HANGİ REJİM ÇÖKÜYOR?

Ümit Furkan

 

İran’daki üniversite öğrencilerinin gösterileriyle birlikte bizdeki laik gazeteleri ve yazarları da bir heyecan sardı ki, sormayın gitsin!..

"Molla rejimi yıkılıyor, laik Türkiye ise dimdik ayakta” minvalinde haberleri ve yazıları bolca okuyoruz.

Bu gürûh, İran rejimine muhalif olmaktan öte bir taşeron örgüt hâline gelen Halkın Mücahitleri’nin düzenlediği bombalı saldırıları (ki bu saldırılarda siviller ölüyordu) “Mollaya bomba!” şeklinde verirken, bu gösterilere nasıl sevinmesinler?..

Tabiî ki "mollaya" yapılan saldırıya terör diyemeyiz!..

İran’da rejim değişir mi değişmez mi, bilemiyoruz.

Biz bu yazımızda laik gürûhun “Laik Türkiye dimdik ayakta” iddiasının ne kadar doğru olduğuna bakacağız.

Unutulmaması gereken tablo: 28 Şubat cuntasının yönlendirmesiyle hükümeti kuran DSP-MHP-ANAP koalisyonu döneminde yapılan yolsuzluklar ve bunun sonucu da ekonomik kriz; işsizlik, intihar, ekmek parası için kendini satanlar...

Kasım 2002’de yapılan genel seçim sonucu yeni bir hükümet kuruldu; geçmiş hükümeti oluşturan partilerden hiçbiri de tekrar Meclis’e giremedi...

TBMM’de kurulan ‘Yolsuzlukları Soruşturma’ komisyonu, yakın geçmişteki yolsuzlukları araştırıyor ve bu doğrultuda ilgili şahısları dinliyor.

Komisyona bilgi verenlerin telâffuz ettikleri isimlerden anlaşılıyor ki, rejimi koruduklarını iddia edenler bir yandan da kendi ceblerini korumuşlar!

İşadamı Korkmaz Yiğit, “Benim bu hâle gelmemde sorumlu olan Mesut Yılmaz’dır.” diyor

TC’de başbakanlık ve değişik bakanlık görevlerinde bulunmuş olan Mesut Yılmaz, “Korkmaz Yiğit’de Güven Erkaya kefil oldu.” diyor.

Güven Erkaya kim?

TSK Deniz Kuvvetleri eski komutanı.

Ha bir de bu ilişkiler içerisinde mafya babası Alaaddin Çakıcı var...

Kısaca hatırlarsak: Mesut Yılmaz’ın başbakan olduğu dönemde Türkbank Korkmaz Yiğit’te satılmaya çalışılması, araya Alaaddin Çakıcı’nın girmesiyle ihalenin iptal edilmesi; bu arada dönen dolaplar ve Yiğit’tin bunları, kendi çektiği video kasetle televizyon aracılığıyla kamuoyuna duyurması sonucu Mesut Yılmaz’ın başbakanlıktan istifa etmesi...

TC’nin yolsuzluk tarihinden kısa bir kesit.

Siyasetçisinden işadamına, mafyacısından askerine...

Komisyona anlatılan sınırlı bilgilerden bile TC’nin nasıl yolsuzluk bataklığında debelendiğini görebiliyoruz.

AKP hükümetinin Enerji Bakanı Hilmi Güler anlatıyor:

