DÜNYA'DA VE TÜRKİYE'DE IRK VE ETNİKLİK KAVRAMLARI |
Prof. Dr. M. Cihat ÖZÖNDER Hacettepe Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi H.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Müdürü, KÖKSAV Başkanı ozonder@koksav.org.tr |
KÖK Sosyal ve Stratejik Araştırmalar Dergisi Cilt. II, Sayı. 1, (Bahar 2000), ss. 65- 72 |
Günümüz sosyolojisinin üzerinde durması ve açıklama getirmesi gereken en önemli kavram ‘ırk’ kavramı ve buna bağlı olarak çok yaygın bir şekilde kullanılmaya başlana ‘etnik’, ‘etniklik’ kavramlarıdır. Aslında bu kavramlar, insanların bir arada yaşamaya başladıkları bilinemeyen zamanlardan itibaren oluşturdukları ‘biz-onlar’ ekseninin her kültür için giderek karmaşıklaşmasının bir sonucudur ve günümüzde şuur-dışı bir şekilde kitleler tarafından özümlenmiştir (Özönder 1999a: 1-3)
Türk kültürü açısından değerlendirdiğimizde, ırk ve etniklik kavramları ile ilgili araştırmaların çok sınırlı olduğunu görmekteyiz. Bu durumu, kanaatimizce iki sebebe bağlı olarak açıklayabiliriz. Bu sebeplerden birincisi, Türk kültür yapısının özelliklerinden kaynaklanmaktadır. Türk kültürünü günümüze kuşaktan kuşağa taşıyan değerler arasında ‘onlara’ tahammül ve hoş görü, bazen ‘bize’ zarar verecek kadar güçlü bir şekilde yer almıştır. Bu sebebe bağlı olarak dünyanın en güçlü sosyal organizasyonuna sahip Osmanlı hanedanının kurduğu Türk devletinin sınırları içinde şu anda yirmiden fazla kültür, varlığını koruyarak 21. yüzyıla kendi devletlerini kurarak girmişlerdir (Özönder 2000: 1-2)
Türkiye'de ırk ve etniklik konularında araştırmaların, ilmî değerlendirmelerin azlığının ikinci sebebini ise, siyaset kurumunda yakın dönemlerdeki iç ve dış dinamiklerin etkileri ile meydana gelen değişmelere bağlayabiliriz. Türkiye'de Cumhuriyetin kuruluş yıllarından itibaren Atatürk'ün yönlendirmesi ile Türklüğün fizik antropoloji alanında da araştırılmasına başlandığını görüyoruz. Şevket Aziz Kansu ve diğer antropologların Türk ırkının özelliklerini belirleme çalışmaları Atatürk'ün direktifleri doğrultusunda başlatılmış ve büyük mesafeler alınmıştır.
Ayrıca Atatürk ırk kavramı ile ilgili birçok Batılı kaynağı bizzat inceleyerek millî eğitim müfredatına aldırmaya da çalışmıştır. Atatürk'ün amacı Türk ırkının ortalama özelliklerinin bilimsel anlayışla ortaya konmasının yanı sıra bu kavramın "sosyal" olarak kitlelere benimsetilmesini kapsamakta idi ve 1938 yılında ölümüne kadar bu hedeflerin gerçekleşmesi için çalışmıştır.
Atatürk'ün vefatından sonra bu konuda Türkiye'deki karar mekanizmalarına hâkim olanlar, dış dinamiklerin de etkisi ile, II. Dünya Savaşı öncesi ve süresi içindeki gelişmeleri göz önünde bulundurarak, NAZİ Almanyasının çöküşü kaçınılmaz bir hâl alınca ‘ırk’ ve ‘etniklik’ kavramları ile ilgili her konuya yasak getirmişlerdir. Bilimsel alanda da bu kavramlarla ilgili araştırma ve çalışmalar, 3 Mayıs 1944 ‘Irkçılık-Turancılık Olayları’ndan sonra kesilmiştir. Bilim adamları bir taraftan da devlet memuru olduklarından bu tarihten itibaren korku saiki ile ‘ırk’ ve ‘etniklik’ alanında yurt dışında yapılan araştırmaları dahi takip edememişlerdir. Atatürk sonrası dönemde, bu alandaki araştırmaların yasaklanması, Türkiye'de ‘etnokrasi’ kavramının ciddî bir şekilde mesafe almasına da yardımcı olmuştur.
