EŞANLAMLILIK VE KULLANIŞ
Prof. Dr. Talat TEKİN
Dilimizin yabancı asıllı kelimelerden
tamamıyla temizlenmesini istiyenler "eşanlamlı" Arapça, Farsça kelimelerin
bırakılmasını, hiç kullanılmamasını istiyorlar. Sayın İskender Ohri de bu
görüşte olanlardan. Haziran ayında yayımlanan bir yazısında ["Dil
Konusu", Milliyet Sanat Dergisi, 1 Haziran 1983, s. 62] şöyle diyor: "Hiçbir
dilde, bizdeki gibi, aynı kavram için hem Türkçesi, hem de Arapça ve Farsçası olmak
üzere, birkaç kelime yoktur, kullanılmamaktadır. Halk gök, yürek, gebe, eşek derken
bir azınlık sema, kalp, hamile, merkep diyor. Oysa en ileri diller olan Fransızca ile
İngilizcede bir tek kelime var. Herkes gebe, eşek der. Başkası, kibarcası
yoktur." Sayın Ohri ak ve kara varken beyaz, siyah diyenlere, yürek varken kalb
kelimesini kullananlara da kızıyor ve şöyle söylüyor: "Bu bir dil zenginliği
değildir. Dilimize çok zararı dokunmuş ve dokunmaktadır. Yabancı kelimeler Türkçe
karşılıkların yerini almakta, bizimkiler kullanılmaz olmaktadır. Meselâ kara, ak
kelimeleri gibi. Hep beyaz, siyah kullanılmaktadır. Halk yürek kelimesini kullanırken,
ne hikmetse şairler, yazarlar ve doktorlar hep kalp kelimesini kullanıyorlar."
Sayın Ohri'nin sözleri ilk bakışta
doğru ve inandırıcı gibi görünüyor. Öyle ya, herhangi bir nesne veya kavram için
Türkçe asıllı bir kelime varsa ne diye Arapça veya Farsça asıllısını
kullanmalı? Burası Türkiye, dilimiz de Türkçe değil mi? Şairin dediği gibi
"Arapça isteyen Urban'a gitsin, Acemce isteyen İran'a gitsin!" Ne var ki biraz
düşününce ve verdiği örneklerden bazılarına bakınca sayın Ohri'nin görüşüne
katılmak pek mümkün olmuyor. Sema kelimesini bir yana bırakıyorum; çünkü gök ve
gökyüzü varken bu kelimeyi kullanmak isteyecek birinin çıkacağını sanmıyorum. Bu
kelime şarkı güftelerinde ve eski şiirin etkisiyle "şiir" karalayanların
dilinde kalmışa benziyor. Ancak gebe-hamile, eşek-merkep ikililerinin farklı bir
durumu var. Türkçe gebe ve eşek kelimeleri yerine bazı durumlarda hamile ve merkep
kelimelerinin kullanılması veya yeğlenmesi dilbiliminde euphemism denilen "kaba ve
hoş karşılanmayacak bir kelime veya deyimden kaçınma" isteğinden ileri gelir ve
hemen her dilde örnekleri vardır. Ayrıca, Arapça asıllı hamile ve merkep kelimeleri
Türkçede anlam değişmesine uğramışlardır. Arapçada hâmile kelimesi
"taşıyıcı" anlamına gelir, merkeb de "eşek" değil, "gemi,
vapur" anlamınadır!
