Anasayfa
|
Benedetto croce'de
estetik'in bir bilgi problemi olarak temellendirilmesi
İsmail Tunalı, İstanbul
1.
Estetik
fenomeni, ya da sanat fenomenini oldum olası bir bilgi problemi olarak
ele alan düşünürlere rastlanır. Bunlara göre, estetik ya da
sanat olayı insan ile nesneler dünyası arasında meydana
gelen bir tür bilgi olaydır. Örneğin Antik felsefede böyle bir
düşünceyi Platon'da buldugumuz gibi, Yeniçağda estetik'i
bağımsız bir bilgi kolu olarak kuran A.G. Baumgarten'da ve
çağımızda da Benedetto Croce'de buluyoruz. Bu örnekler daha
pek çok çoğaltılabilir. Bizim burada özellikle ele almak
istediğimiz çağımızın ünlü italyan düşünürü
ve estetikçisi B. Croce'nin estetik'i ya da sanat fenomenini bir bilgi
problemi olarak nasıl temellendirdiğidir. Çünkü Croce, estetik'i
ya da sanat fenomenini bir bilgi problemi olarak temellendirirken, bunu,
tamamen kendine özgü bir yolda yapar ve daha önce sanat fenomenini bir
bilgi problemi olarak temellendiren düşünürlerden tamamen
ayrılır. Bunun için simdi ilkin Platon'un ve Baumgarten'ın
estetik'i ya da sanat problemini bir bilgi problemi olarak nasıl
temellendirdiğine, Croce'nin problemi temellendirmesi için bir
hazırlık ve bir karşılaştırma olmak üzere
kısaca işaret etmek istiyoruz.
Platon,
şöyle bir imaj ile problemi ortaya koyar: «istersen bir ayna al eline,
dört bir yana tut. Bir anda yaptın gitti güneşi,
yıldızları, dünyayı, kendini, evin bütün
eşyasını, bitkileri, bütün canlı varlıkları.
- Evet görünürde varlıklar yaratmış olurum, ama hiç bir
geçerliği olmaz bunların. - İyi ya, tam üstüne bastın,
işte düşüncemin; çünkü bu türlü varlık yaratan ustalar
arasına ressamı da koyabiliriz değil mi?» (1) .
Dış
dünyaya tuttuğumuz ayna içinde, nesneleri ve nesne dünyasını
meydana getirmiş oluruz; ama, bu, ayna içindeki dünya bir gerçek
nesneler dünyası değildir, tersine nesnelerin sadece birer
görüntüsüdür (eidola), birer benzetmesidir, birer kopyasıdır
(mimesis). Bütün sanat etkinliği, böyle bir benzetme ve kopya
etkinliğini gösterir. Her sanat eseri de, buna göre, tıpkı
bir ayna içine düşen bir evren gibi nesneler dünyasını
yansıtır.
Sanat
bize gerçekliği değil, bir görüntüyrü, bir kopyayı gösterir.
Çünkü sanatta söz konusu olan gerçeklikler değil, sadece görüntülerdir.
Sanatçı ile nesneler arasındaki ilgi, taklit (mimesis) ilgisidir.
Sanatçı nesneleri, görünüşleri taklit eder, yani kosmos aisthetos'u (duyulur
dünyayı). Ama, Platon'a göre, gerçek varlık kosmos noetos'tur, idea'lar dünyasıdır. Sanatın
taklit ettiği nesneler, aslında gerçek varlıklar olan
ideaların gerçeklikten yoksun bulunan kopyalarıdır. Buna
göre de sanatın ortaya koyduğu şeyler, kopyaların
kopyaları olacaktır. O halde sanat, gerçeklik ile değil,
kopyalarla ilgilidir. «Öyleyse diyebiliriz ki, şairler, Homeros
başta olmak üzere, en yüksek değerleri anlatırken olsun,
herhangi bir şeyi uydururken olsun, birer benzetmecidirler sadece;
gerçeğin kendisine ulaşamazlar» (2). Bunun nedeni,
sanatçının bilgisizliğinde bulunur. Gerçeğin
kopyasını taklit eden sanatçı, gerçek hakkındaki bilgisizliğinden
ötürü bunu yapar. Sanatçının, benzetmecinin, taklitçinin
bilgisizliğinin nedeni, onun doxa (sanı) ile ilgili
olmasıdır. Doxa dünyası, çokluğun ve tek tek
şeylerin dünyasıdır. Doxa, görünüşlerin,
idea'ların kopyalarının doğruluktan yoksun olan
bilgisidir. Bu bilgiyi duyularımız sağlar.
Sanıların (doxa) ötesine, gerçek varlığın ülkesine
yalnız akıl yoluyla ulaşılabildiği gibi, gerçek
varlığın bilgisini de (episteme) yalnız akıl
sağlıyabilir. Sanı (doxa) bir bilgi olarak değersiz
olduğuna göre, bir sanı olan sanat da değersiz
olacaktır. Çünkü bir sanı olarak sanat, insanları aldatan,
doğruluktan yoksun olan bir bilgidir(3).
