Prof. Dr. Vecihe HATİBOĞLU
Türkçedeki eklerin meydana gelmesinde,
başlıca üç yolun etkili olduğu anlaşılmaktadır. Bazı ekler başlangıçta ayrı
sözcükler oldukları halde, kullanılış ve anlam zorunluluğu ile zamanla ek durumuna
geçmektedirler.
Bu düşünce eklerin bir kısmı için
kolayca ispatlanabilir. "i-" ünlüsüyle başlayan bazı sözcük kökleri
kullanılış durumuna göre kolayca ekleşmektedir. "ile" sözcüğü,
günümüzde hem ayrı sözcük olarak, hem de ek olarak kullanılmaktadır, "eli ile
= eliyle, taş ile = taşla" örneklerinde olduğu gibi.
Ekeylemlerin bütün çekimleri de hem
ayrı sözcük olarak hem de ek olarak kullanılmaktadır: "gelmiş idi, gelmiş-ti;
gelir idi, gelir-di; ne ise, ne-y-se" gibi. "için" sözcüğü bile son
zamanlarda ekleşme yolunu tutmuştu. Eski İmlâ Kılavuzu'nda, "olduguyçin,
geldigiyçin" gibi örnekler verilerek "için" sözcüğünün ek gibi
yazılabileceği gösterilmişti [1]. "Şiş-man, koca-man, az-man, sök-men,
seğ-men, Köle-men, Türk-men" gibi sözcüklerdeki "-man /-men" ekinin
aslında ayrı bir sözcük olduğu, sonradan ek durumuna geçtiği söylenebilir.
Çünkü bu ek, getirildiği ad ya da eylem soylu her sözcüğe genellikle "adam,
insan" kavramı katmaktadır. "Değir-men" sözcüğü bile, başlangıçta
daha çok "değirmenci" kavramı vermiş olmalıdır.
Bunlardan başka Prof. Jean Deny'nin
dediği gibi, "-daş" eki de "-da" kalma durumu ekiyle "eş"
sözcüğünden kurulmuş olabilir; "arkadaş = ar-ka-da + eş, kardaş = kar-da +
eş, yoldaş = yol-da + eş" gibi [2].
İkinci bir yol olarak, bazı eklerin iki
ekin birleşmesiyle doğduğu söylenebilir. "kumsal" ve "yoksul"
sözcüklerindeki "-sal" ve "-sul" ekleri, "-sı" ve
"-al, -ıl" eklerinin birleşmesiyle oluşmuş görünmektedir.
"kumsal" sözcüğü, "kum-su", "kum gibi" anlamından,
"-al" ekiyle genişletilmiş ve kökanlamdan mensubiyet yüklenerek, köke
bağlı sıfat gibi kullanılmış, sonra da adlaşmıştır. "kumsal" gibi,
"yoksul" sözcüğü de, aynı yolla "yok-su", "yok gibi"
anlamından yararlanılarak, "-ıl" ekiyle genişletilmiştir. Anadolu
ağızlarında kullanınılan "varsıl = varsı-l" sözcüğü de aynı
kuruluştadır.
Bu yol, "-cıl / çıl" eki
için de düşünülür: "adamcıl = adam-cı-l [3] = adamdan ürken, adama saldıran
hayvan, ters yorumla adama düşkün, adama sokulan, yaklaşan hayvan" (bkz. Kamus-ı
Türkî, İstanbul 1317). "insancıl = insan-cı-l = insana alışık, insana
düşkün"; "balıkçıl = balık-çı-l = balıkla beslenen, balık tutan bir
tür kuş"; "alımcıl = al-ım-cı-l = satın almak isteyen, müşteri"
(bkz. Derleme Sözlüğü). Görülüyor ki, bu tür "-cıl / -çıl" ekinin
kurulmasında, anlam bakımından, "-cı" eki etkili olmuş ve bu ekin verdiği
kavram "-l" ekiyle genişletilmiştir. Hatta bu tür sözcükler "-l"
ekini almadan da kullanılabilir.
"-tan / -dan" çıkma durumu
ekinin de (ablativus), "-ta / -da" kalma durumu ekiyle (lokativus),
"-ın" araç durumu ekinin (instrumentalis) birleşmesiyle oluştuğu ileri
sürülebilir. Çünkü eski kaynaklarda "-ta" kalma durumu eki, aynı zamanda
çıkma durumu eki görevini de yapmaktaydı. Sonradan "-tın / -dın" çıkma
durumu eki (ablativus) belirmiştir. Ekin aslında "-ın" (instrumentalis) eki
gibi dar ünlüyle kurulmuş olması ve her iki ekin verdikleri kavramların birbirine
yakın bulunması böyle bir düşünceye yol açmaktadır. Ayrıca "-ın" araç
durumu eki Anadolu ağızlarında "artık-ın" gibi sözcükler meydana
getirmektedir.