Türkçe yürek ile Arapça kalb'e
gelince, sözlüklere bakılırsa bu iki kelime "eşanlamlı"dır. Ama gerçek
böyle midir? İki kelimenin eşanlamlı sayılabilmesi için bunların her yerde birbiri
yerine kullanılabilmeleri gerekir. Yürek ile kalb her yerde ve her durumda birbirinin
yerini alabilir mi? Alamaz. Kalbsiz başka, yüreksiz başkadır. Herkesin bir kalb'i
vardır ama yürekli olanların sayısı fazla değildir. Hiç kimse sakatatçıya gidip
"Bana bir kalb ver!" demez. Buna karşılık, kalp hastası denir, yürek
hastası denmez. "Filancanın kalbi var" yerine "yüreği var"
diyemeyiz. Kalb'le ilgili deyimler pek boldur: kalb ağrısı "aşk acısı",
kalbini açmak "birine sırlarını söylemek", kalbini çalmak "aşık
etmek", kalbine girmek "sevgisini kazanmak", kalbine doğmak, kalbinden
kopmak, kalb kırmak, kalb sektesi, açık kalb ameliyatı, vb. vb. Öte yandan yürek'le
ilgili deyimlerimiz de az değildir: yüreği yanmak, yüreği yağ bağlamak, yürekler
acısı, yürekten, vb. gibi. Bu "kullanış"tır. Sözlük anlamlan birbirine
eşit olan bu iki kelime birbirlerine ve dile hiçbir zarar vermeden, zarar vermek ne
kelime, dili zenginleştirerek yaşamakta ve kullanılmaktadır.
Ak ile beyaz, kara ile siyah da böyledir.
Beyaz peynir'e hiç kimse ak peynir demez. Öte yandan, herhangi bir soruşturmadan veya
hesap vermeden alnımızın beyaz'ı ile değil, ak'ı ile çıkarız. Türkçe ak'ın pek
çok mecazi anlamı olduğu halde, Arapça asıllı beyaz dilimizde daha çok gerçek veya
sözlük anlamı ile kullanılır: beyaz peynir, beyaz zambak, beyaz şarap, beyaz ırk,
beyaz perde, beyaz zehir, vb. vb. Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Ak Saray'da
değil Beyaz Saray'da oturur. Beyaz kelimesi ile yapılmış başka deyimler de var: beyaz
etmek veya beyaza çekmek "temize çekmek", beyaz "bir yazının temiz
kopyası", vb. gibi.
Türkçe kara ile Farsça asıllı
siyah'ın da kullanışları farklıdır. Kimileri beyaz, kimileri de siyah şarab'ı
tercih eder. Renkli film'in karşıtı siyah-beyaz'dır. Kimyada ayrışmalar sonucu
oluşan çökelti veya tozlar siyah kelimesi ile ifade edilir: asetilen siyahı, manganez
siyahı, platin siyahı vb. gibi. Yanmış fildişinden elde edilen ince parçacıklara da
fildişi siyahı denir. Görüldüğü gibi, siyah kelimesi dilimizde daha çok gerçek
veya sözlük anlamında kullanılır. Türkçe kara kelimesinin ise pek çok mecazi
anlamı vardır: kara gün, kara cahil, kara çalmak, kara haber, kara kuvvet, kara liste,
kara yazı vb. vb. gibi. Bu kullanış farkı küçümsenemez. Ayrıca şunu da işaret
edelim ki beyaz ve siyah kelimeleri dilimizde uzun zamandan beri kullanılmaktadır ve
daha önemlisi bunlardan birçok yeni söz de türetilmiştir: beyazımsı, beyazımtrak,
bembeyaz, siyahımsı, siyahımtrak, simsiyah... Bu kelimeler Arabistan'da veya İran'da
değil, Türkiye'de, Türk halkınca yapılmış olup her gün kullanılıp durmaktadır.
Özetlemek gerekirse, yabancı asıllı karşılığı ile "eşanlamlı"
sanılan birçok kelime gerçekte öyle değildir. Dilbilimcilerin dedikleri gibi,
"Dilin canlı söz hazinesinde gerçekten eşanlamlı kelimeler yoktur".
Eşanlamlı oldukları sanılan kelimeler arasında daima ince bir anlam farkı vardır;
bu yoksa bile "kullanış" farkı bulunur. Kullanış farkı da en az ince anlam
farkı kadar önemlidir. [Somut, 8 Ağustos 1983]
Somut dergisinde yayımlanan
"Eşanlamlılık ve Kullanış" başlıklı bir yazımda "Dilin canlı söz
hazinesinde gerçekten eşanlamlı kelimeler yoktur. Eşanlamlı oldukları sanılan
kelimeler arasında çoğu kez ince bir anlam farkı bulunur; böyle bir fark olmasa bile
kullanış farkı vardır" demiş ve gebe-hamile, eşek-merkep, yürek-kalp, ak-beyaz
ve kara-siyah gibi eşanlamlı kelime çiftlerini örnek göstererek bunların ayrı ayrı
kullanılışları olduğuna işaret etmiştim. Aynı derginin 4 Kasım tarihli
sayısında sayın Rüştü Ergun benim bu görüşüme karşı çıkıyor ve verdiğim
örnekleri ele alarak Türkçeleri varken hamile, merkep, kalp, beyaz ve siyah
kelimelerine ihtiyacımız olmadığını ileri sürüyor.
