Cahit ARF
Cahit ARF Kimdir ? Cahit ARF 1910 yılında, o dönem Osmanlı İmparatorluğuna bağlı olan Selanik'te doğdu. Matematiğe, Hasse-Arf Teoremi ve Arf değişmezleri olarak bilinen katkılarından dolayı, geniş kitleler tarafından tanınmış bir matematikçidir. Arf 1963' te TÜBİTAK- Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu, kurulurken önemli rol oynadı. Kurulduğu dönemden itibaren uzun yıllar, TÜBİTAK' a başkan olarak hizmet etti. 1997' de ölümünden sonra, adı ULAKBİM Bilgi Merkezi' ne verildi. Cahit Arf `ın Özgeçmişi; 1910`da Selanik`te doğan Cahit Arf Yükseköğrenimini Paris`de, Ecole Normale Superieure`de tamamladı.Galatasaray Lisesi`nde matematik öğretmeni, İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi`nde doçent adayı olarak çalıştı.1938 yılında Göttingen Üniversitesi`nden doktorasını aldıktan sonra da İstanbul Üniversitesi`ndeki görevini sürdürdü.1943`te profesör, 1955`de ordinaryüs profesör oldu. Bu arada Maryland Üniversitesi`nde misafir profesör olarak çalıştı ve Mainz Akademisi muhabir üyeliğine seçildi. 1962 yılında İstanbul Üniversitesi`nden ayrılarak bir yıl süreyle Robert Kolej`de öğretim üyeliği yaptı.1964-1966 yıllarında Princeton`da Institute for Advanced Study`de araştırmalarını sürdürdü. California Üniversitesi`nde misafir öğretim üyesi olarak bulundu.1967 yılında yurda dönerek Doğu Teknik Üniversitesi Matematik Bölümü`nde çalışmaya başladı. Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu Bilim Kurulu Başkanlığında bulundu, ve bu kurumun kurulması ve gelişmesi yönünde emek harcadı.1980 yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesi`en kendi isteği ile emekli oldu.1985-1989 yılları arasında da Türk Matematik Derneği`nin başkanlığını yürüttü, ayrıca TÜBİTAK `ın "Doğa Turkish Journal of Mathematics" ile "Turkish Journal of Mathematics" adlı dergilerinde yayın kurulu üyeliklerinde de bulundu.Ölümüne dek TÜBİTAK`ın Marmara Araştırma Merkezi`nde ve Bebek-İstanbul`daki evinde matematik çalışmalarını sürdürdü.Ölüm tarihi 26.12.1997 dir. 1939 yılında yayınlanan ilk araştırması ile başlayarak Ord. Prof. Dr. Cahit Arf , cebir, sayılar kuramı, elastisite kuramı ve analiz gibi matematiğin değişik dallarında yaptığı çalışmalarında özgün ve kalıcı sonuçlar elde etmiştir.Matematik yazınında "Arf değişmezleri", "Arf halkaları" gibi sözcüklerle bugünde de karşılaşılır.1948`de İnönü Armağanını, 1974`de Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu Bilim Ödülünü kazanan Ord. Prof. Dr. Cahit Arf`a 1980 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi ve Karadeniz Teknik Üniversitesi, 1981 yılında da Orta Doğu Teknik Üniversitesi Onur Doktorası vermişlerdir.Arf, 1988`de Mustafa Parlar Bilim ve Onur Ödülünü, 1989`da da Ege Üniversitesi Şükran Plaketini almış, 1933`de Türkiye Bilimler Akademisinde Şeref Üyesi olmuş, 1994`de Fransa`dan "Commandeur des Palmes Academiques" nişanını almıştır. Bilim dünyası, Arf'ı uğurladı
Türkiye'nin Einstein'ı "Arf Teoremi" yaratıcısı Cahit Arf, dün toprağa verildi
Önay YILMAZ - İSTANBUL BİLİM dünyası, ünlü matematikçimiz Ord. Prof. Dr . Cahit Arf'ı, dün son yolculuğuna uğurladı. Dünya matematik literatürüne "Arf Teoremi" ile giren ve 'Türkiye'nin Einstein'ı olarak kabul edilen Cahit Arf için, İstanbul Üniversitesi Rektörlük binasında sade bir tören düzenlendi. Törende yapılan konuşmalarda Arf'ın matematik dünyasına katkısı, bilim adamlığı üzerinde duruldu. İ.Ü. Fen Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Dinçer Gülen, Arf'ın matematiğe yaptığı katkılardan söz ederken, Matematik Bölümü Başkanı Prof. Dr. Yusuf Avcı ise öğrencilerle olan ilişkilerini, onları matematik bilimine nasıl teşvik ettiğini anlattı. TÜBİTAK Başkanı Prof. Dr. Dinçer Ülkü de, Arf'ın Tübitak'ı kurarken hiç zorlanmadığını belirtti, "Uygulamalı bilimlere de önem verirdi. Ömrü boyunca araştırmaya önem verdi. Biz de kendisine layık olmak için elimizden gelen çabayı harcayacağız" dedi. Prof. Dr. Ayhan Çavdar da, Arf'ı daima yeni yollar açmaya çalışan bir bilim adamı olarak tanıdığını vurgulayarak, "Sayın Arf, tanrısal güzelliği anlama işlevini sağlayan en akılcı yolun matematikten geçtiğini biliyordu. Bu nedenle bu bilim dalını seçmiş ve çok sevmişti" diye konuştu. Törene kızı Fatma Arf Oliver, eşi Chadwick Oliver, torunları Elif ve Renin'in yanısıra, yakınları, çalışma arkadaşları, Prof. Dr. Erdal İnönü, İstanbul Üniveritesi Re ktörü Prof. Dr. Bülent Berkarda, TÜBİTAK eski Başkanı Prof. Dr. Tosun Terzioğlu, TÜBİTAK Marmara Araştırma Merkezi Müdürü Ömer Kaymakçalan, İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, ÖDP (Özgürlük ve Dayanışma Partisi) Genel Başkanı Ufuk Uras, öğretim üyeleri ve öğrenciler katıldı. Arf'ı uğurlama sırasında oldukça üzgün olduğu gözlenen Erdal İnönü, tören sonunda başsağlığı dileklerini kabul etti, gazetecilere Arf hakkında bilgi verdi. Arf'ın bilim dünyası için önemli bir kayıp olduğunu anlatan İnönü, "Önem li bir özelliği herşeyin aslını anlamak olmuştur. Hiçbir şeyden çekinmezdi. Onun için önemli olan anlamaktı; bilime değer veren bir insan olarak anlamak, araştırıcı zekasını kullanarak olayların nedenini anlamak. Matematikde bunun için iyi bir alandır" dedi. Prof. Arf'ın cenazesi daha sonra, Levent Camii'nde kılınan öğle namazını müteakip Zincirlikuyu Mezarlığı'nda toprağa verildi. Dünya matematiğine katkısıyla Cahit Arf Profesör Arf, "Hasse - Arf teoremi" ile matematik dünyasında tanındı. Sentetik geometri problemlerini cetvel ve pergelle çözülebilir olup olmadıklarına göre sınıflandırmayı tasarlayan Arf, yalnızca ikinci dereceden cebirsel denklemlere indirgenebilen problemlerin cetvel ve pergel yardımıyla çözülebi leceğini saptadı. Karakteristiği 2 olan cisimlerin kuvadratik formlarını sınıflandırıp, değişmezlerini saptadı. Bu çalışmada ortaya çıkan "Arf değişmezi" terimi onun matematik dünyasındaki ününü arttırdı. Ayrıca, "Arf halkaları" ve "Arf kapanışları" kavramlarıyla tanındı. Arf, son yıllarda da matematiğin biyoloji bilimi içindeki olası uygulamaları üzerinde çalışmalar yapıyordu.
Cahit Arf'ın Anısına; İstanbul Üniversitesi ve Orta Doğu Teknik Üniversitesi profesörlerinden, Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu kurucularından, Türkiye Bilimler Akademisi onur üyesi, İnönü Ödülü, TÜBİTAK Bilim Ödülü, Parlar Vakfı Bilim, Hizmet ve Onur Ödülü, Commandeur dans l'Ordre des Palmes Academiques nişanı, Karadeniz Teknik Üniversitesi, Orta Doğu Teknik Üniversitesi ve İstanbul Teknik Üniversitesi onursal doktoraları sahibi değerli matematikçimiz Cahit Arf'ı 26 Aralık 1997'de kaybettik. Özgür ve demokratik kişiliği, sürekli sorgulayan yaşam biçimi ve matematik tutkusu her zaman esin kaynağımız 1910 yılında Selanik'te doğan Cahit Arf, Ecole Normale Superieure'de yüksek öğrenimini tamamladı (1932). Galatasaray Lisesi'nde matematik öğretmeni, İstanbul Üniversitesi'nde Fen fakültesinde doçent adayı olarak çalıştı. Göttingen Üniversitesi'nde (Almanya) doktarasını yaptı (1938). 1939'dan itibaren İstanbul'da Fen fakültesi matematik kısmındaki görevine devam etti. 1943'te profesör, 1955'te de ordinaryus profesör oldu. 1948 yılında İnönü Ödülünü kazandı. Bu arada Mainz akademisi muhabir üyeliğine seçildi. 1962'de emekliye ayrıldıktan sonra bir yıl Robert Koleji'nde öğretmenlik yaptı. Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırmalar Kurumu bilim kolu başkanlığına seçlidi (1964). Princeton'da, Institude for Advanced Study'de araştırmalar yaptı (1964-1966). California Üniversitesi'nde ve Berkeley'de misafir öğretim üyesi olarak bulundu (1966-1967). Amerika'dan dönüşte Orta Doğu Teknik Üniversitesi matematik bölümü öğretim üyesi oldu (1967). Cebir ve sayılar teorisi ile elastise teorisi alanlarında başarılı çalışmalar yapan Arf, yirmiden fazla orjinal yayında bulundu. Matematik literatürüne "Arf Halkaları, Arf Değişmezleri, Arf Kapanışı" gibi kavramların yanısıra "Hasse-Arf Teoremi" ile anılan teoremler kazandırmıştır. Cahit Arf'ın Çalışmalarının Kısa Bir Tanıtımı ;
Mehpare Bilhan'ın (Prof. Dr. ODTÜ Matematik Bölümü) Cahit Hoca ile anılarından... 1938 yılından beri Cahit Arf, cebir, sayılar teorisi, elastisite teorisi, analiz, geometri ve mühendislik matematiği gibi çok çeşitli alanlarda yaptığı çalışmalarla matematiğe temel katkılarda bulunmuş, yapısal ve kalıcı sonuçlar elde etmiştir. Burada bu çalışmalar çok kısa bir şekilde tanıtılmaya çalışılacaktır. Ancak şunu hemen belirtmek gerekir ki böyle bir tanıtma çok yüzeysel olmaya mahkumdur; çünkü Cahit Arf'ın çalışmaları öyle derin, öyle özgün fikirler ve ince hesaplarla doludur ki bunları o alanda uzman olmayan matematikçilere dahi anlatmak güçtür. Cahit Arf'ın Almanya'da ünlü bir matematik dergisi olan Crelle Journal'da 1939 yılında yayımlanmış olan ilk çalışması, Göttingen Üniversitesi'nde, 1938 yılında hazırladığı son derece parlak olan doktora tezidir. Cahit Arf'ın Almanya'ya gelmeden önce düşündüğü ve proje haline getirdiği çok kapsamlı bir problem vardı: Çözülebilen cebirsel denklemlerin bir listesini yapmak. Bu amaçla Göttingen'e gitti ve orada ünlü matematikçi Hasse'nin doktora öğrencisi oldu. Hasse'ye projesinden bahsetti. Hasse, problemi önce özel hallerde çözmesini salık verdiğini, bunun üzerine birkaç ay gibi kısa bir süre Cahit Arf'ın hiç gözükmediğini ve o süre sonunda problemi tamamen çözüp kendisine getirdiğini 1974'te yine Silivri'de bir Cebir ve Sayılar Teorisi toplantısında anlatmıştı. Bu olay Cahit Arf'ın üstün matematik yeteneğini göstermenin yanı sıra daha Göttingen'e gelirken matematik bakımından ne kadar olgun olduğunu da göstermektedir. Cahit Arf bu çalışmasıyla sayılar teorisinde çok özel bir yeri olan lokal cisimlerde dallanma teorisine çok önemli yapısal bir katkıda bulunmuştur. Burada bulduğu sonuçlardan bir bölümü bugün dünya matematik literatüründe ve kitaplarda Hasse-Arf Teoremi olarak geçmektedir. Cahit Arf, Hasse'nin önerisi üzerine başka bir zor problemle uğraşmak üzere bir yıl daha Göttingen'de kaldı. Yeni uğraştığı problem, matematikte "kuadratik formlar" olarak bilinen konuda idi. Uzayda konisel yüzey denklemleri buna basit bir örnek olarak gösterilebilir. Bu konudaki temel problem, kuadratik formların birtakım invariantlar, yani değişmezler yardımıyla sınıflandırılmasıdır. Bu sınıflandırma Witt adında ünlü bir Alman matematikçi tarafından karakteristiği ikiden farklı olan cisimler için 1937'de yapılmıştı. Karakteristik iki olunca problem çok daha zorlaşıyor ve Witt'in yöntemi uygulanamıyordu. Cahit Arf bu problemle uğraştı ve karakteristiği iki olan cisimler üzerindeki kuadratik formları çok iyi bir biçimde sınıflandırdı. Bunların invariantlarını, yani değişmezlerini inşa etti. Bu invariantlar bugün dünya matematik literatüründe Arf invariantları olarak geçmektedir. Günümüz cebirsel ve diferansiyel topolojisinde ve geometride hala yerini koruyan bu çalışma 1941 yılında yine Crelle dergisinde yayımlandı ve Cahit Arf'ı dünyaya tanıttı. O yılın sonunda Türkiye'ye dönen Cahit Arf aynı problemi bu kez aritmetik açıdan inceledi, yani problemi bu kez karakteristiği iki olan bir cisim üzerindeki formel seriler halkası üzerinde ele aldı. Bu çalışması 1943'te "İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Mecmuası"nda yayımlandı. 1945'lere gelindiğinde düzlem bir eğrinin herhangi bir kolundaki çokkat noktaların çokkatlılıklarının yalnız aritmetiğe ait bir yöntem ile nasıl hesaplanacağı iyi bilinmekteydi. Düzlem halde, algoritmanın başladığı sayılar eğri kolunun parametreli denklemlerinden bilinen bir kanuna göre elde ediliyordu. Genel durumda ise böyle bir sonuç henüz bulunamamıştı. Bu sıralarda İstanbul Õda Patrick du Val adında bir İngiliz matematikçi bulunuyordu. Du Val genel halde algoritmanın başladığı sayılara "karakter" adını vermiş ve eğrinin tüm geometrik özellikleri bilindiği zaman bu karakterlerin nasıl bulunacağını göstermişti. Bunun tersi de doğruydu: bu karakterler bilinirse eğrinin çokkatlılık dizisi, yani geometrik özellikleri de bulunabiliyordu. Burada açık kalan problem ise bir eğrinin parametreli denklemleri verildiğinde karakterlerini bulabilmek idi. Cevap düzlem eğriler için bilinmekte, ama yüksek boyutlu uzaylarda bulunan tekil eğriler için bilinmemekte idi. Ayrıca yüksek boyutlu bir uzayda tanımlanmış bir tekil eğrinin çokkatlılık özelliklerini, yani geometrik özelliklerini bozmadan en düşük kaç boyutlu uzaya sokulabileceği de bu problemle beraber düşünülen bir soru idi. Bu çeşit sorular, matematiksel bakış açısının temel problemi olan sınıflandırma probleminin eğrilere uygulanması bakımından son derece önemli ve zor sorulardır. Cahit Arf bu problemi 1945'te tamamıyla çözmüş ve tek boyutlu tekil cebirsel kolların sınıflandırılması problemini kapatmıştır. Bu sonucun zorluğu hakkında fikir elde edebilmek için düzgün varyetelerin sınıflandırılması probleminin bugüne kadar yalnız 1, 2 ve kısmen 3 boyutlu varyeteler için çözüldüğünü, tekilliklerin sınıflandırılması probleminin ise 1 boyutlu varyeteler, eğriler için Cahit Arf tarafından çözüldüğünü göz önüne almak gerekir. Cahit Arf bu problemi çözerken önemini gözlediği ve problemin çözümünde en önemli rolü oynadığını fark ettiği bazı halkalara "karakteristik halka" adını vermiş ve daha sonra gelen yabancı araştırmacılar bu halkalara "Arf halkaları" ve bunların kapanışlarına "Arf kapanışları" adını vermişlerdir. Bugün matematik literatüründe bu halkalar bu adları taşımaktadır. Cahit Arf'ın bu çalışması 1949'da Proceedings of London Mathematical Society dergisinde yayımlanmıştır. Bundan sonra, bir dönem Cahit Arf mühendislik problemleri ile ilgilendi. Bütünlüğü bozmamak için onların ayrıca ele alınması uygun olacaktır. 