...SÖYLETENE BAK! ÜMİT FURKAN
11 Eylül "uçaklama" eylemini, Amerika’da yaşayan homoseksüel ve lezbiyenler nedeniyle Allah’ın bir gazabı olarak bakan papaz Jerry Falwell yine döktürmüş! Amerikan CBS adlı televizyon kanalındaki 60 Dakika programına katılan papaz Falwell, Peygamber Efendimiz’le (s.a.v.) ilgili şunları söylemiş: “Bana göre Muhammed bir terörist idi. Onun vahşi bir adam, BİR SAVAŞ ADAMI olduğuna kanaat getirecek derecede Müslüman ya da Müslüman olmayan kaynakları okudum...” Tabiî ki bu sözler üzerine Müslümanlar hemen tepki gösterdiler. Amerika’daki Müslümanlar, CBS televizyon kanalı önünde protesto gösterisi yaptılar. Kınama bildirileri yayımladılar. Bizdeki İslâmî basın da papaz Falwell’in sözlerini, “Peygamberimiz’e hakaret” şeklinde okuyucularına duyurdular ve okuyucularından tepki göstermelerini istediler... ABD için "terörist"; kendisine karşı çıkan kişi, kuruluş, ülke... mânâlarına geldiği için Papaz Falwell’in Peygamber Efendimiz’e “terörist” demesini yadırgamıyoruz! Nasıl ki zamanında Peygamberimiz kefereyle savaştıysa, bizler de savaşacağız. Ve ABD tarafından “terörist” olarak anılmaktan da gurur duyacağız! "Vahşi”liğe gelince: Mevzuu etmeğe bile değmez!.. Hâdisenin bizi ilgilendiren yönüne gelince. Hani derler ya: "Söyleyene değil de söyletene bak!” Papaz Falwell de farkında olmadan biz Müslümanlara Peygamberimiz’in bir hususiyetini hatırlatıyor: Savaşçılığını... Haçlı saldırılarının yoğunlaştığı şu günlerde “Dinlerarası diyalog”, “Hoşgörü” gibi safsatalarla Müslümanları oyalamak isteyenlere ve kendi sünepeliklerini Peygamberimizde meşrulaştırmak isteyenlere en güzel cevap Falwell keferesinden geliyor: “O bir savaş adamıydı!..” Zaten Peygamber Efendimiz buyurmuyorlar mı: “Ben harp Peygamberiyim!” Cihad, merhamet, cihad kaçkınlığı... Sözü, tüm bu mefhumları “İslâma muhatap anlayış” çerçevesinde yerli yerine oturtan Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’na bırakıyoruz: «Allah Resûlü’nün gaza ve fetihlerinin öz mânâsı bir yana, o gaza ve fetihleri anmanın bile ne devlet olduğu babında, bazı büyüklerin şu rivayeti yeter: - "Bir kimse, Allah Resûlü’nün gazâ ve fetihlerini okuyup anmayı âdet edinecek olursa, Allah o kimseye her işte fetih ve nusretler verir, çetinliklerini kolaylaştırır ve düşmanları üzerine galip kılar.” · Bid’at, dinde, olmayan şeyi eklemek veya olan şeyi çıkarmak şeklinde, uydurma bir yenilik demektir... Bu uydurma yeniliklerin en fecilerinden biri de, cihad ve gazada gevşeklik, hatta son 100 senedir müslümanlara telkin edilen gaza ve cihadın redi tavrıdır... Oysa bizzat Allah Resûlü savaşmışlar ve buyurmuşlardır: - "Ben harp Peygamberiyim!" · Küfre hiçbir sığınak kalmaması ve küfürle mücadelenin her zaman ve mekânda serbestleşmesi –ara bile verilmemesi- için, “Haram ayı” bahsine bakmak yeter!..» (1) «Bid’at bahsi... Zamane hain ve münafıkları, İslâm’ı eşya ve hadiselere tatbik, bunun için de düzen değişikliği mecburiyeti ortada iken, kanatsız kuş misâli İslâm’ı cihat bahsinden tecrit etmeye kalkarlar ve bu şuurlu hainliklerine bir takım kel keleş mümin geçinen ahmakları da âlet ederek gerçek müminlerin tesirlerini törpülemek isterler, istemektedirler... Buyrun bu soydan anlayışların ne menem bir iş üzerinde olduklarının izâhı: - "Dinî işlerde bid’atlerin türemesi öyle bir fitnedir ki, zararı bütün mahlûkları sarar. BUNLARDAN BİRİ DE CİHAD VE GAZADA GEVŞEKLİK VE TEMBELLİKTİR. Burada bir nükte vardır ki, münafıklığın alâmeti olmaya kadar gider. O da şehitlik nimetinden kaçınmak... Şehitlik, İslâm’ın kuvvet bulması yolunda can vermektir. Her mümin fert bu