"Türkmenistan'dan Türkmenbaşı'nın (Devlet Başkanı) bize 35 dolara kadar indiği doğalgazı biz almadık ve buna karşılık 2.200 metre derinlikten Mavi Akım'ı getirdik. Ruslar bu gazı -aldığımız bilgiler doğruysa-75 milyar metreküplük bir anlaşma yapmışlar Türkmenistan'la. Ve ödeyeceği parayı mal mukabili ödüyor. Yine aldığımız bilgilere göre -eğer doğruysa- pahalı satarak o malları karşılıyor ve 20 yıllık anlaşma yapmış. Yani bizim almadığımız gazı kendileri almış vaziyetteler. Biz buna karşılık Ruslar'dan Mavi Akımla gaz alıyoruz...
Türkmenbaşı'nın bize önce 40 dolar, sonra 35 dolara kadar indirdiğini, bunun son rakamının resmiyeti var mı bilemiyorum ama; 40 dolar çok zikredilen bir rakamdır. Ancak bununla ilgili gerek Türkmenistan'da, gerek Türkiye'de görüşmeler oldu. Ama o noktada maalesef Türkiye o kaynağı kullanmadı. Bunu ben çok merak ettim. En son gittiğimde, Türkmenbaşı ile olan görüşmelerimizde, Enerji Bakanı'yla olan görüşmelerimizde bunları sordum. Bunlar bütün bu bilgileri teyid ettiler. Sizin sorduğunuzu da benim size açıklamadığım rakamı da teyid ettiler. (Mavi Akım'da 1000 metreküp için ödenen 100 doların üzerinde fiyatı kestediyor) Türkiye'nin bunu yapmamakla büyük fırsatı kaçırdığını uzun uzun ifade ettiler...... En son geçen haftaki toplantıda Rus Enerji Bakan Yardımcısı da bahsetti, yani Türkmenistan'dan aldıklarını ve önemli bir miktar alıyorlar; çok ucuz alıyorlar. Bizim yaptığımız istihbarat da o söylediğimiz rakamın daha da altında alındığını söyleyenler oldu. (35-40 doların da altında) Başka ülkelerin büyükelçileriyle yaptığım görüşmede söylediğimi rakamın da altında, yani çok ucuz, çok çok ucuz. Beni rahatsız edecek kadar ucuz, kimya diyorsunuz ya, tansiyonunuzu yükseltecek kadar ucuz... Hangi hükümet, hangi bakan diye sordunuz. Ben prensip olarak isim vermek istemiyorum. Size tarihleri vereyim: 1998-1999."

Ve Enerji Bakanı Güler, enerjideki yolsuzlukları “devleti ele geçirme” olarak değerlendiriyor!..

Peki bu yolsuzlukları yapanlar kim?

Bu sorunun cevabını Mütefekkir Mirzabeyoğlu’nun şu sözlerinde bulabiliriz:

"T.C. içinde yaşayan 3000 aile; hukuk da bunların çıkarına göre, ordu da, polis de... Kendi aralarında dalaşmalar bir yana, bunlar hukuk üstü imtiyazlı bir zümredir!”

İşte bu imtiyazlı zümre çaldıkları paraları, Anadolu insanı çöplükten beslenirken, eğlence mekânlarında ve lüks yaşantıda harcıyorlar...

Sapkın yaşantının televizyonlarda sıkça gösterilmesinin rejim için hiç de iyi olmayacağını düşünenler uyarıyor:

"MİLLETİ DELİRTMEYİN

Yaz geldi, televole mekanları peş peşe açılıyor. Halkın öfkesini köpürten görüntülere karşı başta medya, herkese görev düşüyor

