Üstün Irk Var mıdır?
Prof. M. Şekip Tunç
Ankara
Dil ve Tarih Coğrafya fakültesi psikoloji doçenti kıymetli
talebem doktor Muzaffer Şerif 1936’da Amerikada İngilizce olarak
neşrettiği “Sosyal normların psikolojisi” adlı
eserinden sonra bu sene “Irk Psikolojisi” adile çok merakla
okunacağını zannettiğim güzel bir inceleme
neşretmiş bulunuyor. Eserin daha ilk hamlede alaka ve takdirle
karşılanması mevzunun
sadece aktüaliteye temas etmesinden ileri gelmiyor, ırk
psikolojisi hakkında okuyucularımızı aydınlatacak
ilk eser olmak ve bir ruhiyatçının kaleminden çıkmak
itibarile ehemmiyet ve emniyetle karşılanacak bir mahiyet
arzediyor.
Müellif,
evvela ırk nazariyelerini gözden geçirdikten sonra muhtelif
ırklar efradı arasında muhtelif ruhiyatçılar
tarafından yapılmış olan basit psikolojik
fonksiyonlarla zekâ ölçüleri ve diğer psikolojik hususların
mukayeselerini, bunlardaki cürüm ve marazilik temayüllerini, iptidaî
zihniyet meselesini ve nihayet biyoloji ve antropoloji bilginlerinin bu
husustaki mütalealarını 125 sahife içinde zengin bir
bibliyografya ile birlikte vermek suretile derli toplu bir deneme vücude
getirmiş bulunuyor.
Eser
muhtelif siyasî ve içtimaî temayüllerin şiddetle
çarpıştığı bir zamanda yazılmış
olduğu ve müellifin de ilmi ilim için değil de aksiyon ve hayat
için telâkki ettiği kitabın altı sahifelik hararetli ve
heyecanlı “giriş”inden başlıyarak az çok sonuna kadar
devam etmesile anlaşılıyor. Irk psikolojisinin henüz
gelişme devresinde bulunduğu bu girişte söylendiğine
göre bu hususta verilebilecek hükümlerin ne müspet, ne de menfî
olmaması beklenirken müellifin bunu tehlikeli görerek yalnız
ırk üstünlüğünün değil, her türlü üstünlüğün, ideal bir
ümid ve müsavatçı bir tasavvura dayanarak, mevhum bir şey
olduğunu iddia ediyor ve bugün insanların henüz filen olmasa da
kuvve halinde ayni seviyede bir medeniyet yaratmak imkânlarına sahib
olduklarını müdafaa etmek ihtiyacını duyuyor. Genc bir
âlimin bu idealist insanseverliği bugün için ham bir hayal olsa bile
günün birinde güzel bir hakikat de olabileceği için ümid ve muhabbetle
karşılanabilir.
Fakat
yaşanan gerçekler âleminde madalyanın bir de tersine bakmak
zarureti vardır. Burada henüz kuvvetli olsun, zayıf olsun insanların
üstün olmağa, üstünlüğüne inanmağa ve üstünlüğünü
tanıtmağa karşı mukavemet edilemez bir temayül
olduğunu daha çocuklukta görüyoruz. Bu temayül nereden gelirse gelsin
kendini adeta bir insiyak, bir yaşamak iradesi, bir hayat
atılganlığı halinde gerek ferdlerde ve gerek
bunların teşkil ettiği küçük ve büyük topluluklarda
ötedenberi gösteriyor: Tevrat, hemen baştanbaşa İsrail
çocuklarının üstünlüğü davalarile doludur. Eski
Yunanlılar ve Romalılardaki üstünlük iddiaları da bütün
edebiyatlarını doldurur. Ortazaman dahi boyluboyunca müslüman ve
hıristiyan ümmetlerinin mutlak üstünlük inançları ve bu
inançlardan doğan taassublarla çalkalanır. Rönesans
uyanıklığını duyanlar çok geçmeden “dünyanın
efendisi” olmak imkânlarının kendilerine açılmış
olduğunu müjdelerler. Reform, katoliklik ve protestanlık
üstünlüğü uğrunda senelerce kan dökmekten kendini alamaz bir
halde devam eder. Yeni Avrupa milletlerinin teşekkül etmelerile
birlikte ise bu dava yedi başlı bir ejder haline girmiş
bulunur. Buna karşı istisna teşkil eden hiç bir devir ve
medeniyet göstermek kabil değildir. Ancak tektük bazı mezhebler
ve onların mahdud saliklerinde insaflı düşünceler
bulunabilir. Fakat bunların tarihte bir rol oynadıkları
henüz görülmemiştir. O halde esas mesele üstün ırk davası
olmaktan ziyade ne namla olursa olsun insanların gerek ferden ve gerek
toplum halinde ötedenberi devam ettiregeldikleri bir üstünlük
davasıdır ki eğer bu hal insanlık namına bir yara
ise asıl onun tedavisi çarelerine bakmak icab eder. İşte
aziz meslektaşım doktor Muzaffer Şerif Başoğlu
esas itibarile her türlü üstünlük davalarını bertaraf etmek
gayesile bugünün siyaset ideolojilerinden birinde görülen “ırk
üstünlüğü” davasına dahi her şeyden önce hakkını
vermeği, daha doğrusu hakkından gelmeği bir vazife biliyor.