Önce söz konusu yazımın tepki
uyandırmasına sevindiğimi belirtmek isterim. Dil konusu yüz yılı aşkın bir
süredir tartışılıyor; daha uzun bir süre, hatta sürekli olarak tartışılacağa
benzer. Böyle olması da gereklidir; çünkü tartışılan her konuda olduğu gibi dil
konusunda da gerçeğe veya gerçeklere, ortak görüşlere ancak türlü fikirlerin
ortaya atılması ve tartışılması ile varılabilir.
Söz konusu yazımda "Türkçe gebe
ve eşek kelimeleri yerine, bazı durumlarda hamile ve merkep kelimelerinin kullanılması
veya yeğlenmesi dilbiliminde euphemism denilen "kaba veya hoş karşılanmayacak bir
kelime ve deyimden kaçınma" isteğinden ileri gelir ve hemen her dilde örnekleri
vardır; ayrıca, Arapça asıllı hamile ve merkep kelimeleri Türkçede anlam
değişmesine uğramışlardır; Arapçada hamile "taşıyıcı" anlamına
gelir, merkep de "eşek" değil, "gemi, vapur" anlamınadır"
demiştim. Sayın Ergun bu görüşüme şöyle karşı çıkıyor: "Anadili
egemenliği isteyenlerin gözünde genel olarak, sözcüğün kaba ve hoş
karşılanmayacak bir kelime olarak değerlendirilmesi yapılamaz. Öz Türkçe olan gebe
sözcüğüne karşı hamile sözcüğünün uydurulması, anadili bilincimizin
uyanmadığı, Türkçe'nin hor görüldüğü dönemlere rastlar. Arapçadan gebe için
hamile, yük için hamule, yük taşıyıcısı için hammal.. der olmuşuz. Bir yanda
bunlar uydurulurken, öte yanda Anadolu içindeki Türklerin gebe için yüklü, gebelik
için yüklülük vb. demekte olduklarını görememişiz. Şimdi de hamile ve merkeb'in
anlam değişmesinden söz ederek savunmasını yapıyoruz. Bu görüşe katılanların
azlığı ortadadır. Artık Türk insanı gebe sözcüğünü kaba görmemektedir."
Tekrar edeyim: Euphemism, yani toplumca
ayıp, kaba sayılan veya açıkça söylenilmesi hoş karşılanmayan bir kelime veya
deyim yerine daha yumuşak bir kelime veya deyimin kullanılması örneklerine her dilde
rastlanan bir olgudur. Tabu diye bir şey vardır. Cinsiyet yani seks ile ilgili kelime ve
deyimleri kullanmaktan genellikle her toplumda kaçınılır; bunlar yerine ya anadilden
mecazlı kelime ve deyimler ya da yabancı asıllı kelimeler kullanılır. "Anadili
egemenliğinden yanayız" diye, söz gelişi, erkeklik ve dişilik organlarının
Türkçe adlarını topluluk içinde serbestçe söyleyebilir miyiz? Söyleyemeyiz tabii.
Bunların yerine ya mecazlı olarak başka Türkçe kelimeler veya yabancı asıllı
(Arapça, Latince) kelimeler kullanırız. İşte, hamile ve merkep kelimelerinin dilimize
giriş sebebi de budur, euphemism'dir; yoksa, sayın Ergun'un iddia ettiği gibi
"anadili bilincimizin uyanmamış olması" veya "Türkçenin hor
görülmesi" değildir. Geçmişte, Osmanlı döneminde, İstanbul'lu aydın ve
okumuşlar çevresinde, Türkçe gebe, gebelik, gebe olmak veya kalmak seksi
hatırlattığı için eşek kelimesi da hakaret akamında kullanıldığı için bunları
kullanmaktan kaçınılmış, bunlar yerine hamile ve merkep kullanılır olmuştur.