yüksek makamı kalb ve zevk yoluyla benimsemeye, istemeye memurdur. Bu sır icabı olarak Resûl ve Nebîlerin birçoğu, sahabîlerin ekserisi ve Peygamber evlâdının hepsi şehadeti arzulamış ve o yolda ruhlarını teslim etmişlerdir. Bir kişinin bile sebep olduğu fitne dolayısıyla bütün mahlûkların zarar görmesi karşısında kalblere bir vehim düşebilir. Bu hususta Allah, İlâhî ukubetinin (cezasının) pek şiddetli olduğunu bildiriyor. Çünkü İlâhî rızasına aykırı bir şeyin zuhurunda cezanın nasıl geleceğini takdir, ancak kendi zâtına aittir. Sebep olanlara, başlangıcı dünyada olarak ceza, sebep olmayarak mazur görülecek olanlara da, fitnenin doğuş ve yayılışına mâni olamayarak yalnız kalble karşı durdukları için şehitlik nasip eder.” (2) «Allah Sevgilisi’nin, işportacı ağzıyla en çok gevelenen ve derinliğine bir hikmet hâlinde hiç bilinmeyen vasıflarından biri de “rahmet” ve “merhamet” vasfı... Alâkalı olduğu meseleler içinde bu bahsi idrak eden insan, hem vahdet hakikat ve usûlünün, hem kader sırrının, hem zâhir ve bâtın sırrının, hem “Hakikat-i Ferdiyye" davasının, hem de itikad bahsinin birbirinin aynı mânâlar hâlindeki farklılaşmalar olduğunu görür... Ve görür ki, şeriatı, tasavvufu, kaderi, hadîsi, mezhepleri reddeden ahmak sürüsü, isterse birbirine geçit verdiğini anlamadan diğerini reddetsin, neticede İslâm itikat arsasını bozmaya memur şuurlu veya şuursuz hainlerdir...» (3) «Rahîm... Allah diyor ki, "Geçti gazabımı rahmetim”... Rahmet, toplu bir mefhum olarak bütün isimlere şâmildir; ve her İlâhî isme nisbetle değişirken, Allah’ın rahmeti her biri ile istenebilir... Bilemek gerekir ki, her İlâhî isim, Allah’ın bütün isimleriyle vasıflanmış olduğundan, hem Zat’a ve hem de kendisi için konulan mânâya delâlet eder; “Rahmet” ismi, bütün isimlere şâmil... Bu yüzdendir ki, İslâm’ın kılıcı da merhamettir!.. · Allah’ın Sevgilisi, “Rahmeten-li-l âlemin; Bütün âlemlere rahmet olan”dır. Doğrusu cümle sapıkların, enfüsî, derûnî, bâtınî ve bedihî kavram ve meselelerin karşılarındaki insanlarda bulunuşuna sığınmadan, bundan ne anladıklarını göstermelerini isteriz!.. · "Küllî Ruh-Malûm-Kader" bahsine dair daha önce işaretlediğimiz tablolar, “Vahdet” sırrı ile “Rahmet” sırrının aynılığını gösteriyor... Bu husus da, kuru sıkı “kaynaktan yapmalıyız” tekerlemecileriyle, “cihad düşmanı” merhametlilere (!) armağan olsun!.. · Rahmet: Merhamet, acımak, şefkat etmek, ihsan etmek, esirgemek. Yağmur... Rahme: Rahmet, muhabbet. Kartal... Rahmî: Rahmete mensub, rahmetle alâkalı, rahmete müteâllik. · Rahîm: Rahmet edici, merhamet eyleyen. Rahmedici. Muhafaza eden, bağışlayan. Rahmet ve merhamet sahibi, şefkat eden, gufran sahibi. Bu isim, Kur’ânda 220 defa geçer. · Birbirini ifâde eden iki isim hâlinde, "Rahîm" ve "Rahman"... Allahın güzel isimlerinden biri de “Er’rahman-Nimet verici”... Rahman: Bütün yaratıklara rızkını veren, her ân bütün mahlûkat hakkında hayır ve rahmet irâde buyuran, bütün mahlûkatına sayısız nimetler veren. Nizâm ve adâlet sahibi. · Kuru klişe olarak ezber soyundan ve ruhsuz tekerleme hâlinde biteviye kullanılan, aslında ise aşk ve vecdine bürünülmesi gereken hakikat: "Allah Sevgilisi’nin âlemlere rahmet olarak gönderilişi” hakikati... Bu şuur, insan ve toplum meselelerinin sözkonusu olduğu her yerde, “el, dil ve kalb”le, O’nun getirdiği nizâmı hâkim kılmayı gerektirmez mi?...» (4) Ne dersiniz, bizlere bu hakikatleri hatırlattığı için papaz Falwell teşekkürü hakketmedi mi?!.
Dipnotlar: 1- Salih MİRZABEYOĞLU, Hakikat-i Ferdiyye–Çöle İnen Nur-, İBDA Yay., s. 131 2- A.g.e., s. 133-134 3- A.g.e., s. 159 4- A.g.e., s. 159-160
|