Özledim seni...
Ayrılık yüreğimi karıncalandırıyor nicedir...
Beynimi uyuşturuyor özlemin...
Çok sık birlikte olamasak bile benimle olduğunu bilmenin bunca ay içimi nasıl ısıttığını yeni yeni anlıyorum.
Yokluğun, hatırlandıkça yüreğime saplanan bir sızı olmaktan çıkıp sürekli Bir boşluğa dönüşüyor.
Sabahlara seni okşayarak başlamaları, akşamları her işi bir kenara koyup seninle başbaşa karşılamaları özlüyorum; oynaşmalarımızı, hırlaşmalarımızı, yürüyüşlerimizi, kacamak tatillerimizi, sevimli haşarılığını, çocuksu küskünlüğünü...
Nasıl da serttin başkalarına karşı beni savunurken; ve ne yumuşak, bir çift kısık gözle kendini ellerimin okşayışına bırakırken...
Bilsen, ne zor gitmen gerektiğini bile bile "Kal" demek sana... Ne zor, senin için ebedi mutluluğun beni unutmandan geçtiğini bilmek...Gitmeni asla istemediğim halde, buna mecbur olduğumuzu görmek ve sana bunları söyleyemeden "Git artık" demek...
"Beni ne kadar çabuk unutursan, o kadar çabuk kavuşacaksın mutluluğa" demek sana ne zor...
..sesimi, kokumu çekip alıvermek buyninden, sesin, kokun hala beynimdeyken...
..seni görmemek ve belki yıllar sonra karşılaştığımızda bana bir yabancı gibi bakmanı istemek senden...
..yeni bir sevdayı kesinlikle yasakladığım kalbime söz geçirmek...
..ve sonra kendi ellerimle bindirip seni yabancı bir arabanın arka koltuğuna, birlikte güneşlendiğimiz onca yazı, yanyana titreştiğimiz onca kışı, paylaştığımız bunca acıyı, onca kahkahayı ve bütün o uzak yeşillikleri katıp yorgun bedeninin yanına, arkandan pişmanlık gözyaşları dökmek ne zor...
..yokluğunu beklemek, ne zor...
Bunları düşündükçe, şu anda uzakta bir yerlerde üşüdüğünü sezinleyerek panikliyorum. Bütün engelleri aşıp, terk edilmiş caddeleri, kimsesiz sokakları, yalnız bulvarları arşınlayarak sana ulaşmak, sessizce başını okşamak, kulağına sevgi sözcükleri fısıldamak ve yavaşça üzerini örtmek geçiyor içimden...
Paylaştığımız bir mazinin, yitirdiğimiz bir geleceğe dönüşmesinden hicran duyuyorum.
Gizli gizli hüzünlendiğim akşamlardan birinde, terketmişlere özgü bir terk edilme korkusunu da yüreğimin derinliklerinde duyarak sana koşmak, yaptıklarım ve daha çok da yapamadıklarım için özür dilemek ve "Dön birtanem" demek istiyorum:
"Geri dön... canın seni bekliyor..."
----------------------------------------------------------------------------------
Gürültü patirtinin içinde sükûnetle dolas; sessizligin içinde huzur bulundugunu unutma.
Baska türlü davranmak açikça gerekmedikçe herkesle dost olmaya çalis.
Sana bir kötülük yapildiginda verebilecegin en iyi karsilik unutmak olsun. Bagisla ve unut. Ama kimseye teslim olma.
Içten ol; telassiz, kisa ve açik seçik konus. Baskalarina da kulak ver. Aptal ve cahil olduklari zaman bile dinle onlari; çünkü, dünyada herkesin bir öyküsü vardir.
Yalniz planlarinin degil, Basarilarinin da tadini çikarmaya çalis.
Isinle ne kadar küçük olursa olsun ilgilen; hayatindaki dayanagin odur. Sevecegin bir is seçersen yasaminda bir an bile çalismis olmazsin. Isini öyle sev ki, basarilarin bedenini ve yüregini güçlendirirken verdiklerinle de yepyeni hayatlar baslatmis olacaksin.
Oldugun gibi görün ve göründügün gibi ol. Sevmedigin zaman sever gibi yapma.
Çevrene önerilerde bulun ama hükmetme. Insanlari yargilarsan onlari sevmeye zamanin kalmaz. Ve unutma ki, insanligin yüzyillardir ögrendikleri, sonsuz uzunlukta bir kumsaldaki tek bir kum taneciginden fazla degildir.
Aska burun kivirma sakin; o çöl ortasinda yemyesil bir bahçedir. O bahçeye layik bir bahçivan olmak için her bitkinin sürekli bakima ihtiyaci oldugunu unutma.
Kaybetmeyi ahlaksiz bir kazanca tercih et. Ilkinin acisi bir an, ötekinin vicdan azabi bir ömür boyu sürer.
Bazi idealler o kadar degerlidir ki, o yolda maglup olman bile zafer sayilir.
Bu dünyada birakacagin en büyük miras dürüstlüktür.
Yillarin geçmesine öfkelenme; gençlige yakisan seyleri gülümseyerek teslim et geçmise.
Yapamayacagin seylerin yapabileceklerini engellemesine izin verme.
Rüzgarin yönünü degistiremedigin zaman, yelkenlerini rüzgara göre ayarla. Çünkü dünya, karsilastigin firtinalarla degil, gemiyi limana getirip getiremediginle ilgilenir.