Bugün eşek kelimesi, sayın Ergun'un belirttiği gibi, her yer ve durumda rahatça
kullanılıyor. Ama gebe için aynı şeyi söyleyebilir miyiz? Hiç sanmıyorum. Sayın
Ergun aynı görüşte olmayabilir ama yabancı bir erkeğin yeni tanıştığı evli bir
genç kadına "Gebe misiniz?" veya "Kaç aylık gebesiniz?" diye
sorması, bence hâlâ "biraz kaba" kaçar. Aynca, bugünlerde televizyonda
reklamı yapılan prediktör'ü tanıtan genç hanımın "Hamile misiniz, değil
misiniz?" diye sormakta olduğunu da hatırlatmak isterim.
Sayın Ergun Arapça merkep kelimesinin
Türkçede anlam değişmesine uğramış olduğu yolundaki görüşüme de katılmıyor
ve şöyle diyor: "Râkip binici, binen, binmiş anlamına geldiğine göre merkeb'in
yalnız gemi, vapur anlamında olmaması gerekir". Tekrar edeyim: Rükub'dan yer ismi
olan merkep, Arapça'da yalnızca "gemi, vapur, kayık" anlamınadır; asla
"eşek" veya "binilen hayvan" anlamına gelmez. Arapçada "binek
hayvanı" anlamına olan kelime merkeb değil, rekub'dur. Sayın Ergun, iddiasına
kanıt olarak, Ferit Devellioğlu'nun sözlüğünü gösteriyor. Yanılmasının sebebi
de budur zaten; çünkü sayın Devellioğlu'nun sözlüğü Arapça-Türkçe değil,
Osmanlıca-Türkçe bir sözlüktür ve orada merkep kelimesinin Osmanlıcadaki anlamları
verilmiştir.
Söz konusu yazımda yürek ve kalb
kelimelerinin, eşanlamlı olmakla beraber, dilimizde ayrı kullanılışları olduğunu
belirtmiş ve "Kalb hastası denir, yürek hastası denmez" demiştim. Sayın
Ergun "Orta öğretim ders betiklerinde kalb yerine yürek sözcüğü
benimsenmiştir. Yüreğin boşluklarından, atar, toplar damarlarından hızlı-yavaş,
düzenli-düzensiz atışlarından söz edildiğine göre yürek hastalığı neden
denmesin?" diye soruyor. Görüldüğü gibi, sayın Ergun konuya dilbilimi veya
bilim açısından değil, özleştirme veya Öztürkçecilik açısından bakıyor. Ben
bugünkü kullanıştan söz ediyorum, o Öztürkçecilik uğruna klişeleşmiş
deyimlerdeki yabancı kökenli kelimeleri de kaldırmak istiyor. Bilimsel yaklaşım dile,
kullanışa tarafsızca yaklaşımdır, öz ve yabancı asıllı kelime ayırımı
yapmayan yaklaşımdır. Bugün Türkçe'de kalb hastası, kalb hastalığı denir.
Gelecekte yürek hastası, yürek hastalığı denir mi, denmez mi? Bunu kimse bilemez.
Sayın Ergun Öztürkçecilik kaygısı ile, daha da ileri gidiyor ve "Değil yürek
hastalığı, yürek sayrılığı bile denilecektir" diyor. Belli ki sayın Ergun
aşırı Öztürkçeci; dilimizdeki bütün yabancı asıllı kelimelerin bir gün
bırakılacağına, Türkçenin katıksız, saf bir dil durumuna geleceğine inanıyor.
Mümkün mü bu? Hiç sanmıyorum. Kalb kelimesi de, hasta kelimesi de, daha birçok
yabancı asıllı kelimeler de Türkçede kalacaktır. Çünkü bunlar dile girmiş, dilin
öz malı olmuştur. Hasta ve sayrı kelimelerini ele alalım. Hasta kelimesini bilmeyen
yoktur; sayrı ise unutulmuştur. Farsça asıllı hasta'yı bütün millete unutturmak,
onun yerine sayrı'yı öğretip belletmek imkansız değilse bile çok güç bir iştir.
