Anasayfa
|
Toplumsal İşlevi Açısından Psikiyatrinin Eleştirisi
Gündüz VASSAF(*)
Hacettepe
Üniversitesi Psikiyatri Polikliniği'nin bekleme odasında duvara
çerçevelenmiş bir yazı psikiyatristlerle
görüşmeyi bekliyen «hastalara» dünyayı
değiştirmekle uğraşacaklarına önce kendilerine değiştirmelerini öğütlüyor.
Yani kişilere mevcut dünyaya uyum yapmaları öneriliyor. Varsayım çevreye
uyum yapmanın, çevreyle uyum içinde yaşamanın sağlıklı olduğu. Ancak burada
uyumdan anlaşılan tek yönlü bir ilişki yani kişinin çevreye uyum yapması.
Çevrenin insan sağlığına uyum ve uygunluğundan -sanki çevre, yaşam
koşulları ve tarih değişmiyen birer sabitmiş
gibi- söz edilmiyor.
Çevreye
uyum yapabilmeyi bir sağlık belirtisi olarak değerlendiren görüş kendi
içinde de çelişkiye düşerek egemen düzenin koşulları dışında yaşıyan kişilerin kendi çevre, kültür ve beklentilere
uyumunu sağlıksızlığın bir belirtisi, hatta ruh hastalığının bir seyri
olarak değerlendirebiliyor. Ruh bilimcilerinin çevreye uyumu hastalığın
gidişatı olarak görebildiklerinin en belirgin örneği akıl hastaneleri.
İşte Bakırköy'den bir örnek:
Psikoloji
öğrencilerimle birlikte bir koğuştayız. Yanımızda «hastalar» ve koğuşun
sorumlusu doktor, hastaların önünde kendilerine ilişkin bilgi veriyor. «Bu
gördüğünüz insanların, kimi hastaneye ilk yattıklarında diretir, sağlıklı
olduğunu iddia eder, kimi sürekli gazete okur, radyo dinler, dış dünyayı
izler, bizlerle konuşmaya târtışmaya çabalar. Zamanla bu ilginin
kesildiğini görürüz. Giderek içlerine kapanırlar, kendilerine bakmaz olur,
sessiz sedasız bir köşeye ilişip dururlar. Giderek hastalanırlar. Çoğu
iyileşmez. Bu arada konuşmayı dinliyen «hastalar»
arasından bir yaşlı kadın «Ben iyileşeceğim doktor bey, buradan çıkıp
çocuklarıma kavuşacağım,» diyor. Doktor açıklamasına devam edip, «Evet,
çoğu iyileşeceğini zanneder ama maalesef giderek hastalanırlar. Burada
onuncu yıl da dolduktan sonra ümit kesilir.»
Tüm
«hastaların» açıkça görebileceği önümüzdeki küçük karatahtadaki kayıtlar
da doktoru doğruluyor. Tahtadaki sayılara göre koğuştan iyileşerek
çıkanların sayısı çok düşükken, ölerek çıkanların sayısı oldukça yüksek.
Psikiyatrist,
Bizans zindanlarını anımsatan Bakırköy gibi bir yerde tecrid
edilen kişinin giderek dış dünyayla ilişkisini kesmesini, yani hastane
ortamına uyum yapmasını, hastalığın bir seyri olarak nitelendiriyor.
Halbuki bu Bizans zindanı yardım ve bağış kampanyalarıyla bir Hilton Oteli rahatlığına bile kavuşturulsa, hastalar
belki daha iyi bakılacaklar ama dış dünyada yaşama gücü bulmak açısından iyileşmiyecekler. Bu konuya ilişkin gözlemler sağlıklı
kişilerin bile çocuk yuvalarından göçmen kamplarına kadar bakım vermeye
yönelik ortamlarda kendi kaderini değiştirme (internal
locus of control)
olanağının elinden alınması ile giderek tembelleştiğini, çevresine
ilgisinin azalarak kayıtsızlaştığını ve adeta robotlaşmış bağımlı bir
kişilik yapısını geliştirdiğini belirtiyorlar.(1) Çünkü bu modelde
yatırım kişiye değil kişinin bakımı için gerekli olan alt-yapı tesislerine;
yani binaya, yemeğe, ısıtmaya, temizliğe, personel giderlerine, makam
arabalarına v.s. yapılıyor. Bina ister sıcak ve güzel olsun ister soğuk ve
çirkin, hastane ortamında kişi bir yandan çevreye yani hastaneye, yani
diğer hastalara, yani hastalığa uyum yapmasını öğrenirken diğer yandan da
hastanede geçen zamanla dış dünyada başarılı olma, dış dünyada uyum yapma
becerilerini giderek kaybediyor.
