RUTBETÜ’L – HAYAT

Ümit FURKAN

 

"Altun silsile"nin 9’uncusu: Hâce Yûsuf-i Hemedânî...

«Sakalları uzun ve kızıl idi. Biraz zayıf idiler. Çok yolculuk yaparlardı. Çizme imâlâtı ve çiftçilikle uğraşırlardı. Daima Allah’a güvenir, dünyayı imar için uğraşmaz ama uğraşanlara da engel olmazdı. 75 sene bekâr yaşadılar (sonra evlendiler). Nefesi tutarak kalp zikri yaptıkları için uzuvları daima terli olurdu. Kış mevsiminde saçlarını nadiren traş ederdi. Selmân Fârisî’nin asâsı ve sarığı kendilerindeydi. Yeni ayı görünce Semerkand’ın ileri gelenlerini çağırır, onlarla dinî konularda müzakereler yapardı. Semerkand büyükleri de onun sohbetinden uzak kalmazlardı. Hâce-i zinde dilân Hâce Hızır Aleyhisselâm ile sohbet ederdi. İyi ok atar, mal mülk satın almaz, Mushaf, seccade, tarak, misvak ve havluyu yanında taşırdı. Göz ağrısı ve yaralar için ilaç ve merhem yapar, vücud ateşi için muska verirdi. Çete ve Tokmak orduları geldikleri zaman onlarla savaşırdı. İslâm’daki ilk dört halifenin faziletlerini çok anlatır, onların menkıbelerini naklederdi. "İman itaattır ama her itaat iman değildir. Her günah da küfür değildir. İmamlar ma’sûm değildir, kusurları kusur olarak görülür. İman artmaz ve azalmaz. Allah’ı sevenlerden, bu sevgi nedeniyle ilâhî emirler sâkıt olmaz” derdi.

"Nefs ve kalbe gelen düşünceleri (havâtırı) tanımaya çalışın” der ve eklerdi: “Ey Abdülhâlik! Havâtırı tanıma işi sana havâle edilmiştir.” “Zâhirinizi dağınıklıktan kurtarın. Zâhiri dağınık olanın bâtını ve gönlü daha da dağınık olur” derdi.

Cin, insan ve şeytan düşmanlarına karşı müridlerini ikâz eder, “Bu düşmanlar sürekli abdest ve daimi kalp zikri ile defedilebilir” derdi. Allah-u Teâlâ’yı anmadan yemek yemez ve şöyle buyuruldu: “Lokma yemek, tohum atmaktır. Tohumu bilinçli ve uyanık atmak gerekir ki gıda itaat olsun.”»

Kalplerimize dünya sevgisinin yerleştirilmeye çalışıldığı bu zamanda, Hâce Yûsuf-i Hemedânî Kuddise Sırrehû’dan “dünya”:

«Besmele

Hamd, Allah Teâlâ’ya mahsustur. Ezelî hamdiyle hamd eden ve öven, daimi tevhîdinin keremiyle gören, ebedî tekliğinin müşâhedesiyle tek olan, zâhirî kahrının azametiyle Cebbâr, bâtınî azametinin kahrıyla Kahhâr, hâkimiyet yüceliği ile Melik, kayyûmî izzetinin mülkü ile Mükebbir, merhametinin güzelliği ile Vâsi’ ve rahmetinin genişliği ile Muhsin O’dur. Salât ve selâm, mahlûkatının en hayırlısı ve en üstünü olan Rasûl’üne, onun ashâb, akraba ve ümmetine olsun.

Allah-u Teâlâ seni, sevdiği ve râzı olduğu şeylerde muvaffak kılsın, "Canlı kimdir ve hayat nedir?” diye sordun.

Allah muvaffak etsin! Bilesin ki, basîret ve yakîn ehline göre "canlı”, avunup teselli olan kişidir. “Hayat” da avunmak ve teselli olmaktır. Yedi kat gök ve yerin mahlûkâtı, teselli ve huzur bulma konusunun özünde hemfikirdiler. Ancak teselli olma ve huzur bulma yerleri farklı farklıdır. Herkesin kendi makam ve durumuna göre bir teselli yeri vardır. İnsan onun varlığı ile huzur bulur, rahatlar ve sakinleşir.