1955 yılında Almanya'da yayımlanan bir çalışması lokal cisimlerle ilgili çok önemli bir inşa problemidir. Şunu belirtmek gerekir ki bu çalışması onun hedeflediği ve tutku haline getirdiği birkaç problemden birisi olan "abelyen olmayan sınıf cisimleri teorisi" için bir çıkış noktası olmuştur ve bu problem hala açık bir problemdir. 1957 yılında yine Almanya'da "Riemann-Roch Teoremi" adlı çalışması yayımlanmıştır. Riemann'ın doktora tezinden çıkan bu teorem "Kompleks Analizin" temel teoremlerinden biridir. 1938 yılında Weil bu teoremi fonksiyon cisimleri yönünden, 1957 yılında Cahit Arf sayı cisimleri yönünden inşa etmiştir. Bu arada, şunu hatırlatmak gerekir: Matematiğe her konuda temel katkılarıyla unutulmaz bir 19. yüzyıl matematikcisi olan Riemann'ın 1859'da bıraktığı ve bütün matematikçileri heyecanlandıran bir problem hala çözüm beklemektedir. "Riemann Hipotezi" olarak bilinen bu problem, yine Riemann'ın tanımladığı ve "zeta fonksiyonu" adıyla bilinen bir fonksiyonun bütün sıfırlarının reel kısımlarının 1/2 olup olmadığı problemidir. Cahit Arf 1980 yılından sonra çok geniş kapsamlı bir problem üzerinde çalışıyordu. Bu problem çözüldüğü takdirde yan ürün olarak Riemann hipotezi de çözülmüş olacaktı. Benim bildiğim kadarıyla sonlu cisim üzerinde inşa ettiği ve bizim "Arf Zeta Fonksiyonu" olarak adlandırdığımız bir fonksiyon Riemann hipotezini sağlamakta idi, yani sıfırlarının reel kısımları 1/2 oluyordu. Cahit Arf bu projenin diğer basamakları üzerinde çalışmalarını sürdürdü, ancak hangi aşamaya kadar geldiğini bilemiyorum. Keşke bu görkemli projeyi tamamlayabilseydi! Cahit Hoca'nın Görüşleri
Cahit Hoca'nın tüm uğraşısı matematik değildi. O, ülkemizin temel bilim, eğitim, teknoloji alanlarının sorunları kadar toplum yaşamımızı düzenleyen oluşumlar üzerinde düşünür, fikir üretir, söyler ve yazardı. Özgür İnsan dergisinde yayınlanan "Özgürlüğün Temeli" adlı yazısında (Haziran,1976) şunları yazmıştır: "1932'de matematik eğitimimim okul devresini bitirerek yurda döndüğümde o zamanki Milli Eğitim Bakanlığı'nda bulunan yaşlı bir dostumla ne yapacağımı konuşurken, kendisine gençliğin safdil idealizmi ile, bir Anadolu kasabasında matematik öğretmenliği yapmak istediğimi ve orada öğrencilerimle matematik hocalığı yaparak ilgilenmek istediğimi, onlara mesela Marx ve Nietzsche'yi okuyacağımı, elimden geldiği ölçüde münakaşa edeceğimi edeceğimi söyledim. O zamanın heyecanlı bir tarih öğretmeni olan yaşlı dostum, hayretle, matematik, Marx ve Nietzsche arasındaki münasebetsizliği işaret etti. Buna yanıtım şu oldu: "Amacım, öğrencilerime şu veya bu görüşü telkin değil, özgür insanlar yetiştirmek". O zaman kastettiğim özgürlük bugün mutluluğumuz için bir bakıma en çok gerekli olduğu kanısında olduğum "önyargılardan kurtulma" idi. Kanımca Milli Eğitimin temel ilkesi şu veya bu şekilde şartlanmış gelecek kuşakların yetiştirilmesi değil; tam tersine, gelecek kuşakların şartlanmamış, olayları olduğu gibi gören, her olayda, her davranışında "neden" diye sorabilen ve bu soruya doğal, mantıksal yanıtlar verebilen kişiler olarak yetiştirilmiş olmalıdır." ODTÜ'nün Zor Yıllarında Cahit Hoca'nın Onurlu Mücadelesi Uğur Ersoy'un (Prof. Dr. ODTÜ İnşaat Bölümü) Cahit Hoca ile anılarından... 1971'de 12 Mart Muhtırası'ndan hemen sonra, ikinci kez rektör yardımcısı olmuştum. Kritik günler yaşanıyordu. Ülkenin yönetimine egemen olanlar, Türkiye'nin 12 Mart'a sürüklenmesinde ODTÜ'nün başrolü oynadığına inanıyorlardı. Profesör Arf, her ne kadar üniversite yönetimine girmekten hep uzak durmuşsa da, o günlerde Fen ve Edebiyat Fakültesi dekanlığını bir süre için vekaleten yürütmüştü. Matematikçilerin iyi yönetici olamayacağı önyargısına sahip olan ve Prof. Arf'ın her aklına geleni pat diye söyleyen, eksantrik bir bilim adamı olduğuna inanan ben, bu vekalet dönemini diken üzerinde geçirmiştim. Bir sorun çıkacak diye bekledim durdum. Sorun çıkmadı! Sorun çıkmaması bir yana, 12 Mart'tan sonra ODTÜ rektörü olan emekli general Şefik Erensü, Cahit Hoca'nın yönetciliğinden o denli memnun kalmıştı ki günlerce onu asaleten dekan olması için ikna etmeye çalıştı. Ama bu konuda Sayın Arf'ı ikna etmek mümkün olmadı. O günün başbakanının kesin söz vermesine karşın, Hasan Tan ODTÜ'ye rektör atanmıştı! Öğretim üyesi ile, görevlileri, hizmetlileri ve öğrencisi ile tüm ODTÜ ayağa kalkmıştı! ODTÜ Yasası'na göre en yetkili akademik organ olan Üniversite Konseyi, hemen toplandı ve Hasan Tan'ın rektör atanmasının doğuracağı sakıncaları dile getiren bir bildiri yayımladı. Konsey, aynı toplantıda dört kişiden oluşan bir "İcra Komitesi" oluşturarak tüm yetkilerini bu komiteye devretti. Komite'de ben ve Cahit Hoca'nın dışında, Prof. Rona Aybay ve Prof. Mustafa Doruk görev almışlardı. Tüm dekanlar ve bölüm başkanları istifa etmişti. Hasan Tan, tüm çabalarına rağmen birkaç istisna dışında dekan ve bölüm başkanı atayamıyordu. Kimse görev kabul etmiyordu. ODTÜ, bu dönemde gerçekten çok onurlu bir mücadele vermiştir. Cahit Hoca bu dokuz ay boyunca kusursuz bir yöneticilik örneği verdi. Perde arkasında kalacağını sandığım Hoca, sahnenin en önünde yer aldı. Anarşinin kol gezdiği o dönemde aldığımız tehdit telefonları vız geldi ona. Dokuz ay süren bu dönemde bir kez bile korktuğunu anımsamıyorum Hoca'nın. Komite olarak tüm parti başkanlarını ziyaret edip ODTÜ'deki durumu anlatmaya çalışıyorduk. Bu ziyaretlerde sözcü genelde ben oluyordum Bir gün Genelkurmay Başkanı'nın bizi görmek istediği haberi geldi. ODTÜ sorununu bizden dinlemek istiyordu. Genelkurmay Başkanı'nın odasına girdiğimizde biraz şaşırdık. Oda, üç dört yıldızlı generallerle doluydu. Parti başkanlarına yaptığımız gibi, ODTÜ'deki sorunu genel çizgileri ile özetledik ve hareketimizin kesinlikle siyasi bir niteliğe sahip olmadığını vurguladık. Konuşmam bittiğinde oda derin bir sessizliğe bürünmüştü. Bu sessizliği Genelkurmay Başkanı'nın tok sezi bozdu: "Hocam, benim anlayamadığım bir husus var. Bizim de üniversitemiz var: Harp Okulu. Orada hiçbir disiplinsizlik yok, çıt çıkmıyor. Sizde boyuna sorun çıkıyor. Bunu anlamakta güçlük çekiyorum". Ne söyleyeceğimi şaşırmıştım. Verilecek yanıt belliydi; ama bu yanıt Genelkurmay Başkanı'nı gücendirebilirdi. Bunu da kesinlikle istemiyorduk. Ne yapacağıma karar verememenin sıkıntısını yaşarken Cahit Hoca yardımıma yetişti. "Uğur, Sayın Başkan'ın bu sorusuna ben yanıt vereyim. Paşam önce bir soru sorayım size. Harp Okulu'nda öğrencilere ne öğretilmesi gerektiğini biliyor musunuz?" "Elbette biliyoruz," diye yanıt verdi Başkan. Cahit Hoca son derece sakin, gülümseyerek devam etti. "Bakın Paşam, sorun buradan kaynaklanıyor. Biz öğrenciye ne öğreteceğimizi tam olarak bilmiyoruz. Daha doğrusu emin değiliz. Eğer öğreteceğimiz her şeyden emin olsaydık, o zaman orası üniversite olmazdı. Üniversite, tartışarak gerçeklerin arandığı bir kurumdur. Tartışma olan yerde de sorun çıkması doğaldır Paşam". Cahit Arf'ın hayatını tehlikeye atarak sürdürdüğü onurlu mücadele, dokuz ay sonra sonuçlandı. Siyasiler, başta Cahit Arf olmak üzere, dürüst ve cesur bilim adamları ile mücadelenin pek kolay olmadığını sonunda anlayarak pes ettiler ve ellerini ODTÜ'den çektiler. YÖK'ün ilk rektörü, Hoca'nın matematik bölümündeki odasının kapısından adını söktürdü. Bu vandallık ve aşağılığı duyunca içim sızladı. Şöyle düşündüğümü anımsıyorum: "YÖK rektörü bir gün elbet çekip gider. Gittiği gün de unutulur. Ama Cahit Arf gibi bir bilim adamı, adı kapılardan kazıtılsa da unutulmaz." Nitekim unutulmadı. Hoca'nın adını kazıtan rektörün adı neydi acaba? Anımsayamıyorum! Cahit Hoca'ya türlü yaftalar yapıştırılmaya çalışıldı. Onu göklere çıkaranlar oldu; küfredenler oldu. Bana göre, Cahit Hoca her şeyden önce insandı, dürüst ve örnek bir bilim adamıydı. Ülkesini ve insanını çok severdi. Tüm hayatı boyunca bilim için, insanlık için, ülkesi için çalıştı. Onu tüm yönleri ile gençlere tanıtmalıyız. Tanıtmalıyız ki, köşe kapmaca oyunları ile şaşkına dönen yeni kuşaklar, onun kendi yetişmesinde emeği bulunanlardan devralarak daha yükseklere taşıdığı ışığı izleyerek yönlerini bulsunlar. Arkadaşlarının Gözüyle Cahit Arf
Erdal İnönü; Prof. Dr., Emekli Öğretim Üyesi, ODTÜ Fizik Bölümü ; Bir ülkede bilimsel araştırma ortamının olması için, gerçekten başarılı gençlerin bulunup desteklenmesi ve bunun için de ülkede başarılı araştırmacılardan meydana gelen yetkili bir çevre bulunması şarttır. Böyle bir çevre yoksa, devlet yanlış insanları destekliyor ve sağlıklı bir bilim ortamı da bir türlü kurulamıyor. Bu ikilemin kırılması, doğuştan yetenekli ve iyi niyetli bir kaç öncünün bir şekilde destek bularak araştırmlarıyla sivrilmeleri ve toplumda hak ettikleri yerlere gelmelerine bağlı. İşte Cahit Arf, Cumhuriyet'in ilk yıllarında devletten yardım görmüş temel bilimciler arasında üstün karakter özellikleri ve yeteneği ile böyle bir öncülük yapabilmiş insanlardan biri, belki birincisidir. Kendi araştırmalarına yön veren, yön gösteren hedefin hep olaylarını, süreçlerin ya da ilişkilerin nedenlerini anlamak olduğunu söylerdi ve büyük harflerle "ANLAMAK" diye de vurgulardı. Onun için anlamak, sözkonusu eğer matematikse, birtakım uzun ve karışık hesaplarla bulunmuş sonucun temel yapının özelliklerinden doğrudan doğruya sezebilmek, öteki bilimlerde de gözlenen olayı gene bir matematiksel model yardımıyla bir neden-sonuç ilişkisi haline getirebilmek demekti. Bu görüşle sosyal bilimlerde geçerli olacak matematiksel yapılar arayışını hep özendirdi. Sanırım, yaşamı boyunca, ailesine bağlılığı dışında izlediği iki önemli amacı vardı. Biri, matematikte kalıcı sonuçlar elde ederek adını ölümsüzleştirmek; öteki de Türkiye'de bilim ve araştırma ortamını geliştirmek. Bu amaçların sağkan ikisine de varmak mutluluğuna erişti. Matematik yazınına getirdiği kavramlarla yaptığı buluşlar herzaman Arf adının anılmasını sağlayacak. Türkiye'de bilimin yeniden doğuşunun öncülerinden biri olarak her kuşaktan öğrencileri kendisine saygı sunmaya devam edecekler. Tosun Terzioğlu, Prof. Dr., 1993-1997 arası TÜBİTAK Başkanı; Cahit Arf bir matematikçiydi. Belki çok fazla makale de yazmadı. Çünkü, özellikle matematikte çok mükemmelliyetçiydi. Zor beğenirdi. Tam çözümler arardı ve bu nedenlerle her yaptığını makale haline getirmeyi düşünmezdi. Başta cebirsel sayılar teorisi olmak üzere geometride, analizde, elastisite teorisinde eserler verdi. Yirminci yüzyılın dar alanlarda uzmanlaşma gerektirdiğini düşünürsek bu kadar yaygın alanda çaba göstermiş olmasını da yadırgayabiliriz. Amerika, Almanya, Fransa, Rusya, İngiltere gibi bilim geleneği kökleşmiş ve güçlü, aktif matematikçi sayısı yüksek ülkelerden birinin bilim adamı da değildi. Yine de Arf'ın katkılarını zaman eleğinden geçirelim biz. İşte o sınavın sonucu olağanüstü gerçekten. 