A.
G. Baumgarten'a gelince: Hocası Chr. Wolff, felsefe sisteminde
büyük bir boşluk bırakmıştı: duyu bilgisini ele
almamıştı. işte Baumgarten, bu boşluğu
doldurmak amacıyla işe koyulur ve duyu bilgisini
araştırır. Bu araştırmadan da estetik dediğimiz
bağımsız felsefe disiplini doğar.
Aesthetica
adlı ana kitabının ilk cümlelerinde Baumgarten estetik'i
şöyle tanımlar: «Aestlaetica est scientia cognistionis sensitivae (estetik, duynllur
bilginin bilimidir). İmdi estetik'i belirleyen bu cognitio sensitiva
(duyulur bilgi) ne ifade eder? Meditationes adlı
yazısında sensitiv (duyusal) kavramından ne
anladığını şöyle belirtir: «Aşağı
bilgi yetisinin ortaya koyduğu tasavvurlara sensitiv (duyusal)
adını veriyorum.» Aesthetica'da da yine cognitio sensitiva
(duyusal bilgi) kavramını şöyle tanımlar: «Complexus repraesentationum infra
distinctionem subsistentium (Açık veya seçik şeylerin
altında bulunan tasavvurlar bütünü) ». Estetik, açık ve seçik olmıyan
bir bilginin, sensitiv (duyusal) bilginin bilimi olarak tanımlandığına
göre, açıklık ve seçiklik estetik bilginin ölçüsü değildir;
açıklık ve seçiklik, intellectuel (zihni) bilginin ölçüsüdür.
Sensitiv, yani estetik bilginin özelliği, açık ve seçik olmak
değil, tersine, açık ve seçik olmama, yani bulanık
olmadır. Intellectuel bilgi, mantık bilgisidir.
Mantığın ödevi, açık ve seçik tasavvurların ilgi
ve bağlılığını, onların
doğruluğgunu araştırmaktır. İmdi buradan
şöyle bir soru doğgar: Acaba, cognitio sensitiva'yı (duyusal
bilgiyi) araştıracak bir bilim olamaz mı? Baumgarten'a göre,
böyle sensitiv tasavvurları araştıracak bir bilimin
varlıgı zorunludur. Böyle bir bilim estetik olacaktır.
Buradan
anlaşıldığı gibi, estetik, Baumgarten'a göre, bir
çeşit bir mantıktır, onun deyimi ile
«mantığın küçük kızkardeşidir». Ama, estetik'in
konusu, duyusal bilgi (cognitio sensitiva) olduğuna göre, buradan
şu sonuç çıkar ki, estetik duyusal bilginin
mantığıdır, bunun yanı sıra bir bilgi
teorisidir (gnoseologia). Ne var ki, bu bilgi teorisi ve mantık,
aşağı bilginin bir mantığıdır. Bunun
için estetik, bir gnoseologia inferior'dur; buna karşlık
düşünmenin bilimi olarak mantık, bir gnoseologia superiordur. Mantığın ödevi zihin etkinliğini,
yukarı bilgi yetisini, yani facultas
cognoscitiva superior'u incelemektir; estetik'in ödevi ise,
duyarlığı, yani aşağı bilgi yetisini, facultas cognoscitiva inferior'u incelemektir (4) .
Problemin
Platon ve Baumgarten'de nasıl ele allndığını
gördükten sonra, şimdi B. Croce'nin problemi nasıl
temellendirdiğini görebiliriz.
2.
Bir
idealist çizgi yönünde gelişen Croce felsefesinin çıkış
noktası tin (spirito, Geist) kavramıdır. Tin, bir temel
varlıktır, bir hakiki gerçekliktir. Tinin özü,
varlıktır, realitedir. Fakat, tin, olmuş bitmiş bir
gerçekliği göstermez, tersine tin, hayat gibi canlı bir süreçtir,
bir gelişmedir. Tin, eylem, etkinlik demektir. Sürekli bir etkinlik
olarak kavranan tin, iki autonom, dialektik biçime ayrılır. Tin,
bir yandan teorik etkinliktir, öbür yandan Pratik etkinliktir.
Teorik etkinlik, bilme etkinliği halinde ortaya çıkar; pratik
etkinlik ise, isteme etkinliği olarak. Bu teorik ve pratik biçimler,
tinin iki ana biçimidir. «Tinin teorik biçimi ile insan nesneleri kavrar,
tinin pratik biçimi ile onları degiştirir; birisi ile evrene
yaklaşır; öteki ile evreni yaratır.» (5) Bu
iki ana tin etkinliği de, kendi içlerinde bazı alt basamaklara
ayrılırlar. şöyle ki: Teorik etkinlik, bilme etkinliği,
bir yandan bir sezgi (intuition) bilmesini, ifade'yi (expression)
gösterir, öbür yandan da zihinsel, kavramsal bilmeyi gösterir.
