KARDE ŞLİĞİN VE SOHBETİN HUKUKU (4)Hazırlayan: Ümit Furkan
Dördüncü Hak: Konuşmaktadır “Dostluk, dostun cefasına katlanmaktır.” Kardeşlik, arkadaşın kusurları karşısında susmayı gerektirdiği gibi iyi yönlerini anlatmayı da gerektirir. Hatta kardeşinin hoş taraflarını anlatmak kardeşliğe has bir meziyettir. Hep susmayı tercih edenler mezar yârenlerine dost olmuştur. Kardeşliğin amacı onların birbirlerinden faydalanmalarına sağlamaktır. Yoksa cefalarından kurtulmak değil. Suskunluğun mânâsı başkalarını incitmemektir. Öyle ise diliyle kardeşliğine sevgisini iletmesi, vaziyetini soruşturması, bir sıkıntısının olup olmadığını sorması gerekir. Onun sıkıntılarının sürüp gitmesiyle kendisinin de daimi olarak üzüldüğünü belli etmelidir. Bunun gibi kardeşinin bütün üzüntüleri karşısında kendisinin de o üzüntülere ortak olduğunu, yine kardeşliğinin tüm mutluluklarını da paylaştığını sözle ifade etmelidir. Kardeşliğin anlamı sevinçte de tasada da ortaklıktır. Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Biriniz kardeşini sevdiğinde ona sevgisini bildirsin.” Sevginin bildirilmekle
emredilmesinin sebebi aradaki sevgiyi çoğaltmaktır.
Muhatabın senin onu sevdiğini
bilirse o da seni sevecek, böylece her iki tarafta da sevgi artacak ve
katmerleşecektir. Müminler arasında
sevişmek şeriatça matlub, dince mahbubtur. Bunun için Allah
Rasûlü (s.a.v.) sevişme yolunu bildirmiş
şöyle buyurmuştur: Kardeşine hem yüzüne karşı hem de arkasından en çok sevdiği sıfatlar ile seslenme, hitap etmen sevgiyi arttıran unsurlardandır. Hz. Ömer (r.a.) diyor ki: “Üç şey kardeşine olan sevgini sâfileştirir, durulaştırır: 1- Karşılaştığınızda ilk önce selâm vermen 2- Toplantılarda yer göstermen 3- Kendisine en fazla sevdiği unvanla hitap etmen.” Kardeşliğinin medhedilib övülmek istediği kimselerin yanında onu bilinen en güzel meziyetleriyle övmen de sevgiyi çoğaltan faktörlerdendir. Hatta bu, sevgiyi celbeden, sevgiyi pekiştiren sebeblerin en etkililerindendir. Yine kardeşliğin aile ferdlerini, sanatını, işini, aklını, huyunu, fizikî görünümünü, yazısını, şiirini, derlediği eserlerini yalan ve ifrata kaçmadan sevineceği şekilde övmen de konuşmakla ilgili haklardandır. Pek tabiî övülüp takdir edilmeyi hak eden meziyetlerin tahsin edilmesi, güzelliklerinin vurgulanması gerekir. Bunlardan çok daha etkilisi kendisini arkasından öven kimselerin bu övgülerini gelip neşeli neşeli ona iletmendir. Şübhesiz bunu gizlemek sırf çekemezliktir. Yine senin için yaptıklarına hatta tasarladıklarına karşı teşekkür etmen de konuşma ile alâkalı haklardandır. Hz. Ali (r.a.) diyor ki: “Kardeşliğinin kendisiyle ilgili iyi niyetlerine teşekkür etmeyen iyiliklerine de teşekkür etmez.” Sevgiyi celbetmekte bunlardan daha da tesirlisi ona karşı kötü bir tertib tasarlandığı, açık veya kapalı sözlerle şerefine dokunulduğu vakit gıyabında kendisini himâye etmen, savunmandır. Kardeşliğin hakkı böyle durumlarda kendisine müzâhir olman, hasımlarını susturup ağır laflar söyleme noktasında elinden geleni yapmandır. Düşmanlarına karşı kendisini korumaman, susman canını