Daha sonra da "-tın /-dın"
çıkma durumu eki, "t" sesinin dar ünlüleri açma ve genişletme etkisiyle,
"-dış / taş" sözcüklerinde olduğu gibi, "-tan / -dan" biçimine
dönüşmüştür.
Bazı eklerin durumu da inceleyicilerinin
dikkatini, üçüncü bir yola, belli diller arasında ortak bir kaynağa çekmektedir. Bu
tür eklerin başında "-al / -ıl" eki gelmektedir.
"-al" eki, başka ekler ve
sözcüklerle birlikte, aynı anlam, aynı görev ve biçimde Latincede geçmektedir.
Latince ile Türkçe arasında, zaman ve
bölge bakımından, böyle bir karşılaştırma olanaksız görülürse de, uzun
yüzyıllar bir sözcük kökü veya ek yaratılamaması, sözcük köklerinin ve bazı
eklerin tarihinin, insanın yaratılması kadar eski olduğu daima dikkate alınmalı,
tarihsel dönemlerde ses, biçim ve görev değişikliğine uğrayarak dilden dile
geçmiş, tanınmaz duruma gelmiş sözcük ve eklerin varlığı unutulmamalıdır.
Böyle görüşlerin ışığı altında,
Milâttan önce 40. yüzyıldaki Sümerce ile Macarca bile karşılaştırılmaktadır.
Tarihsel dönemlerde, dillerin birbirlerinden sözcük aldıkları da bilinmektedir. Bu
tür olay ve örneklerin, tarihin bilinmeyen, karanlık dönemlerinde de geçerli olduğu
görülen izlerle anlaşmaktadır.
Her dilde olduğu gibi, Türkçede de
tarihsel dönemlerde yabancı sözcükler ve ekler alınmıştır. Yabancı dillerin
Türkçeye ağır baskı yaptığı dönemlerde yabancı sözcükler kök ve ekleriyle,
hatta gramer kurallarıyla birlikte alındığı gibi, Türkçe sözcükler de yabancı
kurallara göre kurulan tamlamalarda kullanılmış [4] özellikle Türkçe köklere
yabancı ekler getirilmiştir.
Arapça "millî, medenî, insanî
sözcükleri gibi, Türkçe "altın", "gümüş" sözcüklerine
"-î" eki getirilerek "altun-î, gümüş-î" sözcükleri
yaratılmıştır. Arapça "teşkilât, varidat, faaliyet, zaten" gibi
sözcükler örnek tutularak Türkçe köklerden yabancı eklerle "geliş-at,
gidiş-at, var-iyet, ayrı-yeten" gibi sözcükler de kurulmuştur. Türkçe sözcük
köklerine Farsçanın ekleri de getirilmiştir: "emek-tar, sürme-dan-lık,
iğne-den-lik, su-dan-lık" gibi [5]. "otlakiye vergisi" biçimindeki
örnekler dilimizde hâlâ kullanılmaktadır.
Görülüyor ki sözcükler gibi ekler de
diller arasında alınıp verilmekte, anlam ve görevi her dilde az çok aynı
kalmaktadır. Bu bakımdan tarihsel dönemlerde olduğu gibi, tarihten önceki dönemlerde
de, eklerin sözcükler gibi dilden dile geçtiği bilimsel görüşlere aykırı
düşmediği gibi, bu durum, dillerin karanlık dönemlerini aydınlatmada öncü de
olmaktadır.
Bilim verilerine göre Türkçe ile
Latince arasında bir araştırma, karşılaştırma yapılacak olursa, kökende, yani
menşede, bu iki dilin bazı sözcük ve ekler bakımından aynı kaynaktan
yararlandıkları görülür. Şimdilik bilinmeyen bir çağda, Türkçe ile Latince aynı
kaynağa yakın dolaylarda kullanılmış, sonra da bu kaynaktan ve birbirinden
uzaklaşmışlardır. Bu tür yakınlıkları Türk gramercisi A.C. Emre daha önce [6]
Türkçe ile Hint-Avrupa sözcükleri arasında açıklamağa çalışmışsa da, burada
işlenen ekler üzerine durmamış ve yaptığı karşılaştırmaları da eski
Türkçeye, yani Orhun ve Uygur Türkçesine dayandırmamıştır.