Pratik etkinlik de, aynı şekilde bir yanıyla ekonomik
etkinliği, bir yanıyla da moral etkinliği gösterir. Böylece
tin, bu dört etkinlik biçiminden oluşan bir bütünlüğü gösterir.
«Bütün tin felsefesini temel elemanları içinde gösterdiğimiz bu
bütünsel görüş içinde, tini dört eleman veya basamağa sahip
olarak düşündük; bu dört eleman veya basamak o şekilde
düzenlenmiştir ki, teorik etkinliğin pratik etkinliğe
karşı tavrı, birinci teorik basamağın ikinci
pratik basamak karşısında aldığı tavır
gibidir. Dört eleman, somut olarak birbirileriyle, her birisi kendinden
önce gelene dayanmak suretiyle baglıdır. Kavram ifade olmaksızın
var olamaz; faydalı, kavram ve ifade olmaksızın ve ahlâk da
(moralite), kendinden önce gelen diğer üç basamak olmadan var olamaz.»
(6)
Bütürn tin, demek oluyor ki, bu dört tin biçiminde oluşur.
Croce'ye göre, «tin etkinliğinin bir beşinci biçimi yoktur. Bütün
diğer (tin) biçimlerinin ya hiç bir etkinlik karakterine sahip
olmadıkları veya daha önce gözden geçirmiş olduğumuz
etkinliklerin sözcül (verbal) değişmeleri veya karmaşık
ve türetilmiş ve kendilerinde çeşitli etkinliklerin birbirine
karıştığı ve daha özel ve tesadüfi içeriklerle
dolu olgular olduğu kolayca kanıtlanabilirdi.» (7) O halde
hakiki varlık ve gerçeklik olan tin, bu dört etkinlik biçimi içinde
oluşur ve gelişir.
Bu
dört tin biçimi içinde bizi burada ilgilendiren teorik etkinlik, yani bilme
etkinliğidir, özellikle de sezgi ve ifade etkinliğidir.
İmdi bu teorik etkinlik, bilme etkinliği nedir? Croce'ye göre,
«bilginin iki şekli vardır: bilgi ya sezgi bilgisidir veya
mantık bilgisidir; ya fantaziden doğan bilgidir veya zihinden;
ya bireysel olanın bilgisidir veya tümel olanın; ya tek tek
nesnelerin bilgisidir veya onların birbirileri ile olan ilgilerinin
bilgisidir; bilgi, bütünüyle ya imgeleri veya kavramları meydana
getirir.» (8)
Croce'nin yukardaki sözlerinden de
anlaşıldığı gibi, kavramsal bilgi, nesnelerin
birbirleriyle olan ilgilerinin bilgisidir. Nesneler arasında kurulan
ilgi ise, bir zihin işlemi ile olur. Bundan ötürü kavramsal bilgi,
zorunlu olarak zihin bilgisi ya da mantıksal bilgidir.
Sezgi
bilgisine gelince, bu, doğrudan doğruya sezgiye (intuition)
dayanan bir bilgi olup, kavramsal bilgiden tamamen bağımsız,
autonom bir bilgidir. «Gündelik hayatta devamlı olarak sezgi
bilgisine dayanılır. Kesin hakikatlar hakkında tanımlar
verilemiyeceği, bu hakikatların tasımlarla kanıtlanamıyacağı,
onların sezgi ile kavranması söylenir. Olguların sahip
olduğu şartlara dair hiç bir canlı sezgisi olmıyan
soyut düşünürü politikacı yerer; pedagog her şeyden önce
öğrencide sezgi yetilerini geliştirmek zorunluluğu üzerinde
durur ve tenkitçi, bir sanat eseri karşısında dururken teori
ve soyutlamaları bir yana atmayı ve onu doğrudan
doğruya sezgiye dayanarak değerlendirmeyi bir şeref bilir;
ve son olarak iş adamı, zihnin çıkarımlarından
daha çok sezgilerine göre yaşadığını itiraf eder.»
(9)
Görüldüğü gibi, sezgi (intuition) bilgisi, gerçek hayatın
içinde doğan, gündelik yaşantılarımız içinde
oluşan bir bilgidir. Ama bu bilgi, kavramsal bilgiye karşıt
olan bir bilgidir. Bu karşıtlık, herşeyden önce,
onların özünde temellenir. Çünkü, sezgi, bize bireysel olanı
verir, kavram ise tümel olanı.
«Şunlar sezgilerdir: bu ırmak, bu göl, bu dere, bu
yağmur, bu bardaktaki su; ve şunlar da kavramdır: su, fakat
bu veya şu görünüş olarak, özel olarak değil de,
doğrudan doğruya ne zaman ve nerede olursa olsun, su olan
şey; su, sonsuz sayıda bir çok sezgi için var olan bir maddedir;
fakat yalnız biricik ve değişmez bir kavram için bir
maddedir.» (10)
Fakat, şimdi bu bireysel olanın bilgisi ile tümel olanın
bilgisi arasındaki ilgi sorulabilir. Gerçi, bunlar iki ayrı bilgi
türünü gösterirler, ama, aralarında belli bir ilginin
olacağı da tabiidir. `Bu su' ile `genellikle su arasında
nasıl bir ilgi vardır? Yukarda da söylendiği gibi, «kavramlara
dayanan bilgi, nesnelerin birbirleri ile olan ilgilerinin bilgisidir;
fakat nesneler sezgilerdir. Sezgiler olmadan hiç bir kavram mümkün değildir.
