EŞANLAMLILIK VE KULLANIŞ

 

Prof. Dr. Talat TEKİN

 

Türkoloji Eleştirileri, Simurg Yayınları, 1997

 

I

 

Dilimizin yabancı asıllı kelimelerden tamamıyla temizlenmesini istiyenler "eşanlamlı" Arapça, Farsça kelimelerin bırakılmasını, hiç kullanılmamasını istiyorlar. Sayın İskender Ohri de bu görüşte olanlardan. Haziran ayında yayımlanan bir yazısında ["Dil Konusu", Milliyet Sanat Dergisi, 1 Haziran 1983, s. 62] şöyle diyor: "Hiçbir dilde, bizdeki gibi, aynı kavram için hem Türkçesi, hem de Arapça ve Farsçası olmak üzere, birkaç kelime yoktur, kullanılmamaktadır. Halk gök, yürek, gebe, eşek derken bir azınlık sema, kalp, hamile, merkep diyor. Oysa en ileri diller olan Fransızca ile İngilizcede bir tek kelime var. Herkes gebe, eşek der. Başkası, kibarcası yoktur." Sayın Ohri ak ve kara varken beyaz, siyah diyenlere, yürek varken kalb kelimesini kullananlara da kızıyor ve şöyle söylüyor: "Bu bir dil zenginliği değildir. Dilimize çok zararı dokunmuş ve dokunmaktadır. Yabancı kelimeler Türkçe karşılıkların yerini almakta, bizimkiler kullanılmaz olmaktadır. Meselâ kara, ak kelimeleri gibi. Hep beyaz, siyah kullanılmaktadır. Halk yürek kelimesini kullanırken, ne hikmetse şairler, yazarlar ve doktorlar hep kalp kelimesini kullanıyorlar."

 

Arapça isteyen Urban'a gitsin

 

Sayın Ohri'nin sözleri ilk bakışta doğru ve inandırıcı gibi görünüyor. Öyle ya, herhangi bir nesne veya kavram için Türkçe asıllı bir kelime varsa ne diye Arapça veya Farsça asıllısını kullanmalı? Burası Türkiye, dilimiz de Türkçe değil mi? Şairin dediği gibi "Arapça isteyen Urban'a gitsin, Acemce isteyen İran'a gitsin!" Ne var ki biraz düşününce ve verdiği örneklerden bazılarına bakınca sayın Ohri'nin görüşüne katılmak pek mümkün olmuyor. Sema kelimesini bir yana bırakıyorum; çünkü gök ve gökyüzü varken bu kelimeyi kullanmak isteyecek birinin çıkacağını sanmıyorum. Bu kelime şarkı güftelerinde ve eski şiirin etkisiyle "şiir" karalayanların dilinde kalmışa benziyor. Ancak gebe-hamile, eşek-merkep ikililerinin farklı bir durumu var. Türkçe gebe ve eşek kelimeleri yerine bazı durumlarda hamile ve merkep kelimelerinin kullanılması veya yeğlenmesi dilbiliminde euphemism denilen "kaba ve hoş karşılanmayacak bir kelime veya deyimden kaçınma" isteğinden ileri gelir ve hemen her dilde örnekleri vardır. Ayrıca, Arapça asıllı hamile ve merkep kelimeleri Türkçede anlam değişmesine uğramışlardır. Arapçada hâmile kelimesi "taşıyıcı" anlamına gelir, merkeb de "eşek" değil, "gemi, vapur" anlamınadır!

 

Kalbsiz ve yüreksiz

 