Bakırköy'e
otuz milyon değil üçyüz milyon bağış yapılsa bile
belki «hastalara» daha iyi bakılacak ama iyileşenlerin sayısı eskisine
göre pek değişmiyecektir. Dolayısıyla hastane
modelini «ruh hastalıklarının» tedavisinde genel bir yaklaşım olarak benimsiyen psikiyatrinin toplumsal işlevi «hastalığı» gidermek yerine «hastalığı» arttıran
ortamları pekiştirmek oluyor.
Medikal
modeli yani iç hastalıkları, kulak-burun-boğaz hastalıkları gibi «akıl
hastalıkları» da vardır diyen klasik psikiyatristlerin
başlıca dayanağı, tıbbın diğer dallarında da olduğu gibi, gözlenen
belirtilere göre «hastaya» nevrotik depressive, manik-depressive vb. gibi tanı koymak ve bu tanıya göre ilaç,
psikoterapi, elektroşok, psikoanalitik, davranışcı yaklaşım gibi çeşitli yöntemlerle tanı
kategorilerine göre saptanan hastalığın (kişinin değil) tedavisiyle uğraşmak.
Acaba bu tanıların geçerliği nedir? Tıbbın diğer dallarında bir telefon
bağlantısı aracılığıyla bile kendisine belirtilen bulgulara göre hastadan
binlerce kilometre uzakta olan bir hekimin o kişinin hastalığı tedavi
etmesi mümkün. Hatta artık bilgisayarlar bile hangi tedavi yöntemine
başvurulması gerektiğini hangi ilacın kullanılmasının doğru olacağını
bildirecek bir biçimde programlanabiliniyor.
Medikal modeli benimseyen psikiyatride tanılar ne ölçüde geçerli? Bu konuya
ilişkin araştırmalar tıbbın diğer alanlarında olduğu gibi psikiyatrik
tanıların geçerli olmadığını gösteriyor.(2) Üstelik Rogerian yaklaşım veya Gestalt
tedavisi gibi tanıyı reddeden psikolojik danışma yöntemlerinin de en az
tanıya dayalı yaklaşımlar kadar başarılı olduğuna göre sıklıkla
yanılabilen medikal modelin gereksizliği apaçık ortada. Peki medikal
modele göre bireylerin tanılanması topluma nasıl yansıyor?
Araştırmalar
kimlerin hangi tanılara göre değerlendirildiğinin sınıfsal bir temele
dayalı olduğunu gösteriyor. Bu konuya ilişkin yapılan en önemli çalışma
yoksulların şizofreni gibi tedavisi güç tanılarla damgalanırken,
zenginlere psikoterapiye cevap verecek nitelikte
tanılar konduğunu gösteriyor.(3) Yoksullardan bambaşka bir sınıf
ve kültürden gelen psikiyatristler, bu insanlara
yabancılıklarından onlarla ilişki kuramayınca, yani psikoterapinin
temel koşulunu sağlıyamayınca yoksulların içgörüden yoksun olduklarını, dolayısıyla psikoterapiye cevap veremiyeceklerini
ileri sürerek, yoksullara ya birkaç ilaç yazıp
onları kendi kendileriyle başbaşa bırakıyorlar ya da Bakırköy gibi depo hastanelerine gönderiyorlar.
