UĞUR KİBAROĞLU............................................................................................................................................. ALTIN MADENCİLİĞİ VE ÇEVRE

 

 

 

1.GİRİŞ

1.1 Altının Fiziksel ve Kimyasal Özellikleri

2. ALTIN MADENCİLİĞİ

   2.1 Altın Madenciliği Ve Kazanım Yöntemleri

   2.2 Kimyasal Çözündürme (Liç) Prosesi

   2.3 Siyanür liçi

   2.4 Siyanürün Tosititesi Ve Çevresel Etkileri

3. ÇEVREYE ETKİLERİ

4. SONUÇLAR


ALTIN MADENCİLİĞİ VE ÇEVRE

 

Madenciliğin tarihi insanlığın tarihi kadar eskidir. İnsanlar, ilk çağlardan günümüze kadar yaşamlarını kolaylaştırmak ve refah düzeylerini yükseltmek için maden üretmişlerdir. Altınla tanışıklığı bu kadar eski olmasına rağmen, insanın belki de en uzun süren hevesi, asla vazgeçemediği tutkusu olmuştur altın. O gün, bugündür de bu sarı ışıltının peşinden koşar. Altın, yumuşaklığı, herhangi bir zor işlem gerektirmeden kolay şekil alabilmesi, hemen hemen hiç kaybolmayan parlak sarı rengi nedeniyle insanların ilgisini her dönem çekmeyi başarmıştır. Mal ve hizmet karşılığında ödenecek bir bedel olarak kabul edilmeden çok önce altın, eski Yunanlı, Asurlu, Mısırlı ve Etrüsklüler tarafından benzersiz sanat eserleri yapımında kullanılmıştır. Önceleri tanrısallık simgesi sayılan ve bu yüzden de tanrılara sunulan adaklara malzeme olan altın, tanrısal iktidarın yerini siyasal iktidara bırakmasıyla, efendi değiştirmiş ve kralların madeni olmuştur. Günümüzde ise gücün simgesi olan para, altını da esareti altına almıştır.

 

Yeraltı kaynakları, yani madensel hammaddeler, sanayinin ana girdileridir. Gelişmiş sanayi toplumları, öncelikle yeraltı kaynaklarını iyi değerlendirebilen ülkelerde tarih sahnesine çıkmıştır. Devletler arasındaki mücadele, geçmişte olduğu gibi, günümüzde de yeraltı kaynaklarının üretimi ve tüketimi konularından kaynaklanmaktadır. Madenlerin paylaşımı, yüzyılımızın ortasına kadar, savaş nedenlerinin çoğunluğunu oluşturmuştur.

 

Ülkemizde madenciliğin geçmişi çok eskilere dayanmaktadır. Anadolu’daki birçok medeniyet yeraltı kaynaklarını değerlendirmişlerdir. Cumhuriyetimizin ilk yıllarında, madenler sanayileşmenin ana unsuru olarak görülmüş ve işletilmeleri doğrultusunda ciddi girişimler gerçekleştirilmiştir.

 

1.1 Altının Fiziksel ve Kimyasal Özellikleri

 

Bu kadar çok sözünü ettiğimiz altına daha yakından bakarsak, belki de neden bu denli büyük bir tutkuyla istenildiğini anlayabiliriz: 1B grubu soy metallerinden olan altının özellikleri arasında, korozyon direnci, sülfürlenmeye ve oksitlenmeye karşı direnç, iyonlaşma serbestisi, diğer metallerle kolay alaşım yapabilme, yüksek elektrik ve ısı iletkenliği sayılabilir.

 

Doğada oldukça az ama neredeyse katışıksız halde bulunan havadan ve sudan etkilenmeyen, bu yüzden kararıp paslanmayan kolay işlenebilen altın, belki de bu özellikleri ile insanlığın ortak tutkusu olmayı başarmıştır.

Altın dövülmeye ve haddelenmeye çok elverişlidir. Yaklaşık 10 gr. ağırlığındaki bir altın kütlesi 11 m2 kadar bir alanı kaplayacak genişlikte levha haline gelinceye kadar dövülebilir. Varak denilen bu zar inceliğindeki altın levhalar yeşil ışığı geçirebilir. Altın; oksijenle, kükürtle ya da kuru halojenlerle tepkimeye girmez. Ama, su buharıyla yüklü halojenlerden, özellikle de 3:1 oranındaki hidroklorik ve nitrik asit karışımından (kral suyu aqua regia) etkilenir.