» (11)
Sezgi bilgisi, kavram bilgisinden bağımsız ve autonom
olduğu halde, kavramsal bilgi sezgi bilgisine dayanır.
`Genellikle su' kavramsal bilgisi, `bu su' sezgi bilgisi olmadan meydana
gelemez. Sezgi bilgisinin varlığı, kavramsal bilginin
meydana gelebilmesi için zorunludur. Ama, ne var ki, bu yönden nominalist
olan Croce'ye göre, sezgi bilgisi real hayatta bu kadar önemli bir rol
oynadığı ve kavramsal bilgiye olanak hazırladığı
halde, teorik alanda lâyık olduğu önem ve ilgiyi bulamaz. «Sezgi
bilgisinin günlük hayatta gördüğü geniş ölçüdeki kabulün, teori
ve felsefe alanında hiç bir şekilde aynı veya ona uygun bir
karşılığı yoktur. Çok eski ve herkes
tarafından itirazsız olarak kabul edilen bir zihin bilgisi bilimi
vardır: mantık. Fakat, sezgi bilimini hemen hemen kimse hoş
görmez veya yalnızca pek az kişi tereddüt ederek ona
karşı hoş görürdür. Mantık bilgisi, aslan
payını almıştır; ve bu arada sezgi bilgisinin
hakkını tümüyle yemiyorsa da, ona zavallı bir yeri
lâyık görür: uşak gibi.»(12).
İmdi,
teorik bilgi, mantık bilgisi tarafından aşağı
görülen bu sezgi bilgisinin bize bireysel var olanı verdiğini
söyledik. Bireysel olan, duyusal olarak kavranan şey olduğuna
göre, buradan sezgi bilgisinin duyusal bilgi ile, algı bilgisi ile
aynı olduğu ortaya çıkmaz mı? Croce'ye göre,
çıkmaz, çünkü, sezgi (intuition) kendine özgü bir bilme yetisi olup, o
hem algıdan hem de duyum ve tasavvurdan farklıdır.
Şimdi sezgi bunlardan hangi özelliklerle ayrılır? bunu
görmeğe çalışalım. İlkin algıdan olan
ayrılığı işaret edelim. Croce'ye göre, «algı,
şüphesiz sezgidir; içinde yazı yazdığım odanın,
mürekkep hokkasının, önümde duran kâğıdın ve
yazı yazdığım kalemin, elimle kendilerine dokunduğum
ve yazı yazan ve bunun için de var olan şahsımın
âletleri olarak kullandığım obje'lerin algıları; -bütün
bunlar sezgidirler.» (13) Bütün bu obje'ler,
içinde yazı yazdığım oda, mürekkep hokkası, kalem,
v.b. bana real olarak verilmiş Objelerdir. Ama, öte yandan
bunları ben bireysel fizyonomileri içinde kavrar ve ifade ederim. Bu
yönden de onlar sezgilerdir. O halde belli bir açıdan sezgi ile
algı birbiri ile örtüşüyor. Ama, tümü ile örtüşmüyor. Çünkü,
Croce'ye göre, «bir başka odada, bir başka şehirde, bir
başka kalemle, bir başka kâğıt üzerinde ve bir
başka mürekkep hokkası ile yazı yazıyormuşum gibi
kendi hakkımda bir başka ben'in imgesi aklımdan geçerse, bu
da aynı şekilde bir sezgidir.» (14) Fakat, şüphesiz,
bunlar hiç bir yolda algı değildirler, bize hiç bir real objeyi
bildirmezler. Gerçi onlar hayaldir, fantazidir, ama, onları da ben
bireysel fizyonomileri içinde kavrarım, real objeleri
kavradığım gibi. Bunun için de onlar sezgidir. Buradan sezgi
ile algı arasındaki ayrılık bütün
açıklığı ile ortaya çıkar. Algı, realite,
gerçeklik ile ilgili olduğu halde, sezgi gerçeklik ile ilgili olur da
olmıyabilir de. «Bunun söylemek istediği şey şudur:
Realite (gerçeklik) ve non-realite (gerçek-olmayış)
arasındaki ayrılık, sezginin asıl özüne tamamen
yabancıdır, bu, ikinci dereceden bir şeydir. Tinsel
varlığa sahip bir insanın ilk defa hayatında bir
sezgiye sahip olduğu bir hal kabul edilirse, o zaman öyle görünür ki,
bu insan sadece fiilen var olan gerçekliği sezgi yoluyla bilebilir ve
bunun için de yalnız gerçeklik ile ilgili sezgilere sahip olur. Fakat
gerçeklik bilinci, real ve irreal tasarımlar arasındaki
ayrılığa dayandığına ve böyle bir
ayrılık da ilk bakışta var olmadığına
göre, bu adı geçen sezgiler hakikatte ne real ile ilgili sezgilerdir
ne de irreal ile ilgili sezgilerdir, onlar algı da olmayıp salt
sezgilerdir.» (15)
Sezginin
duyum ile ilgisine gelince: Croce'ye göre, duyum, tinsel etkinliğe
karşıt bir alana, madde alanına girer. Bu bakımdan,
duyum, sezginin tamamen dışında, ötesinde yer alır. «Bu
sezgi bilgisinin alt sınırının bu yanında duyum,
yani madde bulunur ve salt madde olması bakımından tin onu
kavrıyamaz.» (16) Duyum, madde, sezginin tinsel etkinlik
olmasına karşılık, eylemsizliktir. «Madde,
soyutluğu içinde, mekanizm'dir, pasifliktir; madde, insan tininin
karşılaştığı, maruz kaldığı
bir şeydir, fakat meydana getirmediği bir şeydir.»(17)
O halde sezgi ve duyum, biri etkinliğe, öteki eylemsizliğe
dayanmaları ile kesin olarak birbirinden ayrılır.