Etnokrasi kavramı (Özönder 1999b: 3) tarafımızdan tanımlanmış bir kavram olup "nüfusça azınlıkta olan farklı veya farklılaşmış bir grubun, içinde yaşadığı kültür üzerinde hâkimiyet kurma olgusu" anlamına gelmektedir. Bu kavramın günlük hayatta yaşayan örneklerine gittikçe daha sık rastlanmaktadır.
Bütün bu gelişmeler Türkiye'de, siyaset ve bilim sahalarında çekişme ve çatışma konusu olurken, Batı'da ‘ırk’ ve ‘etniklik’ araştırmaları bir hayli mesafe almış, ‘sömürgecilik’ isim değiştirerek ‘yeni dünya düzeni’ olmuş, ‘küreselleşme’ kavramı yardımcı slogan olarak dünya bilimsel literatürünü kaplamıştır.
Bu arada Türkiye’nin gündemine gelerek sosyal etkileşme ortamını ciddî boyutlarda etkilediğine şahit olduğumuz ve muhtemelen büyük değişmelere yol açacak olan ‘Kopenhag Kriterleri’, konu ile doğrudan ilgilendirilmek istendiği için incelenmek zorundadır. Söz konusu paragraf hukuk, insan hakları ve ekonomi alanları ile ilgili olmakla birlikte metinde geçen “azınlıklara saygı ve koruma altına alınmaları” şartı ile gündeme gelmektedir. Bu çerçevede bakıldığında, Türkiye’yi ve Türk kültürünü doğrudan ilgilendiren ‘azınlık’ kavramının tanımlanması gerekmektedir. ‘Azınlık’ kavramı hukuk ve uluslar arası hukuk açısından tanımlandığı zaman Türkiye’nin kabul ettiği ve Lozan Antlaşması ile imza altına aldığı, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlık haklarına sahip olan azınlıklar Rumlar, Musevîler ve Ermenilerdir. Bu gruplar da dil, din ve soy bakımından Türklerden tamamen farklı özelliklere sahiptirler. Bunların dışında, Türkiye’de hukuk karşısında ‘azınlık’ olarak tanımlanabilecek grup yoktur.
Ekonomi alanında ise durum biraz daha karmaşıktır. Serbest piyasa ekonomisine geçiş konusunda bazı sıkıntıları yaşayan ve hukukî yapıyı Avrupa Birliği’ne uydurma çabaları içinde olan karar mekanizmaları, sermayenin büyük bir kısmının küçük bir ‘azınlık’ elinde toplanması ve nüfusun büyük bir kısmının millî gelirden çok düşük bir pay almasının ortaya çıkaracağı sosyal patlamaları göz ardı etmeye veya ertelemeye devam etmektedir. Ayrıca uluslar arası hukuk alanında ‘azınlık’ statüsüne sahip grupların, ekonomi alanında da belirttiğimiz ‘azınlık’ kavramı ile üst üste gelecek şeklde çakışması gerçeği, üzerinde durulmaya ve araştırılmaya değer bir konudur. Bu manada da ‘etnokrasi’ kavramının muhtevası inceleme konusudur.