Ayni zamanda bu vazifenin salâhiyetini, hayatını
vakfedeceğini zannettiğim psikoloji ilminden alıyor ve bunun
için de hayli emek sarfederek ayrıca dikkate lâyık oluyor. Ben de
eseri bu dikkatle okudum. Kitabın metninde mevzuunu mümkün mertebe
psikolojik bir tahlilden geçirmeğe dikkat eden müellif, baştaki
altı sahifelik girişte bütün üstünlük davalarını
münhasıran “emperyalizmin büyük gelişme devresinde müstevlilerin
kendilerini fıtri olarak üstün görmeleri” iddiası üzerine
temellendirmek istiyor. Filhakika müstevlilerin bu görüşü vakidir ve
bundan böyle vaki olmıyacağına dair de katıî hiçbir
delil yoktur. Çünkü üstünlük davası sadece müstevlilerin siyasî bir
aleti olarak kalmıyor, müstevli olmıyan veya olamıyanlarda
dahi üstünlük duyguları mevcud bulunuyor. O halde bunların da bir
istilâ fırsatı bekledikleri iddia olunabilir ve buna göre
üstünlük hırsının umumi olduğu neticesine
varılır ki asıl psikolojik mesele de burada olsa gerektir.
Fazla olarak bugünkü bütün terbiye ve tahsil müesseseleri bu üstünlük
hırsını körükleyecek surette çalışmayı bir
anane haline getirmişlerdir. Daha doğrusu küçük büyük her insan
toplumu tanrıyı kendine maletmekle ve başka toplumlar,
tanrının üveyi bir çocuğu gibi saymakta devam etmektedir. En
çok kendini beğenmiş ve yalnız kendini düşünen
kapalı benliklerimizi aşacak yeni bir ruh doğmadıkça
üstünlük hırsını aşmak ümidi beyhude olacaktır.
Evet,
insanlar ümidle yaşarlar, fakat yaşadıkları hali de
görmek zaruretindedirler. Aksi takdirde muhit ve zamanlarının
kurbanı olmak tehlikesine maruzdurlar.
Müsavat
ideallerimizle yaşadığımız gerçeklikler
arasında barıştırılamayacak kadar büyük bir
tezadın asırlarca devam etmesi ve buna rağmen de müsavat
idealinin yılmaması her ikisinde de birer hakikat hissesinin
olduğunu gösteriyor. Zaman ve tecrübeler günün birinde her ikisindeki
hakikat hisselerini ayırd ettirecektir. Bundan asla nevmid
olmıyarak diyebiliriz ki bugünkü ideal ve gerçek telâkkilerimizde
herhalde bir takım fazlalık ve eksiklikler olacaktır. Çünkü
ideallerimize vahimeler karıştırmamız ne kadar varid
ise gerçek zannettiğimiz bir çok şeylerin bizim vahimelerimizle
yaşamış olmaları da o kadar muhtemeldir. Onun için bu
hususta daima mütecessisi ve tenkidci bir şüphecilik takib etmek en
hayırlı yol olsa gerektir.
Kaynak:
Tunç, M. Ş. (25 Nisan 1943). Üstün Irk Var
mıdır?, Cumhuriyet Gazetesi, S. 2.
|