Büyük Fransız Devrimiyle evrensellik kazanan özgürlük kavramı,
yakınçağa damgasını vuran çağdaş devlet gerçeğinin temelini
toplumun mutluluğa erişmesinde uğrunda girişilen savaşımların
tümünü kapsar.
Türk toplumunun özgürlük savaşımı, kötü yönetimle yoksulluğa ve
tutsaklığa itilmiş soylu bir ulusun bağımsızlık direnişi ile dış
güçlere karşı, kazandığı başarılarla son sınavını vermiştir.
Ulus, canı pahasına kurtardığı ülkesinde kendi egemenliğine
dayanan bağımsız bir yönetim kurarken, ülke bağımsızlığını ve
ulus egemenliğini bir daha tehlikeye düşürmeyecek önlemleri ancak
özgürlükçü bir ortamda etkin ve güçlü tutabilir.
Özgürlüğün bu iki öz varlığı, bağımsızlık ve egemenliği korumada
yasalarını koyarken yanlış ve olumsuz davranışları sınırlayıcı
ilkeleri yine akılı ölçülere göre saptamak gerekir.
Sınırsız özgürlük anlayışının yaratacağı kargaşa, toplumun ve
kişinin amaçladığı mutluluğa ters düşer. Bu bakımdan kutsal
özgürlük hakkını kullanmada konulması zorunlu sınırlar çok geniş
ve duyarlı bir ölçekle çizilmelidir.
Akılcılık ilkesiyle çakışan özgürlükçülük ilkesinin, gerçekçilik
ilkesiyle de sıkı bağıntısı düşünülmeden bu ilkenin soyut bir
kavram olarak ya bütünüyle yok olması ya da bir kargaşa kaynağı
olması önlenemez. Atatürk ilkelerinin başında yer verdiğimiz bu
ilkenin anayasamızla saptanmış özgürlükler çerçevesinde
uygulanması ve gerçekleştirilmesi için çok duyarlı ve bu ilkenin
yılmaz savunucusu olmak zorundayız.
Özgürlüğün kutsallığını korurken gerçek bir özgürlükçü inanışın
özü şu olmalıdır: "Zorbalık haline gelen otorite, otoriteyi
yıkar, keyfilik haline gelmiş özgürlük de özgürlüğü" (Jarpers).
İnsan özgürlüğüne kaynak olan insan haklarının en büyüğü olan
yaşama hakkı bile sınırsız değildir. Bu bakımdan büyük
özverilerle kazanılmış özgürlüklerin korunmasında akılcılık ve
gerçekcilik ilkelerinin aydınlık, şaşmaz doğrultusunda
yürümeliyiz.
Atatürk, tüm yaşamında ulusuyla birlikte uğrunda büyük savaşımlar
verdiği özgürlüğün en titiz bir savunucusuydu. "Özgürlük olmayan
bir ülkede ölüm ve çöküntü vardır; her ilerlemenin ve kurtuluşun
anası özgürlüktür," diyen büyük önderin özgürlükçülük ilkesini,
Atatürkçü kuşaklar onun tüm ilkelerinin başında koruyacak ve
savunacaklardir.
AKILCILIK
Atatürk İlkelerinin tümü, kavram ve uygulama olarak, akılcılığa
dayanır. Atatürk'ün eserinin büyüklüğü, ulusu ve ülkesi için
giriştiği tüm eylemlerinin başarıya ulaşmasında akılcılığın nasıl
şaşmaz ölçek olduğunu kanıtlar.
Türk toplumunun yüzyıllık çağdaşlaşma atılımlarının ortaçağın
karanlık ve bağnaz düsüncelerinden ötürü, başarısız kaldığını en
iyi anlayanlardan biri Atatürk'tü. Doğru yolu bulmak için,
şimdiye dek inandırılmış olduğumuz neler varsa hepsini aklın
şüpheci süzgecinden geçirip inançlarımızı olumlu bilimlerin
aydınlığında yeni baştan kurmak, akılcılık ilkesinin özüdür.