sıkar, kalbinde nefret uyandırır. Bu, kardeşlik hakkını gereği gibi yerine getirmemektir. Daha önce aktarıldığı gibi Allah Rasûlü birbirlerini destekledikleri, birbirlerinin işlerini gördükleri için iki kardeşliği yek diğerini yıkayan iki ele benzetmişti. Yine Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Müslüman müslümanın kardeşidir, ona zulmetmez, onu perişan etmez, savsaklamaz.” Şerefinin ayaklar altına alınmasına göz yummak, etlerinin lime lime edilmesine göz yummak gibidir. Köpeklerin seni parçaladıklarını, etlerini lime lime ettiklerini gördüğü halde ses çıkarmayan, merhameti kendisini harekete geçirmeyen arkadaş ne alçak arkadaştır. Hâlbuki şereflerin paymâl edilmesi ruhlar üzerinde insan vücudunun parçalanmasından daha çok tepki doğurur. Bunun için Allahutaâlâ gıybet etmeyi ölü eti yemeğe benzetmiş, şöyle buyurmuştur:“Sizden herhangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. Allah’tan korkun. Çünkü Allah tevbeleri kabul edendir, çok esirgeyicidir.” (Hucurât 12) Ruhun Levh-i Mahfuzda müşahede ettiği fizikî misâlleri rüyada gözler önüne seren melek, gıybeti ölü eti yiyenler şeklinde temsil ettirir. Mesela rüyasında ölü eti yediğinde gören kişi insanların gıybetlerini yapıyor demektir. Çünkü ilgili melek bunu temsil ettirirken şey ile ruh gibi değerlendirilen misâli arasındaki ortaklığa ve münasebete dikkat eder. Demek ki arkadaşını savunmak, düşmanlarının şerrini, zemlerini bertaraf etmek, saldırganların saldırılarını önlemek kardeşliğin akdinde ve pazarında farzdır. Mücahit şöyle der: “Seni gıyabında nasıl anmasını istiyorsan kardeşini de arkasından öyle an.” Öyle ise bu hususta senin elinde iki ölçü vardır: 1- Arkadaşının bulunduğu bir mecliste ismin geçtiğinde arkadaşının senin için neler söylemesini beklersin? İşte bunu takdir edecek ve arkadaşının şerefine saldıran kimseye o arzuladığın tepkiyi göstereceksin. 2- Arkadaşın duvarın arkasındadır ve senin kendisi hakkında söylediklerini dinlemektedir ama senin kendisinin duvarın arkasında olduğunu bilmediğini varsayacaksın. İşte seni dinleyip gördüğünde kalbine ne gibi bir destek geliyorsa kendisi olmadığı zaman da böyle yapacaksın. Kardeşliğine bilmediklerini öğretip öğüt vermen de konuşma ile ilgili haklardandır. Kardeşin ilme olan ihtiyacı mala olan ihtiyacından az değildir. Eğer ilimce zengin isen din ve dünya hususunda kardeşine yarayacak her şeyi ona göstermen, bilginle kendisine yardımcı olman sana düşen bir vecibedir. Ona öğretip doğru yolu gösterdiğin hâlde ilmin gereği ile amel etmezse bu defa öğüt verirsin. Böylelikle o yaptığı işlerin âfetlerini ve bunları terketmenin yararlarını hatırlatır. Dünya ve âhirette karşılaşmaktan hoşlanmadığı hususlarla kendisini korkutursun, ki kötü hareketlerinden vazgeçsin, ayıplarına âgâh olsun. Fakat öğütlerini kimsenin göremeyeceği, sezemeyeceği bir gizlilik içinde vermelisin; başkalarının huzurunda yapılan uyarılar rüsvaylıktır. Gizlice yapılan uyarılar ise merhamet ve öğüttür. Çünkü Peygamber Efendimiz şöyle buyurur: “Mümin müminin aynasıdır.” Yani mümin kendisinde farketmediği