Onu kaybettiği zaman muzdarib ve huzursuz olur. Onunla rahatlayıp gönlü sıkıntıdan kurtulduğu için Hak yolunun yolcuları olan Peygamberler şöyle demişlerdir: “Falan kişi, falan şeyle canlıdır, onunla yaşamaktadır”. Bu, canlıyı ve hayatı tanımada genel bir kaidedir.

Ama canlı ile hayatı, tafsilatıyla ve sûfî taifesinin tarifi üzere tanımak istersen bilesin ki, dünya süsleri ile teselli olup avunan kişinin mutluluğu, bu aldanış sarayı olan dünyanın malını toplamak, biriktirmek, almak ve vermektir. O kişi dünya ile yaşamaktadır, dünya ile canlıdır. Bu durum, Âdemoğlunun hayat derecesi ve konumunun en değersiz, en aşağı seviyesidir. Çünkü dünya metâı ile huzur bulup avunma konusunda tüm hayvanlar, böcekler, vahşî ve ehlî hayvanlar, kuş ve balıklar ortaktırlar. Onlar, bu aldanış sarayının lezzetleri ile yaşarlar. Bu yüzden âlemi yaratan Hak Teâlâ, niyeti ve ilgisi dünya hazları olan insanlarla hayvanları aynı kefeye koyup şöyle buyurmuştur: “Bırak onları, yesinler, zevk alsınlar; ümit onları avundursun; ileride öğrenecekler.” (1) Yine şöyle buyurmuştur: “Hayvanlar gibi yerler ve varacakları yer ateştir.” (2)

Akıl, idrak ve emâneti yüklenmek sûretiyle muazzam ve şerefli olarak yaratılmış olan insanın, tesellî noktasında kendi emrine âmâde olan hayvanlar, yırtıcılar, kuşlar ve böceklerle aynı konumda olması ne utanılacak bir şeydir! Böyle bir insan, hayvanların tesellî mekânında alçalır ve avunur. Hayvanların yeme, içme, eş edinme, barınma ve giyinme ile mutlu olup avundukları gibi, bu insan da bu tür şeylerle tesellî olur. Kendi hakiki konumu ve derecesini düşünmez: “And olsun ki, biz insanoğullarını şerefli kıldık, onların karada ve denizde gezmesini sağladık.” (3) Saltanat kemeri ve tâcı insanındır ama unutur. “Şüphesiz onlar hayvanlar gibidir, belki daha da sapıktırlar.” (4) kamçısının acı ve sızısı onun gönlüne ulaşmaz. “Hayvanlar gibi yerler ve varacakları yer ateştir.” (5) yarasının ağrısı hareket ve idraklerine işlemez, nüfûz etmez.

Bu âciz, biçare ve unutkan insan bir kere düşünmez ki, mahlûkâtı idâre etme elbisesini bana niçin giydirdiler? İlim ve İdrak tâcını bütün yaratıklar arasında niçin benim başıma koydular? İbadet ve kulluk yazısını niçin benim alnıma çektiler? Göklerde ve yerde benim adımı niçin dostluk ve muhabbetle meşhur ettiler? 120.000’den fazla peygamberlik ve saadet merkezini, bütün mahlûkat içinde niçin sadece beni davet için gönderdiler? Kutsal kitaplarda ve sahifelerde niçin benden bahsettiler? Bu kitaplarda bazen şükür, övgü, bazen de kınama var, tüm bunlar niçindir? Dünyayı niçin birçok yerde kınadılar? Onun adını niçin hapis ve zindan koydular? Onun aldanış ve fitnesinden kaçmayı niçin emrettiler? Önde gelen peygamberler ve velîler ona niçin iltifat etmediler?