Mesele sosyolojik ve psikolojik yönden incelenecek olursa, tamamen farklı bir mahiyet kazanmaktadır. Sosyoloji ve psikoloji bilimleri öncelikle insanlar veya sosyal gruplar içinde ve arasında eşitlik olmadığı, olamayacağı temel kabulünden hareket eder. Psikolojide tek yumurta ikizlerinin bile var oluş anlarından itibaren farklılaşmaya başladıkları, karakter oluşumu süreci içinde – sosyoloji açısından sosyalleşme süreci içinde - bu farkın giderek arttığı belirlenmiştir. Bu sebepten psikoloji ve sosyoloji homojen, tek tipleşmiş bireylerin ve sosyal grupların, ancak kategorik olarak var olabileceğini, fakat gerçek sosyal hayatta böyle bir eşitliğin mümkün olamayacağını kabul eder. Bu bakımdan ‘azınlık’ ve ‘çoğunluk’ kavramları sosyolojik açıdan tamamen izafî, paylaşılan genel kültürün değerlerinden bir veya birden fazla kısmında farklı veya farklılaşmış, bu farklılıkları ile toplum içinde sayıca az da olsa bir grup meydana getirmiş toplulukları ifade etmek için kullanılır. Sayıca daha fazla olanlar çoğunluk, az olanlar azınlıktır. Bu durum da hayatın her sahası için geçerlidir. Ekonomik alandaki eşitsizlikler sonucu ‘tabakalaşma’ olgusu meydana gelir; burada daha önce de belirttiğimiz gibi gelirin çok büyük bir kısmını elde tutanlar ‘azınlık’, gelirden çok daha az pay alanlar ‘çoğunluk’ olabilirler. A metropolünde, C şehrinden göç ederek gelip yerleşenler bu anlamda azınlık olabilirler. Bir meslek grubunda doğuştan kazanılmış statü çeşitlerinden olan kadın-erkek sayıca farklılığı sonucunda da bu ayrım görülebilir. Bütün bu açılardan bakıldığında, ‘azınlık’ ve ‘çoğunluk’ kavramlarının tamamen izafî iki kategori olduğu daha iyi anlaşılacaktır.
Bütün bu anlayış ve yaklaşımlar bir tarafa, ‘ırk’ ve ‘etniklik’ kavramlarının özüne bakmak belki daha yararlı olacaktır. Doğu ve Uzak Doğu toplumlarında ‘ırk’ ve buna bağlı kavramlar ayrı bir çalışma konusu olacak kadar zengin bir malzemeyi verir. Burada Doğu literatüründe bu kavramların biraz farklı algılandığına işaret ederek, Batı literatüründe ‘ırk’ ve ‘etniklik’ kavramlarının tanımlarının açıklamalarına göz atılacaktır.
Batı literatüründe ‘ırk’ kelimesinin etimolojik açıklaması hakkında bir fikir birliği olmamakla beraber kelimenin İngilizce karşılığı olan race kelimesinin Sâmî menşeli olduğu tezi mevcuttur. Batı kültürünü şekillendiren temel kaynaklardan olan İncil'in bazı tercümelerinde ‘ırk’ kelimesi, meselâ "Hz. İbrahim'in ırkı" şeklinde geçmekte, fakat İncil'in kabul edilen tercümesinde kelime "tohum" veya "nesil" olarak çevrilmektedir. Bazı bilim adamları ise kelimeyi Çekçedeki "damar" veya "kan" anlamına gelen raz kelimesine dayandırmakta, diğer bazıları Latince generatis veya Eski Fransızca generace veya Baskçadaki "erkek damızlık hayvan" demek olan arraca veya arraza kelimesine bağlamaktadırlar. Daha başka bazı bilim adamları ise, kelimenin kökünün İspanyolcadaki Arapça kökenli "baş" veya "kaynak" anlamına gelen ras kelimesi olduğunu savunmaktadırlar. Bütün bu muhtemel kaynaklardaki kelimenin biyolojik bir özelliği vardır; ata, kan veya ilişkiyi işaret etmektedir (Berry 1965: 35).
Irk kelimesinin Osmanlıcadaki karşılığı da "kök, asıl, damar, nesil, zürriyet, sülâle ve soy" anlamlarına gelmektedir (Devellioğlu 1970: 471). Etnoloji bilimi de aynı kökten gelmek suretiyle Osmanlıcada ırkiyyat adını almaktadır (Devellioğlu 1970: 472).
Irk kelimesi günümüzde sürekli olarak birçok değişik anlamlarda kullanılmaktadır. Temelde bu kelime değiştirilemez bir şekilde, esas tabiatı itibariyle başka gruplardan değişik olduğuna inanan insan grupları için kullanılır (Mason 1970: 10).
Sosyolojinin ırk kavramıyla ilgisi daha çok ırk grubu mensuplarının ve çevrelerindeki farklı grupların etkileşmesi sonucu ortaya çıkan ve gruptaki fertlerin kendilerini ve diğerlerini ‘biz’ ve ‘onlar’ şeklindeki ayırımlarında odaklaşır.