Ajanslara dün düşen bir haber, yine tartışma yaratacak bir başlığa sahipti. Bodrum'un ünlü diskoteği Halikarnas, 24'üncü kuruluş yılını "çılgın bir partiyle" kutlarken, sezonu da açtı. Ardından fotoğraflar tek tek bilgisayar ekranlarına düşmeye başladı. Bunlar 3 yıl önce hararetli tartışmalara neden olan görüntülerin benzerleriydi. Eğlence mekanının ortasında, köpükler içinde kendinden geçen kadınlı erkekli bir grup ve onların burnuna kadar girip çekim yapan kameralar ile fotoğraf makineleri... Bu tür görüntülerin ekranlarda çok sık yayınlandığı 2000 yılında, Türkiye aylarca "televole kültürü"nü tartışmıştı. Konuyu kamuoyunun gündemine getiren ise önemli bir isimdi: MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun. Atasagun, gazetecilere aynen şunları söylüyordu: "Bırakın Doğu'yu... Varsayalım, Ankara'nın varoşlarında yaşayan, altı çocuğu olan ve akşam evine ekmek götüremeyen birisiniz. Akşam televizyonunuzu açtığınızda televole programlarında 60 kişinin nasıl yaşadığını görüyorsunuz. Siz olsanız ne düşünürsünüz? Ben bu durumda olsam, belki de komünist olurdum."
'Sosyal Huzursuzluk'
Ankara'daki bazı bürokratlar ve devletin zirvesindeki etkili isimler de aynı kanıyı paylaşıyordu: Türkiye'nin gerçek fotoğrafını temsil etmeyen bu sıradışı eğlence görüntülerinin medyada çok geniş yer alması, "sosyal huzursuzluğu" körüklüyordu. Bu hassasiyet o günlerde gündemde büyük yankı buldu.
Değersizi Sunuyor
Bazı sosyologlar, Atasagun'a destek çıkarak, "Bu tür yayınlar, hayatta insanlığa yararlı olacak hiçbir değer üretmeyen insanların kamuoyuna bir değer ve örnek olarak sunuyor" değerlendirmesi yaptılar. Bazı siyaset bilimciler ise, geniş halk kitlelerinin bu tür haberlere duyduğu öfke nedeniyle giderek marjinaleştiğini öne sürüyordu. Gelir dağılımındaki uçurum ve işsizlik nedeniyle açlık sınırında yaşamak zorunda kalan milyonların, son seçimlerde, sistemin parçası gibi gördüğü için DSP, MHP ve ANAP'ı meclis dışına ittiği de kabul gören bir görüş olarak ortaya atıldı.
Yine, Yeni, Yeniden
Yazın başlamasıyla birlikte, üç yıl önce tartışma yaratan eğlence kalıpları yeniden sergilenmeye başlandı. Bu tür eğlence yerlerindeki "çizmeyi aşan" eğlence tarzlarının, halkta büyük öfke yarattığı dikkate alınarak herkesin dikkatli davranması gerekiyor. Kimileri, sıradışı eğlence biçimlerinin objektifler önünde teşhir edilmemesi gerektiğini savunuyor. Medyanın da, gerçek Türkiye fotoğrafıyla örtüşmeyen bu tür etkinliklere karşı hassas davranması bekleniyor." (Vatan Gazetesi, 01. 06. 03)

"ALTIMIZI OYAN SORUMSUZLUK"

Yazlık eğlence mekânları peş peşe açılıyor, açık saçık görüntülerin medyadaki payı sıcağa paralel artacak. Bodrum'daki Halikarnas Disko'nun açılış gecesinden çekilmiş fotoğrafları görünce kendi kendime sordum: Türkiye bu mu? Değil, çünkü Tarhan Erdem'in A&G şirketi tarafından yapılan son araştırma bambaşka bir Türkiye tablosu ortaya koyuyor: Halkın yüzde 75'i fakirlik, çaresizlik ve ümitsizlik demek olan "ekonomik kriz" i hayatının bir numaralı meselesi olarak gördüğünü söylüyor. İkinci sırada yüzde 62 ile işsizlik var. Türkiye'de okumuş işsizler hiç bir dönemde bugünkü boyutlara dayanmamıştı. Halk üçüncü büyük sorunu eğitim (yüzde 28) ve dördüncü sorunu da yolsuzluklar (yüzde 16) görüyor. Kuşkularla dolu bir siyasi geçmişten gelenlerin kurduğu AKP nasıl oldu da iki yıl içinde tek başına iktidar çoğunluğu sağlayan bir parti oldu?
Ölen değerler
Bir numaralı cevabı halkın gündemindeki sorunlar veriyor. İkinci cevap medyanın sorumsuzluğudur. Eğlenmek herkesin hakkı. İnsanlar bu haklarını gelir düzeylerine ve kültürel zevklerine göre kullanıyorlar. Haksız kazanç hırsı, tüketim ölçüsüzlüğü, bencillik, sefahat, şiddet, ahlâki sınırları ihlâl eğilimleri, tarih boyunca toplumlar ve dinler tarafından yıkıcı ve bölücü hastalıklar olarak görülmüştür. Uygarlık aile, okul ve din kurumları üstünde yükseldi. Fakat çağımızda bu kurumların yerini neredeyse tek başına medya ve özellikle de televizyon almıştır. Başkan Carter'ın ulusal güvenlik danışmanlığını yapmış olan stratejist Brzezinski "Geleneksel kurumlar zayıfladıkça kültürel anlamda yıkıcı bir medya güçlendi" diyor. Şu sözleri sanki özellikle bizdeki durumu tarif ediyor: "En çok ilgi çeken konular, insanın en soylu yanı yerine en aşağılık şehevi arzulan ile marazi korkularına ve endişelerine yönelik konular olunca, kötü programcılık iyi programcılığı saf dışı ediyor. Televizyon, çürümüş, ahlâk dışı ve yıkıcı değerleri yaygınlaştıran bir araç olmuştur."
Şaşkın ördekler
Bu medya başka haksızlıkların ve kötülüklerin de suçunu işliyor. Eğlence yerlerindeki istisnaları genelleştiriyor. Açık saçık giyimi veya ölçüsüz bir davranışı nedeniyle öne çıkardığı tipleri, küstürülmemesi gereken haber sermayesi gibi gördüğü için ödüllendiriyor. Bundan çıkan mesaj, geleneksel değerlere bağlı çoğunlukta gelecek korkusu ile birlikte savunma ihtiyacı yaratıyor. Gelir uçurumları ve yoksulluk, kültürel ve ekonomik sınıf ayrımcılığı ile beraber önce yabancılaşmayı, sonra düşmanlığı besliyor. Eğlenmenin de makulünü aramak zorundayız. "Ne kadar rezillik, o kadar bedava reklâm" tamahkârlığı, eğlence mekânlarının hastalığı oldu. Bu hastalık, oralara gidip adam gibi eğlenen insanlara haksızlık değil mi? Haksızlık devam ederse bu insanlar kendilerini savunmak için kabuklarına çekileceklerdir. Rezillikle beslenen reklâm silâhı geri tepecektir. Tabii asıl sorumluluk medyanın.. Gazeteler ve televizyonlar cesur bir özeleştiri için geç bile kaldıklarını görmelidirler!” (Güngör Mengi, 01. 06. 03, Vatan Gazetesi)