1941'de yayınlanmış makalesinde 90'lı yıllarda bile hala bir çok atıf var. Adı klasik matematik kitaplarında yer alıyor. Topolojide bir değişmeze Arf invaryantı deniliyor. Literatürde Arf halkaları, Arf kapanışı gibi terimlerle karşılaşıyoruz. Bir de bu yüzyılın büyük Alman matematikçilerinden olan Helmut Hasse'nin ismiyle birlikte anılan "Hasse-Arf" teoremi var. Bazı atıfları bulmamız için gayret göstermemiz gerekecek; çünkü makalenin yazarı "Arf"ı bir matematik sembolü, bir matematik notasyonu olarak kullanmış bu harflerin bir Türk matematikçisinin soyadı olduğunu düşünmeden... O kadar iç içe geçmiş matametikle Cahit Arf ismi. Cahit Arf'ı ilk tanıyan bir kişi onun sadece matematiğe ilgi duyan bir insan olduğu izlenimi edinebilirdi. Matematik her şeyin üzerinde ve ötesindeydi Cahit Bey için... Ancak onun TÜBİTAK'ın kurulmasında ve gelişmesinde gösterdiği çabayı ve özeni bilenler Cahit Arf'ın öyle içine kapanık, matematikle uğraşan dış dünyayla ilgilenmeyen bir kişi olmadığını bilirler. Mühendisliğin günlük hayattan doğan problemlerine her zaman ilgi gösterirdi. Ama, bu probleme mutlaka matematiksel bir model bulmaya da çabalardı. Hele de bir de pratikten gelen bir problemi matematik olarak çözüme kavuşturursa pek keyiflenirdi. Değerli bilim adamı yine o mitolojik kahmaramanlardan olan rahmetli Mustafa İnan ile böyle bir işbirliği yapmış ve İnan'ın köprülerde gözlemleyip araştırdığı bir sorunun matematiksel kesin çözümünü vermişti. Bu çalışmaları Cahit Arf'a İnönü Ödülü'nü kazandırmıştı. Erdoğan Şuhubi, Prof. Dr., İTÜ Makine Bölümü; Cahit Bey müthiş yeteneği ve inanılmaz anlama tutkusu, düşünce konsatrasyonu nedeniyle çağımızın en önde gelen birkaç matematikçisinden birisi olabilecekken, ülkemizin bir gerçek bilim adamını, yıpratıcı atmosferi içinde yaşamayı ve böyle yaşamanın sonuçlarına katlanmayı yeğledi. Herhalde ülkesini ne kadar çok sevdiğinin bundan büyük kanıtı olamaz. Amacı, özellikle gençlere bilim adamlığının bir yaşam biçimi olduğunu, araştırmayı rütbe kazanmak için değil merakı ve anlama tutkusunu tatmin etmek için yapmayı, düşünen bir insanın sorumluluğunu ve bu sorumluluğun gerektirdiği eylemlerin sonucuna katlanmayı öğretmekti. Kendi yaşamı ile örnek oldu ve sonuna kadar başı dik yaşadı. Bilimi önemsemeyen, yararını algılayamayan, bilimsel yöntemin dayandığı eleştirisel akılcı yaklaşımı hala benimseyememiş olan toplumumuza sorunlarının ancak düşünerek, akılcı yöntemlerle çözümlenebileceğini göstermek istedi. Korkarım ki, kendi kaybettiklerine oranla çok azını toplumumuza, iyimserce şimdilik diyelim, kazandırılabildi. Şafak Alpay, Prof. Dr., ODTÜ Matematik Bölümü; Cahit Hoca'nın 1940'larda yaptığı matematiğin günümüzde hala kullanılıyor olması Cahit Bey'in eserlerinin kalıcılık sınavını geçtiğini kesinkes göstermektedir. 1970'li yıllarda öğrenci olarak bulunduğum Londra'da ünlü Fransız matematikçisi Jean-Pierre Serre'nin Kings Kolej'de yaptığı bir konuşmaya gitmiştim. Konuşmasının başında tahtayı üçe bölen Serre; ilk dilimde klasikler, ikinci dilimde Cahit Arf ve Hasse, üçüncü dilimde ise kendisinin ve öğrencilerinin çalışmalarını ele alarak Cahit Hoca'nın çalışmalarının önemini vurgulamıştı. Cahit Arf bizler için sadece bir bilim adamı değil, özgürlükçülüğün, yenilikçiliğin, toplumsal olaylara kendine has yaklaşımı ve cesaretiyle kararlı bir demokrat ve iyi bir yurttaş-bilim adamı olmanın sembolüydü. Cahit Hoca'nın her probleme özgün bir yaklaşımı vardır. Yaklaşımlarının ortak yanı daima değişmez olanların aranmasıdır. Cahit Hoca bilgisi ve kültürüyle önemli işler yapmış kişilerin huzurunu taşıyan, komplekssiz bir insandı. Günlük değer yargılarına takılma sığlığı, başkalarına yaranmak için inandığının tersini yapabilme hafifliği, düşüncelerini zamanın gereklerine göre biçimlendirme hafifliği, gözlerini kapama, duymama, adam sendecilik sorumsuzluğu hiçbir zaman olmamıştır Cahit Hoca'da. Orta Doğu Teknik Üniversitesi Cahit Hoca'sını 1977'de içine düştüğü bunalım sırasındaki kararlı, toparlayıcı ve yönlendirici tutumuyla hatırlayacaktır. İstenmeyen bir rektörün atanmasıyla ortaya çıkan bunalım nedeniyle eğitim durmuş, kaba kuvvet üniversiteden hesap sormak amacıyla üniversiteye yerleştirilmişti. Can güvenliğinin olmadığı ortamda Cahit Hoca kaba kuvvetin tehditlerine aldırmadan üniversiteye sıcak gülüşü, babacan görünümü, tükenmez enerjisi ile öğrenci ve öğretim üyelerine esin kaynağı olmuştur. O günlerde özerk ve demokratik üniversite için yaptığı çalışmalar ve katkılardan ötürü Tüm Öğretim Üyeleri Derneği'nin değerli bilim adamımız Seha Meray adına koyduğu ödül Cahit Hoca'ya verilmişti. Turgut Önder, Prof.Dr., ODTÜ Matematik Bölümü; Cahit Arf'tan almış olduğum Cebirsel Sayılar Teorisi dersinde konuları ele alışındaki olağandışı, olayın daima özünü yakalamaya çalışan, biraz da felsefi yaklaşım tarzını daha yakından gözleme olanağını buldum. Cahit Hoca'nın seminerleri izlerken konuşmacıya soru sorma tarzı da bu tür bir yaklaşımla yakından ilgiliydi. Kolay bir şey değildi Cahit Hoca'nın önünde seminer vermek. Konuşmacıya hep "Bunu neden yapıyorsun" diye sorardı. Tesadüfler üzerine kurulmuş veya sınama yanılmaya dayanan, sistemli bir düşünceyle elde edilmemiş sonuçları pek sevmezdi. Sırf bir araştırma olsun diye veya salt genelleme yapmış olmak için kullanılan yüzeysel yaklaşımlar derhal tepkisini çekerdi. Bu arada hantal bir mekanizma veya suni bir teknolojiyle elde edilen sonuçlara da epey içerlerdi. Bu tür kuram ve yöntemler için kullandığı bir de deyim vardı, "Bunlar Galaktika" derdi. Ona göre, bunlarla elde edilen sonuçlar çok daha doğal ve temel matematiksel kavramlarla işin özüne inilerek elde edilmeliydi. Her değerli kuramın veya ispatın arkasında aslında doğal, iyi düşünülmüş, sistemli geliştirilmiş bir fikir olması gerektiği şeklindeki temel felsefeyi ilk olarak Cahit Hoca'dan öğrendiğimi sanıyorum. Yukarıda sözünü ettiğim öğrencilik yıllarında Cahit Arf'ın yurtdışında da ünlü olduğunu duymuştum. Ama, bunun ne kadar doğru olduğunu doktora için yurtdışına gittiğimde ve daha sonraki yıllarda yaptığım yurtdışı temaslarda daha iyi anlayacaktım. Cahit Arf'ın en önemli buluşlarından birisi, Arf Değişmezi, aslında cebir sahasında yapılmış bir buluş olmakla beraber en önemli uygulama alanlarından birisini topoloji adlı matematik dalında bulmuş, cebirsel ve diferansiyel topoloji de birtakım klasik ve çözülmemiş problemlerin çözülmesinde en önemli araçlardan birisi olmuştu. Örneğin, ünlü Poincare tahminin diferansiyellenebilir versiyonunun beşten yukarı boyutlarda genel olarak doğru olmadığının ispatı John Milnor'un meşhur egzotik kürelerinin varlığı gösterilerek yapılmıştı. Bunu gösterirken en önemli araçlardan birisi Arf Değişmezi'ydi. Bu nedenle Arf Değişmezi topolojiciler arasında çok iyi biliniyordu. Türk olduğumu söylediğim zaman bana mutlaka Cahit Arf hakkında sorular soruyorlardı. Bu da beni epeyce gururlandıryordu. Arf Değişmezi Cahit Arf'tan daha meşhur olmuştu. Cahit Bey'in kendisi dahi, içinde topolojicilerin de bulunduğu bir toplulukta kendisini "Cahit Arf" diye tanıttığı zaman, heyecanlanarak "yani siz Arf İnvaryant Arf mısınız?" diye sorabiliyorlardı. Örneğin, böyle bir olayı Yale Üniversitesi öğretim üyelerinden Ronnie Lee'den dinlemiştim. Princeton'da iken Cahit Arf'a bu soruyu sormuş o da arkasından topolojiyle ilgili sorular geleceğini sezip, o muzip haliyle zekice gülerek, "Evet, ama ben Arf İnvaryant'ını hiç bilmem" diye cevap vermişti. Ersan Akyıldız Prof. Dr., ODTÜ Matematik Bölümü; ODTÜ Matematik Bölümü'ne bilim adamı olmak için girmiştim. O günler de de bilim adamı olmak isteyen çok sayıda öğrenci yoktu, yalnız olanlar bilinçli bir şekilde Cahit Arf, Gündüz İkeda ve Feza Gürsey gibi bilim adamlarını kendilerine örnek alırlardı. Ben de bunlardan biriydim. Hem matematik çalışır, hem de matematiğin ülkeye yararını tartışırdık. Hocamız Cahit Arf'ı öğrenci olduğum 1969-1973 yılları arasında tanıdım ve 1972 yılında verdiği "Homological Algebra" adlı yüksek lisans dersinde bir yarıyıl boyunca öğrencisi oldum. O dönemlerde Cahit Arf, hepimiz için sorunlarımızı götürebileceğimiz ve tartışabileceğimiz önemli bir şahsiyetti, kütüphaneydi. Biz gençleri adam yerine koyan, saatlerce dinleyen ve entelektüel birikimini hiç esirgemeden bizlerle paylaşan bir bilim adamıydı. Çok iyi hatırlıyorum, öğrencisi Mükremin Neşeli'ye memlekete yararlı olmanın en iyi yolunun iyi bir matematikçi olmak olduğunu teorem ispatlar gibi uzun tartışmalarla anlattığını ve arkadaşım Mükremin'in onun tezlerini çürütmek için gece gündüz çalıştığını ve onunla tekrar tekrar tartıştığını. Ne yazık ki Mükremin bunu anladığında artık kendisi için çok geç idi, ben ise gelişen toplumsal olaylardan sonra matematik yapmaya karar vermiş birisi olarak yoluma devam ettim. Cahit Arf bizler için sadece bir bilim adamı değil, özgürlükçülüğün, yenilikçiliğin, toplumsal olaylara kendine has yaklaşımı ve cesaretiyle kararlı bir demokrat ve iyi bir yurttaş-bilim adamı olmanın sembolüydü. Bilim adamı olmaya karar vermiş bizler, Cahit Hocamız'dan ders alabilmek için çabucak büyüme, olgunlaşma çabası içindeydik. O yıllarda, Cahit Arf lisans seviyesinde hatırladığım kadarıyla sadece mekanik dersi verirdi ve bu dersi çok soyut işler yapmak isteyen bizler küçük görüp onun tavsiyesine rağmen almazdık. Bir ara, uzun süren bir okul boykotundan faydalanarak, Mükremin'in de yardımıyla cebir bilgilerimi genişletmiş ve artık ondan mekanik dışında bir ders alabilecek seviyeye gelmiştim. (Cahit Arf'ın öğrencisi olmak için başlayan bu hazırlanma sadece matematik kültürümü geliştirme şeklinde olmamış, aynı zamanda sigara içmeden Cahit Arf gibi pipo içmeye ve onun gibi davranmaya kadar gitmiştir!) Nihayet (3. sınıf öğrencisi iken) Homological Algebra üzerine ders vereceğini öğrendim ve kendisine bu dersi almak istediğimi söyledim. Aslında böyle bir ders almak için matematik olgunluğum pek de var sayılmazdı, henüz daha çocuk sayılırdım. Kendisi önce buna karşı çıktı, bizlerin böyle genç yaşta çok soyut işlere girmemizi pek uygun görmüyordu, mekanik gibi ayağı yere basan konularda dersler almamızın daha yararlı olacağını söylerdi. Ama, benim çok hevesli olmam üzerine dersi almama onay verdi. Bu arada gururla kendisinin de bu konuyu bilmediğini ve bunu birlikte öğreneceğimizi söylemeyi ihmal etmedi. O günlerde "Algebra'' üzerine Cartan ve Eilenberg in birlikte yazdıkları tek bir kitap vardı ve bunu referans olarak kullanıyorduk. Cahit Arf'ın derste yaptıklarıyla kitapta yazılanlar arasında; kavramların teoremlerin aynı olması dışında-ispat teknikleri açısından çok büyük farklılıklar gözlediğimi hatırlıyorum. Hocamız kitabı hikaye okur gibi okuyup, kendisine göre yorumlar, kendine özgü sitili ile Gotik harflerden oluşan güzel sembollerle dolu inci gibi yazılmış ders notları hazırlar ve onları bizlere anlatırdı. Bu arada, hiç çekinmeden, "Bu teorem böyle, ama ben bunu anlamadım'' veya "Bu ispatı hiç sevmedim, daha iyi bir yolu olmalı'' derdi. Nitekim bir gün yine böyle bir teoremi (her modül injective bir modülün alt modülüdür) ispatlamış, ama memnuniyetsizliğini belirterek, bunun daha anlaşılabilir bir ispatı olmalı demişti. Bu teoremin değişik bir ispatının S.Lang'in cebir kitabında problem olarak sorulduğunu görüp kendisine söylediğimde,"Haydi git onu çöz ve bizlere seminer şeklinde 2-3 saatte anlat'' demişti. Kendini ona göstermeye çalışan bir genç olarak, o probleme nasıl gece gündüz saldırdığımı çok iyi hatırlıyorum. Sonunda problemi çözüp kendisine götürdüğümde, onun bundan nasıl onur duyduğunu, ve büyük bir heyecan ve gururla etrafta nasıl anlattığını, hatta 20 yıl sonra dahi bu olayı canlılıkla yaşadığına tanık oldum. Cahit Hoca'nın tüm uğraşısı matematik değildi. O ülkemizin temel bilim, eğitim, teknoloji alanlarının sorunları kadar toplum yaşamamızı düzenleyen oluşumlar üzerinde düşünür, fikir üretir, söyler ve yazardı. Özgün İnsan dergisinden çaldığım "Özgürlüğün Temeli" adlı yazısı Cahit Hoca'nın bu yanlarını tanımamız için katkıda bulunacaktır sanıyorum. "Bir toplumda yasaların sağladığı özgürlük yanında kişinin kendi kendisine sağlayabildiği, hatta yasaların birçok doğal özgürlüklerin varlığını kısıtladığı hallerde bile sağlayabileceği, daha önemli bir özgürlük, bütün diğer özgürlüklerin temelini teşkil eder. Önyargılardan kurtulma diye adlandırabileceğimiz bu özgürlük, toplum yasaları ile değil, kişinin çok çetin bir iç uğraşısı ile kazanılır ve hiçbir zaman da tam olarak kazanılmaz. Gerek kişisel, gerekse toplumsal mutluluğumuzun ilk koşulu olarak kendimizi önyargılardan bilinçli bir şekilde arındırmak suretiyle her türlü özgürlüğün temeli olan iç özgürlüğe yaklaşmamız gerekmektedir." Özgürlüğün tanımını böylece veren Cahit Hoca buna ulaşabilmek için bir de öğütte bulunuyor. "Temennim odur ki, toplumun bugünkü ve gelecekteki mutluluğuna katkıda bulunmayı kendilerine iş edinen aydın kişilerimiz, bu sözünü ettiğim temel özgürlük