Sezgi
öte yandan tasavvurla da hem bir ayrılığı hem de bir
aynılığı gösterir. Bu, tasavvur deyince
anlaşılan şeye bağlıdır. «Eğer tasavvur
deyince, ruhi alt yapıdan yukarıya fırlayan ve oradan
çözülüp kurtulan bir şey anlaşılırsa, ozaman tasavvur
sezgidir. Fakat tasavvur bir karmaşık duyum olarak
anlaşılırsa, o zaman yine kaba duyuma dönülmüş olur; bu
kaba duyumun, zengin veya yoksul oluşu ile, gelişmiş veya
gelişmemiş bir organizmada gerçekleşmesi ve geçmiş
duyumların izlerini taşıması ile niteliği
değişmiş olmaz» (18) Denebilir ki, tasavvur
duyum olmaktan, madde olmaktan kurtulur ve tinsel bir nitelik elde ederse,
o zaman sezgi ile aynı şey olabilir. Eğer madde, duyum
karakteri ağır basarsa, o zaman sezgi ile hiç bir yönden
örtüşemez.
3.
Demek
oluyor ki, tinsel bir etkinlik olan sezgi (intuition) kavramdan,
kavramın zihni bir etkinlik olması ile, duyum ve tasavvurdan da,
duyum ve tasavvurun eylemsizliğe, maddeye dayanmaları ile,
algıdan da, algının gerçeklikle zorunlu olarak
bağlı olması ile ayrılır. Ama, bütün bu
ayırmalar ile sınırları belirlenmek istenen sezginin
kendisi nedir? bu henüz açıklanmış değil. Sezgi sezgi
olarak nedir? Yukarda sezginin bir tinsel teorik etkinlik olduğunu
söyledik. Fakat, böyle bir etkinlik olarak sezgi nedir? ve nasıl
meydana gelir? Sezginin temel niteliği nedir? Öyle bir nitelik ki, bu
nitelik ile kolayca biz sezgiyi sezgi olmıyan şeylerden
ayırt edebilelim? Croce'ye göre, «hakiki sezgiyi, hakiki tasavvuru,
ondan daha derinde bulunan şeyden, tinsel eylemi. mekanik, eylemsiz
(pasif) tabii olgudan (fatto, Faktum) ayırmak için, güvenilir bir
yöntem daha vardır: Her hakiki sezgi veya tasavvur, aynı zamanda
ifadedir (espressione, Expression). Bir ifade halinde objektivleşmeyen
bir şey ne sezgidir ne de tasavvurdur, o, duyumdur ve tabiat
alanına girer. Yalnız tin (spirito, Geist), yaratıcı
olarak etkin olmak ve ifade etmekle sezgi aracıyla bilir.» (19)
O halde sezgi ifadedir. Bu anlamda da objektifleştirme
ya da dışlaştırmadır.
Ama,
şimdi şunu sorabiliriz: Sezgi, neyin ifadesidir? Sezgide
objektivleşen, dışlaşan şey nedir? Buna Croce
şöyle yalın ve kesin bir karşılık verir: «Sezgide
biz, kendimizi, empirik bir varlık olarak dış gerçeklik
karşısına koymayız, daha çok, hangi çeşitten
olursa olsunlar, izlenimlerimizi şartsız olarak
objektivleştiririz.» (20) İzlenimlerimizi
dışlaştırmak, sezgiyi sezgi yapan temel niteliktir.