Dillerin, yüzyıllar boyunca kolay kolay
kök veya ek yaratamadıkları bilindiğine göre, pek çok dilin kök ve ek bakımından
ortak bir kaynaktan ya da birbirlerinden yararlandıkları daima söz konusudur.
Türkçenin ekleriyle Hint-Avrupa
dillerinin ekleri arasında, özellikle Latincenin bazı kök ve ekleri bakımından, çok
yakın bir benzerlik bulunduğu kolay kolay inkâr edilemez [7].
Türkçedeki soru adılı "ne"
[8], Latincede de aynı görev ve aynı biçimde geçmektedir. Türkçede olduğu gibi
"ni" biçimi de vardır ve "negü" gibi türevlerine de rastlanır.
"ni-tek, ni-tek-im" gibi sözcüklerde olduğu biçimde, aynı "ne"
sözcüğü Latincede de "gibi" ya da "olumsuzluk" kavramı sağlamak
için kullanılır (bkz. A. Meillet ve A. Ernout, Dictionnaire Etymologique de la Langue
Latin, Paris 1932, s. 627).
"ne" sözcüğü Latincede
eylemlerin sonuna gelmekte ve ek gibi kullanılmaktadır : "venisti-ne = geldin
mi?", "vidisti-ne = gördün mü?", "vidit-ne = gördü mü?"
gibi.
"ne" sözcüğü Latincede de
Türkçede olduğu gibi soru kavramından başka "olumsuzluk" kavramı da verir:
"ne veniat = gelmesin" gibi.
Türkçede olduğu gibi Latincede de
"ne" sözcüğünün ikilenmesiyle de "olumsuzluk" kavramı
sağlanır: "neque venit neque me vidit = ne geldi ne beni gördü = gelmedi, beni
görmedi" gibi.
Bu tür yakınlıklar "tesadüf"
diye yorumlanamaz, çünkü bu yakınlıklar bir tek sözcük veya ekte görülmemekte,
bir dizide, bir sıralanışta olayların gelişmesinde görülmektedir.
Türkçenin en eski kaynaklarında geçen
kişi ve soru adıllarıyla Latincenin kişi ve soru adılları, karşılaştırılacak
olursa şu yakınlıklar ortaya çıkar:
Kişi Adılları
Birinci Kişi Tekil
İkinci Kişi Tekil
Üçüncü Kişi Tekil
Birinci Kişi Çoğul
İkinci Kişi Çoğul
Üçüncü Kişi Çoğul
Türkçe
men (ben)
sen [9]
ol
miz (biz)
siz
ol-lar
Latince
me
te
ille, illa, illud
nos
vos
ille, illa, vb.
Görülüyor ki her iki dilin birinci
kişi tekil adılı "m" dudak ünsüzüyle, ikinci kişi tekil adılı ise
"s-" ya da "t-" gibi bir diş ünsüzüyle, üçüncü kişi tekil
adılı da ünlü ile başlamakta ve "l" ünsüzü ile kurulmaktadır.
Kişi adıllarının çoğul biçimleri,
daha sonraki dönemlerde gelişmiş görünmektedir. Ayrıca her iki dilin adıllarıyla
çoğul ya da ikizleme (dualis) bildiren "-s, -z" sesleri bulunmaktadır.
Kişi adıllarından başka,
"ne" adılı gibi, öteki soru adıllarının da biçim, anlam ve kullanış
bakımından her iki dilde yakınlık göstermesi ayrıca dikkate değer.
Orhun ve Uygur lehçelerinde kullanılan
soru adılları bir "ka = qua" köküne dayanır. Uygur kaynaklarında ise şu
soru adıllarına rastlıyoruz : "kaç = ne kadar, kaç ; kaç kata = çok kez, çok
defa, ekseriyetle ; kaçan = ne vakit, ne zaman ; kaçang = kaç defa, o kadar, kaç kez ;
kayu = hangi, hangisi" gibi.
Kaşgarlı'nın Divan'ında ise
"kanu, kanda" örneklerinden başka "kayu = hangi [10]", "kayda =
nerede", "kança = nereye", "kaçan = ne zaman", "kaç =
soru soran bir edat" ; "kim = soru edatıdır. Oğuzlar boy kim derler ki, hangi
kabile demektir" gibi örneklerin bulunuşu ayrıca dikkate değer (bkz. Kaşgarlı
Mahmut, Divanü Lûgat-it-Türk, Besim Atalay tercümesi, cilt I, s. 338, sat : 24).
Latincede "ka-" köküne değil
de "ku = qu" köküne dayanan soru adılları vardır ve Türkçedekine benzer
türevlerinin başlıcaları da şunlardır :
Latince
quis?
quid?
qualis?
quando?
quot?