 

2. ALTIN MADENCİLİĞİ

 

Bugün, 74 000 ton olduğu varsayılan Dünya altın stoklarının bir kısmı Dünya merkez bankaları rezervlerinde bulunmakta ve geri kalan kısmı ise mücevher ve süs eşyası olarak kullanılmaktadır. Dünyada yıllık altın talebi (1989 rakamlarına göre) ortalama 2400 ton kabul edilmektedir. 1988 yılı rakamlarına göre ise yıllık üretim Güney Afrika’da 670 ton, Rusya’da 320 ton, Avustralya’da 245 ton, ABD’nde 220 ton, Kanada’da 140 ton, Brezilya’da 125 tondur. Bunların dışında başka ülkelerde de düşük miktarlarda üretim yapılmaktadır. Altın üç şekilde elde edilmektedir. Birincisi doğrudan altın madenlerinden, ikincisi rafine bakır ve diğer metallerin üretiminden yan ürün olarak ve üçüncüsü de altın hurdadan .

 

Altın madenciliğinde en çok kullanılan yöntemler alüvyonlu çökellerde uygulanan plaser madenciliği ve damar madenciliğidir. Plaser madenciliğinde altının yüksek özgül ağırlığından yararlanılır. Buna göre, bu yöntemde kullanılan en ilkel araç olan oluklu tavaya, içinde altın bulunan toprak ya da çakıl ile bol su konur. Tava sallanarak döndürülüp, altından daha hafif olan diğer maddeler su ile birlikte tavadan dışarı atılırken, altın ve diğer ağır madenler tavada kalır. 19. yüzyılın sonlarına doğru ise plaser madenciliğin bir türü olan hidrolik madencilik yöntemine başvurulmuştur. Bu yöntemde ise dağ yamaçlarındaki altın içeren kalın çakıl kütleleri, üzerlerine basınçlı su püskürtülerek kırılır ve yine aynı su ile yıkanır. 20. yüzyıl başlarında ise plaser madenciliğinin en çok kullanılan türü olan tarama yöntemine geçilmiştir. Bu yöntemde ise, sürekli dönen kepçelerden oluşan bir aygıttan yararlanılır. Yeraltında bulunan altın damarlarına ulaşabilmek için ise damara kadar inen bir kuyu kazılır ve sonra da yatay kazıya geçilir.

 

Altının, cevher kütlelerinden ayrıştırılması ve arıtılması için kullanılan birkaç yol vardır. Bunlardan en eskisi amalgamlaştırmadır. Bu yöntemde temel ilke, cıva ile çalkalanan altın parçacıklarının, birbirlerine ve cıva kaplı bakır levhalara yapışmasıdır. Verimi oldukça düşük olan bu yöntem 19. yüzyılın ikinci yarısından beri yerini siyanürleme yöntemine bırakmıştır. Son günlerde kamuoyunun gündeminde önemli yer tutan, bu verimi yüksek ama bir o kadar da tehlikeli yöntem ile ton başına 1-5 g civarında altın içeren düşük tenörlü cevher yatakları üretime kazandırılmıştır. Bu yöntemde ise, temel ilke, kayaç içindeki altını siyanürle çözeltiye katmak ve kayaçtan ayırmaktır. Siyanürle altın kazanımında yüksek tenörlü cevherler için Karbon-pulp yöntemi ve düşük tenörlü cevherler için ise yığın yıkama yöntemi uygulanır. Bu yöntemlerin dışında flotasyon (yüzdürme) veya gravite yöntemi, arıtma yöntemi, Woklwill ve Miller işlemleri de kullanılır.