konusu üzerinde ısrarla dursunlar, toplumumuzda hala geçerli ve yaygın olan bir kısım politikacı tarafından, bazen kendi önyargıları dolayısıyla, bazen de sömürü aracı olarak güçlendirmeye çalışılan önyargılardan bilinçli bir şekilde kurtulunmasını çabuklaştırsınlar." Cahit Hoca yazısında böyle önyargılara örnek olarak şunları söylüyor. "Kişisel bir konu olan dinsel inançlara toplumsal yaşamda önemli bir yer vermek gerektiği hakkındaki önyargı; başka toplumlara karşı beslenen düşmanlık ve kin duygusu, soyluluk, soysuzluk duygusu...."Cahit Hoca bu çeşit önyargıların temel özgürlüğümüzü kısıtladığını ve olayları anlayış, davranışlarımızı kendi kendimize ızdırap yaratmayacak şekilde ayarlamamız gerektiği kanısındadır. Cahit Hoca Atatürk'ün kendi çağında özgürlüğü en geniş kazanmış olmasının, o'nun en güçlü yönü olduğu kanısındadır. Cahit Hoca bir yurtseverdi. Bunu görmek için yine aynı yazıdan alınan aşağıdaki öyküye bakmamız yeterli olacaktır. "1932'de matematik eğitimimin okul devresini bitirerek, yurda döndüğümde o zamanki Milli Eğitim Bakanlığı'nda yetkili bir görevde bulunan yaşlı bir dostumla ne yapacağımı görüşürken, kendisine gençliğin safdil idealizmi ile, bir Anadolu kasabasında matematik öğretmenliği yapmak istediğimi ve orada öğrencilerimle matematik hocalığı dışında ilgilenmek istediğimi, onlara mesela Marx ve Nietzsche'yi okuyacağımı elimden geldiği ölçüde münakaşa edeceğimi söyledim. O zamanın heyecanlı bir tarih öğretmeni olan yaşlı dostum hayretle, matematik, Marx ve Nietzsche arasındaki münasebetsizliği işaret etti. Buna yanıtım sadece şu oldu: "Amacım öğrencilerime şu veya bu görüşü telkin değil, özgür insanlar yetiştirmek". O zaman kastettiğim özgürlük bugün mutluluğumuz için bir bakıma en çok gerekli olduğu kanısında olduğum "önyagılardan kurtulma" idi. Kanımca Milli Eğitim'in temel ilkesi şu veya bu şekilde şartlanmış gelecek kuşakların yetiştirilmesi değil; tam tersine gelecek kuşakların şartlanmamış, olayları olduğu gibi gören her olayda, her davranışında "neden" diye sorabilen ve bu soruya doğal, mantıksal yanıtlar verebilen kişiler olarak yetiştirilmiş olmalıdır". Cahit Hoca gelecek kuşakların ve böylece toplumun mutluluğunun sağlanabileceği yargısındadır. Tosun Terzioğlu, Prof. Dr., Sabancı Üniversitesi Rektörü; Yapılan bir araştırmaya göre, 1980'lerde her yıl dünyada yaklaşık iki yüz bin yeni matematik teoremi kanıtlanmakta. Herhalde bu sayı 90'larda daha da artmıştır. Her yeni teorem ise bir bilimsel dergide yayınlanmış bir makale demek. Matematik makalesi okumak ve o makalede yazılanları özümsemek bir matematikçi için bile kolay bir iş değil. İnsan zekasının her yıl ürettiği bu matematik çığını zamanın eleğinden geçirmek istersek yeni kanıtlanmış bir teoremin yayınlandıktan beş on yıl sonra hala matematik literatüründe yer alıp almadığına bakmamız gerekir. Böyle bir çalışma yapılmış mı bilmiyorum. Ama, beş yıl sonra iki yüz bin teoremden geriye bin üzerinde teorem kalıyorsa gerçekten şaşırırım. Demek ki bu yeni teoremlerden çoğu matematikçiler tarafından bile artık hatırlanmaz. Zamanın sınaması günümüzde oldukça insafsız. Cahit Arf bir matematikçiydi. Belki çok fazla makale de yazmadı. Çünkü, özellikle matematikte çok mükemmelliyetçiydi. Zor beğenirdi. Tam çözümler arardı ve bu nedenlerle her yaptığını makale haline getirmeyi düşünmezdi. Başta cebirsel sayılar teorisi olmak üzere geometride, analizde, elastisite teorisinde eserler verdi. Yirminci yüzyılın dar alanlarda uzmanlaşma gerektirdiğini düşünürsek bu kadar yaygın alanda çaba göstermiş olmasını da yadırgayabiliriz. Amerika, Almanya, Fransa, Rusya, İngiltere gibi bilim geleneği kökleşmiş ve güçlü, aktif matematikçi sayısı yüksek ülkelerden birinin bilim adamı da değildi. Yine de Arf'ın katkılarını zaman eleğinden geçirelim biz. İşte o sınavın sonucu olağanüstü gerçekten. 1941'de yayınlanmış makalesinde 90'lı yıllarda bile hala bir çok atıf var. Adı klasik matematik kitaplarında yer alıyor. Topolojide bir değişmeze Arf invaryantı deniliyor. Literatürde Arf halkaları, Arf kapanışı gibi terimlerle karşılaşıyoruz. Bir de bu yüzyılın büyük Alman matematikçilerinden olan Helmut Hasse'nin ismiyle birlikte anılan "Hasse-Arf" teoremi var. Bazı atıfları bulmamız için gayret göstermemiz gerekecek; çünkü makalenin yazarı "Arf"ı bir matematik sembolü, bir matematik notasyonu olarak kullanmış bu harflerin bir Türk matematikçisinin soyadı olduğunu düşünmeden... O kadar iç içe geçmiş matametikle Cahit Arf ismi. Genç Cumhuriyetimiz 1933'te bir üniversite reformu yaptı. Bilimin değişik alanlarında yetişmek üzere bazı gençler özenle seçildi ve yurt dışına seçkin üniversitelere gönderildi. Yüksek bir motivasyonla doktoralarını bitirip İstanbul Üniversitesi'ne dönen bu bilim insalarını zor zamanlar bekliyordu. Bir kısmı döndükten hemen sonra İkinci Dünya Savaşı patladı. Yurda dönmeden önce bazıları bu insanlık trajedisinin bizzat tanığı oldular bulundukları Avrupa ülkelerinde. 1942 yılında Fen Fakültesi'nin binası olarak kullanılan Zeynep Hanım Konağı yandı. Bu idealist gençler yangını kontrol altına almaya çalışan itfaiyecilerin ikazlarına aldırmadan yanan binalarına dalıp kütüphaneden kitapları kurtarmaya çabaladılar. Savaş sırasında ikinci kez askere çağrıldılar ve çoğu Cahit Bey gibi Trakya'da olası bir Alman hücumunu karşı silah altında aylar geçirdiler. Şimdiki Fen Fakültesi binası bitinceye kadar geçici yerlerde, tüten sobalarla ısıtılmaya çalışılan odalarda yıllarca çalışmalarını sürdürdüler. Maaşları düşüktü. Kara ekmek bile ancak karneyle alınıyordu. Şikayet etmediler. Yılmadılar. Kendi kendilerine yükledikleri görev anlayışı, misyonları her şeyin üzerindeydi onlar için. Gündüz çalışmak yetmiyormuş gibi Yüksek Muallim Mektebi'nde gece dersi verdiler. Ankara Fen Fakültesi'ni kurmak için çalıştılar. Ders kitapları yazdılar. Türkçe'nin bir bilim dili olması için uğraştılar. Mitolojideki kimi kahramanlar gibi sessiz ve alçakgönüllü oldular her zaman.. İşte Cahit Arf da bu kahramanlardan birisidir. Ödülleri ve hele törenleri pek sevmezdi. Ama TÜBİTAK Bilim Ödülü'nün yanı sıra Karadeniz Teknik Üniversitesi'nden, Ortadoğu Teknik Üniversitesi'nden, İstanbul Teknik Üniversitesi'nden onur doktorası aldı. Genç yaşta Mainz Akademisi Muhabir üyeliğine seçildi. Türkiye Bilimler Akademisi'nin onur üyesi oldu. Üniversitede rektörlük, dekanlık gibi idari görevler almaktan hep kaçındı. Araştırmacıların bu gibi görevlerden uzak durmaları gerektiği görüşündeydi. Ama uzun yıllar TÜBİTAK Bilim Kurulu başkanlığını da özveriyle yürüttü. Cahit Arf'ı ilk tanıyan bir kişi onun sadece matematiğe ilgi duyan bir insan olduğu izlenimi edinebilirdi. Matematik her şeyin üzerinde ve ötesindeydi Cahit Bey için... Ancak onun TÜBİTAK'ın kurulmasında ve gelişmesinde gösterdiği çabayı ve özeni bilenler Cahit Arf'ın öyle içine kapanık, matematikle uğraşan dış dünyayla ilgilenmeyen bir kişi olmadığını bilirler. Mühendisliğin günlük hayattan doğan problemlerine her zaman ilgi gösterirdi. Ama, bu probleme mutlaka matematiksel bir model bulmaya da çabalardı. Hele de bir de pratikten gelen bir problemi matematik olarak çözüme kavuşturursa pek keyiflenirdi. Değerli bilim adamı yine o mitolojik kahmaramanlardan olan rahmetli Mustafa İnan ile böyle bir işbirliği yapmış ve İnan'ın köprülerde gözlemleyip araştırdığı bir sorunun matematiksel kesin çözümünü vermişti. Bu çalışmaları Cahit Arf'a İnönü Ödülü'nü kazandırmıştı. Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nde çalıştığı yıllarda yeni ve farklı bir üniversite modelinin ve kültürünün ortaya çıkması için çaba gösterdi. Akademik dünyanın yapay hiyerarşik ayrımlarıyla alay ederdi. Özellikle genç öğretim üyeleri ve öğrencilere çok güzel, yararlı ve keyifli bir diyalog içindeydi. Her zaman üniversite içi çekişmelerden ve politikadan özenle uzak durduğu halde ODTÜ sistemi tehlikeye düştüğünde duyarlı ve sorumlu bir bilim adamı olarak kendini bir mücadelenin içine atmaktan çekinmedi. Bu onurlu mücadelede bile matematiğin aksiyomatik yaklaşımını kimseye fark ettirmeden kullandı. Duyularımızla, zekamızla sonluyu, sınırlıyı algılamayı daha iyi beceririz. Zaten hayatımız da sonlu değil mi? Ama matematikte kalıcı izler bırakanlar sonsuzu bir şekilde, bir biçimde iyi algılayabilen ender insanlardır. Böyle insanları öldüklerinde sonsuza uğurlamak doğru olmaz mı? Sait Akpınar, Prof. Dr., Emekli Öğretim Üyesi, İÜ Fizik Bölümü; Ben Cahit Arf Bey'i üniversite inkılabının olduğu sene, yani 1933 yılında tanıdım. 1933 yazında Pertevniyel Lisesi'nden mezun olmuştum ve İÜ Elektroteknik Fakültesi'ne yazılmıştım. Elektronik mühendisi olacaktım. Derslere başladık. Fizik, matematik, bu dersler hep Almanya'dan gelen hocalarla yapılıyordu. Matematik derslerine de bir Alman hoca giriyordu. Hoca, Almanca konuşmak istemediği için Fransızca olarak dersini veriyordu. Ratip Berker Bey ise hocanın Fransızca konuştuklarını tercüme ediyordu. Zaten ben de Fransızca bildiğim için ayrıca not alabiliyordum. Sonra Ratip Bey yerine Cahit Bey geldi. Cahit Bey tercüme yaparken bazen hocanın söylemediği şeyleri de söylüyordu. Cahit Bey konuştuktan sonra tekrar hoca söz alıyor ve Cahit'in Türkçe söylediklerini anlamış gibi (ki anlıyordu) tahtaya da yazar sonra yine tercüme ederdi ve bizim notlar da çok iyi olurdu. Bütün bu işler sene başına kadar sürdü. Yani sonbaharda başladık, iki ay ya sürdü ya sürmedi. Sonra benim mezun olduğum yıl Avrupa'da okumak için imtihan yapılacaktı. Ben de bu imtihana girdim. Daha sonra bana bir mektup geldi; mektupta "siz okumak üzere Almanya'ya gönderiliyorsunuz" yazıyordu. Ondan sonra ben Maarif Müdürlüğü'ne gidip pasaport gibi işlemlerle uğraştım ve ocak ayının başında Almanya'daydım, Berlin'deydim. Ondan sonra Cahit Bey'i görmedim hiç. Berlin'den sonra, Türkiye öğrenim müfettişliği Almanca'mızı tamamlamamız amacıyla hepimiz için hazırlıklar yapmış. Bizleri muhtelif liselere gönderdiler. Bu çalışmanın sonunda da ben Frankfurt Üniversitesi'ne gittim. Fizik, matematik ve kimya okuyacağım. 7 sömestir yani 3 seneden biraz fazla üniversitede kaldım. O zaman Hitler devriydi. Bir aralık baktık üniversitede fizik hocamız dahil, matematikten de hiç kimse kalmadı. Hepsini çıkarttı Hitler. Neden ise, hocaların kimisinin yahudi annesi, babası ya da kayınpederi vardı. Hepsini attılar. O sırada Göttingen fizikte çok meşhur bir okuldu. Ben de oraya gittim. İşte orada tekrar Cahit Bey'i gördüm. Cahit Bey'de oradaki Matematik Enstitüsü'nde meşhur matematikçi Hasse yanında doktora yapıyordu. Kısa zamanda onunla çok iyi arkadaş olduk. Onun, mezun olduğu sene, pek iyi hatırlamıyorum ama İkinci Dünya Harbi başlamadan 2-3 hafta önce, doktora çalışmalarını bitirmiştim, yazma sırası gelmişti, bir tatil yapalım diye Kara Orman'lara gittik. Orada öğrendik ki harp başlayacak. Hemen Göttingen'e döndüm. Müfettişler, telgraflar falan gelmiş, derhal memlekete dönmemiz için. Bu arada Cahit Bey imtihanını tamamlamış ve Türkiye'ye dönmüştü. Hemen hemen Almanya'da bulunan bütün Türk öğrencileri Türkiye'ye geldi. Göttingen'de dedim ya ben de doktoramı Cahit de doktorasını yapıyordu. Cahit'in matematik doktorası için teorik fizikten ders alması, seminer alması lazımdı. O seminerde de beraber çalıştığımız noktalar olmuştu. Cahit Bey karşılaştığı güçlükleri yenmek için, benim gibi konuşmayı kullanan bir ilim adamıydı. Onunla beraber ormanda dolaşır gezerdik. Dolaşırken o bana sürekli matematik anlatır, ben de hiçbirşey anlayamazdım, ama o anlatır bu arada yürür yürürdük. Ben orada anlamış gibi yapar, anlattıklarını ona bir kez daha tekrarlatırdım. O da bir duraksayıp, tekrar anlatırdı. O, zihnini bu şekilde de çalıştırırdı. Cahit Bey doktorasından önce askerliğini topçu olarak yapmıştı. Bir topçu olarak askeri bilgileri bize anlatırdı. Mesela, toptan güzel ses çıkarmak için namluyu aşağı doğru çevirmenin gerek olması gibi. O çok iyi bir arkadaştı. Göttingen Almanya'nın bilimsel atmosfere en hakim bir şehriydi. Ufak bir şehirdi Göttingen; o zamanki nüfusu 50 000'di; bu nüfusun içerisinde üniversite personelinin büyük etkisi vardı. Eskiden beri Göttingen fiziğin yüksek burcu diye bilinir, matematikte de öyle, diğer bilimlerde de. Benim hocam hiçbir zaman yaşasın Hitler demezdi, biz de demezdik. Bize karşı saygısızlık da olmadı orada yani Türk olarak itibarımız vardı. Bir sıkıntı çekmedik. Ben İÜ'nde asistanken Cahit Bey'de profesör olmuştu. Cahit Bey'in matematikçilerden farklı bir