DİYANETTE “NEO-MU’TEZİLE” DÖNEMİ Mİ? ÜMİT FURKAN
3 Kasım genel seçimleriyle TC’yi ‘tek başına yönetme’ hakkını kazanan Adalet ve Kalkınma Partisi’nin yapacağı icraatlar merak ve şüpheyle bekleniyor. Acaba ne yapacaklar?.. Gerçi belli başlı konularda açıklamalarda bulunuluyor ama gene de bazı şüpheler var? Hem Laik kesimde, hem de İslâmî kesimde. Laikler, "acaba dedikleri gibi değiştiler mi, yoksa takiyye yapıp ileride bizleri çarşafa ve şalvarının içine mi sokacaklar?” düşüncesindeler. İslâmî kesimde ise, AKP’nin daha kuruluş aşamasında ortaya atılan “bunları ABD palazlandırıyor” söylentilerinin etkisiyle biraz şüpheyle yaklaşma tavrı var. Ama yine de, “bazı sorunları da çözebilirler” beklentisi de yok değil! Bu beklentiler ve şüpheler içerisinde yeni hükümet kuruldu. Herkes kendi zaviyesinden hükümet üyeleri hakkında değerlendirmelerde bulunuyor. Bizim ise, hükümet üyeleri arasındaki bir isim dikkatimizi çekti: Prof. Dr. Mehmet Aydın. Prof. Dr. Mehmet Aydın’a Diyanetten Sorumlu Devlet Bakanlığı görevi verildi. Aydın hakkında düşüncelerimizi yazmadan önce şu hususu belirtmekte fayda görüyoruz: Bu yazı, Mehmet Aydın hakkında kat’î bir hüküm vermek amacıyla yazılmamıştır. Hele, “şu şöyleyse bu da böyledir” düz mantığıyla (komplo mantığıyla) hiç yazılmamıştır. Sadece elimizdeki verilerle, mezkûr şahıstan yola çıkarak önümüzdeki günlerde Diyanetin nasıl bir işlev yüklenebileceğini ortaya koymaya çalışacağız. Yâni, İslâmi kesiminin beklentilerine mi cevap verilecek, yoksa küresel çapta yürütülen “Amerikan tarzı İslâm” anlayışının (zaten bir önceki hükümet zamanında bu anlayışa uygun faaliyetler başlamıştı) sözcülüğü mü yapılacak?.. Prof. Dr. Mehmet Aydın kimdir? 1943 Elazığ doğumlu. Ankara İlâhiyat mezunu. İngiltere'de Felsefe doktorası yaptı. Milletvekili seçilmeden önce Dokuz Eylül Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi'nde profesördü. Kendi anlatımıyla hayatından kesitler: "Elazığ’a yirmi kilometre yakın, atmış hanelik bir köy. Ben din eğitimine çok küçük yaşta başladım. Büyük bir lütûf, o köyde insanların epeycesi din bakımından bilgiliydi. Bir İbrahim hocamız vardı. Herhangi bir ilimizde büyük başarıyla müftülük yapabilirdi; ama zamanını öğrenci yetiştirmeye vakfetmişti. Ciddi bir tezgâhtan geçtik. Rahmetli hocamız çok rasyoneldi. Heyecan tarafı ağır basan dinî oluşumlara karşı adeta korunduk. Duygu tarafını tetikleyen durumlar olduğu zaman, çekip çıkarırlardı bizi onun içinden. Dolayısıyla Ankara İlâhiyat Fakültesi’ne geldiğim zaman, zaten yetişmiş bir durumdaydım... Felsefeye merakım 10 yaşında başladı. 