Diyelim ki bu iş başarıldı, Türk halkı hasta'yı bırakıp sayrı'yı kullanır
oldu. Bunun bize ve Türkçeye hiçbir yararı olmaz. Çünkü kelimeler bir
"tanım" değil, bir "işaret"tir sadece. Onları etimolojilerini,
kökenlerini düşünerek veya hatırlayarak anlıyor değiliz. Söylenildikleri anda ne
oldukları anlaşılır. Kaldı ki Eski Anadolu Türkçesinde kullanılmış olan sayru
"hasta" kelimesinin etimolojisi, yani kökü ve eki de belli değildir.
Türkçede "hasta" anlamında önce iğ "hastalık" kelimesinden
türemiş iğliğ kullanılmış, daha sonra Anadolu Oğuzcasında bu kelime yerini kökü
ve eki belli olmayan sayru kelimesine bırakmıştır. En sonra da Farsça haste
"yaralı" kelimesi Türkçe sayru'yu unutturmuş diye hayıflanmanın,
kaygılanmanın gereği yoktur. Çünkü, az önce de belirttiğim gibi, kelimeler birer
"tanım" değil, "işaret"tir sadece. Haydi, hasta'yı da
Türkçeleştirdik diyelim: pasta'yı ne yapacağız, posta'yı ne eyleyeceğiz?
Bu arada sayın Ergun'un "kitap"
yerine kullandığı betik kelimesine de değinmek yerinde olacak. Ataç'ın kullandığı
bu kelimenin aslı Eski Türkçe bitig'dir. Bu da Eski Türkçe bitimek "yazmak"
fiilinden türemiştir. Bu kelimenin sonundaki "g" sesi Anadolu Oğuzcasında,
kurala uygun olarak düşmüş ve kelime biti şeklini almıştır. Anlamı da
değişmiş, "mektup" olmuştur. Bu durumda, kelimeyi bugün "e" ve
"k" ile betik diye kullanmak yanlıştır.
Gelelim beyaz ve siyah kelimelerine.
Sayın Ergun ak ve kara kelimelerinin beyaz ve siyah'ın kullanıldıkları her yerde
bunların yerini alabileceği kanısında. Vaktiyle Beyaz Zambaklar Memleketinde diye
Türkçeye çevrilmiş olan eserin daha sonra Ak Zambaklar Ülkesinde diye çevrildiğine
işaret ettikten sonra "Birisi çıkıp da White House'ı Ak Saray ya da Ak Ev diye
çevirse, olmaz diyebilir miyiz?" diye soruyor. Ben Beyaz Saray, beyaz peynir, beyaz
perde vb. gibi deyimlerin klişeleşmiş olduğunu vurgulamak istemiştim. Sayın Ergun'a
göre pekala Ak Saray, ak peynir, ak perde, ak zambak diyebilirmişiz. Böyle denildiğini
düşünelim. Bundan kazancımız ne olacak? Farsça asıllı saray, peynir ve perde ile
Arapça asıllı zambak kelimesini de Türkçeleştirebilecek miyiz?
Özetlemek gerekirse, dilimize girmiş, Türkçenin öz malı olmuş yabancı asıllı kelimelerin sayısı sanıldığından çok daha fazladır. Sayın Ergun gibi aşırı Öztürkçecilerin Türkçe sanarak kullandıkları birçok kelime de aslında öyle değildir. Söz gelişi, sayın Ergun, ulus diyor, yasa diyor, amaç diyor, denli diyor. Bunlar "öz Türkçe" mi? Hayır. Ulus ve yasa Moğolca, amaç ise Farsça asıllıdır. "Kadar" yerine kullandığı denli'nin de sadece eki Türkçe, kökü ise Çincedir. Bunlar günün birinde millet, kanun, maksat ve kadar kelimelerini unuttursalar bile Türkçenin bundan hiçbir kazancı olmayacaktır. [Somut, 16 Aralık 1983].