bu program, ilk elyazmasının son kesiminde
bulunmakla beraber, üçüncü elyazmasının ta sonuna kadar bütünüyle
gerçekleşmemiştir.
Bu
sonuncuda Marx ensonu
"parasal sistem"deki gizemi ortadan kaldırmış:
bütün yabancılaşmış ilişkilerin bu nihai
aracısını; "insanın gereksinmesi ile nesne
arasındaki, yaşamı ile yaşam araçları
arasındaki bu pezevengi"; "bu gözle görünür
kutsallığı", "insanoğlunun
yabancılaşmış yönünü", "hayali gerçeğe,
gerçeği ise düpedüz hayale dönüştüren yaygın
dışsal yeteneği (bu öyle bir yetenektir ki, ne insan olarak
insandan ne de toplum olarak toplumdan ortaya
çıkmıştır.)", "Varolan aktif değer
kavramını... her şeyi karmakarışık,
dünyayı ters yüz eden... Çelişkileri kucaklaştırıp
olanaksızlıkları sözde kardeş hale getiren"
gizemi, Marx yok etmiştir. Ve bütün bunlar,
"temel varlığın (doğanın) doğru
ontolojik olumlanmasının", "İnsan tutkusunun
ontolojik özünün" ve "hem zevk ve hem de etkinlik nesneleri
olarak insana ait en temel nesnelerin varlıklarının"
açıklığa kavuşturulması için
yapılmıştır.
Böylece
Marx'ın sistemi; kendi gelişmesi
içersinde onun (Marx'ın), para sisteminin
kapitalist üretim biçimi ile tepe noktasına ulaşmakla beraber, bu
sistemin iç yapısının, sınırlı tarihsel
içeriği içinde anlaşılmanın mümkün
olmadığını, bunun ancak, insanın, emeği
aracılığı ile gelişmesini göz önünde bulunduran
geniş ontolojik çerçeve içersinde (yani, kendini gerçekleştirme
sürecinin belirleyici aşamasında –ya da
aşamalarında– zorunlu olarak kendine yabancılaşma ve
maddeleşmesi içerisinde geçirdiği gerekli ara duraklar
aracılığı ile emeğin ontolojik kendi
gelişmesi aracılığı ile) anlaşılabileceğini
açıkça kavraması üzerine bütünlük kazanmıştır.
Çeviren: Alaattin Bilgi
Kaynak: Evrensel
Kültür, Ağustos 1999, Sayı: 92.
|
|