Denmek isteniyor ki, "Çaldıklarınızla yiyin için ama göstermeyin. Halkı uyandırmayın ki kurduğumuz soygun düzenin altı oyulmasın!...”

Laik medyadan birkaç alıntı daha yapıp konuyu nihâyete erdireceğiz:

"Gramı 2.5 milyon liralık havyar için Türkler sırada

Çırağan Oteli'nde açılan barda "dünyanın en değerli havyarı" Beluga sipariş ediliyor. St. Petersburg'tan sonra dünyanın ikinci Havyar Bar'ı İstanbul Çırağan Oteli'nde açıldı. Mönüsünde farklı kalitede birçok havyar çeşidinin bulunduğu barda, Türkler'in tercihi bir gramı 2,5 milyon liraya satılan ve dünyanın en değerli havyarı olarak bilinen "Beluga". Çırağan Sarayı Otel Kempinski Yiyecek&İçecek Direktörü Christopher Rudolph, Türklerin tercih nedenini şöyle açıklıyor: "Beluga Havyarı daha ender bulunan, daha eski bir balık türünden elde edilen, mükemmel bir inciye sahip olması nedeniyle en çok tüketilen havyar türü. Barımızda, Mersin Balığı'ndan elde edilen Beluga'nın yanısıra, Sevruga, Osetra ve Rusya'dan getirilen Somon havyarı da var. Somonun bir gramı 1 milyon 500 bin liradan, Beluga Havyarı'nın bir gramını ise 2.5 milyon liradan satıyoruz."
Kişi başı fiyatı 50 dolar!
Çırağan Sarayı Otel Kempinski Yiyecek&İçecek Direktörü Christopher Rudolph, Havyar Bar için 45 bin dolarlık yatırım yaptıklarını, yeni açılmalarına rağmen ilginin büyük olduğunu söylüyor. 32 kişilik restoran ve 32 kişilik bar kapasitesine sahip mekanda Beluga havyarının kişi başı fiyatı ise 50 dolar.”

(Vatan Gazetesi, 22. 06. 2003)

"ZIKKIMIN KÖKÜ!