14 yaşında Türkçeye çevrilmiş bütün felsefe kitaplarını öğretmensiz okumuştum. İlâhiyat fakültesi, bu dağınıklığı disipline etti. O günün ilâhiyat fakültesi yüzde 60 zaten bir felsefe fakültesiydi. En heybetli hocalarımız felsefe hocalarımızdı...” (1) Kendisiyle aynı gazetede yazan Hilmi Yavuz ise Mehmet Aydın’ı, “İslâm’ı, ‘rasyonel’ bir ‘neo-Mu’tezile’ konseptiyle okumaya çalışan” (2) biri olarak tanımlıyor. Türkiye’deki "Dinlerarası Diyalog” faaliyetlerinin öncülerinden sayılan Prof. Dr. Niyazi Öktem ise, Yeni Şafak Gazetesi’ndeki “Ak Parti Dönemecinde Türkiye” adlı soruşturmada kendisine sorulan suale verdiği cevabda Mehmet Aydın’ı, “liberal İslâm” anlayışının farkına varan ilâhiyatçıların başında sayıyor: "... Y.Ş. - Ama Türkiye’de biraz tepeden indi sanki. Çünkü Almanya’da Hristiyan Demokrat geleneğin kökleri 1946’lara kadar uzanıyor. N.Ö. – Belki biraz tepeden indi evet. Bizde koşullar biraz daha farklı çünkü. Bugün artık yapısı içine İslâm’ı sokan bir parti çıkmıştır. Ama daha öncekilerden farklı olarak tıpkı Batı’daki Hıristiyan demokratlar gibi siyasal hiçbir talep ortaya koymuyorlar. AK Parti’de siyasal talebin yerini sosyal talep almıştır. Millî Görüş çizgisi artık şunun farkına vardı ki Kemalist devlet oturmuştur. Kemalist devletle onun benimsediği ilkeler üzerine yapılacak mücadele darbeler yaratır. İkincisi İslâmî entelijansiya çok güçlenmiştir. Yani laik kesim kendini çağdaş gelişmelere İslâm’ın liberal yorumlarına açık bir şekilde eğitmezken, Müslüman entelektüeller bunu yaptı. İslâm’ın özgürlükçü liberal yorumlarının farkına vardırlar. Bunda ilâhiyatçılarımızın çok büyük katkısı var, işte Mehmet Aydın, bazı çekincelerim olmakla birlikte Yaşar Nuri Bey’in de katkısı vardır...” (3) Mehmet Aydın’ın kamuoyu tarafından tanınması, Niyazi Öktem gibi “Dinlerarası Diyalog” faaliyetlerine öncülük yapmasından kaynaklanıyor. Prof. Aydın, milletvekili seçilmeden önce, dekanlığın yanı sıra Kültürler Arası Diyalog Platformu’nun başkanıydı. Bu platformun en önemli ve ses getiren etkinliği, 2000 yılının Nisan ayında Harran’da (ŞanlıUrfa’da) düzenledikleri “İbrahimî Dinler- Hz. İbrahim Sempozyumu”ydu. Açıkçası, Mehmet Aydın’a olan ilgimiz bu sempozyumla başlamıştı! Bu sempozyumda, Müslüman, Hıristiyan ve Yahûdî din adamları bir araya getirildi. Verilen mesaj şuydu: “Farklılıklarımızı değil, benzerliklerimizi konuşalım!” Sempozyumun sonuç bildirgesinde şu ifade de dikkat çekici: “Farklılıkların önemli bir kısmı asırlardır birikegelmiş cehaletten kaynaklanmaktadır...”(4) Bu ifade de dikkat etmenizi istediğimiz bir kelime var: “Farklılık”. "Farklılık” diye basitleştirilmeye çalışılan, Müslümanlar için ise itikada taalluk eden husus şu: Müslümanlar, Tevrat’a, Zebur’a, İncil’e (tabiî ki şimdiki bozulmuş hallerine değil), Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya da aynı Kur’ân’a ve Peygamber Efendimize iman ettikleri gibi iman ederler; Yahudiler ve Hıristiyanlar ise Kur’ân-ı Kerîm’ ve Peygamber Efendimize (s.a.v.) iman etmezler. İşte tüm “fark”ımız bu!.. Ama ne hikmetse bu "fark" sempozyumda gündeme getirilmiyor! Bu sempozyumun estirdiği rüzgâr öyle etkili oluyor ki, bırakın “câhil” halkı, yıllarca dinî kitaplar yazmış, vaazlar vermiş Ahmet Şahin bile rüzgârın etkisine dayanamıyor ve “Ehl-i kitapla âmentüde ittifâkımız var!” diye yazı döşeniyor: "Zaten dikkatlice bakıldığında görülecektir ki ehl-i kitapla temel noktalarda birlikteyiz. Daha meşhur ifâdesiyle âmentüde ittifakımız vardır. Çünkü Allah’ın gönderdiği kitapların hemen hepsinde tekrarlanan âmentüdür: Allah birdir. Peygamber haktır. Melekler vardır. Kitaplar gönderilmiştir. Ahiret vardır. Ölen insanlar bir gün dirilecek, yaptıkları iyiliklerin mükafatını, kötülüklerin de mücazatını göreceklerdir. Bu temel noktalar bir âmentüden başkası değildir ve biz ehl-i kitapla bu âmentüde müttefikiz. Garip olan şudur ki ittifak ettiğimiz âmentüyü öne geçirmiyor da ihtilaf ettiğimiz teferruatı ileri sürüp mutlak küfre karşı dayanışmamıza engel olarak görüyoruz. Halbuki temelde ittifak varken teferruattaki ihtilaflara takılıp kalmak makul değildir...” (5) Dikkat ediyor musunuz, yukarıda “farklılık” aşağıda “teferruat” oldu!.. "Teferruat"ın ne olduğunu tekrarlarsak: Hıristiyanlar ve Yahûdîler Kur’ân’ı Kerîm’ ve Peygamber Efendimize (s.a.v.) inanmıyorlar!.. Ha, bir de Allah’a (c.c.) oğul isnad etme meselesi var ki, mevzu bile edilmiyor... Evet, Diyanetten Sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Aydın’ın bakan olmadan önceki faaliyetlerinden bir kesitti aktarmaya çalıştık. Zannımızca, verdiğimiz bilgilerle zihninizde bir Mehmet Aydın portresi oluşmuştur. Ve en önemlisi, bundan sonraki dönemli ilgili sorumluluklarımızın arttığının da şuurundayızdır!.. Hadi, yazımızı bir alıntı yapmadan da bitirmeyelim: "Seçim sonuçlarını Washington’da izledim. Aslında John Esposito’nun düzenlediği bir toplantı için gitmiştim. Cumartesi gecesi John Esposito ve John Voll’la seçimlerin muhtemel sonuçları üzerinde konuştuk. Esposito ile Türkiye’deki gelişmelerin muhtemel sonuçları üzerine konuştuk. Esposito, Türkiye’deki gelişmelerin çok önemli olduğunu; fakat gelişmelerin sağlıklı şekilde dışarıya aktarılmadığından yakındı. Bernard Lewis ve Dniel Pipes gibilerin Türkiye’deki demokratikleşmeyi ve piyasaya ekonomisindeki gelişmeleri “İslâm’dan ve Müslüman kimlikten uzaklaşmanın başarılı sonuçları” şeklinde yansıttığı bir ortamda Türk halkının kimliğine sahip çıkarak siyasi alanda yer alması son derece önemli. Türklerin Müslüman kimlikten soyutlanarak değil o kimliği yoğurarak modernite ile bütünleştiklerinin görüyoruz. Esposito için önemli olan da işte bu sentez. Yani, hem Müslüman hem demokrat; hem Müslüman hem de modern Avrupa’daki Hıristiyan Demokrat partiler gibi “Müslüman Demokrat Partisi”ni kurmakta ilerlediklerini söyledi. Akşam her ikisi de seçim sonuçlarını konuşmak için Pazartesi sabahı kahvaltıda buluşmaya karar verdik. Saat 9.00’da Esposito ve Voll’un yüzleri gülüyordu. Sanki seçimleri ikisi kazanmıştı..." (6)
Dipnotlar:
|