Bu gafil insan, Rabb’inin kitabında kendisi hakkındaki şu âyetleri okumamıştır: “Kim âhiret kazancını istiyorsa, onun kazancını arttırırız. Kim de dünya kârını istiyorsa ona da dünyadan birşeyler veririz. Fakat onun âhirette hiçbir nasibi olmaz.” (6) “Servet ve oğullar, dünya hayatının süsüdür...” (7) “O gün ne mal fayda verir, ne de evlat. Ancak Allah’a temiz bir kalple gelenler (o gün fayda bulur).” (8) “Biliniz ki mallarınız ve çocuklarınız birer imtihandır.” (9) “Onların malları ve çocukları seni imrendirmesin.” (10) “Dünya hayatının durumu, gökten indirdiğimiz bir su gibidir ki, insanların ve hayvanların yiyeceklerinden olan yeryüzü bitkileri o su sayesinde gürleşip birbirine girer. Nihayet yeryüzü zinetini takınıp süslendiği ve sahipleri de onun üzerinde kudret sahibi olduklarını sandıkları bir sırada, bir gece veya gündüz ona emrimiz (afetimiz) gelir de onu sanki dün yerinde yokmuş gibi kökünden koparılarak biçilmiş bir hale getiririz.” (11)

Akıl, idrak ve temyiz gücü ile müşerref olan insanın hayvanlar, vahşi yaratıklar ve böceklerle aynı sınıfta bulunmaktan utanması, onların teselli mekânlarında avunmaktan sıkıntı ve üzüntü duyması gerekir. İnsan, vücudunun taşıyıcısı olan nefsinin menfaati için yeme, içme, giyinme ve evlenme isteklerini kontrol altına almalı ve kendisinin asıl huzur bulacağı yeri bilmelidir.

İnsan, Kur’ân-ı Kerîm’deki iki âyeti diline tesbîh edip tekrarlamalıdır. Bunlardan birisi hayvanların mertebesini kınayan, diğeri de insanların mertebesini öven âyettir. Kınayan âyeti daha önce zikretmiştik. Bunun daha kapsamlı bir şekli, Cenâb-ı Hakk’ın şu fermanıdır: “Bu dünya hayatı, aldanış metâından başka bir şey değildir.” (12) “Aldanış”, dünyanın peşin ve maddî yüzüne karşı irâdesizlik göstermek, âhiret va’dini de zor ve meşakkatli görmektir. (İnsanın ve âhiretin) mertebesini öven âyet ise şudur: “Oysa âhiret daha hayırlı ve ebedîdir. Bu söz önceki kitaplarda, İbrahim ve Mûsa’nın kitaplarında da vardır.” (13) İlk âyeti tekrarlamanın bereketiyle insanın gönlünde dünya soğur, ikinci âyeti okumanın bereketiyle de âhiret sevgisi gönülde ısınır.

Zâhirde dünyanın fuzuli işlerinden uzaklaşıp kaçınmak uzuvlara zor gelir. İnsan esnaf ise ihtiyacı nisbetinde dükkana gider. İmalatçı ise kendisi ve ailesinin ihtiyacı nisbetinde çalışır. Halk tabakalarını, yönetici-yönetilen, hâkim-teba, âlim-talebe, hep bu misâl üzere bilmek gerekir.”

Hâce Yûsuf-i Hemedânî Kuddise Sırrehû’dan yaptığımız bu kısa iktibası, yine kendisine ait olan rubâilerle tamama erdirelim:

"Canını aşk yolunda eskiten kişi

Yârinden gayrısına meyletmemeli.”

şık aşk yolunda şöyle olmalı:

Zihni cehennem ve cennetten uzak."

Dipnotlar:

* Rutbetü’l – Hayat, Hâce Yûsuf-i Hemedânî, İnsan Yayınları.

Hicr sûresi, 3. âyet-i kerîme.

Muhammed sûresi, 12. âyet-i kerîme.

İsrâ sûresi, 70. âyet-i kerîme.

Furkan sûresi, 44. âyet-i kerîme.

Muhammed sûresi, 12. âyet-i kerîme.

Şura sûresi, 20. âyet-i kerîme.

Kehf sûresi, 46. âyet-i kerîme.

Şuara sûresi, 88-89. âyet-i kerîmeler.

Enfâl sûresi, 28. âyet-i kerîme.

Tevbe sûresi, 55. âyet-i kerîme.

Yunus sûresi, 24. âyet-i kerîme.

Al-i İmran sûresi, 185. âyet-i kerîme.

A’lâ sûresi, 117-119. âyet-i kerîmeler.

www.umitelonu.up.to