tarafı vardı. Mesela, fiziğe de meraklı bir hocaydı. Bizim fizik seminerlerimize gelirdi. Seminerlerde bazen tecrübe kısmı karışık olan bir problem varsa, problemin matematiğini o anlatıyordu, sonra ben fizik tarafını anlatıyordum. Yani Cahit Bey'in özelliklerinden biridir bu, fiziğe matematikçi olarak ilgi gösteren biriydi. Onun da kendisine göre bazı düşünceleri vardı. Mesela, katı bir cismi meydana getiren parçacıklar, atomlar yahut iyonlar vs. bunların bir araya gelmesi ile ortaya çıkıyor. Bunların etkileşmelerinde kuantum mekaniği denilen bir fizik felsefesi vardı. Onunla izah edilmeye çalışılıyor. Fakat katı bir cisim de 1'den 3'den, 5'den 1000'den falan fazla partikülün bir araya gelip katı cismi yapması lazım. Bu esnada kuvantum mekaniği nasıl çalışacak, tabii çalışmayacak; çünkü çok cisim problemi oluyor ve bunları da çözmek çok zor oluyordu. O optimist olarak, eğer insan o çok cisimler için Schrödinger denklemini yazarsa ve o karışık differansiyel denklemlerini falan çözebilirse katı cismin de özelliklerini ortaya çıkartmak imkanı var, yani katı cismi anlama imkanı ortaya çıkar diye düşünüyordu. Fakat, bunun imkanı yoktu tabii. Biz bu konuyu gidip gelirken yolda konuşurduk, Gebze'de konuşurduk. Fakat son zamanlarda bu bilgisayarlarda paralel olarak birçok belki de yüzlerce, binlerce denklemi, simültane olarak aynı anda, çözmek imkanı olursa o zaman Cahit Bey'de çok mutlu olacaktı, çok bel bağlıyordu buna. Ama, son zamanlarda konuşma imkanımız da olmadı. O Bebek'te oturuyor, ben burada. O biraz rahatsızdı telefonla da güç görüşüyorduk. Arada sırada görebiliyordum onu. Sonra ameliyat da oldu ve ben de 1993'te TÜBİTAK'tan ayrıldım. O günden beri pek fazla konuşamadık. Fakat, bu birlikte çok sayıda diferansiyel denklemin çözülmesine imkan veren bilgisayar denklemleri, ona birtakım hevesler vermişti ve eminim son zamanlarında onlarla oynamaya çalışıyordu. Biz Cahit'in eşi Halide Hanım, kızı Fatoş'la da görüşüyorduk, ahbaplığımız vardı. Eşi bize kurufasulye, pilav pişirmişti. Birlikte bisiklete binerdik, spor yapardık Cahit Bey'e belki kimse kayak kayar demez. Ama, biz onunla dağlara gitmiştik. Hatta bir keresinde 100 m üzerinde yüksek bir tepe vardı, Broken. Orası cadılarla meşhurdu. Senenin belirli günlerinde cadılar süpürgelerine biner dağın etrafında dönerlermiş. Biz o tepeye de gitmiştik. Bir de Zeki Veli Bey vardı Edebiyat Fakültesi'nde. Hoca olarak gelmişti Göttingen'e. Sonra İÜ Kürsü Başkanlığı yaptı. Bu arkadaşımız zamanında Kırgızistan Cumhurbaşkanı imiş. Stalin zamanında kaçıp Türkiye'ye gelmiş. O da Cahit'le bana orman gezilerimizde bazen katılır, bize hikayesini anlatırdı. Hem yürürdük, hem gezerdik; galiba pek şarkı söylemezdik; ama çok neşeli bir bilim adamıydı Cahit. Cahit bana bazı konularda Almanca nasıl yazacağını sorardı. O, Fransızca da okumuş ve Almanya'ya geldiği zaman da Almanca'yı iyi öğrenmişti; ama, Fransızca öğrendiği halde aksanları sevmiyordu, noktayı, virgülü de sevmiyordu. Şöyle bir şaka yapardı: "Ben, noktaları, virgülleri yazıyı bitirdikten sonra son tarafa yazıyorum ve onlara hadi yerlerinize diyorum. Onlar da gidiyorlar yerlerine" derdi. Cahit hep çalışan bir bilim adamıydı. Diğer bazı arkadaşlar geceleri partilere gider, eğlenirdi. Ama, Cahit pek gelmezdi böyle yerlere; o çalışmayı çok seven biriydi. Zaten büyük ilim adamlarının gözden ırak tutamadıkları bir metottur bu. Bir şeyi akıllarına taktıkları zaman onu mutlaka çözmek isterler. Cahit'te de bu vardı. Bu durum herkeste olmaz. Bende yoktu bu durum. Mesela, 1936 Olimpiyatı'nda hem yaz müsabakalarına gittim, hem kış olimpiyatlarına gittim. Bana göre, ben her zaman çalışabilirdim, ama olimpiyatı bir daha nasıl seyredebilirdim ki? Yazmam gereken raporlar olduğu halde, olimpiyatlara katıldım. Nasıl gitmezdim? Türk takımı da gelmişti. Ama Cahit böyle bir şey yapmazdı. Yalnız bir defa, galiba çok sıkılmıştı. "Yahu" dedi. "Dağlara gidelim dağlara, üşüyelim. Ben bu yoğunluktan bıktım". Ama, o zaman da benim çok yoğun işlerim olduğundan gidememiştik. Cahit de gitmedi. Cahit'e kayağı tattıran bendim. Onun gibi birkaç arkadaşımı daha kayağa götürürdüm. Cahit çok zor işler becerdi, çok çalıştı ve bu nedenle adı ansiklopedilere geçti. O asla alelade işlerle uğraşmadı. 80'lerden sonra TÜBİTAK'a haftada bir giderdik. Bir araba bizi sabah toplar, akşam evlerimize bırakırdı. O zaman yolda konuşmalarımız olurdu. Mesela, okuduğu kitapları bana anlatırdı. Eski bir seyahatin hikayesiydi galiba okuduğu kitap. Cahit ilim adamlarının çoğunda olduğu gibi sol fikirleri benimserdi. Hatta bir zamanlar 1000 kişinin imzaladığı bir deklarasyona da imza attı. Bunun için onu polis merkezine almak istediler. Ama eşi Halide Hanım bu sorunu çok güzel çözümledi, "Sakın buraya polis göndermeyin, pansiyoner köpektir" diyerek. Sonra ertesi sabah gitti Cahit merkeze; ama, gece yarısı götüremediler onu. Cahit Bebek'te oturuyordu ve bu evin arazisini İnönü Mükafatı'nı aldığında kendisine verilen 10 000 TL ile almıştı. Onunla beraber konsere gittiğimizi hatırlamıyorum. Göttingen'de ben konserleri kaçırmazdım. Frankfurt'ta iken hem operaya, hem tiyatroya abone olmuştum. Bir hafta operaya, bir hafta tiyatroya giderdim. Zaten daha oraya gitmeden evel de bizim İstanbul'da tiyatro kulübümüz vardı. Bir iki defa gazetelerde ismimizi de gördüğümü hatırlıyorum. Çocuklar ortaokulda iken, lisedeyken öyle faaliyetlerimiz olurdu. Onun için hevesliydim öyle şeylere. Fakat, Cahit'le beraber gittiğimizi pek hatırlamıyorum; ama herhalde onun da vardı böyle zevk aldığı şeyler. Bizim münasebetlerimiz hep üniversite boyutuyla birleşiyordu. Evden eve. Göttingen'de de evlerimiz müsaitti. Cahit kendisi anlatırdı. Bir tarihte ben o zaman asistandım; zannediyorum radyosunda bir hata vardı. Onlara gittiğim zaman hadi şunu yapalım dedi. Aldık radyoyu masanın üstüne; tornavidaya ihtiyaç vardı; fakat tornavidayı bulamadık. Peki dedik ne yapalım bıçak vs. derken orada şöyle kocaman balta gibi bir şey bulduk. Baktım onun kenarı ince. Hah dedim, gel bunla açalım radyoyu. Onun da hoşuna gitmişti bu öneri. Baltayla tamir ettik sayılır radyoyu. Yani bu tip şeylere hevesi vardı, kendisi de anlatırdı. Mesela, Fransa'ya gitmeden evvel ya da geldikten sonra da olabilir, evde amcasıyla ki amcası da elinden iş gelen bir zatmış, demir işleri ile ilgileniyormuş. Türk bayrağını yapmışlar. Zannediyorum demiri işleyerek ya da eritip dökerek yapmışlar. Yani Cahit'in elinden böyle işler de gelirdi. Cahit'in eli de çalışıyordu beyni gibi. Bana göre, Türkiye'de modern teknolojiden faydalanacaksak, mutlaka eli ile bu işleri tutup, onun sertliğini, yumuşaklığını, kuvvetini, mukavemeteni vs. hisseden insanlara ihtiyaç var. Teorik fizikçiler var, hiç de fena değiller. Fakat, ellerini hiçbir şekilde tabiata dokundurmamışlar, dokundurmuyorlar. Ama, çok güzel fikirler verebiliyorlar. Hesaplar yapabiliyorlar. Şüphesiz bunsuz olmaz. Ama, Türkiye'de eli iş gören insanlara da çok ihtiyaç var. Fizikçi mi olacak, kimyacı mı olacak elinden iş çıkan insanlara ihtiyaç var. Cahit, gibi ben de bir aralık geometriye merak sardım. Üçgenleri, dörtgenleri, bunların hesapları derken ilkokulda bayağı merak sarmıştım. Cahit de o şekilde merak salmış matematik problemlerine ve sonra da bu istikamette devam etmiş. Ben de, biraz daha sabırsız bir adam
olduğumdanmıdır, matematiği öyle çok fazla didikleyemedim. Ama sonra fiziğin, temelini merak
edince biz de girdik işin içine.Matematikte, fizikte, tabiat bilimlerinde büyük insanlar var. Bunların
içinde bazıları, Cahit gibi tuttuğunu koparacak insanlar. Onlarda deha gibi bir şey var. Cahit bu
tiplerden bir tane. Bunlar belki de en zor mesafeleri kendine hayat hedefi gibi gören insanlar. Cahit'in
kendi ismiyle söylenen teoremleri var. O güç bir şey yaptı. Başkaları daha az güç şeyleri halletti.
Derken bugün günümüzde kocaman bir matematik dünyası var. Ben fizikçi olarak o matematik
dünyasını, benim aklımı intizama sokan bir hayat gibi görüyorum.
(16.1.1998 tarihinde kendisiyle yapılan söyleşiden.)
Aydın Aytuna; Prof. Dr., ODTÜ Matematik Bölümü; Cahit Hoca'yı Orta Doğu Teknik Üniversitesi Matematik Bölümü'nde okuduğum yıllarda tanıdım. Bu yıllarda matematik bölümü gerçek anlamda yeni kuruluyordu ve biz de bu programın ilk öğrencileriydik. Yeni ve güzel bir şeylerin kurulmakta olduğunu hissetmemek mümkün değildi. Bu süreçte sergilenen temel prensiplerin ve değer yargılarının beni derinden etkilediğini söyleyebilirim. Zaman zaman kolumuza girilerek sokulduğumuz, bölüm seminerlerindeki akademik dürüstlüğü ve dayanışmayı algılayıp özümsedik. Herhangi bir zaman, herhangi bir şeyi konuşabileceğimiz, bizlere genç meslektaşları gibi davranan hocalarımızın, daima açık kapıları güvencesinde, "Bilmiyorum, ama biraz düşüneyim". "Hadi beraber öğrenelim" "Bunun mutlaka daha basit başka bir ispatı olmalıdır" larla geçen bir üç yıl yaşadık. Yıllar sonra bu coşkulu ve özgün atmosferin Cahit Hoca'nın damgasını taşıdığını anlayacaktım. Bu yıllar çarçabuk bitti ve benim apar topar yurtdışına gitmem öngörüldü. Ve ben de direnmedim. Gitmeden önce Cahit Hoca beni odasına çağırdı ve uzun bir konuşma yaptı. Sanırım bu aramızda geçen ilk ve son monologdu ve tavsiyelerden oluşuyordu. 1976'da Ankara'ya tekrar döndüğümün ilk haftasında beraber bir öğle yemeği yedik. Bu yemek iki saatten daha fazla sürdü. Konuşulan benim doktora sırasında ilgilendiğim konuydu. 1950'lerin sonundan başlayarak gelişen "Çok Değişkenli Kompleks Analiz Teorisi" o zamanlar yamalı bir bohça görüntüsü veriyordu. Matematiğin çok değişik disiplinlerinden alınan çeşitli sonuçlar uygulanarak yol alınmaya çalışılıyor ve esas zorlukların bazı boyutları bu süreçte gözden kaçabiliyordu. Cahit Hoca bu gelişmelerden habersizdi. Keşfetmek uğruna başkalarının yaptığı şeyleri okuma alışkanlığını yitirdiğinden hep şikayet eder ve bizleri bu konuda uyarırdı. (Geçenlerde okumuştum; Amerika Birleşik Devletleri'nde yapılan bir ankette, averaj bir matematik makalesini 0,76 matematikçinin okuduğu çıkmış. Buna; yazar, hakem ve eleştirmen dahilmiş! Cahit Hoca'nın kulaklarını çınlattığımı hatırlıyorum.) Konuşmamız benim kısa bir girişimden sonra, onun sorduğu "Bunun cevabı bu mu?" "Evet". "Buna bakılmış mı?" "Evet, cevabı şu/Hayır o açık bir soru olarak duruyor" biçimine dönüşüverdi. Bu iki küsür saatin sonunda benim anlamaya çalıştığım bir teorinin şimdiye kadar yapılmış kısmının bir röntgeni önüme serilmişti. Cauchy tipi integral formüllerinin önemi üzerinde anlaşarak, benim için bir sürü yeni fikirlerle o yemeği bitirmiştik. 1980 ve 1990'lar "Çok Değişkenli Kompleks Analiz Teorisi"nin integral formülleri temel taş olarak alınarak yeniden yapılanmasına tanıklık etmiştir. Ama, maalesef bu konulara benim bir katkım olmadı; çünkü ilgi alanım başka konulara kaymıştı. Cahit Hoca'nın matematiğe yaklaşımı yapısaldı; anlamaya, inşa ve tasnif etmeye yönelikti. Bir teoremi perspektife oturtup aşikar oluncaya dek yeniden ispat edilmesi gerektiğini söylerdi. Matematiğin insan yapısı evreninde, estetiği ve zerafeti daima ön planda tutan bir ustaydı Cahit Hoca. Bir konuşmamızda Andre Weil'in kendisine "Bizlerin hiçbir alet kullanmadan tırnaklarımızla toprağı kazıyarak çıkardığımız nesnelerin etrafına bir de bakıyorum ki lüks moteller, yüzme havuzları, oteller inşa etmişler, işletiyorlar." diye şikayette bulunduğunu gülerek anlatmıştı. Kendisinden böylesi konularda bir şikayet duymadım; ama, "Bu Arf kapanışların, Arf halkalarını artık anlamıyorum" anlamına gelen cümleler duyduğumu anımsıyorum. Cahit Hoca'dan, bir bilim adamının önem verdiği, gerekli gördüğü şeylerin yıkılma/yok olma tehditi karşısında, bunların kurtarılmasını başkalarından beklemek yerine, nasıl aktif, politik mücadeleye girilmesi gerektiğini ve bunu yaparken de öğretim üyeliği kimliğinden ayrılmanın gerekmediğini öğrendik. Üniversitemizin, üniversiteye yabancı güçler tarafından işgali sırasında hepimizin başına geçerek, matematikteki "Aksiyometik Metodu" politika alanına nasıl uyguladığına tanık olduk. Bu tanıklık, sanırım o dönemi ve o tatsız olayları yaşayan herkesin hala hafızasındadır. Uzun bir süredir zaten özlemini çektiğim, kağıtlar, yanmış kibritler, pipo ve ille de ya bir tornavida ya da bir pensenin bulunduğu eski çalışma masanın önünde, sobanın yanında, kağıt mendiliyle süzülmüş kahvelerimizi yudumluyarak ettiğimiz sohbetleri bir daha hiç yapamayacağımızı kabul etmek, benim için zor, oldukça zor olacak.