Ara sira isyana yönelecek olsan da hatirla ki, evreni yargilamak imkansizdir. Onun için kavgalarini sürdürürken bile kendi kendinle baris içinde ol.
Hatirlar misin dogdugun zamanlari: sen aglarken herkes sevinçle gülüsüyordu. Öyle bir ömür geçir ki, herkes aglasin öldügünde, sen mutlulukla gülümse.
Sabirli, sefkatli, bagislayici ol. Eninde sonunda bütün servetin sensin. Görmeye çalis ki, bütün pisligine ve kallesligine ragmen dünya yine de insanoglunun biricik güzel mekanidir.
---------------------------------------------------------------------------
Bazen
öyle bir ilişkiye tutulursunuz ki, ne
sevebilir, ne terk edebilirsiniz. Kör kütük
bağlanmışsınızdır aslında... En güzel yıllarınızın, acı tatlı
hatıralarınızın ortağıdır; iç çekişmelerinizin
müsebbibi,yazılarınızın ilhamı, sohbetlerinizin konusudur. Göz
yaşlarınızda,bilinçaltınızda,
kahkahanızdadır. Korkunca saklandığınız bir sığınak,coşunca öptüğünüz
bir bayrak...
Sevdanız riyasız, çıkarsız, karşılıksızdır. Sınırsız ve nihayetsiz;
"Ölmek var, dönmek yok"tur.
Lakin gün gelir anlarsınız; içten içe bir şeylerin kanadığını...
Tutkulu sevdaların gizli hançerleri başlar parıldamaya... Şurasından,
burasından eleştirmeye
koyulursunuz:
"Şöyle görünse, öyle demese, değişse biraz yada eskisi gibi
olsa..."
Başkalarını örnek göstermeye, "Bak onlar nasıl yaşıyor" demeye
başlarsınız. Hem birlikte yaşayıp, hem
özgür olmanın yollarını ararsınız. Aşkınızın gözü kör değildir
artık,
yanlışını görür düzeltmek istersiniz.
"Eskiden böyle miydi ya.." diye başlayan sohbetlerde açılır eleştirinin
kapısı; açıldıkça, bastırılmış itirazlar
yükselir
bilinçaltından... Böyle süremeyeceğini bilirsiniz. Değişsin istersiniz.
O, sevgisizliğinize yorar bunu... İhanete sayar. Tutkulu ilişkilerde
ihanetin bedeli ölümdür. "Ya sev böyle
ya da terket" diye gürler...
Bir zamanlar bir gülücüğüyle alacakaranlığı ısıtan o rüya, bir kabusa
dönüşür birden... Kapatır gönlünün
kapılarını, yasaklar kendini size...Hoyrattır, bakmaz yüzünüze... Zehir
akar dilinden, konuşturmaz, suçlar,
yargılar mahkum eder. Mühürler dudaklarınızı, yırtar atar
yazdıklarınızı, siler sizi defterden...
"İyiliğin içindi hepsi, seni sevdiğim için..." dersiniz,
dinletemezsiniz.
Ayrılırsanız yaşamayacağınızı bilirsiniz, lakin böyle de sevemezsiniz.
İhanetten kırılmıştır kaleminiz; severek, terk edersiniz...
"Madem öyle..."nin çağı başlar ondan sonra... Madem ki siz böylesine
tutkunken, o hep başkalarını
seçmiştir, madem ki kıymetinizi bilmemiştir, o halde "günah sizden
gitmiştir". Lanet ederek bu karşılıksız
aşka, çekip gitmeleri denersiniz.
Aşkın göçmenlik çağı başlar böylece... Daha özgür olacağınız
limanlara
demirlerseniz bir süre... Ne var ki
unutamaz, uzaktan uzağa izlersiniz olup biteni... Etrafı bir sürü
uğursuzla dolmuş, kurda kuşa yem
olmuştur. Delikanlılar, eli kanlılar, uğruna ölenler, sırtına binenler
sarmıştır çevresini... Gurur duyar onlarla,
koynunda besler, gözünü oysunlar diye...
Uğruna kan dökenleri sever, yoluna gül dökenlerden fazla... "Bana ne...
kendi seçimi" diye omuz
silkmeye çabalarsınız bir süre... Ama sonra... ansızın kulağımıza
çalınan bir şarkı ya da kapı aralığından
süzülüp gelen bir koku, hatırlatır onu yeniden... Yaban ellerde, başka
kollarda ondan bahseder ağlarsınız.
Kokusunu özlersiniz; türküsünü söylemeyi, şarkısını dinlemeyi, yemeğini
yemeyi, elinden bir kadeh rakı
içmeyi... Karşı nehrin kenarından hasret şiirleri haykırırsınız, sular
kulağına fısıldasın diye...
Dönüp "Seni hala seviyorum" diye bağırmak geçer içinizden...
Dönemezsiniz.
Göremedikçe bağlanır, uzaklaştıkça yakınlaşırsınız.
Anlarsınız ki bir çaresiz aşktır bu, ne onunla olur, ne onsuz... Hem
kollarında ölmek, kucağına gömülmek arzusu, hem "Ne olacak
sonunda"
kuşkusu...
Böyle sevemezsiniz, terk de edemezsiniz. Sürünür gidersiniz...
-------------------------------------------------------------------------