Türkçe yürek ile Arapça kalb'e gelince, sözlüklere bakılırsa bu iki kelime "eşanlamlı"dır. Ama gerçek böyle midir? İki kelimenin eşanlamlı sayılabilmesi için bunların her yerde birbiri yerine kullanılabilmeleri gerekir. Yürek ile kalb her yerde ve her durumda birbirinin yerini alabilir mi? Alamaz. Kalbsiz başka, yüreksiz başkadır. Herkesin bir kalb'i vardır ama yürekli olanların sayısı fazla değildir. Hiç kimse sakatatçıya gidip "Bana bir kalb ver!" demez. Buna karşılık, kalp hastası denir, yürek hastası denmez. "Filancanın kalbi var" yerine "yüreği var" diyemeyiz. Kalb'le ilgili deyimler pek boldur: kalb ağrısı "aşk acısı", kalbini açmak "birine sırlarını söylemek", kalbini çalmak "aşık etmek", kalbine girmek "sevgisini kazanmak", kalbine doğmak, kalbinden kopmak, kalb kırmak, kalb sektesi, açık kalb ameliyatı, vb. vb. Öte yandan yürek'le ilgili deyimlerimiz de az değildir: yüreği yanmak, yüreği yağ bağlamak, yürekler acısı, yürekten, vb. gibi. Bu "kullanış"tır. Sözlük anlamlan birbirine eşit olan bu iki kelime birbirlerine ve dile hiçbir zarar vermeden, zarar vermek ne kelime, dili zenginleştirerek yaşamakta ve kullanılmaktadır.

 

Beyaz peynir - ak peynir

 

Ak ile beyaz, kara ile siyah da böyledir. Beyaz peynir'e hiç kimse ak peynir demez. Öte yandan, herhangi bir soruşturmadan veya hesap vermeden alnımızın beyaz'ı ile değil, ak'ı ile çıkarız. Türkçe ak'ın pek çok mecazi anlamı olduğu halde, Arapça asıllı beyaz dilimizde daha çok gerçek veya sözlük anlamı ile kullanılır: beyaz peynir, beyaz zambak, beyaz şarap, beyaz ırk, beyaz perde, beyaz zehir, vb. vb. Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Ak Saray'da değil Beyaz Saray'da oturur. Beyaz kelimesi ile yapılmış başka deyimler de var: beyaz etmek veya beyaza çekmek "temize çekmek", beyaz "bir yazının temiz kopyası", vb. gibi.

 

Beyaz şarap - siyah şarap

 

Türkçe kara ile Farsça asıllı siyah'ın da kullanışları farklıdır. Kimileri beyaz, kimileri de siyah şarab'ı tercih eder. Renkli film'in karşıtı siyah-beyaz'dır. Kimyada ayrışmalar sonucu oluşan çökelti veya tozlar siyah kelimesi ile ifade edilir: asetilen siyahı, manganez siyahı, platin siyahı vb. gibi. Yanmış fildişinden elde edilen ince parçacıklara da fildişi siyahı denir. Görüldüğü gibi, siyah kelimesi dilimizde daha çok gerçek veya sözlük anlamında kullanılır. Türkçe kara kelimesinin ise pek çok mecazi anlamı vardır: kara gün, kara cahil, kara çalmak, kara haber, kara kuvvet, kara liste, kara yazı vb. vb. gibi. Bu kullanış farkı küçümsenemez. Ayrıca şunu da işaret edelim ki beyaz ve siyah kelimeleri dilimizde uzun zamandan beri kullanılmaktadır ve daha önemlisi bunlardan birçok yeni söz de türetilmiştir: beyazımsı, beyazımtrak, bembeyaz, siyahımsı, siyahımtrak, simsiyah... Bu kelimeler Arabistan'da veya İran'da değil, Türkiye'de, Türk halkınca yapılmış olup her gün kullanılıp durmaktadır.

    Özetlemek gerekirse, yabancı asıllı karşılığı ile "eşanlamlı" sanılan birçok kelime gerçekte öyle değildir. Dilbilimcilerin dedikleri gibi, "Dilin canlı söz hazinesinde gerçekten eşanlamlı kelimeler yoktur". Eşanlamlı oldukları sanılan kelimeler arasında daima ince bir anlam farkı vardır; bu yoksa bile "kullanış" farkı bulunur. Kullanış farkı da en az ince anlam farkı kadar önemlidir. [Somut, 8 Ağustos 1983]

 

II

 