 

2.1 Altın Madenciliği Ve Kazanım Yöntemleri

 

Altın madenciliğinde cevher üretimi diğer madencilik çalışmalarından hiçbir farkı olmaksızın, açık ocak veya yer altı işletmesi biçiminde yapılmaktadır. Dünyada halen ekonomik olarak üretim yapılan madenlerde altın içeriği 1 gr/ton ile 15-20 gr/ton arasında değişmekte ve altın üretiminde %83’ten fazla bir oranla siyanür liçi prosesi kullanılmaktadır. Oluşum şekli, mineral içeriği ve mineral boyutuna (Au,Ag) bağlı olarak, altın içeren cevherlerin zenginleştirilmesinde, genel olarak “kimyasal çözündürme-liç” yöntemi uygulanmaktadır. Yüzyıldan fazla bir süreden beri kullanılan siyanür liçi, endüstriyel ölçekte henüz alternatifi olmayan tek yöntemdir. Bu yöntem, katı tanecikler (altın, gümüş) ile seyreltilmiş (konsantrasyonu düşürülmüş) sıvı reaktif (siyanür) arasıdaki kimyasal reaksiyon esasına dayanır.  Yöntemin ana prensibi, oksijenin bulunduğu bazik ortamda (pH=10-11) altının siyanür ile bileşik yaparak çözelti fazına alınmasındır.

 

2.2 Kimyasal Çözündürme (Liç) Prosesi

 

Kimyasal çözündürme (Liç); katı fazdaki kıymetli metalin, belirli konsantrasyonlarda hazırlanmış, mevcut metali/metalleri çözebilecek uygunluktaki bir çözelti içinde sıvı faza alınması, katı-sıvı fazın ayrılması olarak tanımlanır (Şekil 1).

 

Altın, gümüş cevherlerinde,uygulama şekline göre liç işlemleri:

1.      Yığın liçi (şematik görünümü şekil 1’de verilmiştir),

2.      Tank liçi,

3.      Karıştırmalı liç

olmak üzere üç gruba ayrılır. Bu yöntemlerden birinin seçiminde etkili parametreler:

 

·        Cevherlerin türü ve mineralojik yapısı,

·        Kıymetli metal (au,ag) içeriği,

·        Prosesin ekonomikliği olmaktadır.

 

Altın ve gümüş için uzun yıllar tek çözücü olarak kullanılan siyanürün tüm avantajları yanı sıra, çevresel etkileri ve bilinen zehirleyici özelliği gibi dezavantajlarına karşın bilim dünyası, alternatif çözücü reaktifler üzerinde araştırmalar yapmaya yönelmişlerdir. Bu kapsamda, batı dünyası literatürünün 1940’lı yıllarda tanımaya başladığı Sovyetler bilim adamlarının keşfi olan Tiyoüre, bu tarihten itibaren batı dünyasında araştırmalara konu olmuş, benzer şekilde Klorür, Bromür ve İyodür alternatif çözücüler üzerinde de çok sayıda araştırma gerçekleştirilmiştir. Siyanür ve alternatifi Tiyoüre üzerinde sürdürülen bilimsel çalışmaların, başlangıçtan endüstriyel uygulamaya kadar geçirdiği süreçler Çizelge 1’de özetlenmektedir.   

 

                                                 CEVHER

 
 

 


                                                Ön Hazırlama

    NaCl Çözeltisi

 
 

                                              Cevherin Siyanür

                İle Temas Ettirilmesi

 
 

 


               Katı-Sıvı Ayrımı

 
 

 


                Au Yüklü Çözelti            Artık               Atık Barajı   

 
 

 


                    Berraklaştırma

 
 

 


              Oksijen Uzaklaştırma

 
 

 


              Çinko İle Çöktürme

 
 

 


                        Filtrasyon

 
 

 


                      Boş Çözelti                   Altın Çökeleği

                                                                               

 
 

                                                               Liç/Eritme

 
 

 


                                                              Dore Külçe 

 

 

Şekil 2. Cevherden Altın-Gümüş Kazanılmasında Uygulanan Klasik (Çinko Tozu İle Çöktürmeyi Kapsayan) Akım Şeması.         

 

 

 
 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


Şekil 2. Yığın Liçi Şematik Görünümü.

 

Çizelge 1 Siyanür ve Tiyoüre liçinin uygulamaya alınma süreçleri.