Türkçe
kim? kişi
kangı (ne?)
(nasıl?)
kaçan? (ne zaman?), kanda (nerede?)
kaç? (ne kadar?)
Görülüyor ki, her iki dildeki kişi ve
soru adılları arasında ses, biçim, kullanılış ve anlam bakımlarından önemle
dikkate alınacak çok yakın benzerlikler, kök birlikleri bulunmaktadır.
Her iki dil arasındaki bu tür kök
birliği, tarihin belli bir döneminde ortak kaynaktan yararlanışı açıkça
göstermektedir.
Kişi ve soru adıllarından başka
Türkçe ve Latince bazı sözcükler arasında da yakınlıklar vardır. Her iki dilde
ortak biçimde ve ortak anlamda kullanılan sözcüklerden bazıları şunlardır :
Türkçe : ata, Latince : atta ; Türkçe : ir/er = Latince : vir [11] ; Latince : amare =
sevmek. Türkçe : amrak = sevgili, âşık ; Latince : domus = ev, çatı ; Türkçe :
dam ; Türkçe : kedi, Latince : cattus ; Türkçe : tepe, Hint-Avrupa dillerinde : top ;
Türkçe : bal, Latince : mel vb.
Her iki dildeki adıllar ve sözcükler
arasındaki yakınlıklardan başka daha önemli ölçüde ekler arasında da ses, biçim
ve görev bakımlarından tam bir ortaklık olduğu görülmektedir. Bu tür eklerin
başında "-al" eki gelmektedir.
Eklerin bir dilden bir dile sözcükler
kadar kolay geçmediği bilinir. Bununla birlikte sözcük kökleri gibi ek yaratmanın da
güçlüğü dikkate alınacak olursa, bir dilden bir dile ekin de bazı anlam
zorunluklarıyle, gereksinmelerle geçtiği görülmektedir.
"-al" eki Türk lehçelerinde,
Latin dillerinde olduğu gibi aynı biçim, anlam ve aynı görevde kullanılmıştır.
"-al" eki, en eski kaynaklardan
biri olan Uygurcada "sakal" sözcüğünde görülmektedir. Kaşgarlı'nın
Divan'ında da aynı sözcük aynı anlamda geçmektedir. Sözcüğün kökü
"sak" biçiminde olmalıdır.
Orhun Yazıtları'nda da
"sak-ın-mak", "düşünmek" anlamında kullanılmıştır. Aynı
sözcük Uygurcada da aynı anlamdadır: "düşünmek, plan kurmak, düşünüp
taşınmak, endişelenmek" vb.
Aynı kökten kurulmuş olan
"sak-ış = düşünce, endişe, kaygı, hesap", "sak-ın-gu" =
düşünce, tefekkür, düşünme", "sak-ın-ç" = fikir, düşünce,
niyet, tasavvur, istiğrak", "sak-ınç-lı" = düşünceli, fikir sahibi,
endişeli", "sak-ınç-sız = düşüncesiz, endişesiz, tasasız" gibi
sözcüklerde Uygurcada geçmektedir.
Ayrıca "sak-ı-mak" sözcüğü
de "ciddî olmak, bir şeye itina göstermek" anlamlarında Uygurcada
kullanılmıştır.
Buna göre Orhun Yazıtları'nda ve
Uygurcada çeşitli sözcüklerin yapısında kök olarak kullanıldığı görülen ve
"düşünce, akıl, fikir" kavramları veren bir "sak" kökünün
varlığı belirmektedir. Daha sonraki metinlerde "sakla-mak" biçiminde geçen
bu kök, aynı kavramın doğrultusunda kullanılmaktadır. "Saklamak" kavramı,
"korumak, düşünerek tedbir almak" anlamlarını kapsar. Nitekim Uygurcada
"sak-uş-mak", "birisini himayeye almak, korumak, birini koltuğu altına
almak, muhafaza etmek" anlamlarında, tıpkı "saklamak" gibi
kullanılmış, ayrıca işteş çatıyle kurulmuştur.
"Sak-ın-mak" sözcüğü de
"düşünüp çekinmek" demektir.
Buna göre "sak" kökünün,
soyut ad olarak "akıl, düşünce, hafıza" anlamlarını vermekte olduğu,
somut ad olarak "kafa, baş" anlamında kullanıldığı anlaşılmaktadır.
Bu bakımdan "sak-al"
sözcüğü, "kafaya mensup, başa ait" kavramlarından doğmakta, "sak-ak
= çene" sözcüğü ile bağlanmaktadır.