Fakat, izlenimlerimizi dışlaştırmanın gerçek
anlamı nedir? İzlenimlerimizi dışlaştırmakla
biz aslında ne yapmış oluruz? Croce'ye göre, izlenimlerimizi
dışlaştırmakla onlara biçim vermiş oluruz, onları ifade etmiş oluruz. «Bir
kimse, sahip olduğu izlenimlere ve duygulara aslında şekil
verebilirse, ancak bundan sonra o kimse içinde sakladığı
nuru ifade etme yeteneğine sahip olur. Duygular ve izlenimler, ancak
kelime sayesinde ruhun karanlık ülkesinden çıkarak kontemplativ
tinin aydınlık ışığına
ulaşırlar.» (21) Buradan
anlaşıldığı gibi, sezgide tin, izlenimlere, duyum
ve duygulara biçim verir, böylece de onları maddeden, eylemsizlikten
kurtarır. Tin, bu anlamda, bir biçim verme varlığı ve
prensibidir.
Biçim
vermek ifade etmektir ve ifade etmek de sezgi ile bilmektir. Bir bilme
etkinliği olan sezgi, ancak, ifade ederek,
dışlaştırarak, izlenim ve duygulara biçim vererek bilme
etkinliğinde bulunabilir. «Sezgi etkinliği, ifade ettiği
sürece bilir. Bu cümle paradox gibi geliyorsa, bunun nedenlerinden biri,
şüphesiz, `ifade' kelimesinde, onu sırf sözcül (verbal) ifadeler
denen ifadeler için kullanmamızdan doğan çok dar bir anlam verme
alışkanlığımızda bulunur; fakat çizgiler,
renkler, tonlar gibi sözcül (verbal) olmıyan ifadeler de vardır.»
(22) İzlenim
ve duyguları ister sözle isterse renkler, çizgiler ve seslerle
dışlaştıralım, bunların hepsi birer ifadedir,
tinin bir biçim vermesidir. «Bunun için ifade, insanın her çeşit
manifestation'unu, hatibin, müzisyenin, ressamın ve dalıa diğerlerinin
manifestation'larını içine alır; ifade, ister resim veya
müzik veya başka lıerhangi bir şey olarak tasvir edilsin
veya adlandırılsın, bu, manifestation'ların hiç
birinde ifade, kendi özü bakımından ayrılamaz olduğu
sezgiden yoksun olamaz.» (23)
İfade, bir manifestation olarak sezgidir ve sezgi de
bilgidir. Buna göre, sezgi ile bilmek izlenim ve duyguları
dışlaştırmak, onlara biçim vermektir, izlenim ve duyguları
«ruhun karanlık ülkesinden çıkarmak», kurtarmak demektir.
Kısacası, sezgi ile bilmek, bir şeyi ifade haline getirmek,
objektivleştirmektir. «Eğer geometrik bir figür hakkında,
onu doğrudan doğruya bir kâğıt veya yazı
tahtası üzerine resmedebilecek kadar bir salt imgeye sahip olmazsak,
bu geometrik figürü sezgi ile nasıl bilebiliriz? Bir bölgenin,
örneğin Sicilya adasının çevresini, eğer onu bütün
meandrik çizgileri ile çizemeseydik, sezgi ile nasıl
kavrıyabilirdik ?» (24) Bu
bakımdan dışlaştırmak, ifade etmek, zorunlu olarak
sezgisel bilme ile aynı anlama gelir. «Bu bilgi olayında sezgiyi
ifadeden ayırmak imkânsızdır. Sezgi ifadeyle beraber
doğar, zira, sezgi ve ifade iki ayrı şey değil, tersine
bir ve aynı şeydir.» (25)
0 halde buradan şu çıkar ki, «sezgi ile bilmek
ifade etmektir; ve ifade etmekten (ne daha çok ne dalıa eksik
değil) başka bir şey değildir.» (26)
4.
İmdi
sezgi bilgisinin izlenim ve duyguları dışlaştırmak
ve onları ifade etmek olduğunu tespit etmiş bulunuyoruz.
Ama, şimdi burada yeni bir soru karşımıza
çıkıyor: Bu bilmenin alanı ve sınırları
nedir? Başka türlü söylersek, bu biçim verme, bu
dışlaştırma nerede meydana gelir? Tabiatıyla bu
dışlaştırma en yetkin haline sanat eserlerinde
kavuşur. Sanat dünyası, bu biçimlendirmenin örnekleridir.