Berry bu durumu ve ırkî grup (racial group) adını verdiği özel bir durumu şöyle izah ediyor: Etnik grupların sadece birkaç özelliğine sahip olan başka gruplarla da ilgileniyoruz. Amerikalı zenci bunun belirgin bir örneğidir. Jamaika adasının "Jamaika beyazları", Güney Afrika'daki "Cape Coloured"lar ve Hindistan'ın Anglo-Hintlileri diğer örneklerdir. Bunlar gerçekten grupturlar; birbirlerine ortak menfaat bağlarıyla bağlıdırlar; kendilerinden ‘biz’ diye bahsederler ve grubun dışındakiler onlardan ‘onlar’ şeklinde söz ederler. Fakat bunlar sık sık rastlanan etnik grup özelliklerine sahip değillerdir. Kültürel nitelikleri, içinde yaşadıkları toplumun kültür niteliklerinden farklı değildir. Dil, din, değer sistemleri ve âdetler bakımından etraflarındaki diğer gruplara benzerler. Fakat ortak olarak sahip oldukları bazı ırsî, fizikî özellikler (renk, saç, göz, v.s.) dolayısıyla birbirlerine bağlıdırlar ve bu özellikler yüzünden toplumlarında onlara belli bir yer verilir ve o toplumun hayatına tamamen katılamazlar. Sosyologlar böylelerine ‘ırkî gruplar’ (racial groups) veya ‘ırkının farkında olan gruplar’ (race conscious groups) adını verirler (Berry 1965: 47).
Benzeri bir durum, Güney ve Orta Amerika'nın büyük bir kısmında da görülür. Bu bölgelerde Kızılderilinin tanımı biyolojik olmaktan çok kültüreldir. Kızılderili gibi giyinen, yaşayan ve konuşan bir fert Kızılderili sayılır; fakat eğer bu alışkanlıklarından vazgeçip de İspanyolca veya Portekizce konuşmaya, Avrupalı gibi giyinmeye başlarsa, ona mestizo "karışık veya melez" adı verilir ve bu ad onun ırsî olarak taşıdığı fizikî dış görünüş özelliklerine bakılmadan kullanılır (Berry 1965: 25).
Bugün ‘ırk’ kavramının çok değişik sosyal grup veya kategoriler için kullanıldığına şahit olmaktayız. Bunlardan belli başlıları şu şekilde özetlenebilir:
Belli bir ülke, devlet veya milletin vatandaşı veya üyesi. Bu çerçevede İngilizlere ve Japonlara ‘ırklar’ denilmektedir. Bunlar için millet veya devletin vatandaşları tanımları belki daha doğru olabilirdi.
Belli bir tip veya belli bir dili konuşan insanlar için de ırk tanımı yapılmaktadır. Lâtin, Aryan, İngiliz gibi.
Dinî bir grup için kullanılabilmektedir. Hindu, Sikh, belli bir dereceye kadar Yahudiler bu terimin bu anlamda kullanılmasının veya yanlış kullanılmasının örnekleridir.
Kast karşılığı da bu kavramın kullanıldığı görülmektedir. Sık sık ‘Çingene ırkı’ndan bahsedildiğini duyarız. Çingeneler değişik bir sosyal kategoridir. Millet değildirler, bir din mensubu değildirler, hele bir ırk hiç değildirler. ‘Kast’ terimi belki onları daha iyi tarif edebilir.
Tecrit olduğu için benzeşmiş olan mahallî bir nüfus da yanlışlıkla ırk olarak adlandırılabilmektedir. Basklar, Keltler ve Kürtler bu yanlışlığın örnekleri olabilir.
Nordik veya Germen gibi hipotetik olarak saf kabul edilen ve uzak geçmişte yaşadığı düşünülen insan toplulukları için de bu kavram yanlış olarak kullanılabilmektedir.
Arap, Amerikan Kızılderilisi veya Eskimo gibi tanınan özellikleri olan tipler. Meselâ Araplar bir millet değildirler, çünkü birçok Arap milleti vardır. Araplar bir dinî cemaat de değildirler, çünkü çoğunluğu Müslüman olmakla beraber Hristiyan Araplar da vardır. Ayrıca Arap kültürü içinde erimiş Arap olmayan Kuzey Afrika Berberîleri ve Endülüslüler gibi gruplar da yanlışlıkla ‘Arap ırkı’ içinde yer almaktadır.