1783

1889

Siyanür prosesinin bilimsel literatüre ilk girişi

Siyanür liçinde ilk  endüstriyel tesisin kuruluşu

106 yıl Sistemin endüstriye uygulanması
1941

1982

Tiyoüre’nin batı bilimsel literatüre ilk girişi

Tiyoüre liçinde ilk endüstriyel uygulama

(1985’te tekrar NaCN liçine dünüştürüldü) 

41 yıl Sistemin endüstriye uygulaması
1790

1973

Karbon adsorbsiyonu prosesinin literatüre ilk girişi

Karbon adsorbsiyonunda ilk  endüstriyel uygulama

183 yıl Sistemin endüstriye uygulaması

 

2.3 Siyanür liçi

 

Reaksiyon ilk kez Elsner tarafında 1846’da tanımlanmıştır. Alkali siyanür (NaCN/KCN) çözeltisindeki, altın çözünürlüğü anodik bir reaksiyondur ve aşağıda verilen redoks reaksiyonu uyarınca Au(CN)-2 kompleksi yaparak sıvı faza geçer.

 

 

2 Au + 4 CN- + O2 + 2 H2O           2 Au(CN)2- + H2O2 + 2 OH-

2 Au + 4 CN- + H2O2                     2 Au(CN)2- + 2 OH-

 

çözünme reaksiyonunda, sistemin redoks potansiyeli -0,61 V; çözünürlük sabiti 2,8*1039 ve pH’ı 10,5’den büyük olmaktadır.

 

Siyanür içindeki altın çözünürlüğü;

·        Siyanür konsantrasyonu,

·        Oksijen konsantrasyonu,

·        Çözelti sıcaklığı,

·        Çözeltinin ph ve eh,

·        Altın yüzey alanı büyüklüğü,

·        Karıştırma hızı,

·        Liç süresi,

·        Çözelti içindeki yabancı iyonlar gibi parametrelerin denetiminde gerçekleştirilir.

 

Endüstriyel uygulama da henüz alternatifsiz olarak kullanılan siyanürün avantaj ve dezavantajları aşağıda özetlenmektedir.

 

Avantajları:

1.      Geniş çapta endüstriyel ölçekte kullanımı,

2.      Yüksek Au çözündürme verimleri,

3.      Aktif karbon üzerine efektif adsorbsiyonu,

4.      Liç kimyası ve mekanizması çok iyi biliniyor.

 

Dezavantajları:

1.      Oldukça zehirli,

2.      Yüksek pH değerinde çalışma gereği,

3.      Yavaş liç kinetiği

4.      Çevresel kısıtlamalar

 

2.4 Siyanürün Tosititesi Ve Çevresel Etkileri

 

Gününüzde hangi nedenle olursa olsun adından sıkça söz edilen ve adeta ölümle eşanlamlı olarak anıla “siyanür” kimyasal bir reaktif olarak bir çok sanayi (kimya, metal, boya, ilaç, deri, tekstil) dalında, 1800’lü yıllardan beri ise endüstriyel ölçekte “tek” ve “alternatifsiz” olarak madencilik dalında kıymetli metallerin (Au,Ag) kazanımında kullanılmaktadır.

 

Günümüzde dünyada yılda üretilen 600,000 ton siyanürün yaklaşık %40’ı altın ve gümüş madenciliğinde kullanılırken, %60’ı dezenfektan, naylon, plastik camlar, tekstil ve dericilik sanayi, metal polisajı, hayvan yemleri yapımı, çeşitli zehirlici ilaçlar, çeşitli ilaçların ve vitaminlerin üretiminde kullanılmaktadır.

 

Siyanür liçi yönteminin, dünyanın birçok yerinde gerekli güvenlik önlemleri alınmak koşuluyla, sorunsuz olarak uygulanması, yöntemi gelişmiş ülke çevrecilerinin gündeminden çıkarmıştır. Ancak siyanürün zehirli bir madde olduğu ve saf haliyle düşük miktarda canlılarda ölüme neden olduğu bilinmektedir. Durumun ciddiyeti ölçüsünde, gerekli önlemlerin alınması için siyanürün öldürücü dozajı kesin olarak bilinmelidir. Buna göre,

 

·        Siyanür gazının (HCN) konsantrasyonu 300 ppm seviyelerinde ise birkaç dakika içinde ölüm,

·        150 ppm seviyelerinde ise 30 dakika sonunda başlayan ölüm söz konusudur,

·        40-60 ppm arasında kalıcı etki olmaksızın 1 saat süreyle kalınabilir,

·        20-40 ppm’de saatler sonra hafif belirtileri hissedilebilir,

·        2-5 ppm’de ise koku başlangıcı söz konusudur.