Ali Rıza Berkem; Prof.Dr., Türkiye Kimya Derneği ve Türk Kimya Vakfı Başkanı; Ülkemiz çok değerli bir evladını, ben de 75 yıllık bir arkadaşımı kaybetmenin acısını yaşıyoruz. Bu yıl kuruluşunun 65'nci yılını kutladığımız Yeni İstanbul Üniversitesi'nin kurucu öğretim üyelerinden hayatta kalan iki kişiden biri olan Cahit'i de ebedi yolculuğuna uğurladık. Cahit benim İzmir Erkek Lisesi'nden, 75 yıllık arkadaşımdı. O, benden bir sınıf aşağıdaydı. Ortaokulu tamamladıktan sonra lise öğrenimini tamamlamak üzere Paris'e ünlü Fransız Lisesi Saint Louis Lisesi'ne gitti. Ulu Önder Atatürk, İstanbul Darülfunu'nda bir reform yapmaya karar veriyor. Fakat reformu gerçekleştirmek için yeter öğretim üyesi yok. Bunu üzerine, lise mezunları arasından en iyilerini aday seçip bir imtihanla Avrupa'ya gönderilmelerine emir veriyor. Bu üniversitenin (o zaman üniversitede dört fakülte vardı; fen, edebiyat, hukuk ve tıp) temelini fen ve edebiyat fakülteleri oluşturduğundan bu iki fakültenin çeşitli dallarında yetiştirilmek üzere eleman gönderilmiştir. Cahit de aday gösterilmiş olacak ki, benimle İzmir'de imtihana girdi. İmtihanı kazandık. Türkiye genelinde imtihanı kazananların sayısı 30 kadardı. Cahit dışında hepimizi Fransa'nın vilayet üniversitelerine gönderdiler. Cahit Paris'in, her bakımdan, havasına alışık olduğu için onu, Fransa'nın ve dünyanın en ünlü üniversitelerinden biri olan Sobonne'a gönderdiler. Bu, Cahit için büyük bir şans olmuştur. Bize verilen öğrenim programını zamanında tamamladığımız için yurda döndük, ben mezun olduğum İzmir Erkek Lisesi Fizik Öğretmenliği'ne, Cahit'de Galatasaray Lisesi Matematik Öğretmenliği'ne atandık. 1933 Üniversite Reformu'nda, ben Fen Fakültesi Kimya Enstitüsü'ne profesör muavini (sonradan bu ünvan doçentliğe dönüştürülmüştür) olarak atandık. Bu arada, sınavsız doçent olanların üç yıl içinde doçentlik sınavını geçirmeleri hükmü getirildi. Doçentlik sınavı için bir doçentlik tezi gerekiyordu. Bunun üzerine Cahit ve ben, doktora yapmak üzere maaşımızla izin istedik. İznimiz çıktı. Cahit Almanya'ya Prof. Nasse'nin yanına, ben de eski üniversitem olan Montpellier Üniversitesi'ne gittim. 1939 yılında her ikimiz de doktoramızı tamamlayıp yurda döndük ve borcumuz olan doçentlik sınavımızı geçirdik. Bu dönem, hiç kuşkusuz, İstanbul Üniversitesi tarihinde hiçbir zaman ulaşılamayacak bir düzeye yükseldiği dönem olmuş ve üniversitenin altın çağı olarak anılmıştır. Üniversitemizin bu altın çağında Prof. Dr. Cahit Arf gibi bu satırların yazarı da görev almıştır. Yeni İstanbul Üniversitesi'nin kurulmasında görev almış olup ebediyete göç etmiş olan büyük üstatları hasretle hatırlıyor, Cenab-ı Hak'tan onlara rahmetler diliyoruz. Üniversite'nin altın çağında matematik enstitüsü de altın çağını yaşamıştır. Gerçi ünlü matamatikçiler, Von Misses, Pragar ayrılmışlar ise de, Kerim Erim, Ali Yar beyler dışında, Cahit Arf, Ragıp Berker, Ferruh Şemin, Orhan Alisbah ve Nazım Terzioğlu gibi değerli genç matematikçiler mevcuttur. Cahit hepimizden önce profesör oldu. Fen Fakültesi'nde aramızda ordinaryüs olan tek kişi Cahit'tir. 1960 ihtilalinden sonra çıkarılan 115 sayılı üniversite kanunu yıl sonunda fakülte genel kurulunda kürsü faaliyet raporlarının okunması hükmünü getirmiştir. Her ders yılı sonunda, fakülte genel kurulunda raporlar okunuyor, tartışılıp oylanıyordu. Faaliyetleri yeterli görülmeyen kürsü profesörleri İstanbul Üniversitesi Senato'su tarafından cezalandırılıyordu. Kurul'da raporlarını okunması sırası Cahit Arf'ın başkanı olduğu Cebir ve Sayılar Teorisi Kürsü'sünün faaliyet raporunun okunmasına geldi. Ben, Fen Fakültesi'nin dekanı idim. Cahit'e raporun okunmasını söyledim. Okudu: "Cebir ve Sayılar Kürsüsü'nde haftada dört saat ders ve iki saat tatbikat yaptırılmıştır. Kürsü faaliyeti bu kadardır. " Rapor bu kadardı. Tabii şaşırdım. Oysa, öteki kürsülerin uzun raporları okunuyor. Kurul'a mütalea soruluyor ve sonunda rapor oya sunuluyordu. Ben, bunlara gerek görmeden bir başka kürsünün raporunun okunmasını istedim. Ertesi gün Cahit'i çağırttım. Kendisine, "Sen koca bir ordinaryüs profesör ve büyük bir matematikçisin, ne oluyor?" dedim, Bana, "Ali Rıza kafamda çözmeğe çalıştığım çok önemli bir problem var, onu çözmedikçe bir başka şeyle meşgul olamıyorum." dedi. Bu durumda Cahit'e hak vermekten başka bir şey yapamadım. Kısa bir süre sonra geldi ve emeklilik dilekçesini verdi. Böyle değerli bir matematik hocasının emekli olması fakültemiz için çok büyük bir kayıp olacağından, kararından vazgeçmesi hususundaki bütün ısrarlarıma rağmen vazgeçmedi. O sırada Robert Kolej'e de gidiyordu. Belki şaka tarzında, bana onlar daha fazla para veriyorlar, dedi. Cahit akademik kariyerine kolej ve daha sonra ODTÜ'de devam etti. Bu arada da çözümünü aradığı ve kendisini uluslararası üne çıkaran teoremlerini de buldu. Cahit, doğuştan matematik yeteneği olan birisiydi. İzmir Erkek Lisesi'nde başlayan, Saint Louis Lisesi'nde devam eden, Sobonna'da on ünlü matematik hocalarından ders gören ve ünlü matematikçi Profesör Hasse'nin yanında doktorasını yapan Cahit Arf, doğuştan yetenekli ve alt yapısı çok kuvvetli bir matematik kültürü ile yetişmişti. Cahit için, toprak verimli, tohum en iyi cins ve kalitede olduğu için çok iyi ürün alınmıştır. İnsanların boğazlarının dokuz boğumlu olduğu söylenir. Ama, Cahit'inki sanıyorum tek boğumlu idi. Çünkü, sözünü hiç sakınmazdı. Doğru bildiğini "pat" diye söylerdi. Cahit, nev'i şahsını münhasır bir kişiydi. Ölümün yaşı yok. Genç-yaşlı herkes, er veya geç bu dünyadan göç edip gidecektir. Bu, Tanrı buyruğudur. Bütün mesele, bu dünyadan gelip geçerken arkada nurdan bir iz bırakabilmektir. Ancak, bu gibiler ölümlerinden sonra rahmetle, saygıyla anılırlar. Aziz arkadaşım rahmetli Cahit Arf, yaptığı hizmetlerle daima rahmetle anılacak, mutlu kişilerdendir. Rahmetli Cahit Arf, hayatı boyunca yaptığı hizmetler ve çevresinde yarattığı saygıdeğer kişiliğiyle kendisini seven arkadaşlarının, uzun yıllar süren hocalığı arasında yetiştirdiği binlerce öğrenci, çok sayıda bilim adamı ve meslektaşlarının kalbinde daima canlı olarak yaşayacak ve daima rahmetle ve saygıyla anılacaktır. Nur içinde yatsın. Mehpare Bilhan; Prof. Dr., ODTÜ Matematik Bölümü; Sevgili Hocamız Cahit Arf, 1990 yılında Silivri'de, Nazım Terzioğlu Araştırma Merkezi'nde onuruna düzenlenen Cebir ve Sayılar Teorisi toplantısında yaptığı bir konuşmada sunulacak bildirilerin başlıklarını okuyarak, bir zamanlar, integrali bilen kimselerin matematikçi, üstel fonksiyonu bilenlerin ise büyük matematikçi sayıldığı ülkemizde bir gün bu konuların tartışılacağının hayal bile edilemeyeceğini söylemişti. O, Türkiye'de matematiğin o günlerden bugüne gelmesinde tüm varlığıyla en büyük rolü oynayan kişi olmuştur. Bütün Türk matematikçilerine dolaylı veya dolaysız şekilde esin kaynağı olmuş, yaptığı uyarılar ve verdiği fikirlerle, çevresindeki tüm matematikçilerin ufuklarını genişletmiş ve çalışmalarını yeni bir bakış açısıyla yönlendirmelerini sağlamıştır. Bu çevrede yaşayabilme şansına sahip olmaktan büyük mutluluk duyuyorum. Birçoğumuz klasik anlamda öğrencisi olmadık. Ama, o hepimizin matematik yaşantısını en fazla etkileyen, en sevgili hocamız oldu.1938 yılından beri Cahit Arf, cebir, sayılar teorisi, elastisite teorisi, analiz, geometri ve mühendislik matematiği gibi çok çeşitli alanlarda yaptığı çalışmalarla matematiğe temel katkılarda bulunmuş, yapısal ve kalıcı sonuçlar elde etmiştir. Burada bu çalışmalar çok kısa bir şekilde tanıtılmaya çalışılacaktır. Ancak şunu hemen belirtmek gerekir ki böyle bir tanıtma çok yüzeysel olmaya mahkumdur; çünkü Cahit Arf'ın çalışmaları öyle derin, öyle özgün fikirler ve ince hesaplarla doludur ki bunları o alanda uzman olmayan matematikçilere dahi anlatmak güçtür. Cahit Arf'ın Almanya'da ünlü bir matematik dergisi olan Crelle Journal'da 1939 yılında yayımlanmış olan ilk çalışması, Göttingen Üniversitesi'nde, 1938 yılında hazırladığı son derece parlak olan doktora tezidir. Cahit Arf'ın Almanya'ya gelmeden önce düşündüğü ve proje haline getirdiği çok kapsamlı bir problem vardı: Çözülebilen cebirsel denklemlerin bir listesini yapmak. Bu amaçla Göttingen'e gitti ve orada ünlü matematikçi Hasse'nin doktora öğrencisi oldu. Hasse'ye projesinden bahsetti. Hasse, problemi önce özel hallerde çözmesini salık verdiğini, bunun üzerine birkaç ay gibi kısa bir süre Cahit Arf'ın hiç gözükmediğini ve o süre sonunda problemi tamamen çözüp kendisine getirdiğini 1974'te yine Silivri'de bir Cebir ve Sayılar Teorisi toplantısında anlatmıştı. Bu olay Cahit Arf'ın üstün matematik yeteneğini göstermenin yanı sıra daha Göttingen'e gelirken matematik bakımından ne kadar olgun olduğunu da göstermektedir. Cahit Arf bu çalışmasıyla sayılar teorisinde çok özel bir yeri olan lokal cisimlerde dallanma teorisine çok önemli yapısal bir katkıda bulunmuştur. Burada bulduğu sonuçlardan bir bölümü bugün dünya matematik literatüründe ve kitaplarda Hasse-Arf Teoremi olarak geçmektedir. Cahit Arf, Hasse'nin önerisi üzerine başka bir zor problemle uğraşmak üzere bir yıl daha Göttingen'de kaldı. Yeni uğraştığı problem, matematikte "kuadratik formlar" olarak bilinen konuda idi. Uzayda konisel yüzey denklemleri buna basit bir örnek olarak gösterilebilir. Bu konudaki temel problem, kuadratik formların birtakım invariantlar, yani değişmezler yardımıyla sınıflandırılmasıdır. Bu sınıflandırma Witt adında ünlü bir Alman matematikçi tarafından karakteristiği ikiden farklı olan cisimler için 1937'de yapılmıştı. Karakteristik iki olunca problem çok daha zorlaşıyor ve Witt'in yöntemi uygulanamıyordu. Cahit Arf bu problemle uğraştı ve karakteristiği iki olan cisimler üzerindeki kuadratik formları çok iyi bir biçimde sınıflandırdı. Bunların invariantlarını, yani değişmezlerini inşa etti. Bu invariantlar bugün dünya matematik literatüründe Arf invariantları olarak geçmektedir. Günümüz cebirsel ve diferansiyel topolojisinde ve geometride hala yerini koruyan bu çalışma 1941 yılında yine Crelle dergisinde yayımlandı ve Cahit Arf'ı dünyaya tanıttı. O yılın sonunda Türkiye'ye dönen Cahit Arf aynı problemi bu kez aritmetik açıdan inceledi, yani problemi bu kez karakteristiği iki olan bir cisim üzerindeki formel seriler halkası üzerinde ele aldı. Bu çalışması 1943'te "İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Mecmuası"nda yayımlandı. 1945'lere gelindiğinde düzlem bir eğrinin herhangi bir kolundaki çokkat noktaların çokkatlılıklarının yalnız aritmetiğe ait bir yöntem ile nasıl hesaplanacağı iyi bilinmekteydi. Düzlem halde, algoritmanın başladığı sayılar eğri kolunun parametreli denklemlerinden bilinen bir kanuna göre elde ediliyordu. Genel durumda ise böyle bir sonuç henüz bulunamamıştı. Bu sıralarda İstanbulÕda Patrick du Val adında bir İngiliz matematikçi bulunuyordu. Du Val genel halde algoritmanın başladığı sayılara "karakter" adını vermiş ve eğrinin tüm geometrik özellikleri bilindiği zaman bu karakterlerin nasıl bulunacağını göstermişti. Bunun tersi de doğruydu: bu karakterler bilinirse eğrinin çokkatlılık dizisi, yani geometrik özellikleri de bulunabiliyordu. Burada açık kalan problem ise bir eğrinin parametreli denklemleri verildiğinde karakterlerini bulabilmek idi. Cevap düzlem eğriler için bilinmekte, ama yüksek boyutlu uzaylarda bulunan tekil eğriler için bilinmemekte idi. Ayrıca yüksek boyutlu bir uzayda tanımlanmış bir tekil eğrinin çokkatlılık özelliklerini, yani geometrik özelliklerini bozmadan en düşük kaç boyutlu uzaya sokulabileceği de bu problemle beraber düşünülen bir soru idi. Bu çeşit sorular, matematiksel bakış açısının temel problemi olan sınıflandırma probleminin eğrilere uygulanması bakımından son derece önemli ve zor sorulardır. Cahit Arf bu problemi 1945'te tamamıyla çözmüş ve tek boyutlu tekil cebirsel kolların sınıflandırılması problemini kapatmıştır. Bu sonucun zorluğu hakkında fikir elde edebilmek için düzgün varyetelerin sınıflandırılması probleminin bugüne kadar yalnız 1, 2 ve kısmen 3 boyutlu varyeteler için çözüldüğünü, tekilliklerin sınıflandırılması probleminin ise 1 boyutlu varyeteler, eğriler için Cahit Arf tarafından çözüldüğünü göz önüne almak gerekir. Cahit Arf bu problemi çözerken önemini gözlediği ve problemin çözümünde en önemli rolü oynadığını fark ettiği bazı halkalara "karakteristik halka" adını vermiş ve daha sonra gelen yabancı araştırmacılar bu halkalara "Arf halkaları" ve bunların kapanışlarına "Arf kapanışları" adını vermişlerdir. Bugün matematik literatüründe bu halkalar bu adları taşımaktadır. Cahit Arf'ın bu çalışması 1949'da Proceedings of London Mathematical Society dergisinde yayımlanmıştır. Bundan sonra, bir dönem Cahit Arf mühendislik problemleri ile ilgilendi. Bütünlüğü bozmamak için onların ayrıca ele alınması uygun olacaktır. 