İnsan cinsinin belli başlı biyolojik özellikler taşıyan bölümlerinden biri de ırk olarak adlandırılabilmektedir; Kafkasoid, Mongoloid, Negroid gibi. Her ne kadar bugün güvenlik mülâhazaları açısından Negroid kavramı dahi Amerikan literatüründe gizli bir el tarafından yasaklanarak Negroid yerine önce "Black Americans-Siyah Amerikalılar", daha sonra da "Afrikalı Amerikalılar" terimleri kullanılıyor olsa bile, bu durum sosyal gerçekleri gözlerden uzaklaştırmamaktadır.
Irkının farkında olanlar (ırk mensubu olduğunun şuurunda olanlar) veya "sosyal olarak ırk olduğu düşünülenler" adı verilen gruplar. Buna verilecek örnekler arasında Amerikalı Siyahlar, Meksikalı veya Amerikalı Japonlar vardır. Böyle gruplar, gözle görünen bazı fizikî özellikler taşırlar ve bu özellikler onları başkalarından ayırdığı için grup dayanışması ve bütünlüğü duygularını kuvvetlendirir.
Ortak bir kültür ve geleneklere sahip olan bir grubun da ‘ırk’ olarak adlandırıldığı sıkça görülür. Bu grupların bazıları geçmiş zaman dilimi içinde millet olmuşlardır. Meselâ, İskoçlar gibi. Diğerleri ise millet olmaya çalışırlar.
Onları bir arada tutan bağlar ister biyolojik, ister ırsî, ister kültürel, isterse kazanılmış statü olsun, bu insan grup ve kategorilerine ırk adı verilmektedir (Berry 1965: 31).
Yaygın olarak kabul edilen biyolojik anlamda ırk, belli bir takım biyolojik-kalıtımla ilgili faktörlerin ortalama olarak görülme sıklığına göre tespit edilen fertler topluluğuna verilen genel addır (Goldsby 1971: 22).
Bununla birlikte göz ardı edilmemesi gereken önemli bir husus, bir ırk içindeki, farklılaşmanın, iki grup arasındaki farklılaşmadan çok daha fazla olması durumudur (Ingle 1968: 113).
Ayrıca, zaman faktörü ırk gruplarının yapılarına etki etmekte, tarih boyunca karışmalar yoluyla ortalama fizik özelliklerin değiştiği de görülmektedir. Hele sosyal ve kültürel farklılaşmalar söz konusu olduğunda, aynı biyolojik ırk grubuna dâhil millet birimlerinin çatışmaya varacak kadar birbirlerinden farklılaştıklarına şahit olabiliyoruz. Konunun en canlı örneğini Samî (Semitic) ırk grubunun iki dalı olan Arap ve İsrail milletleri arasındaki çatışma teşkil etmektedir. Türk kültürü açısından bu konu ile ilgili verilebilecek bir örnek de Bulgarlardır. 6-7. yüzyıla kadar Türkçe konuşan, Türk ırkına mensup olan Bulgarlar, bu tarihten itibaren inanç kurumunda meydana gelen değişme ve farklılaşma ile, Ortodoks Hristiyanlığı kabul etmeleri sonucunda Slavlaşmışlardır.
Biyolojik yapı, yani ırk kavramı üzerine eklenen çeşitli faktörler, meselenin sadece biyolojik temelli olamayacağını da göstermektedir. Hatta aynı ırka mensup, fakat çeşitli sebeplerden farklılaşmış sosyal grupların mevcudiyeti, ‘etnik grup’ kavramına dikkatlerimizi çekmektedir. 1960'lı, 70'li yıllarda Rus-Sovyet etnografları, dünyadaki halkların çoğunun kendi içlerinde oldukça homojen bir ırkî yapıya sahip oldukları fikrini benimser olmuşlardı. Bu görüşün aksine Rus-Sovyet fizik antropologları, aynı etnik cemaatlerin fizikî tiplerinin kural olarak homojenlik göstermediği ve dolayısıyla ‘ırk’ ve ‘etnik cemaatleri’ birbirinden kesinlikle ayırmak gerektiği fikrinde idiler. Günlük kullanımda etnik cemaat ‘Biz-Onlar’ karşıtlığını tayin eden halktır. Fakat birçok durumda ırkî farklılıklar temel etnik özellikler değildir. Bunun sebebi belli başlı ırklardan birine ait olan ve yakın olan etnik cemaatler arasında kesin ve açık fizikî-antropolojik sınırların olmayışıdır. Böyle yakınlıklar komşu olan etnik cemaatlerin özelliğidir. Çünkü her büyük belli başlı ırkın hâkim olduğu geniş alanlar vardır. İnsanların etnik kaynaklarını yalnızca dış antropolojik farklılıklara dayanarak tespit etmeye çalışmak, bizi ancak yaklaşık olarak doğru bir sonuca götürür (Bromley 1974: 61).