 

Bir kimyasal reaktif olarak saf kuvvetli bir zehir olan siyanürün altın ve gümüş madenciliğinde kullanımı, çevre açısından ciddi bir tehlikedir. Bu endişelerin doğru yanı reaktifin kimyasal yapısından kaynaklanmakla beraber, uygulamada zaten bilinen bu durum için proses içinde gerekli önlemlerle siyanür konsantrasyonunun belirli değerlerin altına indirilerek olası zararlı etkilerinin kontrol edilmesi konusunda bilimsel çalışmalarla belirlenmiş standartlar vardır. ABD’de uygulanan içme sularına ilişkin standartlara göre içilebilir nitelikteki sularda siyanür için önerilen limit değer 0,2 mg/l izin verilebilir limit değer ise 0,3 mg/l olmaktadır.  

 

3. ÇEVREYE ETKİLERİ

 

Türkiye’de çevre koruma kavramı ilk defa 1982 Anayasası’nda yer almış ve 1993’te çıkarılan ÇED (Çevresel Etki Değerlendirme) Yönetmeliği ile ciddiyet kazanmıştır. Bu yönetmelik gereğince, firmalar belirlenmiş etkinliklerinin planlama aşamasında bir ÇED raporu hazırlamakla yükümlüdürler. ÇED raporları konunun uzmanlarından oluşan bir komisyonca incelenir ve Rio Deklarasyonu da dikkate alınarak, halkın ÇED sürecine katılımı öngörülür. Altın madenciliğinde, altının liç işleminde kullanılan siyanür çevre için büyük bir tehdit oluşturmaktadır. Çok zehirli bir reaktif olan siyanürlü atık, proses gereği geçirimsiz atık barajlarına pompalanmaktadır. Bu konuda duyulan kaygı, gerekli önlemler alınmazsa, bu atık barajlarında oluşabilecek sızıntının su kaynaklarına ya da diğer kullanım alanlarına ulaşma olasılığından kaynaklanır. Ayrıca böyle bölgelerde zehirli atıklar nedeniyle fauna ve floranın yok olması da ayrı bir olumsuz etkidir. Dünyadaki hemen her altın üretim biriminde siyanürleme yöntemi uygulanmaktadır ama açık havuzların kullanıldığı birimler genellikle yerleşim yerlerinden çok uzakta ve bitki örtüsü bakımından zayıf alanlardır. Siyanürün insan sağlığı ve doğayı tehdit eden üst sınırının 10 ppm (milyonda 10) olduğu gerçeği düşünülürse, bu konuda ne kadar duyarlı olmak gerektiği de anlaşılır. Dolayısıyla, bu işlemin bol yağış alan, toprak kayması ve deprem gibi doğa olaylarının sık gerçekleştiği yerlerden uzak bölgelerde kurulacak tesislerde, eğitimli kişiler tarafından gerçekleştirilmesi ve bu konuda uzmanlaşmış kişilerce de denetlenmesi gerekir.

 

Madencilik, arama dönemi uzun ve riskli olan ve üretimi de zor doğa koşullarında gerçekleştirilen kaynak yaratıcı bir sektördür. Madenler, üretildikleri yöreye ekonomik canlılık getirir; istihdam olanağı yaratır ve göç hareketlerini önler. Madenlerde çalışan bir kişinin en az on kişiye daha iş olanağı sağladığı saptanmıştır.

 

Madenler, günün koşullarına göre ekonomik özelliği olan ve tekniğin gereklerine uygun mühendislik hesapları yapılarak gün ışığına çıkartılan değerlerdir. Her üretim sürecinde olduğu gibi, madenlerdeki üretim de insan emeği, malzeme, makine ve ekipmanla gerçekleştirilmekte; bunun sonucu olarak; insan ve çevre ile iç içe bir çalışma ortamı oluşmaktadır. Yeraltı ve açık işletme yöntemleri ile üretilen hammaddeler arasında, ekonomik değeri haiz olan mineraller belli bir orandadır ve işletilen cevherin kazanımı ise, çeşitli fiziksel ve kimyasal yöntemlerle yürütülmektedir. Bu yöntemlerin uygululanması sonucunda, gerek çevreyi, gerekse insan sağlığını etkileyen olumsuzluklar ortaya çıkmaktadır. Bunların giderilmesi ya da en aza indirilmesi için, çeşitli kanun, tüzük ve yönetmelikler yürürlüğe konulmuştur.