Somut dergisinde yayımlanan "Eşanlamlılık ve Kullanış" başlıklı bir yazımda "Dilin canlı söz hazinesinde gerçekten eşanlamlı kelimeler yoktur. Eşanlamlı oldukları sanılan kelimeler arasında çoğu kez ince bir anlam farkı bulunur; böyle bir fark olmasa bile kullanış farkı vardır" demiş ve gebe-hamile, eşek-merkep, yürek-kalp, ak-beyaz ve kara-siyah gibi eşanlamlı kelime çiftlerini örnek göstererek bunların ayrı ayrı kullanılışları olduğuna işaret etmiştim. Aynı derginin 4 Kasım tarihli sayısında sayın Rüştü Ergun benim bu görüşüme karşı çıkıyor ve verdiğim örnekleri ele alarak Türkçeleri varken hamile, merkep, kalp, beyaz ve siyah kelimelerine ihtiyacımız olmadığını ileri sürüyor.

 

Önce söz konusu yazımın tepki uyandırmasına sevindiğimi belirtmek isterim. Dil konusu yüz yılı aşkın bir süredir tartışılıyor; daha uzun bir süre, hatta sürekli olarak tartışılacağa benzer. Böyle olması da gereklidir; çünkü tartışılan her konuda olduğu gibi dil konusunda da gerçeğe veya gerçeklere, ortak görüşlere ancak türlü fikirlerin ortaya atılması ve tartışılması ile varılabilir.

 

Söz konusu yazımda "Türkçe gebe ve eşek kelimeleri yerine, bazı durumlarda hamile ve merkep kelimelerinin kullanılması veya yeğlenmesi dilbiliminde euphemism denilen "kaba veya hoş karşılanmayacak bir kelime ve deyimden kaçınma" isteğinden ileri gelir ve hemen her dilde örnekleri vardır; ayrıca, Arapça asıllı hamile ve merkep kelimeleri Türkçede anlam değişmesine uğramışlardır; Arapçada hamile "taşıyıcı" anlamına gelir, merkep de "eşek" değil, "gemi, vapur" anlamınadır" demiştim. Sayın Ergun bu görüşüme şöyle karşı çıkıyor: "Anadili egemenliği isteyenlerin gözünde genel olarak, sözcüğün kaba ve hoş karşılanmayacak bir kelime olarak değerlendirilmesi yapılamaz. Öz Türkçe olan gebe sözcüğüne karşı hamile sözcüğünün uydurulması, anadili bilincimizin uyanmadığı, Türkçe'nin hor görüldüğü dönemlere rastlar. Arapçadan gebe için hamile, yük için hamule, yük taşıyıcısı için hammal.. der olmuşuz. Bir yanda bunlar uydurulurken, öte yanda Anadolu içindeki Türklerin gebe için yüklü, gebelik için yüklülük vb. demekte olduklarını görememişiz. Şimdi de hamile ve merkeb'in anlam değişmesinden söz ederek savunmasını yapıyoruz. Bu görüşe katılanların azlığı ortadadır. Artık Türk insanı gebe sözcüğünü kaba görmemektedir."

 

Tekrar edeyim: Euphemism, yani toplumca ayıp, kaba sayılan veya açıkça söylenilmesi hoş karşılanmayan bir kelime veya deyim yerine daha yumuşak bir kelime veya deyimin kullanılması örneklerine her dilde rastlanan bir olgudur. Tabu diye bir şey vardır. Cinsiyet yani seks ile ilgili kelime ve deyimleri kullanmaktan genellikle her toplumda kaçınılır; bunlar yerine ya anadilden mecazlı kelime ve deyimler ya da yabancı asıllı kelimeler kullanılır. "Anadili egemenliğinden yanayız" diye, söz gelişi, erkeklik ve dişilik organlarının Türkçe adlarını topluluk içinde serbestçe söyleyebilir miyiz? Söyleyemeyiz tabii. Bunların yerine ya mecazlı olarak başka Türkçe kelimeler veya yabancı asıllı (Arapça, Latince) kelimeler kullanırız. İşte, hamile ve merkep kelimelerinin dilimize giriş sebebi de budur, euphemism'dir; yoksa, sayın Ergun'un iddia ettiği gibi "anadili bilincimizin uyanmamış olması" veya "Türkçenin hor görülmesi" değildir. Geçmişte, Osmanlı döneminde, İstanbul'lu aydın ve okumuşlar çevresinde, Türkçe gebe, gebelik, gebe olmak veya kalmak seksi hatırlattığı için eşek kelimesi da hakaret akamında kullanıldığı için bunları kullanmaktan kaçınılmış, bunlar yerine hamile ve merkep kullanılır olmuştur. Bugün eşek kelimesi, sayın Ergun'un belirttiği gibi, her yer ve durumda rahatça kullanılıyor. Ama gebe için aynı şeyi söyleyebilir miyiz? Hiç sanmıyorum. Sayın Ergun aynı görüşte olmayabilir ama yabancı bir erkeğin yeni tanıştığı evli bir genç kadına "Gebe misiniz?" veya "Kaç aylık gebesiniz?" diye sorması, bence hâlâ "biraz kaba" kaçar. Aynca, bugünlerde televizyonda reklamı yapılan prediktör'ü tanıtan genç hanımın "Hamile misiniz, değil misiniz?" diye sormakta olduğunu da hatırlatmak isterim.