Günümüzde ırk ilişkileri sosyal bilimcileri daha çok meşgul etmektedir ve ‘ırk ilişkileri’ terimi aralarında sosyal anlamı olan, fizikî farklılıklar bulunan iki grup üyeleri arasındaki ilişkiler için kullanılmaktadır. Beyaz ve siyah derili insanlardan meydana gelmiş, fakat böyle fizikî farkların o toplumun üyelerinin birbiriyle olan ilişkilerini hiç bir şekilde etkilemediği toplumda ırk ilişkisi olmaz. Siyah veya beyaz deri, saç, renk, boy ve benzeri özellikler gibi doğuştan kazanılmış statü olarak tanımladığımız özelliklere sahip fertler bir arada yaşayabilirler.
Grek Antik döneminde kölelik kurumu toplumun normlarına uygun bir kurum olarak kabul edilmiş olmasının yanı sıra köleler renklerine göre ayrılmamakta, siyah ve beyaz köle arasında hiç bir ayrım yapılmamakta idi. Antik dönem kölelik kurumu bu açıdan "renk körü" olarak tanımlanmaktadır. Bu durum Aristo'nun görüşlerine de yansımakta, Greklerin üstün olduğu, köle olamayacakları, Barbarların yani Grek olmayan bütün diğer insanların köle olmalarının tabiî olduğu ifade edilmektedir (Reger 2000: 99-100). Fizikî özellikler değişik önem ve değerler verildiği zaman ırk ilişkisi söz konusu olur. Dolayısıyla, beyaz ve siyah derili insanlar arasında önemli biyo-genetik farklar olup olmadığı sorusu sosyolojik açıdan önemli değildir. Dikkat çekici olan, insanların böyle farkların varlığına inanmaları ve bu inancı yansıtır şekilde davranmalarıdır. Fizik farklarını, kendilerini diğerlerinden ayrı görmek için kullanırlar. Bu anlamda ‘etnik grup’ söz konusudur. Fizikî olarak farklı olan bir grup insan kendilerinden sayıca daha büyük bir nüfus içinde var olduğunda ırk veya etnik gruplar ilişkisinden bahsedebiliriz (Gordon 1975: 89).
Fizik antropolojik özellikler, etnik cemaatleri etraflarındaki cemaatlerin hepsinden değilse bile, bir-iki veya daha çoğundan ayırt etmede önemli olmakla beraber, yardımcı bir rol oynarlar. Bu özellikle büyük ırkların yaşadıkları alanların sınırlarındaki topluluklar için geçerlidir. Etnik ayrılıklarda fizik antropolojik ayırıcı özelliklerin rolünü tartışırken, oldukça yaygın bir ön yargıdan bahsetmeliyiz. Bu ön yargıya göre, bu ayırıcı özelliklerin etnik taksimatta bazen belli bir rol oynadığını kabul etmek ırkçılığa yol açar. Fakat burada kesinlikle gözden kaçan bir şey vardır: ırkçılık ırkların eşit olmadığı fikrinden doğar, tartışılmaz şekilde var olan ırk farklılıklarını kabûl etmekten değil. Birçok durumda, etnik cemaatlerin antropolojik tip seviyesinde, nüfusça büyük ve küçük ırklarda, tamamen aynı olmasalar da, en çok ırkî olarak homojen oldukları zaman, fizik antropolojik farklar, ancak böyle cemaatlerin biri veya birçoğu, nispeten uzak alanlarda yaşayan başka ırklara ait etnik birimlerle karşılaştırıldıklarında ayırt edici bir rol oynarlar. Bir başka deyişle, burada kastedilen, hiçbir şekilde tipik olmayan durumlardır; böylece ırk özellikleri açıkça gözle görünür oldukları hâlde, etnik cemaatleri ayırt etmekte yeterli bir temel olamazlar (Bromley 1974: 62-63).