 

Yirminci yüzyılın ortalarından sonra, ağırlıklı olarak gelişmiş toplumlarda havaya, suya ve toprağa boşaltılan çeşitli sanayi atıkları, insanın ve diğer canlıların yaşamını olumsuz yönde etkilemeye başlamıştır. Bu olumsuzluklar karşısında gelişen toplumsal muhalefetin de etkisiyle, üreticiler çeşitli önlemler almaya zorlanmıştır. Sonuç olarak, bu konular sadece üreticilerin inisiyatifine bırakılmış; mevzuata da bağlanmış; “Kirleten öder.” ilkesi genel kabul görmüş ve denetimler sıkılaştırılmıştır.

 

Bugün gelişmiş ülkeler sanayileşmelerini tamamlamış ve sanayi ötesi topluma geçmişlerdir. Ancak, bizim gibi gelişmekte olan ülkeler, sanayileşmelerini tamamlayabilmeleri, yani kalkınabilmeleri için, hammadde çıkartımına ve mamul madde üretimine muhtaçtır.

 

Altın madenciliğinin de diğer madenlerin üretim biçimlerinden önemli bir farkı yoktur. Altın madenciliği, her ne kadar definecilikle eşanlamlı olarak değerlendiriliyorsa da, bize göre, herhangi bir hammadde kaynağının mühendislik hesaplarına dayandırılarak kazanılması sürecinden başka bir şey değildir. Ülkemizdeki altın aramaları, uzun yıllar MTA tarafından yürütülmüş; ancak, ekonomik değerde hiçbir kaynak bulunamamıştır. 1985’te yürürlüğe giren 3213 sayılı Maden Kanunu’nun ve yabancı sermayeyi teşvik eden mevzuatın ardından, ülkemizde altın aramaya başlayan yabancı şirketlerin birkaçı, bazı altın rezervleri tespit etmişlerdir.

 

Aramalar sonucunda başka rezervlerinde bulunabilme ihtimali ortaya çıkınca, ülkemizdeki bazı çevreler “Siyanürle altın aranıyor.” haberleri yayılmaya başladı. Hatta, Ovacıkta kullanılacak siyanürün Ege Denizi’ni zehirleyeceği ve bu durumdan Yunanistan’ın da etkileneceği gibi haberler bile basında yer aldı. Bugüne kadar, arama çalışmalarında siyanür kullanılmamıştır. Böyle bir arama yöntemi de yoktur. 

 

Siyanür zehirli bir maddedir ve belli bir dozda (70 kg ağırlığındaki bir insan için 0,1 gram) alındığında, ölüme neden olmaktadır. Bunun aksini kimse savunmuyor. Ancak, bugün ETİBANK’ın Gümüşköy Müessesesi’nde yılda 900 ton siyanür kullanılmaktadır ve ne bu işletmede, ne de çevresinde, siyanür zehirlenmesi ile ilgili tek bir ölüm vakası bile olmamıştır. Türkiye’de ise, toplam 1500 ton/yıl siyanür tüketilmekte; geriye kalan 600 tonun büyük bir çoğunluğu ise, doğrudan Marmara ve Ege’ye boşaltılmakta ve bu 600 tonun nasıl kullanıldığının denetimi yapılmamaktadır.

 

Altın madenciliğinde, çıkartılan cevherdeki altının kazanımı için, ya tank liçi ya da yığın liçi yöntemiyle siyanürasyon uygulanmakta ve çözeltiye geçen altının taştan topraktan ayrılması sağlanmaktadır. Bu çözelti, içindeki altın kurtarıldıktan sonra, katı maddelerle birlikte bir atık barajının ardında toplanmakta ve işleme kapalı bir devre halinde devam edilmektedir. Atık barajında toplanan malzeme, zaman içinde doğal bozunmaya terk edilmekte ve canlılar üzerindeki olumsuz etkileri ortadan kalkmaktadır.