Bir yanda bakımsız hastane «tımarhane» koşullarında yoksullar ilgisizlikten
kıvranır, daha kötüye ve yıllarca hastanelerde sürünmeye mahkum kalırken,
öbür yanda psikiyatristin terapi gereği
gösterdiği yakın, sıcak ilgi ve sempati sonucu, zenginler sorunlarıyla
birlikte yaşıyabilerek hayatlarını idame
ettirebiliyor.
Böylece
medikal modeli benimsiyen psikiyatrik yaklaşımın bir toplumsal işlevi de genellikle işçi ve köylü
kökenli insanlara ümitsiz hasta gözüyle bakıp bir daha iflah olmamak üzere
yüzlerce, binlerce insanı akıl
hastanelerine kapatırken, çiçekli, müzikli, huzur verici bireysel psiko-terapi
ortamlarında teker teker zenginlerin sorunlarına eğilmek oluyor.
Tanılamanın
önemli bir sakıncası daha var. Türkiye'de egemen değer yargıları, Batıfyla
bütünleşme çabasında bir egemen sınıfın çarpık, schizoid
değer yargılarından oluşuyor. Dolayısıyla İslam, Orta-Doğu, Balkan, Ege,
Akdeniz kültüründen gelen Türk insanının sağlılıklığı
Washington'da bir kongrede Amerikan Anglo-sakson protestan psikiyatristlerin görüşüne göre kararlaştırılıyor.
İnsanlarımız Batı'nın ölçülerine göre değerlendiriliyor. Bireyleri tanılara
göre sınıflandırma ve tanılama olayının geçerliliği a priori
kabullenerek genelde kişilik bozukluklarından psikozlara kadar tanılar Kuzey
Amerikafda karar verilen esaslara göre yapılıyor. Örneğin eşcinsellik
bundan birkaç yıl öncesine kadar Batı da «hastalıklar» kategorisinde yer
alırdı. Ancak Amerikafda eşcinsellerin bir baskı grubu oluşturması sonucu
bu «hastalık» kitaplardan çıkartıldı. Bundan böyle Amerikan nosolojisine göre eğitilen «ruh bilimcilerimiz» şimdiye
kadar olduğu gibi bize yabancı bir kültürün değer yargıları ışığında, bizim
insanlarımız üzerinde karar verecek, onları sanki çok sağlıklı olan
Amerikan insanlarının ölçülerine göre değerlendirecek. Kısacası
teknolojimizden ulusal savunmamıza kadar olan dışa bağımlılık psikiyatri
gibi alanlarda da kendini gösteriyor. Bu açıdan psikiyatrinin bir
toplumsal işlevi de bir anlamda dışa bağımlı egemen sınıfın değer
yargılarını insan ruh sağlığında bir ölçüt olarak dışa bağımlılığın, yani
kültür emperyalizminin süregelmesini sağlamak oluyor. Başka bir deyişle kişinin
sağlıklı olması için uyum yapması beklenen çevre kendi kültürüne yabancı
kişilerce tanımlanmış bir çevre oluyor.
Bu
eleştiriler ışığında psikiyatrinin toplumsal işlevi ne olmalı? Medikal
modeli benimsiyen diğer tıp alanlarının bugün
artık toplum hekimliği veya koruyucu hekimlik anlayışını iyice benimsemiş
olmalarına karşın bu anlayışı benimsemede psikiyatri çok geride kalmıştır.
Benimsendiğinde de mekanik bir yaklaşımla hizmet anlayışında biçimsel
değişiklikler vurgulanmış, sorunun özüne yani psikolojik sorunu olan veya
olması olası kişi, grup ve toplulukların desteklenmesine,
güçlendirilmesine, kendilerine güven duygularını geliştirici ortamların yaratılmasına
gidilmemiştir. Örneğin özellikle Amerikafda 1960'lardan bu yana kurulan
yarı-yol evleri, gece ve gündüz hastaneleri ve mahalle poliklinikleri
sayesinde akıl hastaneleri eskisine göre yarı yarıya boşaltılmıştır. Yani
önceden belirttiğim eleştirilerin doğrultusunda hastanelerin dipsiz bir
kuyu olduğunun bilincine varılarak yeni yaklaşımlar benimsenmiştir. Ancak,
bireylerde huzursuzluklara, psikolojik sorunlara yol açan ortamların
denetlenmesi veya alternatif sağlıklı ortamların geliştirilmesinde hiç
başarı sağlanmamıştır.