1955 yılında Almanya'da yayımlanan bir çalışması lokal cisimlerle ilgili çok önemli bir inşa problemidir. Şunu belirtmek gerekir ki bu çalışması onun hedeflediği ve tutku haline getirdiği birkaç problemden birisi olan "abelyen olmayan sınıf cisimleri teorisi" için bir çıkış noktası olmuştur ve bu problem hala açık bir problemdir. 1957 yılında yine Almanya'da "Riemann-Roch Teoremi" adlı çalışması yayımlanmıştır. Riemann'ın doktora tezinden çıkan bu teorem ÔKompleks Analizin' temel teoremlerinden biridir. 1938 yılında Weil bu teoremi fonksiyon cisimleri yönünden, 1957 yılında Cahit Arf sayı cisimleri yönünden inşa etmiştir. Bu arada, şunu hatırlatmak gerekir: Matematiğe her konuda temel katkılarıyla unutulmaz bir 19. yüzyıl matematikcisi olan Riemann'ın 1859'da bıraktığı ve bütün matematikçileri heyecanlandıran bir problem hala çözüm beklemektedir. "Riemann Hipotezi" olarak bilinen bu problem, yine Riemann'ın tanımladığı ve "zeta fonksiyonu" adıyla bilinen bir fonksiyonun bütün sıfırlarının reel kısımlarının 1/2 olup olmadığı problemidir. Cahit Arf 1980 yılından sonra çok geniş kapsamlı bir problem üzerinde çalışıyordu. Bu problem çözüldüğü takdirde yan ürün olarak Riemann hipotezi de çözülmüş olacaktı. Benim bildiğim kadarıyla sonlu cisim üzerinde inşa ettiği ve bizim "Arf Zeta Fonksiyonu" olarak adlandırdığımız bir fonksiyon Riemann hipotezini sağlamakta idi, yani sıfırlarının reel kısımları 1/2 oluyordu. Cahit Arf bu projenin diğer basamakları üzerinde çalışmalarını sürdürdü, ancak hangi aşamaya kadar geldiğini bilemiyorum. Keşke bu görkemli projeyi tamamlayabilseydi! Cahit Arf'ın yukarıda sözü edilen çok önemli bazı çalışmalarının yayımlandığı Crelle dergisi zaman zaman en ünlü yazarlarının fotoğraflarını yayımlamaktadır. Derginin editörü Prof. Roquette'den gelen bir taziye mesajı şimdi Crelle'de Cahit Arf'ın fotoğrafıyla kendisi hakkında biyografik bilgiler yayımlanacağını bildirmektedir. Sevgili Hocamız'ın sonsuzluğa intikali, yalnız bizler değil, tüm dünya matematikçileri arasında üzüntü uyandırmaktadır. Cahit hepimizden önce profesör oldu. Fen Fakültesi'nde aramızda ordinaryüs olan tek kişi Cahit'tir. 1960 ihtilalinden sonra çıkarılan 115 sayılı üniversite kanunu yıl sonunda fakülte genel kurulunda kürsü faaliyet raporlarının okunması hükmünü getirmiştir. Her ders yılı sonunda, fakülte genel kurulunda raporlar okunuyor, tartışılıp oylanıyordu. Faaliyetleri yeterli görülmeyen kürsü profesörleri İstanbul Üniversitesi Senato'su tarafından cezalandırılıyordu. Kurul'da raporlarını okunması sırası Cahit Arf'ın başkanı olduğu Cebir ve Sayılar Teorisi Kürsü'sünün faaliyet raporunun okunmasına geldi. Ben, Fen Fakültesi'nin dekanı idim. Cahit'e raporun okunmasını söyledim. Okudu: "Cebir ve Sayılar Kürsüsü'nde haftada dört saat ders ve iki saat tatbikat yaptırılmıştır. Kürsü faaliyeti bu kadardır." Rapor bu kadardı. Tabii şaşırdım. Oysa, öteki kürsülerin uzun raporları okunuyor. Kurul'a mütalea soruluyor ve sonunda rapor oya sunuluyordu. Ben, bunlara gerek görmeden bir başka kürsünün raporunun okunmasını istedim. Ertesi gün Cahit'i çağırttım. Kendisine, "Sen koca bir ordinaryüs profesör ve büyük bir matematikçisin, ne oluyor?" dedim, Bana, "Ali Rıza kafamda çözmeğe çalıştığım çok önemli bir problem var, onu çözmedikçe bir başka şeyle meşgul olamıyorum." dedi. Bu durumda Cahit'e hak vermekten başka bir şey yapamadım. Kısa bir süre sonra geldi ve emeklilik dilekçesini verdi. Böyle değerli bir matematik hocasının emekli olması fakültemiz için çok büyük bir kayıp olacağından, kararından vazgeçmesi hususundaki bütün ısrarlarıma rağmen vazgeçmedi. O sırada Robert Kolej'e de gidiyordu. Belki şaka tarzında, bana onlar daha fazla para veriyorlar, dedi. Cahit akademik kariyerine kolej ve daha sonra ODTÜ'de devam etti. Bu arada da çözümünü aradığı ve kendisini uluslararası üne çıkaran teoremlerini de buldu. Cahit, doğuştan matematik yeteneği olan birisiydi. İzmir Erkek Lisesi'nde başlayan, Saint Louis Lisesi'nde devam eden, Sobonna'da on ünlü matematik hocalarından ders gören ve ünlü matematikçi Profesör Hasse'nin yanında doktorasını yapan Cahit Arf, doğuştan yetenekli ve alt yapısı çok kuvvetli bir matematik kültürü ile yetişmişti. Cahit için, toprak verimli, tohum en iyi cins ve kalitede olduğu için çok iyi ürün alınmıştır. İnsanların boğazlarının dokuz boğumlu olduğu söylenir. Ama, Cahit'inki sanıyorum tek boğumlu idi. Çünkü, sözünü hiç sakınmazdı. Doğru bildiğini "pat" diye söylerdi. Cahit, nev'i şahsını münhasır bir kişiydi. Ölümün yaşı yok. Genç-yaşlı herkes, er veya geç bu dünyadan göç edip gidecektir. Bu, Tanrı buyruğudur. Bütün mesele, bu dünyadan gelip geçerken arkada nurdan bir iz bırakabilmektir. Ancak, bu gibiler ölümlerinden sonra rahmetle, saygıyla anılırlar. Aziz arkadaşım rahmetli Cahit Arf, yaptığı hizmetlerle daima rahmetle anılacak, mutlu kişilerdendir. Rahmetli Cahit Arf, hayatı boyunca yaptığı hizmetler ve çevresinde yarattığı saygıdeğer kişiliğiyle kendisini seven arkadaşlarının, uzun yıllar süren hocalığı arasında yetiştirdiği binlerce öğrenci, çok sayıda bilim adamı ve meslektaşlarının kalbinde daima canlı olarak yaşayacak ve daima rahmetle ve saygıyla anılacaktır. Halim Doğrusöz; Prof. Dr., Bilkent Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümü; Cahit Arf'la, ilkin, İTÜ'deki öğrencilik yıllarımda tanışma bahtiyarlığına erdim. Buna pek tanışma denemez ya; içinde bulunduğum 180 küsur kişilik bir sınıfta bize ders veren bir matematikçi, efsanevi bir genç adam... Benim varlığımdan haberdar bile değil. İstanbul Üniversitesi'nden misafir olarak gelmiş. O zamanlar, İTÜ, matematik yeteneği olan öğrencilerin toplandığı bir yer olarak şöhret yapmış bir okul. Her halde böyle şöhretli öğrencilere ders verme zevkini tatmak veya istikbalin, kendisi gibi, üstat matematikçilerini keşfetmek istediği için. Her ne ise, bu olay pek fazla sürmedi; zaten Cahit Hoca'nın o derin kişiliği ve kapsamlı bilim anlayışını anlamak ve beraber olmaktan mutluluk duyulacak dostluğuna erişmek için yeterli bir fırsat da değildi, tabii. Aradan uzun yıllar geçti; yirmi yıl kadar. Raslantısal olaylar bizi tekrar TÜBİTAK'ta bir araya getirdi. Yıl 1963, Türkiye Bilimsel ve Teknik Beni ilk etkileyen özeliği, tevazuu, açık sözlülüğü ve samimiyeti oldu. Oturduk kırk yıllık iki dost gibi sohbet ettik; TÜBİTAK'ın misyonunu, Türkiyede bilimin gelişmesi için taşıdığı önemi biraz da çocuksu bir heyecanla uzun uzun anlattı. Kurumun kurulmasında önemli rol oynamıştı; onun için kuruluş yasasını ve temel amaçlarını çok iyi biliyordu. Yöneylem Araştırmasının Türk endüstrisinin ve dolayısıyla ekonomisinin gelişmesinde büyük rol oynayabileceğinden söz etti. Kendisi de bu konuya, silahlı kuvvetlerde bir miktar bulaşmıştı. Sonunda, beni, Türkiye'ye dönüp TÜBİTAK'da görev alırsam yararlı olabileceğime inandırdı ve anlaştık. Bir yıl sonra dönüp TÜBİTAK'da görev alacağıma söz verdim ve New York'a döndüm. İlginç bir raslantı daha, Cahit Hoca da, bir yıllığına, "Princeton Institute of Advance Studies"e geldi. Dostluğumuz asıl o zaman oluşup pekişmeye başladı. Pinceton New York'a yakın olduğu için sık sık biribirimize gidip geliyorduk. Bir yıllık süre dolunca her ikimiz de yuvaya, TÜBİTAK'a döndük. O aynı zamanda ODTÜ, Matematik Bölümüne katıldı. Bense TÜBİTAK'ta bir Yöneylem Araştırması Ünitesi kurdum ve aynı zamanda ODTÜ, Matematik Bölümünde de bir Yöneylem Araştırması Yüksek Lisans programı başlattım; tabiatıyla her ikisinde de yönetim görevini ifa ediyordum. Artık hem TÜBİTAK'ta hem de ODTÜ'de hoca ile beraberdik, ve tahmin edileceği gibi, söz gelimi, sadece içtiğimiz su ayrı gidiyordu. Bu beraberliğimiz, hoca ikinci emekliliğine ayrılıp İstanbul'a gidinceye kadar sürdü. Hele, beni 1968 yılında, yaka paça TÜBİTAK Genel Sekreterliği makamına oturttuklarından sonraki bir yıllık dönemde, hoca ile, zorunlu olarak, ayrılmaz olduk. TÜBİTAK'a Genel Sekreter olarak atanmamla ilgili bir ayrıntıyı anlatmam, Cahit hoca ile ilişkilerimi açıklamama yardımcı olacak. Hoca bu görevi bana daha önce de teklif etmişti (en uygun kişinin ben olacağıma inanıyordu); ben de düşünmeden reddetmiştim. Böyle yüklü idari görevleri sevmediğimi belirtmiştim. Bu kez acil bir durum vardı; Mustafa Uluöz Ege Üniversitesi Rektörlüğü'nü üstlenmek üzere Genel Sekreterlik'ten ani olarak ayrılmıştı. Cahit Hoca ile birlikte saygı duyduğum diğer bir Bilim Kurulu üyesi olan Orhan Işık, yumuşak bir şekilde baskı yapıyorlardı; "Kısa bir süre için de olsa görevi kabul et; bize zaman kazandır." diyorlardı. Görevi bir yıl için kabul ettim, ve bir de ukalalıkta bulundum: "Bakın böyle önemli bir görev için adam aramaya en az 6 ay önceden başlanır. Şimdi Bilim Kurulunun önünde tam bir yıllık bir süre var; bu süreyi iyi değerlendirirseniz Kurum'a iyi bir Genel Sekreter bulabilirsiniz," ve göreve başladım. Süremin dolmasına 6 ay kala, bir Bilim Kurulu toplantısında, artık Genel Sekreter arayışına başlama zamanının geldiğini hatırlattım, çünkü bu yolda hiçbir hareket görünmüyordu. Bir süre sonra, hala bir hareket yoktu; bir kez daha hatırlattım. Bir yılım dolunca, Bilim Kurulu toplantısında, Başkan Ord. Prof. Dr. Cahit Arf'ın önüne istifa dilekçemi koydum. Herkes şaşırmış gibi idi. "Neden?" dedim. "Hiç ayrılmayacak gibi öyle hırsla çalışıyordun, ki artık işe ısındığını sandık". Meğer bir yıl içinde beni bu işe ısındırmayı umuyorlarmış. Sıkıntılı bir durum ortaya cıkmıştı. Cahit Hoca'nın liderliğinde Bilim Kurulunda öyle dostça ve babacan bir hava vardı, ki hiçbir tatsızlık olmadı. "Madem ki öyle istiyorsun, yapacak bir şeyimiz yok, senin istediğin gibi olsun; biz başımızın çaresine bakarız". Buraya kadar, Cahit Hoca ile olan birlikteliğimizin kronolojisini, bir olay dışında, çok özlü olarak, hikaye ettim. Tabiatıyla, on yılı aşan bu yoğun birliktelikten anılarla dopdoluyum. Bunlar arasında sadece Türk bilim çevrelerinin ilgisini çekeceğini tahmin ettiğim birkaç olayı ve Cahit hocanın, hayranı olduğum kişiliğine ait izlenimlerimi anlatmak istiyorum. Cahit Hoca, "kendi işim" dediği matematiğe tutku ile bağlı bir insandı, ama matematiğin bilimin her sektöründe seçkin bir yerinin olduğu bilincinde idi ve diğer alanlardaki kullanım olanaklarına derin bir nüfuzu vardı. Bütün bilim dallarına mensup bilimcilerle, onların araştırma konularını tartışır ve çoğu kez, bu araştırmalarda hangi matematik tekniğin veya aletin kullanilabileceği hakkında önerilerde bulunurdu. Çoğunlukla da bu öneriler işe yarardı. Bazan da tıkanmış bir araştırmanın yolunu açar, ve hatta yepyeni bir yaklaşımın yol göstericisi olurdu. En çok konuştuğu kişiler fizikçiler ve mühendislerdi. Örneğin bir makine, veya bir inşaat, veya bir elektrik mühendisi ile onun araştırma problemini tartışır, ve onu şaşırtırdı, problemi bir profesyonel olçüsündeki kavrayışıyla. Bu önerileri kullanarak sonuçlandırılan yayınlarda yazarlar listesine - kendi ifadesiyle - makaleye bir tek kelime yazmadığı halde adını korlar, ama o bunları ciddiye almazdı. "Neden?" diye sorunca, "benim işim" derdi "matematik, ben fizikçi veya mühendis değilim". Bir sohbet esnasında kendisinin bu çok yönlülüğünü dile getirip, "Sen Türkiye'nin John von Neuman'ısın; neden bu özeliğini ciddiye alıp bu kişilerle daha yoğun bir işbirliğine girmiyorsun? Bunu yapsan, hem değişik alanlarda üretken bir araştırıcı olursun hem de bu alanların gelişmesine ciddi katkıların olur;" dedim.