 

Dünyanın her yerinde, maden cevherinden altın üretimi siyanür kullanılarak gerçekleştirilmektedir. Şu anda teknik ve ekonomik açıdan yapılabilirliği olan tek yöntem de budur. En önemli sorun atık barajının yapısının nasıl olacağıdır. Sorunun çözümü için, atık barajında oluşabilecek herhangi bir sızıntının önlenmesi gerekmektedir. Barajın tabanına yerleştirilecek geçirimsiz malzemeler sızıntıyı önleyecektir. Barajın dayanıklılığının sağlanması ve atığın sızmasını önleyecek yapının oluşturulması bir mühendislik işidir. Atık barajının kenarlarına monte edilecek musluklarında alınacak numunelerin analizi sonucunda, sızma olup olmadığı ortaya çıkacak ve şayet sızma söz konusu ise, üretim durdurularak gereken önlemler alınabilecektir. Bu iş, gelişmiş ülkelerde de aynen böyle yapılmakta ve yöntem başarıyla uygulanmaktadır.

 

4. SONUÇLAR

 

1- Madencilik ve sanayi süreçlerinde, çevre olumsuz sonuçlarla karşı karşıyadır. Olumsuz etkiler asgariye indirilerek üretime devam edilmelidir.

2- “Ya çevre ya da madencilik” şeklindeki dayatma yanlıştır. Madencilik ve çevre barışık olmalı; ortak bir noktada yaşayabilme koşulları bulunmalıdır. Bunun için, bilime ve tekniğe, uzmanların tavsiyelerine değer verilmelidir.

3- İşletmeciler, üretim süreci esnasında ve sonrasında taahhüt ettikleri önlemleri harfiyen yerine getirmeli; yöre halkına gereken güveni vermeli ve yetkililer de denetim mekanizmasını zamanında ve aksatmaksızın işletmelidir.

4- Çevrenin korunması için kurulmuş örgütler, belediyeler ve diğer sivil toplum örgütleri, üretimi engellememe koşuluyla, gereken önlemlerin alınması doğrultusunda bir baskı unsuru olmalıdır.

5- Gelişmiş ülkeler önce sanayilerini kurmuşlardır. Bizim de kalkınmaya, yani sanayileşmeye ihtiyacımız var. Çevreyi olumsuz yönde etkileyecek risklere karşı, gereken önlemleri alarak üretimin devamını gerçekleştirmemiz gerekir.

6- Gerek madencilikte, gerekse diğer sanayi sektörlerindeki üretimlerin planlama ve ön fizibilite çalışmaları döneminde, doğrudan etkilenecek olan yöre halkına detaylı bilgiler aktarılmalı; olumsuzlukların giderilmesi için alınacak önlemler konusunda güvence verilmelidir.

7- Madenlerin bulundukları yerde işletilmesi ve işlenmesi mecburiyeti vardır. Uzun mesafelere taşınmaları halinde ekonomiklikleri ortadan kalkar.

8- Birçok sanayi tesisinin kurulabileceği alternatif sahalar olmasına rağmen, verimli tarım alanları üzerine kurulan birçok tesisinin kuruluşunu, ne devlet engellemiş; ne de bu tür yatırımlara karşı, kamuoyunda madenler aleyhinde yürütülen muhalefetin çok azı bile yapılmamıştır. Örneğin, Toyota-Sa tesisleri birinci sınıf tarım arazisi olan Adapazarı Ovası’nda kurulmuştur.

9- Çevre, bizim ve gelecek nesillerimizin üzerinde yaşayacakları alanlardır. Öte yandan, tıpkı yerüstü kaynakları gibi, yeraltı kaynaklarının kendileri de birer doğal kaynaktır ve ülkemizin doğal zenginlikleridir. Bu kaynakların ekonomiye kazandırılması konusu birbirini engellememeli; yeraltı servetlerimizin de dengeli bir şekilde toplumun hizmetine sunulması sağlanmalıdır.

 

Kaynaklar:
 
·  Ana Britannica, 1989.
.  Yüce A. E., Önal G. Altın Madenciliği Ve Çevre, Mart 1997
·  Beckwith, C. Royal Gold Of The Empire, National Geographic, Ekim 1996
·  Boyle, R.W. Gold: History and Genesis of Deposits
·  Çevre ve Mühendis, Çevre Mühendisleri Odası Yayını, Sayı 13, 1997.
·  Haglund, K. Gold  PM, Ocak 1987.
·  Metalurji, Metalurji Mühendisleri Odası Yayını, Sayı 87, 1993.
·  Özgen, İlknur. The Lydian Treasure.
·  Tez, Z. Kimya Tarihi, V Yayınları, 1986.
BAŞA DÖN