Başka bir
deyişle her ne kadar «Toplum Ruh Sağlığı» akımının öncüsü Caplan'ın önerileri doğrultusunda sorunlar büyümeden sorunların
üzerine gitme ve psikolojik sorunları olabilecekleri önceden saptayarak
onlara yardım elini uzatma yaklaşımları benimsenmişse de temeldeki anlayış ruh
sağlığını geliştirmek yerine ruh
hastalığını önlemenin yollarını aramak olmuştur. Gene bu anlayışın altında yatan
felsefe de medikal modelden kaynaklanmaktadır. Tek tip bir elbiseye uymıyan kişilere gene hasta denmekte ancak, bundan önceki
klasik yaklaşımlardan farklı olarak, elbiseye uymıyan
yani ruh hastası denilen kişiyi çeşitli tedavi yöntemleriyle elbiseye
uyacak şekle dönüştürmek yerine, ruh sağlığı eğitimi gibi yaklaşımlarla kişilerin
elbiseye uygun şekilde gelişmeleri sağlanmaya çalışılmaktadır. Esas olan
tek tip elbisedir yani evrensel ruh sağlıklı bir insan tipi, yani her insan
için tek bir ölçü, yani mutlak bir doğru anlayışıdır. Sınıflı toplumlarda
bu anlayışın evrensel değil egemen sınıfın değer yargılarına göre
belirlendiği ise hem burada hem de başka kaynaklarda sık sık vurgulanmıştır. (4,5,6)
Hem bireyin
hem de çevrenin değişken olduğunu ve her ikisindeki değişmelerden
karşılıklı etkilenmeler olduğu varsayımından hareket eden toplum
psikolojisi (community psychology)
ise sağlığın kişi-çevre ve çevre-kişi uyumunun bir sonucu olduğu ve
dolayısıyla ruh sağlığı kavramının
kişiye ve çevreye bağlı göreceli bir kavram olduğunu vurgular.
Böylece normları ve içerikleri birbirlerinden farklı ancak kendi içlerinde
kişi-çevre uyumunun sağlandığı birçok sağlıklı ortamlar olabilir. Sağlıklı
ortamın sağlanması o ortamdaki iş, eğitim, sağlık hizmetleri, sosyal güven
gibi maddi ve psikolojik olanakların herkesin gereksinmelerine göre
karşılanmasıyla olabilir.
Örneğin, bir yanda istenmiyen çocuk sahibi olma durumunda, rahatlıkla
kürtaj yaptırabilen zenginler varken, yasak olduğu ve parası olmadığı için
bu yönteme başvuramıyan ve bu yüzden ya canını kaybeden ya da istenmiyen bir çocuk dünyaya getirerek çeşitli maddi ve
psikolojik sorunlarla karşı karşıya olan yoksul kişiler vardır. Psikiyatristin toplumsal işlevi onun burada kürtajdan
yana çıkmasını kürtajın serbest olması için aktif bir kavga vermesini,
kürtajı destekliyen siyasal parti ve derneklerle
ve kendi meslek kuruluşları aracılığı ile somut bir işbirliği yapmasını
gerektirir.
Eğer
Diyarbakırfda ilkokul çağındaki çocukların % 40'ı milli eğitim
hizmetlerinden yararlanamıyorsa, psikiyatrist bu
sorunun giderilmesi için aktif bir tutum almalıdır. Aksi takdirde, maddesel
kaynakların adaletsiz dağıtımından kaynaklanan psikolojik sorunlu yüzbinlerce kişiden ancak birkaçını iyileştirmeye
çalışan psikiyatristin akıntıya karşı kürek
çekmesi süregelecektir. Psikiyatristin
toplumsal işlevi maddi ve psikolojik olanakların sağlanması ve bu
olanaklardan eşit yararlanılmasında ezene karşı ezilenden yana aktif bir
tutum almasını gerektirir.