Kaşgarlı'nın Divan'ında
"çene" anlamında kullanılan "sakak" sözcüğünün varlığı,
"sakal" sözcüğünün, "baş, kafa, çene" ile ilgisini açıkça
belirtmektedir.
Kaşgarlı'nın Divan'ında başlı
başın a "sak" sözcüğü, "işte uyanık ve zeyrek olan" anlamında
geçer. Divan'da "sak er = uyanık, zeyrek kişi", "sak-lık =
uyanıklık" demektir. "Sak" kökü yine "akıl, düşünce"
kavramlarından kayarak "dikkat" anlamında da eski çağlarda askerlikte
kullanılmıştır; "sak sak" biçimindeki bu ikileme, "nöbetçinin,
bekçinin kaleyi ve atı koruyabilmek için uyanık olmasını emreden söz" olarak
geçmektedir.
Osmanlıcada ve Anadolu ağızlarında,
"sak", "müteyakkız, uyanık, çabuk duyan, tetik olan, ihtiyatlı, uslu,
sakin" anlamlarında kullanılır ; "sak dur!" veya "sak samit
dur!", "uslu, akıllı dur" demektir. Yine Osmanlıcada "çenenin
altından sarkan et, gerdan, gabgab" anlamında kullanılan "sakak"
sözcüğü de aynı sözcüktür. Atların boyunlarında, çene altında olan bir
hastalığın Türkçe adı da aynı kökten gelen "sakağı"dır.
Bu açıklamalara göre, sakal sözcüğü
Türkçedir ve sözcükteki "-al" eki Uygurcadan beri hatta daha önceleri
Türkçede kullanılmıştır.
Aynı ek "topal" sözcüğünde
de görülmektedir.
Orhun Yazıtları'nda "top-mak =
bağlamak", "top-la-mak = derlemek, toplamak" sözcükleri bulunmakla
birlikte "top" kökü ad olarak geçmemektedir.
Ancak Uygurcada "top",
"bütün, hep, topyekûn", "top-lu = bir arada, toplu" sözcüklerinde
"top" kökünü görmekteyiz.
Kaşgarlı'nın Divan'ında "top,
top-ık" sözcükleri "çevgenle vurulan top, topaç" anlamında
geçmektedir.
Bu duruma göre "top"
sözcüğü bugünkü anlamda daha XI. yüzyılda kullanılmaktaydı.
Osmanlıcada da "top" kökü,
"bütün, büsbütün" anlamlarını vermektedir.
Ayrıca "top-aç", top-ak"
sözcükleri Osmanlıcada "yuvarlak, toparlak, top gibi" anlamlarında
kullanılmıştır. Bugünkü "top-uk, top-ak, top-aç, top-an, top-ar-lak, top-lu,
top-uz, top-tan" sözcükleri de aynı kökten gelmektedir. "Aksak"
anlamını veren "top-al" sözcüğü görülüyor ki "top" köküyle
ilgilidir. Aynı kavramı veren "ak-sa-k / ağ-sa-k" sözcükleri de
"aksayan, bir tarafa kayan, yuvarlanan" kavramlarını belirtmektedir.
Genellikle eski kaynaklarda geçmeyen
fakat çok yaygın olarak kullanılan "top-al" sözcüğü, "aksayan,
kayan, yuvarlanarak yürüyen" kavramlarını vermektedir ki "top"
köküyle "-al" ekinden kurulmuş olduğu belirmektedir. Nitekim
"güzel" sözcüğü de, "göz-el" biçiminde kurulduğu halde ve çok
yaygın olmakla birlikte eski kaynaklarda geçmemektedir
"Çatal" sözcüğü de
"çat" adıyle "-al" ekinden kurulmuştur. "Çat" adı daha
çok ikili bir kök olarak "çat-mak" eylemiyle tanınmıştır. Halbuki
"çatmak" eyleminin kökü olan "çat" sözcüğünü ad olarak da
kolaylıkla bulabiliriz.
Orhun Yazıtları'nda "kuyu"
anlamında "çat" biçiminde bir sözcüğe rastlıyoruz. Aynı sözcük
Kaşgarlı'nın Divan'ında da geçmektedir. Eski kuyuların yapılışı, biçimleri ve
bu kuyulardan su çekmek için kullanılan çatal odunlar dikkate alınırsa
"çatmak" eylemindeki "çat" kökünün "kuyu" anlamıyle
birliği düşünülebilir. Böyle bir ad kökü ile anlam birliği sağlanmasa da,
"çat" biçiminde hem eylem kökü olan hem de ad olarak kullanılan bir
sözcük Türkçede kullanılmaktadır. "Çat" adı, "iki veya daha çok
yolun, derenin ya da dağın birleştiği yer anlamında Anadolu'da yaygındır :
"yolun çatı = yol-un çat-ı = yolun birleştiği yer" vb. (bkz. Ömer Asım
Aksoy, Gaziantep Ağzı, cilt III ; ve bkz. Söz Derleme Dergisi).