 

Sayın Ergun Arapça merkep kelimesinin Türkçede anlam değişmesine uğramış olduğu yolundaki görüşüme de katılmıyor ve şöyle diyor: "Râkip binici, binen, binmiş anlamına geldiğine göre merkeb'in yalnız gemi, vapur anlamında olmaması gerekir". Tekrar edeyim: Rükub'dan yer ismi olan merkep, Arapça'da yalnızca "gemi, vapur, kayık" anlamınadır; asla "eşek" veya "binilen hayvan" anlamına gelmez. Arapçada "binek hayvanı" anlamına olan kelime merkeb değil, rekub'dur. Sayın Ergun, iddiasına kanıt olarak, Ferit Devellioğlu'nun sözlüğünü gösteriyor. Yanılmasının sebebi de budur zaten; çünkü sayın Devellioğlu'nun sözlüğü Arapça-Türkçe değil, Osmanlıca-Türkçe bir sözlüktür ve orada merkep kelimesinin Osmanlıcadaki anlamları verilmiştir.

 

Söz konusu yazımda yürek ve kalb kelimelerinin, eşanlamlı olmakla beraber, dilimizde ayrı kullanılışları olduğunu belirtmiş ve "Kalb hastası denir, yürek hastası denmez" demiştim. Sayın Ergun "Orta öğretim ders betiklerinde kalb yerine yürek sözcüğü benimsenmiştir. Yüreğin boşluklarından, atar, toplar damarlarından hızlı-yavaş, düzenli-düzensiz atışlarından söz edildiğine göre yürek hastalığı neden denmesin?" diye soruyor. Görüldüğü gibi, sayın Ergun konuya dilbilimi veya bilim açısından değil, özleştirme veya Öztürkçecilik açısından bakıyor. Ben bugünkü kullanıştan söz ediyorum, o Öztürkçecilik uğruna klişeleşmiş deyimlerdeki yabancı kökenli kelimeleri de kaldırmak istiyor. Bilimsel yaklaşım dile, kullanışa tarafsızca yaklaşımdır, öz ve yabancı asıllı kelime ayırımı yapmayan yaklaşımdır. Bugün Türkçe'de kalb hastası, kalb hastalığı denir. Gelecekte yürek hastası, yürek hastalığı denir mi, denmez mi? Bunu kimse bilemez. Sayın Ergun Öztürkçecilik kaygısı ile, daha da ileri gidiyor ve "Değil yürek hastalığı, yürek sayrılığı bile denilecektir" diyor. Belli ki sayın Ergun aşırı Öztürkçeci; dilimizdeki bütün yabancı asıllı kelimelerin bir gün bırakılacağına, Türkçenin katıksız, saf bir dil durumuna geleceğine inanıyor. Mümkün mü bu? Hiç sanmıyorum. Kalb kelimesi de, hasta kelimesi de, daha birçok yabancı asıllı kelimeler de Türkçede kalacaktır. Çünkü bunlar dile girmiş, dilin öz malı olmuştur. Hasta ve sayrı kelimelerini ele alalım. Hasta kelimesini bilmeyen yoktur; sayrı ise unutulmuştur. Farsça asıllı hasta'yı bütün millete unutturmak, onun yerine sayrı'yı öğretip belletmek imkansız değilse bile çok güç bir iştir. Diyelim ki bu iş başarıldı, Türk halkı hasta'yı bırakıp sayrı'yı kullanır oldu. Bunun bize ve Türkçeye hiçbir yararı olmaz. Çünkü kelimeler bir "tanım" değil, bir "işaret"tir sadece. Onları etimolojilerini, kökenlerini düşünerek veya hatırlayarak anlıyor değiliz. Söylenildikleri anda ne oldukları anlaşılır. Kaldı ki Eski Anadolu Türkçesinde kullanılmış olan sayru "hasta" kelimesinin etimolojisi, yani kökü ve eki de belli değildir. Türkçede "hasta" anlamında önce iğ "hastalık" kelimesinden türemiş iğliğ kullanılmış, daha sonra Anadolu Oğuzcasında bu kelime yerini kökü ve eki belli olmayan sayru kelimesine bırakmıştır. En sonra da Farsça haste "yaralı" kelimesi Türkçe sayru'yu unutturmuş diye hayıflanmanın, kaygılanmanın gereği yoktur. Çünkü, az önce de belirttiğim gibi, kelimeler birer "tanım" değil, "işaret"tir sadece. Haydi, hasta'yı da Türkçeleştirdik diyelim: pasta'yı ne yapacağız, posta'yı ne eyleyeceğiz?