Küreselleşme kavramı ile meydana gelen sosyal değişmeler, serbest piyasa ekonomisinin bütün dünyada yayılarak sosyal-kültürel dokuları bir değişmeye uğratması, kaçınılmaz olarak ırk, etnisite, azınlık-çoğunluk, mikro-milliyetçilik kavramlarında da köklü değişmeler meydana getirmeye başlamıştır. ‘Etnos’ kavramı antik Grek dilinde “aynı özellikleri paylaşan insan topluluğu” anlamının yanı sıra, meselâ arı, kuş, sinek grupları için de kullanılmakta idi (Chapman 1993: 15). Günümüzün gittikçe karmaşıklaşan ve teknoloji ile küçülen dünyasında ise, ‘etnik’, ‘etniklik’ kavramları, coğrafî anlamda sosyal hareketlilik, yani göç olgusunun da yardımı ile gittikçe daha izafî bir özellik taşıyan bir durum almıştır. Meselâ, Türkiye’den başlangıçta iş gücü olarak Almanya’ya ithal edilen Türk nüfus, bugün Almanya’da bir Türk etnik ‘azınlığı’nı oluşturmuş, hukuk açısından eşitlik istemekte, vatandaşlık, siyasî katılım, eğitim hakları talep etmektedirler (Özönder 1998: 203).
Bu durum, son yılların Amerikan toplum yapısında da köklü değişmelere yol açmış, küreselleşme ile birlikte ABD toplumunda da eşitsizliklerin arttığı yönünde ciddî araştırmalar çoğalmaya başlamıştır. Küreselleşme veya diğer tanımıyla üretimin uluslar arasılaşması ABD’ne göçü artırmış, ırk çatışmalarında yeni oluşumlar ortaya çıkartmış, her ücret seviyesindeki Amerikan çalışanlarına gittikçe yoğunlaşan bir şekilde tehdit oluşturmaya başlamıştır. Yapılan araştırmalarda, birçok Siyah (yeni deyimiyle Afrikalı-)Amerikalının, ‘gerçek’ Amerikalılar iş imkânlarına sahip olmadan göçmen olarak ülkeye gelmelerine – ki bunlar arasında Haitili ‘Siyahlar’ da sayılmaktadır -, yasak getirilmesini talep ettikleri görülmüştür (Dawson 1999: 374). Genel olarak küreselleşme ile birlikte, dünya üzerinde ekonomi ağırlıklı değişmelerin, ABD toplumu üzerinde de olumsuz bazı etkiler meydana getireceği, eşitsizliği, gelir dağılımındaki dengesizliği patlatacağı, bu durumun da gittikçe artan bir şekilde Siyah (Afrikalı-)Amerikalılar ile birlikte Lâtin köklü (Latinos) Amerikalıları da olumsuz etkileyeceği, ırk ve etnik gruplar arası çatışmaları hızlandıracağı değerlendirmeleri yapılmaktadır (Dawson 1999: 373-375)
Sonuç olarak diyebiliriz ki, ‘ırk’ ve ‘etniklik’ kavramları bilhassa II. Dünya Savaşı öncesi ve süresince NAZİ ırkçı politikalarının uyandırdığı dehşet ve şiddet sebebiyle üzerinde konuşulması, düşünülmesi, araştırma yapılması çok tehlikeli kavramlar hâline gelmiştir. Bu gün hiç kimse ırkın, toplum içinde yer alan fertlerin karakterlerinin, normatif görüşlerinin veya yeteneklerinin belirleyicisi olduğunu ileri süremez. Biyologlar, farklı ırkların sınırlarının insanlığı bir diğerinden üstünlük veya aşağılık anlamlarında ayırdığına inanmazlar. Buna karşılık insan farklılıklarının tarih, coğrafya, siyaset ve kültür faktörlerinin bileşkesinin meydana çıkarttığı bir devamlılık içinde yer alabileceği görüşü, doğru bir değerlendirme olarak kabul edilir. Farklı ırk ve kültürlere mensup insanlar arası evlilikler ve kitle göçleri, temelde insanlığın eşitliğinin göstergesi olarak kabul edilebilir (Ofer 2000: 61).