Yolsuzluk haberleri, siyasal iradeyi diri tutmak için yararlı bir toplumsal baskı oluşturuyor.
Ama bir yandan da halk üstünde yenilgiyi kabul etme duygusu yaratıyor. Okur mektupları cüzdanını çaldırmış insanların şaşkınlığını ve öfkesini taşıyor. "Artık ne yaparsak faydasız" teslimiyetini aşmak lazım.
Tablo, tarihte Roma İmparatorluğu'nün sonunu getiren alâmetleri andırıyor:
Aşağılanmış, belirsizliklikler ve kuşkularla bunalmış, yöneticilerine güvenmeyen toplum, birliğin ürettiği enerjiyi kaybetmiştir.
Ahlâk anlayışının çökmesi, haris bir azınlığın azgınlaşmasına sebep oluyor. Sınıf çatışmasını denetim altında tutan ortak amaç ve değerleri tekrar ayağa kaldırmaktan başka çare yoktur.
Şova karnımız tok
Dokunulmazlıkları sınırlamaya razı olmadıkça iktidarın halka güven vermesi düşünülemez. Eski soruşturmalar, gelen iktidarların "cambaza bak" oyunu idi. Toplumsal dikkati öncekilere odaklayan yeniler de devleti soydular ve güvence olur hesabıyla kendi zenginlerini yarattılar.
AKP gerçekten tarihe damgasını vurmak istiyorsa yolsuzluk yapanları ve yapacak olanları mahkemelerden kaçırmamalıdır.
Türkiye'nin geleceği, halkı imkânsıza inandıracak güçte ahlâk savunucusu bir irade ve cesaret bekliyor. İktidar, bu erdemi gösteremezse "devletin malı deniz, yemeyen domuz" diyenlerin iştahı ve ihtirası daha da artacaktır.” (Güngör Mengi, 22.06.03, Vatan Gazetesi)

"Bakın, Almanya'nın önemli gazetelerinden biri Türkiye için neler diyor; "On yıl içinde Türklerin komşusu olan, üç güçlü politik sistem çöktü. Bu sistemler en az Türklerin Kemalist modelleri kadar güçlü inşa edilmiş görünüyorlardı. İran'da şah monarşisi, Sovyet komünizmi ve Yugoslavya'daki federatif Balkan yapısı. Bu devletlerin hepsi dinsel veya etnik çelişkiler yüzünden yıkıldılar. Üstelik Türkiye'de hepsi var... Lenin'in devleti 73 yaşına basmıştı... Atatürk'ün Cumhuriyeti de hayli kritik olan 75. yaşına..." Bu noktada yorumu size bırakıyorum... Sevgili dostlar, 'bizi yaşatan ve devamlı kılan' kavramlarımızı ve bileşenleri, AB hayaliyle terk etmemiz ve sonunu düşünmeden yeni düzenlemeleri hayata geçirmeye çalışmamız... Diğer bir ifadeyle sorunlu ama bizim olan kayığımızı sonunu düşünmeden terk etme sevdamız...' Önümüzdeki dönemde bizi bekleyen en büyük tehlike...
Sonuç: Biz kendimizi ne kadar başarısız görsek ve gerçekten başarısız olduğumuz birçok alan olsa da; gözden kaçırmamız gereken çok net bir gerçek var. Bu gerçeği ben değil eski ABD Başkanı Clinton bakın nasıl ifade ediyor; "20. Yüzyılın yarısı, Osmanlı mirası üzerinde şekillendi, 21. Yüzyılın ilk bölümü de Türkiye'nin alacağı pozisyon ile şekillenecek..." Bu noktada 'Türkiye'nin mirası' demediği için şanslıyız...” (Yiğit Bulut, 17.06.03, Radikal Gazetesi)

Perdeyi, AKP’yi rejim konusunda uyaran Gündüz Aktan’ın şu satırlarıyla kapatıyoruz:

"Cumhuriyet devrimleri oyla yapılmadı. Devrimle geleni değiştirmeye kalkışmak, başlangıçtaki devrim şartlarına dönülmesine yol açar. Sosyal psikolojinin bu temel kuralını unutmanın tehlikeleri açık.” (28.05.05, Radikal Gazetesi)

Ya halk açlık içindeyken bir zümrenin Lûtî hayat yaşaması hangi ‘tehlikeye’ açıktır?

Yoksa yeni bir devrime mi?..

 

 www.umitelonu.up.to