Güç
Lisede
birinci sınıf öğrencisiydim... Sınıf arkadaşlarımdan birini, okuldan eve
dönerken, yolda gördüm. Adi Robert'ti. Bütün kitaplarını, eşofmanları,
ayakkabılarını kucaklamış, evinin yolunu tutmuştu. Kendi kendime, kitapları
okuldaki dolapta bırakmayıp da hepsini birden evine götürdüğüne göre "Bu
arkadaş herhalde 'inek' kelimesinin tanımı olsa gerek" diye düşündüm. Kendi
hesabıma, hafta sonu mahalle arası yapacağımız futbol maçından başka bir şey
düşünmüyordum. Bu düşüncelerle yürürken bir baktım ki,karşıdan bir grup
çocuk koşarak geliyor.
Robert'e
çarptılar, kucağındaki bütün kitapları düşürdüler, ardından Robert de
tökezlenip sokağın çamurlu bir köşesine yığıldı. Gözlükleri gözünden
fırlamış, biraz öteye düşmüştü. Kafasını kaldırdığında, gözlerindeki büyük
üzüntü ifadesini fark ettim. İçim sızladı, koşup yardımına gittim.
Gözlüklerini ararken Robert'in gözlerinin yaşarmış olduğunu gördüm.
Gözlüklerini yerden alıp kendisine uzattım ve "Serseri bunlar, boş ver"
dedim.
"Sağ ol"
dedi ve yüzünde teşekkür dolu çok güzel bir gülümseme belirdi.Yerden
kitaplarını topladık, ben nerede oturduğunu sordum. Bir de baktım ki
komşuyuz...
"Nasıl
olur da seni daha evvel görmedim" diye sorduğumda, özel koleje gittiğini
sonradan bizim okula transfer olduğunu anlattı. Böylece hayatımda ilk kez
bir "Kolej çocuğu" ile tanışmış oldum.
Aslına
bakacak olursanız eğlenceli biriydi, "Bizimle maç yapmaya gelir misin?"
teklifimi kabul etti. Hafta sonu beraber takıldık, sadece ben değil
arkadaşlarım da onu sevmeye başlamıştı.
Pazartesi sabahı okula giderken onu yine kucağında dev bir kitap yığınıyla
gördüm. "Oğlum bunları taşıya taşıya kol adalesi yapacaksın" dediğimde
güldü, bir kısmını bana verdi. Sonraki dört yıl içinde birbirimizin en iyi
arkadaşı olduk. Lise son sınıfta ise, üniversite düşünmeye başladık. Robert
New York'a, ben Teksas'a gidecektim. Kilometreler bizi ayırsa da arkadaş
kalacağımızı ikimiz de biliyorduk.
O doktor
olacaktı, ben de futbol bursuyla işletme okuyacaktım. Robert okul
birincisiydi, kendisiyle her zaman "Sen de aslında az inek değilsin ha" diye
dalgamı geçtim. Mezuniyet gelip çattığında, okul yönetimi Robert'ten
törende bir konuşma yapmasını istedi. Mezuniyet günü bizimki iki dirhem bir
çekirdek salona geldi, gözlükleriyle bile yakışıklı bir hali vardı. Kızlar
bakıp duruyordu, için için hafiften kıskanmadım desem yalan olur. Yanına
gittim, az biraz heyecanlıydı, sırtına vurup "Sen bu işin de hakkını en
iyisinden verirsin, merak etme" dedim. "Sağ ol" dedi, gülümsedi.
Kürsüye
çıktı, kısa kesik küçük bir öksürük sonrası, konuşmaya başladı:
- Bu
mezuniyet günü, bizler için, şu ana gelinceye kadar karşımıza çıkan
güçlükleri yenmemizde bize yardım eden insanlara teşekkür etme zamanıdır.
Anne babalarımız, öğretmenlerimiz, takım koçları... Ama en çok
arkadaşlarımız! Size burada, arkadaşlığın verebileceğiniz en önemli hediye
olduğunu anlatmaya çalışacağım. Size bir hikaye anlatacağım... Tanıştığımız
ilk günü anlatmaya başladığında hayretle yanımdakilerin yüzüne baktım. Meğer
o hafta sonu kendini öldürmeyi planlamış. Dolaplarını da sonradan annesi
okula gidip kalan eşyaları almak zorunda kalmasın diye boşaltmış. Konuşurken
bana baktı ve "Sağ ol, beni kurtardın.Arkadaşım, beni şimdi telaffuz bile
etmek istemediğim şeyi yapmaktan kurtardı" dedi. Okulun en çalışkan, en
beğenilen insanı, hayatının en zayıf anını anlatırken herkes soluğunu
tutmuştu. Annesi ve babası bana bakıp şükranla gülümsediler. İşin bu kadar
derin olduğunu asla bilmiyordum.
Anlık
olayların gücünü hiçbir zaman azımsamayın. Küçücük bir hareketle bir insanın
hayatını değiştirebiliyorsunuz... Daha iyiye veya daha kötüye doğru!
Bu gücü
iyilik için insanlara yönlendirin ve bu his kalbinizde hep taze, hep sıcak
kalsın!