kusurları karşısındaki müminde görüp farkeder ve bundan yararlanır kişisel kusurlarının farkına varır. Hâlbuki tek başına olsaydı yararlanması sözkonusu olamazdı. Nitekim ayna karşısında duran insan kendisine çeki düzen verir, dış görüntüsündeki kusurlarını giderir. Şâfiî (r.a.) şöyle der: “Kardeşine gizlice öğüt veren kendisine gerçekten yol göstermiş ve gönlünü almıştır. Başkaları yanında uyarılarda bulunan ise onu rezil edip kötülemiştir.” Mudâra ve MüdâhÂne: Mis’ar’a sorulur: “Sana kusurlarını söyleyeni sever misin? İkimiz arasında kalırsa eyvallah. Ama başkalarının yanında söylerse asla!” Mis’ar gerçekten doğru söylemiştir. Çünkü halkın gözleri önünde yapılan özel öğütler kişiyi kepaze etmektir. Allahutaâlâ kıyamet günü kulunu rahmet örtüsünün altına alır, kendisine günahlarını gizlice göstererek itâb edip amel defterini mühürlü bir şekilde meleklere teslim eder ve doğru cennete gönderir. Cennetin kapısına vardıklarında melekler amel defterini okuması için amel defterini kendisine verirler. Gadaba uğramış kişilere gelince bunlar halkın huzurunda çağırılır, organları yaptıkları kötülükleri söyler ve rezillikleri kat kat artar. En büyük teşhir gününde rezil olmaktan Allah’a sığınırız. Kınama ile gizli ve açık öğüt arasındaki fark idare etmekle müdâhene arasındaki fark gibidir. Eğer kendi dininin selâmeti ve kardeşinin salâhı için kardeşinin davranışlarına ses çıkarmıyorsan işi idare ediyorsun demektir. Ama kendi çıkarın, mevkiini korumak için olaylara göz yumuyorsun o zaman müdâhanede bulunuyor, yağcılık yapıyorsun. Zünnun-ı Mısrî şöyle diyor: “Allah ile ancak emirlerine uymakla, insanlarla öğütleşmekle, nefsinle de isteklerine karşı gelmekle arkadaş ol.” Soru: Öğüt muhatabın kusurlarını sayıp dökmekle olur. Bu ise kalbî soğukluk doğurur. Öyle ise nasihat nasıl kardeşlik hakları arasında değerlendirilebilir? Cevab: Kardeşine vereceğin öğüdün onun kalbini senden soğutacağını sanma. Çünkü kalbin kırılması kardeşliğinin bildiği ve bilerek yaptığı kusurları kendisine anlatmanla gerçekleşir. Bilakis kendisinin farkında olmadığı kusurlarına muttali kılman şefkatin ta kendisidir. Şefkat gönülleri kazanma isteğidir. “Gönül” derken akıllı kimselerin gönüllerini kasdediyorum. Ahmaklara gelince onlar zaten iltifat edilmez. Zira seni kurtarmak için yaptığın kötü bir işten dolayı veya sende bulunan beğenilmeyen bir nitelikten ötürü seni uyaran kimse tıpkı eteğinin altına girmiş ve seni zehirlemeğe yönelmiş zehirli bir hayvanın varlığını haber veren kimse gibidir. Eğer sen elbisende yılan olduğunu bildiren kimseyi kınarsan senin budalalığın ne kadar yamandır! Kötü sıfatlar akrep ve yılanlardır. Bunlar da ahirette sahiblerini helâk edeceklerdir. Kötü sıfatlar gönülleri ve ruhları sokarlar. Ruhları sokan günahların acıtması; bedenleri ve cesetleri sokanların acılarından daha şiddetlidir. Onlar Allah’ın tutuşturulmuş ateşinden yaratılmışlardır. Bunun için Hz. Ömer, kusurlarını daima arkadaşlarından soruşturup şöyle derdi: “Kardeşine, ayıplarını söylemek suretiyle yol gösteren kişiye Allah rahmet etsin.”
|