Nitekim bu Croce için de böyledir. «Sanat eserlerini sezgi bilgisi için
örnek olarak göstermek ve sanat eserlerine sezgi bilgisi yormakla, sezgi
veya ifade bilgisini estetik veya sanat olgusu ile candan
aynılaştırdık.» (27) Fakat,
estetik veya sanat olgusu ile aynılaştırılan sezgi
nasıl bir sezgidir? Bu soru, düşünürler arasında bazı
anlayış farklılığına sebep olur. Çünkü,
«(sezgi ile sanatı) bu aynılaştırmaya karşı,
bir çok filozofun ayrıntılariyle temsil ettikleri bir
görüş, sanata tamamen özel çeşitten bir sezgi olarak bakılabileceğini
söyler. Biz (deniyor), sanatın sezgi olduğunu kabul ediyoruz,
fakat sezgi her zaman sanat değildir: sanat sezgisi, özel çeşitten
bir sezgi olup, genel sezgiden daha fazla bir şey olmasıyla
ayrılır.» (28)
Acaba gerçekten sanat sezgisi özel çeşitten bir sezgi
midir? Eğer öyle ise, genel sezgiden farklı bir sanat sezgisi
olacaktır ve bu da özellikle sanatta kendini gösterecektir. Gerçekten
genel sezgiden farklı bir sanat sezgisi var mıdır? Croce buna
yoktur diye karşılık verir ve Croce'nin sanatı genel
sezgi bilgisine bağlaması, diyebiliriz ki, Croce estetik'ine en
original ve en temel niteliliğini verir. «Sanat ve sezgi bilgisini
aynılaştırmamıza sıkıca sarılmak gereğindeyiz;
zira, sanatı günlük tinsel hayattan ayırma, onu kimbilir hangi
aristokratik circulus ve bir tekil etkinlik ile sınırlama, estetik'in
sanat-bilimi olarak bu ruh hâlinin hakiki özüne, hakiki köklerine nüfuz
etmesine engel olan en önemli sebeplerden biridir.» (29)
O halde sanat sezgisi diye genel sezgiden apayrı bir
sezgi yoktur. Bununla şimdiye kadar günlük hayattan ve günlük
sezgilerden, hayat gerçeğinden bağımsız, kendine özgü,
lüx bir etkinlik alanı olarak düşünülen sanatı, Croce,
gündelik sezgi bilgisine bağlıyor ve böylece sanatı gündelik
hayat gerçeğinin içine sokuyor. «Hiç kimse, fizyolojiden
öğrendiği her hücrenin bir organizma olduğu ve her organizmanın
bir hücre veya hücrelerin bir sentezi olduğu bilgisi
karşısında şaşmaz; hiç kimse dağ
doruklarında, küçük bir kayayı veya bir taş
parçasını meydana getiren şeylerin aynı kimyasal elemanlar
olduğunu öğrenince şaşırmaz; büyük hayvan
fizyolojisinden ayrı küçük hayvanlar fizyolojisi yoktur;
dağların kimyasından başka olan bir kayalar
kimyası yoktur.» (30) Aynı
şekilde, gündelik hayat sezgileri ile sezgi bilgisinin en yetkin
şekli olan sanat etkinliği arasında bir öz farkı, bir
nitelik ayrılığı olmıyacaktır. İster
gündelik hayat sezgisi olsun, isterse sanat sezgisi olsun, aynı öz
tarafından oluşturulur. Tıpkı zihni etkinliğin en
yalın kavramları meydana getirdiği gibi en
karmaşık yargı ve tasımları da meydana getirmesi
gibi. «Aynı şekilde, bir büyük sezgi bilimi yanında küçük
sezgilerin bir bilimi de yoktur, bir sanat sezgisi bilimi yanında bir
gündelik sezgi bilimi yoktur; tersine, estetik ve sanat olgusunun
kendisinden ibaret olduğu sezgi veya ifade bilgisinin bilimi olarak
sadece ve yalnız biricik bir estetik vardır. Bu estetik, en
yalın ve en alalade kavramların meydana gelişini olduğu
gibi, en karmaşık bilimsel ve felsefi sistemlerin
konstruktion'larını da ele alan mantığa benzer, zira,
her ikisi de bir ve aynı özdedir.» (31) O halde
gündelik sezgilerden en yüksek sanat sezgilerine kadar bir tek sezgi
olduğu gibi, aynı şekilde bütün bu sezgileri inceleyen bir
tek bilim vardır: Estetik.
5.
Croce'nin
ulaştığı bu sonuç, çağdaş estetik teorisi
yönünden önemli bir sonuçtur. Çünkü, Croce için estetik bir lüx etkinlik olmayıp,
kökü gündelik hayat sezgileri içine girmiş bulunan temel bir
etkinliktir. Bu sezgi bilgisi etkinliği, zihni bilgi kadar, hatta
ondan dalıa temelli ve ondan daha önce gelen bir bilgi
etkinliğidir. Biliyoruz ki, «sezgiler olmadan hiç bir kavram mümkün
değildir.» (32) Bu bakımdan sezgi bilgisi, bütün teorik
etkinlik, yani bilgi etkinliği için en temel bir bilgi biçimini
gösterir. Bu anlayışı ile Croce, estetik olayı bir
bilgi olayı olarak kavrıyan düşünürlerden, örneğin
yazımızın başında işaret etmiş
olduğumuz Platon ve Baumgarten'dan pek çok ayrılır. Gerçi
onlar için de sanat etkinliği ya da estetik etkinlik bir bilgidir, ama
bu bilgi Platon'da doğruluktan yoksun, aldatıcı bir duyusal
bilgidir (doxa), Baumgarten'da aşağı bilgidir (cognitio
sensitiva). Buna göre de estetik, mantığın bir gnoseologia
superior (yukarı bilgi teorisi) olmasına karşılık,
bir gnoseologia inferior (aşağı bilgi teorisi)
olacaktır. Çünkü mantığın konusu açık ve seçik
bilgiler olduğu halde, estetik'in konusu, karmaşık ve
bulanık bilgilerdir, duyu bilgisidir. Croce, estetik'in aleylıine
olan bu durumu ortadan kaldırmak ister ve estetik'e mantık
karşısında şerefli bir yer sağlamak amacı
güder. Bunun için estetik'i, sezgiyi, gündelik sezgilerden
başlıyarak en yüksek sanat sezgilerine kadar inceliyen bir temel
bilgi olarak temellendirmek ister. Böyle bir temellendirme içinde estetik,
bir lüx etkinlik olmaktan çıkar, gündelik hayatın içinde
kökleşen bir ana bilim olur.