"Bizim akıl, mantık ve zeka ile davranmamız, yönetimimizdir.
Bütün yaşantımızı dolduran olaylar bu gerçeğin kanıtıdır." diyen
Atatürk, sağlam bir düşünce düzenine ve kafa yapısı ile girişim
ve eylemlerine engel olacak tüm gerici, tutucu ve her çeşit
özgürlük düşmanı davranışları ezerek, devrimciliğini akılcılık
temeline oturtmuştur.
Bilimin yol göstericiliğini tüm girişimlerinde bir mesale gibi
çizdiği ve açtığı yolu aydınlatan "aklın" tek ve yanılmaz
denektaşı" olduğunu göstermiştir.
Atatürk ilkeleri arasında ön sıraya aldığımız "akılcılık"
ilkesinin pek önemli bir yanı da Türk toplumuna açılan gerçekçi
yolun, bir dogma ve öğreti kalıbına sokulmamasıdır. Çünkü
Atatürk, her zaman bunlara karşı olmuş, ancak olumlu bilimlerin
ışığında yürümekle giriştiği uygarlık yolunun ulusunu düzlüğe
çıkaracağına tüm yüreğiyle inanmıştı.
"Öğreti istemem, donar kalırız, biz yürüyüş halindeyiz" diyerek
büyük sağduyusu ve sevgisiyle dünya savaşlarının ideoloji ve
öğreti ayrılıkları yüzünden insanlığı nasıl bölüp
parçalayabileceğini görmüştü.
Atatürk ilkelerinin katı ve bağnaz bir kalıba sokulmayarak bu
akılcılık ölçüleri içinde bütünleşmesi, onun özgürlükçülük ve
devrimcilik ilkelerine hız veren bir güç kaynağı olmuştur.
GERÇEKÇİLİK
Atatürk İlkelerinden uygarlıkçılık, barışçılık ve devrimcilik
ilkelerinin akılcılık ilkesiyle çakışmasının doğal bir sonucu
olan gerçekçilik, tüm ilkelere canlılık kazandıran bir ilkedir.
Türk ulusunun tarihsel ve sosyal gerçeklerine dayanmaki, toplumun
içinde bulunduğu koşulları açık ve aydınlık biçimde belirleyerek
geleceğin yolunu çizmek Atatürk gerçekçiliğinin özüdür. Tutulan
yolda amaca yönelirken "olanı olduğu gibi bilme" ve bu çıkış
noktasının gerektirdiği akılcı yöntemler uygulama gerçekliğin
yeter ve gerek koşuludur.
Gerçeği bilmek devrimciyi yolundan çevirmez, üstelik türlü
çareler arayıp gücünü arttırmak olanağını sağlar. Gerçeğe boyun
eğmek ya da toplum yararına uymayan gerçeğin aldatıcı bir gerçek
olduğunu düşünmek arasında bocalamadan yürümek ve amaca yönelmek
Atatürk gerçekciliğinin şaşmaz niteliğidir. Bu nitelik, doğru ve
yerinde saptamalarla, değer ölçülerine göre sıraladığı amaçlara
ulaşmada, olanakları ölçerek, olayların gelişiminden
yararlanarak, gerçekleşme koşullarını hazırladıktan sonra adım
adım amaca doğru engelsiz ve kararlı yürümesinde kendini
göstermiştir.
Atatürk gerçekçiliği, kimi kez halka rağmen, çok kez halkla
birlikte ve fakat sonunda kesinkes halk için en iyi yolu bulmak
ve gerçekleştirmektir.
Yalan ve yanlışın er geç gerçeğin parlak aydınlığında yok olacağı
inanci, gerçekçiliğin temelidir. Doğru yolda ilerleyen
gerçekçilerin başarılarının sırrı bu noktadadır.
Barışçılık, uygarlıkçılık ve devrimcilik girişimlerinin başarıya
ulaşmasında gerçekçiliğin çizdiği sağlam ve güvenli yoldan
şaşmadan ilerlemek gerçek Atatürkçülerin değişmez idealidir.