 

Bu arada sayın Ergun'un "kitap" yerine kullandığı betik kelimesine de değinmek yerinde olacak. Ataç'ın kullandığı bu kelimenin aslı Eski Türkçe bitig'dir. Bu da Eski Türkçe bitimek "yazmak" fiilinden türemiştir. Bu kelimenin sonundaki "g" sesi Anadolu Oğuzcasında, kurala uygun olarak düşmüş ve kelime biti şeklini almıştır. Anlamı da değişmiş, "mektup" olmuştur. Bu durumda, kelimeyi bugün "e" ve "k" ile betik diye kullanmak yanlıştır.

 

Gelelim beyaz ve siyah kelimelerine. Sayın Ergun ak ve kara kelimelerinin beyaz ve siyah'ın kullanıldıkları her yerde bunların yerini alabileceği kanısında. Vaktiyle Beyaz Zambaklar Memleketinde diye Türkçeye çevrilmiş olan eserin daha sonra Ak Zambaklar Ülkesinde diye çevrildiğine işaret ettikten sonra "Birisi çıkıp da White House'ı Ak Saray ya da Ak Ev diye çevirse, olmaz diyebilir miyiz?" diye soruyor. Ben Beyaz Saray, beyaz peynir, beyaz perde vb. gibi deyimlerin klişeleşmiş olduğunu vurgulamak istemiştim. Sayın Ergun'a göre pekala Ak Saray, ak peynir, ak perde, ak zambak diyebilirmişiz. Böyle denildiğini düşünelim. Bundan kazancımız ne olacak? Farsça asıllı saray, peynir ve perde ile Arapça asıllı zambak kelimesini de Türkçeleştirebilecek miyiz?

 

Özetlemek gerekirse, dilimize girmiş, Türkçenin öz malı olmuş yabancı asıllı kelimelerin sayısı sanıldığından çok daha fazladır. Sayın Ergun gibi aşırı Öztürkçecilerin Türkçe sanarak kullandıkları birçok kelime de aslında öyle değildir. Söz gelişi, sayın Ergun, ulus diyor, yasa diyor, amaç diyor, denli diyor. Bunlar "öz Türkçe" mi? Hayır. Ulus ve yasa Moğolca, amaç ise Farsça asıllıdır. "Kadar" yerine kullandığı denli'nin de sadece eki Türkçe, kökü ise Çincedir. Bunlar günün birinde millet, kanun, maksat ve kadar kelimelerini unuttursalar bile Türkçenin bundan hiçbir kazancı olmayacaktır. [Somut, 16 Aralık 1983].