Medikal
modelin tersine kişinin sağlıklı olma ölçütü tek değil bir çoktur. İnsan
türünü zengin kılan, sağlıklı kılan birbirine benzemesi değil tam tersine
birbirinden farklı olmasıdır. Tek tip insan gerektiren bir ruh sağlığı
modeli anlayışı Darwin'in evrim kuramına bile
karşıdır. Hayvanların doğaya karşı mücadeleleri türdeki fizyolojik değişkenlik
(varyasyon) sayesinde sağlanırken, insan türünün doğaya karşı mücadelesi
ve uygarlığın gelişmesi insan türündeki bireysel ayrılıkların zenginliğine
bağlıdır. Yeter ki çevrenin maddesel ve psikolojik koşullarından eşit
yararlanma ortamı sağlansın.
Psikiyatrinin
toplumsal işlevi kişi1erin toplumsal olanaklardan
aynı şekilde yararlanırken aynı zamanda birbirlerinden ayrı olma hakkını savunmasını gerektirir.
Tek tip bir
ruh sağlığı modelinin altında yatan felsefe tek tip bir insan - otoriter,
faşist bir devlet anlayışıdır. Bu anlayış insan türünün sağlıksızlaşmasına
hatta ortadan silinmesine yol açabilir. Nazi Almanyafsında tek tip üstün
Aryan insanının yaratılması için başvurulan eugenics
deneyleri bu tehlikenin ve bu anlayışın iflasının açık kanıtıdır. Dolayısıyla
psikiyatri toplumsal işlevinde anti-faşist ve demokrasiden yanadır. 19. yüzyıl Viyana burjuvazisi
üzerinde incelemeler yapan Freud'un takipçisi olup, Anadolu - İslam
kültüründen bihaber bir psikiyatrist toplumuna
yabancı olmakla kalmaz, yabancı bir kültürün istemiyerek
misyoneri olmak durumuna düşebilir. Günün askeri ve ekonomik olarak
gelişmiş Batı toplumlarının gücünü üstün kültürlerine borçlu olduğunu
varsayanlar, kendi tarih ve kültürlerini aşağılıyarak,
insanların gelişmiş ülkelerin insanlarına benzetmek ve onlar gibi
eğitilmesini, giyinmesini, konuşmasını davranmasını istiyerek
özgüvensiz, çelişik değer yargıları içinde sağlıksız ve olumlu özdeşim
modellerinden yoksun kuşakların gelişmesine yol açarlar. Sağlıklı kuşakların gelişmesinden yana olan psikiyatri toplumsal
işlevinde aynı zamanda anti-emperyalistdir.
Türkiye'de
toplumcu bir psikiyatrinin gelişmesi için, psikiyatrist
eğitimi yeni baştan ele alınmalı,bu alanda çalışacak kişiler fizyoloji, farmokoloji gibi derslerin yanısıra
folklor, sosyoloji, antropoloji, din gibi konularda derinlemesine okumalı,
Türkiye insanını ve tarihini yakından tanımalıdır.
BAŞVURU
1. CAPLAN, G. An Approach to Community Mental Health, London, Tavistock Publications, 1969. s. 4.
2. ROSENHAN, D. «On Being Sane in Insane Places», Science, 1973, 179,
250-258.
3. HOLLINGSHED, B. B., Redlich,
F. C., Social Class and Mental Illness: A Community Study, New York: Wiley, 1958.
4. SZASS, T. S., The Myth of Mental Illness, New York: Harper and Row, 1974. 5. LAING, R. D., The Politics of Experience, London: Penguin Books, 1967.
6. HALLECK,
S. H., The Politics of Therapy, New York: Science House Inc., 1971,
(*) Dr. Gündüz Vassaf,
Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Görevlisi
Toplum
ve Bilim, 12, 1980, S. 65-71
|
|