Böylece "çat-al"
sözcüğünün "çat" adına getirilen "-al" ekiyle kurulduğu
anlaşılmaktadır. Aynı kök, eylem kökü olarak da "çatık, çatak" gibi
sözcükleri meydana getirmiştir.
"Çatal" sözcüğündeki
"-al" ekinin yalnız alet adı kurmak için kullanıldığı asla ileri
sürülemez. Çünkü "çatal perde" gibi tamlamalarda "çatal"
sıfattır. "Çatal kazık yere batmaz" atasözünde de "çatal"
sıfat gibi kullanılmıştır. Yemekte ya da tarlada kullanılan "çatal" adı
sonradan meydana çıkan bir kullanılıştır. Görülüyor ki "sakal, topal,
çatal" sözcüklerindeki "-al" eki, ad köklerine getirilen ve sıfat ya
da ad soylu sözcük kuran bir ektir.
Bu eki bir de Anadolu ağızlarında
kullanılan "ıg-al > ığ-al" sözcüğünde görüyoruz. Bu sözcük
"toprağın yaşlığı" anlamını verir. Sözcüğün "ıg = su"
köküyle kurulduğu anlaşılmaktadır ("ıg = su" sözcüğü için bkz.
Vecihe Hatipoğlu, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı 1972, s.267-273).
Aynı "-al" ekini Latincede de
aynı görevde bulmaktayız. Latincede "anim = can, ruh" köküne,
"-al" eki getirilerek "anim-al = canlı, ruhlu" sözcüğü
yaratılmış, sonra da sözcük "hayvan" anlamına bağlanmıştır.
Görülüyor ki Latincede de "-al" eki, ad soylu sözcüklere getirilmekte ve
kök-anlama bağlı sıfat biçiminden ad meydana gelmektedir. Türkçede olduğu gibi
Latincede de bu ek çok az kullanılmıştır. "-al" eki Latincede ancak bir iki
sözcükte geçmektedir. Halbuki Latinceyle iligili Batı dillerinde, özellikle
Fransızcada, "-al" eki sonradan çok işlek duruma geçmiştir.
Türkçede de "-al" eki
başlangıçta iki üç sözcükte kullanılmıştır. Bu ekin ünlü uyumlarına göre
değişen "-el" biçimi Türkçede daha yaygındır.
Yalnız bu tür örneklerin elimizdeki
eski kaynaklarda bulunmayışı dikkati çeker. Doğu Türkçesinde, "kör-mek =
görmek" eyleminden kurulan "körklüğ = güzel" sözcüğü, Batı
Türkçesinde "göz" kökünden "-el" ekiyle kurularak "göz-el
> güzel" biçiminde kullanılmaktadır. Bu sözcükte de ad köküne gelen
"-el" eki sıfat meydana getirmektedir. Anadolu ağızlarında kullanılan
"gök-el > göğ-el = yeşil, mavi ; göğel ördek", "çiğ-el = çiğ,
ham ; çiğel armut", "tük-el = tam, bütün", "çep-el = çöplü ;
çepelli arpa" sözcükleri de "-el" ekiyle kurulmuştur.[12]
Aynı "-al / -el" eki "-ıl
/ -il" biçiminde de kullanılmaktadır. Çünkü "-ıl / -il, -ül" ekleri
de, "-al / -el" ekleri gibi ad soylu sözcüklere getirilmektedir ve ad soylu
sözcükler sıfatlar kurmaktadır. Orhun Yazıtları'ndaki "yaşıl"
sözcüğü "yaş" köküyle "-ıl" ekinden kurulmuştur. Aynı
sözcük "yaşıl, yeşil" biçimiyle hemen hemen her kaynakta bulunmaktadır.
Yine Orhun Yazıtları'nda ve
Kaşgarlı'nın Divan'ında kullanılan "köng-ül = gönül" sözcüğü de
"köng", "gön, göğüs, deri" anlamında kullanılan köke
"-ül" ekinin getirilmesiyle kurulmuştur.
Kaşgarlı'nın Divan'ında görülen
"baş-ıl = başında beyazı bulunan" sözcüğü de "baş" köküyle
"-ıl" ekinden meydana gelmiştir. Orhun Yazıtları'ndan beri kullanılan
"kız-ıl = kırmızı" sözcüğü de "-ıl" ekiyle kurulmuş ad
soylu sözcüklerden biridir.