UYGARLIKCILIK
Atatürk devrimlerinin temeli uygarlıkcılıktır. "Türkiye
Cumhuriyeti halkını bütünüyle çağdaş, bütün anlam ve biçimleriyle
uygar bir toplum haline getirmektir. Devrimlerimizin asıl temeli
budur" diyen Atatürk, Türk ulusunu ileriye dönük yaşam çizgisinde
"çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkarmak" ülküsünün yılmaz
savaşçısıdır. Bu bakımdan, yüz yıllık uygarlaşma çabalarına ilk
kez, Atatürk'ün giriştiği toplumsal atılımlarla devrimci bir yön
çizilmiştir.
Türk toplumunun geri bırakılmışlığının siyasal, sosyal ve
ekonomik nedenlerine ilk olarak doğru tanı (teşhis) koyan
Atatürk, yer yüzünde her ulusun varlığı, değeri, özgürlük ve
bağımsızlık hakkının elinde bulundurduğu ve yaratacağı uygarlık
ürünleri ile oranlı olduğunu vurgulamıştı.
Uygarlıkcılık ilkesine göre ülkeler değişiktir, fakat uygarlık
tektir. Osmanlı İmparatorluğunun çökmesi, batıya karşı elde
ettiği zaferlerden çok gururlanarak batı ulusları ile bağları
kestiği gün başlamıştır. Bu yanılgıya düşmemek için girişilecek
atılımlarda, bugünkü çağdaş uygar toplumların içinde bulundukları
dengesizliklerden çelişki ve çatışmalardan korumak için izlenecek
ilkelerin bir bütün olarak ele alınması gerekir. Bu bakımdan
uygarlıkçılık ilkesinin öteki Atatürk ilkeleriyle birlikte
gerçekleşmesi devrimin amacına ulaşmasını sağlayacaktır. Kısaca
batı uygarlığını körü körüne taklit değil, batıdan olumlu
bilimler, sanat, insan anlayışı, insanca yaşama yöntemlerini
almak, uygarlıkcının temel yöntemidir.
Uygarlıkcılık, Atatürk'ün ve Türk ulusunun "Türklüğün unutulmuş
uygar niteliğinin ve büyük uygar yeteneğinin, bundan sonraki
gelişmesiyle, geleceğin yüksek ufkundan yeni bir güneş gibi
doğacağı" özlem ve inancıdır.
BARIŞCILIK
Atatürk İlkelerinden akılcılık, gerçekcilik ve uygarlıkcılık
ilkeleriyle birlikte değerlendirilmesi ve yorumlanması gereken
barışcılık ilkesi, bugün tüm dünyada korunmasına ve yaşatılmasına
bütün ulusların çaba gösterdiği yüce bir insanlık ülküsüdür.
Tarih boyunca giriştiği türlü savaşlarda kahramanlıklar yaratan
Türk ulusunun, insanlık ailesinin onurlu bir üyesi olarak barışı
korumada gösterdiği duyarlık ve titizlik, Atatürk ilkeleri
arasında barışcılık kavramının akılcılığa ve gerçekciliğe dayalı
bir ilke olarak nasıl değer kazandığının bir kanıtıdır.
"Yurtta barış, dünyada barış" ilkesiyle özetlenebilecek olan
barışcılık, dünyanın geleceğini, dünya uluslarının anlaşarak
kardeşçe geçinmeleri, türlü nedenlerle ve etkenlerle birbirinden
ayrılmış ve birbirine düşman kesilmiş ulusların aralarında bir
yakınlaşma ve kardeşlik kurmalarının mümkün olacağı inancıdır.
Ancak her ne suretle olursa olsun, savaş düşüncesini ülkemizden
uzak tutarak barışcılık ilkesi uğrunda elimizden geleni yapmak
yeterli değildir. Yüce ulusumuzu ve kutsal ülkemizi, bir
saldırıya uğradığı takdirde bir karış toprağı için kanımızın son
damlasına kadar dökmeye hazır ve inançlı olmak da barışcılığın
ayrılmaz koşuludur.