Genel olarak ‘ırk’ ve ‘etniklik’ kavramları ile ırkçılığı bilimsel açıdan birbirinden kesin çizgilerle ayırmak son derece önemlidir. Doğuştan kazanılmış ve değiştirilemeyen ortalama biyolojik özelliklerin üzerine ‘sosyal’ ve ‘kültürel’ olguların da etkileri ile belirginleşen, farklılaşan ‘ırk’ kavramının daha da ayırıcı özellikleri, biyoloji ve gen mühendisliği alanlarındaki araştırmaların gelişmesine paralel olarak ortaya çıkacaktır. Yeni verilerin yardımı ile bu konu ileride daha da açıklık kazanacak ve sosyologlar ‘ırk’ ve ‘etniklik’ kavramlarını yeniden değerlendireceklerdir.
Kaynaklar
BERRY, B., (1965). Race and Ethnic Relations, (3rd Ed.), Boston: Houghton Mifflin Comp.
BROMLEY, Yu., (1974). "The Terms Ethnos and Its Definition", Soviet Ethnology and Anthropology Today, The Hague: Mouton and Co.
CHAPMAN, Malcolm, (1993). “Social and Biological Aspects of Ethnicity”, Social and Biological Aspects of Ethnicity, Ed. M. CHAPMAN, New York: Oxford Univ. Press, 1-46.
DAWSON, Michael C., (1999). “Globalization, the Racial Divide, and a New Citizenship”, Race, Identity and Citizenship, Ed. Rodolfo D. TORRES v.d., Maldon, USA: Blackwell Pub. Ltd., 373-385.
DEVELLİOĞLU, F., (1970). Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat, Ankara: Doğuz Ltd. Matbaası.
GOLDSBY, R.A., (1971). Race and Races, New York: The McMillan Comp.
GORDON, Milton, M. (1975). "Toward a General Theory of Racial and Ethnic Group Relations", Ethnicity: Theory and Experience, ed. Nathan GLAZER and Daniel P. MOYNİHAN, London: Harvard Univ. Press., 84-110.
INGLE, Dwight J., (1968). "The Need to Investigate Average Biological Differences Among Racial Groups", Science and the Concept of Race, Ed. Mead, v.d., New York: Columbia Univ. Press.
MASON, P., (1970). Race Relations, London: Oxford Univ. Press.
OFER, Dalia, (2000). “Nazi Anti-Semitism and the ‘Science of Race’”, Race & Racism in Theory and Practice, Ed. Berel LANG, Oxford: Rowman and Little Pub. Inc., 61-76.
ÖZÖNDER, M.C., (1998). “Socio-Cultural Aspects of Integration and Disintegration: Turkish Point of View”, Problemes Migratoires en Region Mediterraneenne, Ed. Reiner BIEGEL, Fondation Konrad Adenauer, Tunis, 195-204.
---, (1999a). “Niçin Sosyal ve Stratejik Araştırmalar?”, KÖK Araştırmalar, Cilt I, Sayı 1 (Bahar), Ankara: KÖK Sosyal ve Stratejik Araştırmalar Vakfı, 1-3.
---, (1999b). “Son Altı Ayın Türkiye ve Dünya Gündemi”, KÖK Araştırmalar, Cilt I, Sayı 1 (Bahar), Ankara: KÖK Sosyal ve Stratejik Araştırmalar Vakfı, 1-3.
---, (2000). “Osmanlı ve Türk Barışı”, KÖK Araştırmalar, Osmanlı Özel Sayısı 2000, Ankara: KÖK Sosyal ve Stratejik Araştırmalar Vakfı, 1-2.
REGER, Gary, (2000). "Enslavement and Manumission in Ancient Greece", Race and Racism in Theory and Practice, Ed. Berel LANG, Oxford: Rowman and Little Pub. Inc., 99-110.