Kütahyalı gramerci Abdurrahman Efendi de
"endişeli, tetik" anlamlarında kullanılan "kuşku-l" sözcüğü
ile, "onun uykusu kuşkuldur" gibi tümceleri örnek vermiştir.
Görülüyor ki geniş ünlüyle ad
köklerine bağlanan "-a" eki bazen de dar ünlüyle "ıl" biçiminde
ad köklerine bağlanabilmekte ve sıfat yahut ad soylu sözcük kurmaktadır. Anadolu
ağızlarında "ard-ıl = muahhar, müeccel, redif" (bkz. Tarama Dergisi)
anlamlarında geçen bir sözcük de "-ıl" ekiyle kurulmuştur.
"An-ıl" ise "hafıza, maksat, gaye, usul" anlamında geçer.
"Anılı bilinmeyen iş yapılmaz" atasözü Tokat ve Manisa dolaylarında
yaygın olarak kullanılmaktadır (bkz. DS).
Yansıma olarak kurulan bazı ikilemelerde
de "-ıl" ekine rastlamaktayız : "par-ıl par-ıl, pır-ıl pır-ıl,
çağ-ıl çağ-ıl, gür-ül gür-ül" gibi. "Par-la-mak, çağ-la-mak,
gür-le-mek" gibi eylemler dikkate alınırsa, bu tür yansıma kökleri, ad kökü
gibi işlem gördüğünden "-ıl" ekini alabilmiştir.[13]
Latincedeki ad yapan "-um, bell-um =
savaş" eki gibi Türkçede de eylem kök veya gövdelerine gelerek somut adlar yapan
bir "-um" eki vardır : "doğ-um, sok-um, oy-um" gibi. Türkçede bu
ek, ünlü kurallarının etkisiyle türlü biçimlere girer : "al-ım, sat-ım,
kal-ım, öl-üm, sür-üm, ver-im, dür-üm, giy-im, dil-im" gibi.
"-ım" eki, Latincede olduğu
gibi Türkçede de eylem soylu köklerden soyut adlar meydana getirmektedir. Orhun
Yazıtları'nda "-ım" ekiyle kurulmuş "öl-üm, bat-ım" gibi
birkaç örnek kullanılmıştır. Uygurcada örneklerin çoğaldığını görüyoruz :
"kör-üm = rüya, düş, görünüş ; "iç-im = sıvı halindeki yemek ;
yar-ım = yarım ; al-ım = borç, borç alınan her şey ; tur-um = durum" gibi.
"-ış" ekiyle kurulan
sözcükler de Orhun Yazıtları'nda "ağış = yükseliş, yokuş" gibi bir iki
sözcükte geçmekte, Uygurcada "alış = alış veriş, ticaret", "biliş
= bilme, biliş", "iliş = yapışma, takma, ilişme" gibi sözcüklerle bu
tür örnekler çoğalmaktadır.[14]
Bütün bu araştırma ve incelemelerin
ışığında görülüyor ki Türkçedeki "-la / -le" gibi bazı ekler,
"ile" gibi sözcüklerden çıkmakta, "-sal / -sel" gibi bazıları
birleşik görünümü vermekte, "-al / -el" ad eki gibi bazıları ise
Türkçede ve Batı kaynaklı sözcüklerde aynı biçimde, aynı anlam ve aynı görevde
kullanılmış bulunmaktadır.
Türkçedeki eklerin önemli bir
özelliği de "-ım", "-ış" ad ekleri gibi eski kaynaklarda az
kullanılan bazı eklerin, sonraki Türk dillerinin çoğunda işlek duruma geçmiş
olmalarıdır.
[1] bkz. İmlâ Kılavuzu, Ankara 1962, s.
XVI, sat. 16.
[2] "kardaş > kardeş"
sözcüğünün genellikle "karındaş" sözcüğünden çıktığı sanılır.
Et-tühfet-üz Zekiye'de üstelik böyle bir açıklama da vardır (bkz. aynı eser, s.
185).
"karın" sözcüğü
"alın, burun" sözcükleri gibi türemiş bir sözcüktür. Ancak
"kar" sözcüğü, öteki "kar, yağan kar" sözcüğü dolayısıyle,
"karın" anlamında kolaylıkla kullanılamadığı için,
"karındaş" sözcüğü kurulmuşsa da yaygın olanı "kardaş"tır.
"kar" kökü anlam ve biçim bakımından "kur" köküne çok
yakındır ve belki de "kur" kökünden çıkmıştır. Çünkü "k"
ve benzeri ünsüzler, yanlarındaki dar ünlüleri genişletirler.