Ayrıca
estetik'in böyle genel ve temel bir sezgi bilimi olmasıyla, sanat ve
sanatçı yönünden de bazı sonuçlar ortaya çıkıyor.
Şöyle ki, sanat etkinliği ile gündelik sezgi arasında hiç
bir öz ve nitelik ayrılığı yoktur. Acaba sanat
sezgisine sahip olan sanatçı ile yalnız gündelik sezgilerle
iş gören sanatçı –olmıyan-
insan arasında nasıl
bir ayrılık bulunacakdır? Croce'ye göre, bu
ayrılık bir öz ayrılığı
olmıyacaktır, bir nitelik ayrılığı
olmıyacaktır, fakat bir nicelik ayrılığı
olacaktır. Croce'ye göre, sanatçı dehasının
tanrısal bir özde kabul edilmesinin ve bir deha kültüne varmanın
nedeni, gündelik sezgilere sahip olan insan ile sanatçı sezgileri
arasında bir öz ve bir nitelik ayrılığı görmede
bulunur. «Büyük sanatçıların bizi bizim için ortaya
koydukları söylenir. Fakat onlarınki ile bizim fantazimiz
arasında öz bakımından bir aynılık olmasaydı,
bu aynılık yalın bir nicelik içinde verilmemiş
olsaydı, o zaman bu nasıl mümkün olacaktı? Poeta
nascitur (şair şair olarak doğar) yerine daha iyisi homo
nascitur poeta (her insan biraz şair olarak doğmuştur)
denmeli; birinciler küçük şairler, ötekiler büyük şairler. Bu
nitelik ayrılığı bir nitelik
ayrılığı yapıldığı için, deha
kültünün, dehaya karşı boş inancın doğması
mümkün olmuştur; bu arada dehanın gökten inmediği, tersine
insanlığın kendisi olduğu unutulduğu için.» (33)
Sanat sezgisi gibi sanatçı dehası da insanidir, bütün
insanlar için ortak bir insani temele dayanır. Sanat dehası için,
insani temelin dışında tanrısal bir temel aramak,
sanatın değerini yüceltmiyeceği gibi, sanatçıyı
da yüceltmiyecektir. Tersine, «bu insanlıktan uzak bulunan veya uzak
bulunuyor gibi görünen deha sahibi bir insan, cezasını biraz
gülünç görünmede bulur. Romantizmin dehasında ve günümüzün üst-insan'ında
olduğu gibi.» (34)
Sanatın ve sanatçının insanileştirilmesi
bir hümanizmi gösterir. Sanatı ve sanat dehasını
hayatın içine sokması ve onlara sağlam bir insani temel
sağlaması, ancak, Croce'nin genel hümanist tavrı ile
açıklanabilir.
Notlar:
1)
Platon, Devlet, 596 d, e.
2) Aynı eser, 601 a.
3) Bak: İ. Tunalı, Grek Estetik'i.
4) Bunun için bak: İsmail
Tunalı, Kant Estetik'i ve Problemleri, Felsefe Arkivi, sayı 14,
İstanbul 1963.
5)
B. Croce, İfade Bilimi ve Genel Lingüistik olarak Estetik, s. 37,
Atatürk Üniversitesi Yayınları, Erzurum 1969.
6)
Aynı eser, s. 48.
7)
Croce, Estetik, s. 48.
8)
Aynı eser, s. 1.
9)
Aynı eser, s. 1.
10)
Croce, Estetik, s. 17.
11)
Aynı eser, s. 17.
12)
Aynı eser, s. 1.
13)
Croce, Estetik, s. 2.
14)
Aynı eser, s. 3.
15)
Aynı eser, s. 3
16)
Aynı eser. s. 4.
17)
Aynı eser, s. 4.
18)
Aynı eser, s. 6.
19)
Aynı eser, s. 6.
20)
Aynı eser, s. 3.
21)
Aynı eser, s. 7.
22)
Aynı eser, s. 6.
23)
Aynı eser, s. 6.
24)
Aynı eser, s. 7.
25)
Aynı eser, s. 7.
26)
Aynı eser, s. 9.
27)
Aynı eser, s. 10.
28)
Aynı eser, s. 10.
29)
Aynı eser, s. 11.
30) Aynı
eser, s. 11.
31) Aynı
eser, s. 12.
32) Aynı
eser, s. 17.
33)
Aynı eser, s. 12.
34)
Aynı eser, s. 12.
|
|