"kursak < kur-ug-sak",
"kuşak < kur-şak" sözcükleri de "kur" köküyle ilgili
görülmektedir. Özellikle Kitab-al idrak li-Lisanâl Etrak'te "Bu kurdaşdur = bu
yaşıttır, akrandır" örneğinin bulunuşu, "kur" köküne
"-daş" ekinin gelmesi ve sözcüğün anlamı özellikle dikkate değer (bkz.
aynı eser, s. 82). Buna göre "kar" sözcüğü "kur" sözcüğü ile
ilgilidir.
[3] "gökçül" sözcüğündeki
"çül" eki daha çok "si" ekinin yerini tutmaktadır. "gökçül
= gök-sü, beyaz benekli mavi, maviye çalar, mavimsi, mavi gibi" (bkz. Şemsettin
Sami, Kamus-ı Türkî, İstanbul 1317). "kırçıl" sözcüğü ise
"gökçül"de olduğu gibi "kır-sı", "kır-ımsı",
"kır renkli gibi" kavramlar vermektedir. "kır-çıl"
sözcüğündeki "-çıl" ekinin, ünsüz uyumuna göre "-cıl"
olmaması dikkate değer. Belki de bu olay, ekin "-sı-l"dan geldiğine
işarettir.
[4] Tapu kayıtlarında "tarla-yı
cedid, tarla-yı atik" gibi tamlamalar görülür.
[5] "iğne-den-lik" sözünde
ek, ünlü uyumuna bağlanmıştır. "su-dan-lık", berberlerde saç ıslatmak
için kullanılan su şişeleri.
[6] bkz. Ahmet Cevat Emre,
"Türkçenin Hint-Avrupa Dilleriyle Mukayesesi", Türk Dili (Belleten) sayı 11,
İstanbul 1935.
[7] Aynı düşünceyi ünlü tarihçiler
de ileri sürmektedir: "İlk Türklerle ilk İndo-Germenlerin sosyolojileri o kadar
çok uygunluklar arzeder ki, her ikisinin genetik bağlılıklarından herhalde şüphe
edilemez." (bkz. W. Koppers, "Tarihî Etnoloji, İndo-Germanistik İlmi ve
Türkoloji", Belleten, cilt 4, s. 472, Türk Tarih Kurumu, Ankara 1941)
[8] Orhun Yazıtları'nda ve Uygurcada
"ne" ve türevlerine bol bol rastlanır: "ne = nasıl, hangi, ne",
"neçük = nasıl", "negülde = nasıl, ne biçim", "neke = neye,
neden", "nelük = neden", "nençe = kaç, ne kadar", "ne teg
= nasıl, ne gibi" (bkz. Hüseyin Namık Orkun, Eski Türk Yazıtları, İstanbul
1941).
[9] "men, sen" gibi adıllarda
sondaki "-n" ünsüzünün sonradan ortaya çıktığı, "men, ben,
sen" sözcükleriyle ilgili olması gereken "miz, biz, siz" sözcüklerinde
de bulunmamasından anlaşılmaktadır.
[10] Kırgızcada "kaysı =
hangi", "kaysıl = ne zaman, ne vakit", "kanday = hangi, nasıl"
(bkz. Kırgız Sözlüğü, K. K. Yudahin, çeviren Abdullah Taymas, cilt II, s. 425).
[11] Her iki dilde de "fazilet"
kavramı veren sözcükler aynı "erkek" kavramından üretilmiştir. Latince:
"virtus = fazilet", Türkçe: "erdem = fazilet" gibi.
[12] Anadolu ağızlarında "-al /
-el" ekinin görevine benzer durumlaarda "-gel, -gil, -gul" eklerinin de
kullanıldığı görülmektedir: "geç-gel veya geç-gil = sözü geçen, sözü
etkili", "gör-gel = gören", "gör-gül = sayın",
"seç-gel = göze çarpan, seçilen" (bkz. Ömer Asım Aksoy, Gaziantep Ağzı,
cilt III). "-gel, -gül" eklerinin "gör-mek" gibi bir eylem köküne
geldiği dikkat çekmektedir.
[13] "çak-ıl" sözcüğünün
de bu tür bir yansıma sözü olduğu düşünülebilir.
[14] "-ış" eki de Latincenin "-us" ekine benzer. Özellikle bir Hint-Avrupa dili olan Farsçada aynı eki, aynı ses, aynı biçimde, aynı görevde bulmaktayız: "reviş" gibi. Bu tür eklerin arasına "-ik" ve "-çe" ekleri de girebilir.