[Bilindiği gibi, von Neuman da Cahit Hoca gibi, çok yönlü ve alçak gönüllü bir matematikçiydi, ve her tür bilimci ile işbirliği yapar, ve onlarla birlikte yeni teoriler geliştirirdi; örneğin "Theory of Games" (Oyunlar Teorisi) ve "Simulation" (Öykünüm) Teorisinin temeli sayılan "Monte Carlo" tekniği böylesi işbirliklerinin ürünleridir.] "Hayır" dedi "yanılıyorsun; ben bir von Neuman olamam. Sen hiç von Neuman'la karşılaştın mı"? "Hayır" dedim "karsılaşmadım". "Ben" dedi "karşılaştım; adam o kadar hızlı düşünüp o kadar hızlı konuşuyordu, ki söylediklerini anlayıp takip edemedim; hem de bildiğim, yahut bildiğimi sandığım matematikti, sohbet konumuz". Cahit Hoca insan sevgisi ile dolu bir insandı, ve de alçak gönüllüydü; rütbe, sınıf farkı gözetmez; her insanla ilgilenir, ciddiye alır ve konuşurdu; ve herkesin anlayacaği dili sezer ve o dille konuşurdu. Bu kişiliği TÜBİTAK'daki misyonuna çok uygundu. TÜBİTAK'ın yetki alanı içindeki bilimsel disiplinler arasında ayırım yapmaz hepsinin bu sistem içinde önemli birer yeri olduğunu bilirdi; ve bu sistemi bir bütün olarak algılayabiliyordu; yani her bir parçanın diğer her bir parça üzerinde etkisi vardı. Ülkede en çok temel bilimlerin desteklenmeye muhtaç olduğunu biliyordu, ama bunları geliştirmek için onların müşterilerini geliştirmenin gereğine inanmıştı. Bir anlamda, bilim sisteminin tüm toplumun bir parçası olduğunun bilincinde idi, ve temel bilimlerin gelişmesi için uygulamalı bilimler, uygulamalı bilimlerin gelişmesi için uygulama alanları, bu arada özellikle endüstriyel araştırmalar gelişmeli idi. Bunun için de bir kurumsal yapılanmaya ihtiyaç vardı. Bu amaçla, TÜBİTAK, ülkede bilimin ve bilimsel araştırmanın tek adresi olarak görülen üniversitelerden başka, meslek kuruluşları (odalar v.b.), endüstriyel kuruluşlar, sağlık kuruluşları, ziraat enstitüleri ile de ilgilenmeli ve onların araştırma kurumsal yapılarının gelişmesine yardımcı olmalı ve destek vermeliydi. Bunun yanında araştırmayı profesyonel iş olarak yapmanın ne demek olduğunu da göstermek gerekliydi.Bu gün de geçerliği süregelen bu fikirleri TÜBİTAK, Bilim kurulu ve Araştırma Grupları platformlarında hep birlikte, onun liderliğinde oluşturduk, ve bu fikirlere dayalı bazı programları yürürlüğe koyduk. Marmara Bilimsel ve Endüstriyel Araştırma Enstitüsü'nün ve Desteklenen Üniteler'in kuruluşu ile ilgili programlar bunların en belli başlı olanlarını oluşturur. Bu fikirler, bu günlerde geliştirilip yürürlüğe konan programların da temelini oluşturmaktadır. Hocanın "kendi işi," köküne kadar soyut temel matematik konuları idi, ve rasyonalist felsefenin ürünü idi, ama somut ve pratik de onun bilim anlayışında önemli bir yere sahipti. Onun anlayışında, elleri kullanmak da aklı kullanmak kadar önemli idi. Onun dilinde, elleri kullanmak, ampirik düşünceyi, deney yapmayı simgelerdi. Hoca, bazı kavramlara, biraz da nükte katarak, değişik çarpıcı adlar takardı. Örneğin pratik sonuçlara ulaşan yaratıcı mühendislik araştırmaları, onun dilinde "tenekecilik" idi. "Tenekecilik işlerine önem vermeliyiz" derdi. Yukarıda da belirttiğim gibi, Hoca insan sevgisiyle dopdoluydu; özellikle çocukları çok severdi. Çocukları ve gençleri özel bir dikkatle inceler, onlarda bir üstün yetenek, bir yaratıcılık, bir zeka pırıltısı keşfetmeye çalışırdı. Tabiatıyla, amacın ne olduğunu tahmin edersiniz. Geleceğin bilimcilerini yakalamak. Hoca'nın, ender de olsa, sevmediği insanlar da vardı; onlara karşı hoşgörüsüzdü. Ben bu çelişkiyi (insanı seven bir kişinin bu hoşgörüsüzlüğünü) yadırgardım. Zaman zaman bu konuyu tartıştığımız olmuştur. Bak derdi; yalnız kendisine zarar veren kişilik kusurları olan insanları hoşgörebilirim, ama diğerlerine, topluma zarar veren insanları asla. Böyle olanlara, anlasyışsızlıklarını veya çarpık saplantılarını yansıtan adlar takardı. New York'daki yakınlaşma günlerimizde, bizim iki küçük çocuğumuz vardı. Beraberliklerimizde, Hoca bizden çok çocuklarla ilgilenir, malum keşiflerini yapar, tipik ebeveyn duygusallığımızla bizi mutlu eder, koltuklarımızı kabartırdı. Princeton'daki evlerinin çok geniş bir arka bahçesi vardı. Bir gün, Hocanın eşi Halide Hanım bu bahçede bir piknik düzenlemiş, çevredeki Türk aileleri ve gençleri davet etmişti. Partiye biz de katıldık. Bahçede kendimizi partinin havasına kaptırdığımız bir sırada, bizim çocuklardan büyüğünün ortalarda olmadığının farkına vardık. Bir muzırlık yapmasından korktum; aramaya koyuldum ve kendisini içerde salonda, hemen hemen bütün parçaları sökülmüş halde bir masa lambasının önünde, son parçaları sökmeye çalışırken görünce gürledim: "Çabuk onları topla ve yerlerine tak". Sesimi duyan Hoca içeri girdi, ve manzarayı görünce bayıla bayıla gülmeye başladı. İki yaşında bir çocuğun böyle bir işi yapabilmesi inanılmaz bir şeydi. "Bırak" dedi; "çocuk ne isterse yapsın; bütün bu işi o mu becerdi?" Ali, sonunda bütün parçaları bir araya getirdi ve lambayı yerine, sehpanın üstüne koydu, ve Hocanın ad takma adetinden nasibini aldı: "Akıllı elli Ali". Hoca bir keşifte daha bulunmuştu. Şafak Alpay; Prof. Dr., ODTÜ Matematik Bölümü; Cahit Arf bir matematikçiydi. Çocukluk düşünü gerçekleştirmiş matematik literatürüne "Arf Halkaları, Arf Değişmezleri, Arf Kapanışı" gibi kavramların yanı sıra Hasse-Arf teoremi ile anılan teoremler kazandırmıştır. Matematik yapıtlarının en sağlıklı değerlendirmelerinden biri de onların kalıcı olup olmadıklarına bakmaktır. Cahit Hoca'nın 1940'larda yaptığı matematiğin günümüzde hala kullanılıyor olması Cahit Bey'in eserlerinin kalıcılık sınavını geçtiğini kesinkes göstermektedir. 1970'li yıllarda öğrenci olarak bulunduğum Londra'da ünlü Fransız matematikçisi Jean-Pierre Serre'nin Kings Kolej'de yaptığı bir konuşmaya gitmiştim. Konuşmasının başında tahtayı üçe bölen Serre; ilk dilimde klasikler, ikinci dilimde Cahit Arf ve Hasse, üçüncü dilimde ise kendisinin ve öğrencilerinin çalışmalarını ele alarak Cahit Hoca'nın çalışmalarının önemini vurgulamıştı. Cahit Arf bizler için sadece bir bilim adamı değil, özgürlükçülüğün, yenilikçiliğin, toplumsal olaylara kendine has yaklaşımı ve cesaretiyle kararlı bir demokrat ve iyi bir yurttaş-bilim adamı olmanın sembolüydü. Bilim adamı olmaya karar vermiş bizler, Cahit Hocamız'dan ders alabilmek için çabucak büyüme, olgunlaşma çabası içindeydik. O yıllarda, Cahit Arf lisans seviyesinde hatırladığım kadarıyla sadece mekanik dersi verirdi ve bu dersi çok soyut işler yapmak isteyen bizler küçük görüp onun tavsiyesine rağmen almazdık. Bir ara, uzun süren bir okul boykotundan faydalanarak, Mükremin'in de yardımıyla cebir bilgilerimi genişletmiş ve artık ondan mekanik dışında bir ders alabilecek seviyeye gelmiştim. (Cahit Arf'ın öğrencisi olmak için başlayan bu hazırlanma sadece matematik kültürümü geliştirme şeklinde olmamış, aynı zamanda sigara içmeden Cahit Arf gibi pipo içmeye ve onun gibi davranmaya kadar gitmiştir!) Nihayet (3. sınıf öğrencisi iken) Homological Algebra üzerine ders vereceğini öğrendim ve kendisine bu dersi almak istediğimi söyledim. Aslında böyle bir ders almak için matematik olgunluğum pek de var sayılmazdı, henüz daha çocuk sayılırdım. Kendisi önce buna karşı çıktı, bizlerin böyle genç yaşta çok soyut işlere girmemizi pek uygun görmüyordu, mekanik gibi ayağı yere basan konularda dersler almamızın daha yararlı olacağını söylerdi. Ama, benim çok hevesli olmam üzerine dersi almama onay verdi. Bu arada gururla kendisinin de bu konuyu bilmediğini ve bunu birlikte öğreneceğimizi söylemeyi ihmal etmedi. O günlerde "Homological Algebra'' üzerine Cartan ve Eilenberg in birlikte yazdıkları tek bir kitap vardı ve bunu referans olarak kullanıyorduk. Cahit Arf'ın derste yaptıklarıyla kitapta yazılanlar arasında; kavramların teoremlerin aynı olması dışında-ispat teknikleri açısından çok büyük farklılıklar gözlediğimi hatırlıyorum. Hocamız kitabı hikaye okur gibi okuyup, kendisine göre yorumlar, kendine özgü sitili ile Gotik harflerden oluşan güzel sembollerle dolu inci gibi yazılmış ders notları hazırlar ve onları bizlere anlatırdı. Bu arada, hiç çekinmeden, "Bu teorem böyle, ama ben bunu anlamadım'' veya "Bu ispatı hiç sevmedim, daha iyi bir yolu olmalı'' derdi. Nitekim bir gün yine böyle bir teoremi (her modül injective bir modülün alt modülüdür) ispatlamış, ama memnuniyetsizliğini belirterek, bunun daha anlaşılabilir bir ispatı olmalı demişti. Bu teoremin değişik bir ispatının S.Lang'in cebir kitabında problem olarak sorulduğunu görüp kendisine söylediğimde, "Haydi git onu çöz ve bizlere seminer şeklinde 2-3 saatte anlat'' demişti. Kendini ona göstermeye çalışan bir genç olarak, o probleme nasıl gece gündüz saldırdığımı çok iyi hatırlıyorum. Sonunda problemi çözüp kendisine götürdüğümde, onun bundan nasıl onur duyduğunu, ve büyük bir heyecan ve gururla etrafta nasıl anlattığını, hatta 20 yıl sonra dahi bu olayı canlılıkla yaşadığına tanık oldum. Cahit Hoca'nın tüm uğraşısı matematik değildi. O ülkemizin temel bilim, eğitim, teknoloji alanlarının sorunları kadar toplum yaşamamızı düzenleyen oluşumlar üzerinde düşünür, fikir üretir, söyler ve yazardı. Özgün İnsan dergisinden çaldığım "Özgürlüğün Temeli" adlı yazısı Cahit Hoca'nın bu yanlarını tanımamız için katkıda bulunacaktır sanıyorum. "Bir toplumda yasaların sağladığı özgürlük yanında kişinin kendi kendisine sağlayabildiği, hatta yasaların birçok doğal özgürlüklerin varlığını kısıtladığı hallerde bile sağlayabileceği, daha önemli bir özgürlük, bütün diğer özgürlüklerin temelini teşkil eder. Önyargılardan kurtulma diye adlandırabileceğimiz bu özgürlük, toplum yasaları ile değil, kişinin çok çetin bir iç uğraşısı ile kazanılır ve hiçbir zaman da tam olarak kazanılmaz. Gerek kişisel, gerekse toplumsal mutluluğumuzun ilk koşulu olarak kendimizi önyargılardan bilinçli bir şekilde arındırmak suretiyle her türlü özgürlüğün temeli olan iç özgürlüğe yaklaşmamız gerekmektedir." Özgürlüğün tanımını böylece veren Cahit Hoca buna ulaşabilmek için bir de öğütte bulunuyor. "Temennim odur ki, toplumun bugünkü ve gelecekteki mutluluğuna katkıda bulunmayı kendilerine iş edinen aydın kişilerimiz, bu sözünü ettiğim temel özgürlük konusu üzerinde ısrarla dursunlar, toplumumuzda hala geçerli ve yaygın olan bir kısım politikacı tarafından, bazen kendi önyargıları dolayısıyla, bazen de sömürü aracı olarak güçlendirmeye çalışılan önyargılardan bilinçli bir şekilde kurtulunmasını çabuklaştırsınlar." Cahit Hoca yazısında böyle önyargılara örnek olarak şunları söylüyor. "Kişisel bir konu olan dinsel inançlara toplumsal yaşamda önemli bir yer vermek gerektiği hakkındaki önyargı; başka toplumlara karşı beslenen düşmanlık ve kin duygusu, soyluluk, soysuzluk duygusu...."Cahit Hoca bu çeşit önyargıların temel özgürlüğümüzü kısıtladığını ve olayları anlayış, davranışlarımızı kendi kendimize ızdırap yaratmayacak şekilde ayarlamamız gerektiği kanısındadır. Cahit Hoca Atatürk'ün kendi çağında özgürlüğü en geniş kazanmış olmasının, o'nun en güçlü yönü olduğu kanısındadır. Cahit Hoca bir yurtseverdi. Bunu görmek için yine aynı yazıdan alınan aşağıdaki öyküye bakmamız yeterli olacaktır. "1932'de matematik eğitimimin okul devresini bitirerek, yurda döndüğümde o zamanki Milli Eğitim Bakanlığı'nda yetkili bir görevde bulunan yaşlı bir dostumla ne yapacağımı görüşürken, kendisine gençliğin safdil idealizmi ile, bir Anadolu kasabasında matematik öğretmenliği yapmak istediğimi ve orada öğrencilerimle matematik hocalığı dışında ilgilenmek istediğimi, onlara mesela Marx ve Nietzsche'yi okuyacağımı elimden geldiği ölçüde münakaşa edeceğimi söyledim. O zamanın heyecanlı bir tarih öğretmeni olan yaşlı dostum hayretle, matematik, Marx ve Nietzsche arasındaki münasebetsizliği işaret etti. Buna yanıtım sadece şu oldu: "Amacım öğrencilerime şu veya bu görüşü telkin değil, özgür insanlar yetiştirmek". O zaman kastettiğim özgürlük bugün mutluluğumuz için bir bakıma en çok gerekli olduğu kanısında olduğum "önyagılardan kurtulma" idi. Kanımca Milli Eğitim'in temel ilkesi şu veya bu şekilde şartlanmış gelecek kuşakların yetiştirilmesi değil; tam tersine gelecek kuşakların şartlanmamış, olayları olduğu gibi gören her olayda, her davranışında "neden" diye sorabilen ve bu soruya doğal, mantıksal yanıtlar verebilen kişiler olarak yetiştirilmiş olmalıdır". Cahit Hoca gelecek kuşakların ve böylece toplumun mutluluğunun sağlanabileceği yargısındadır. Cahit Hoca'nın eğitim hakkındaki düşüncelerini de daha da iyi anlayabiliyoruz. Eğitim ve öğretimin bilinmeyenleri çok olan bir konu olduğu konusunda bizi uyaran Cahit Bey bu konuda "şunu yaparsan şöyle olur demek olanaksız görünmektedir" deyip "eğitim ve öğretim toplumu özgürlük içinde mutlu ve doğa koşullarını daima daha yaygın ve güçlü bir şekilde kullanabilen insanlardan oluşmuş hale getirmektir" diye tanımlıyor. "Böyle bir amaca yönelik eğitimde yöntemler konunun içerdiği bilinmeyen etkenlerin çokluğu dolayısıyla her yer ve halde geçerli kesin kurallardan kaçınmak zorundadır. Aksi halde en olumlu sonuç olarak okuduğunu belleyen, düşünceden yoksun robotlardan oluşan bir toplum yaratılmış olur. Yamalı bohça durumu yakınılacak bir husus değil, tam tersine oluşturulması gereken bir durumdur. Eğitim örgütüne düşen görev eğitim ve öğretimde standardizasyon sağlamak değil, tersine toplumumuz için yıkıcı ve uyutucu olmamak şartı ile eğitim ve öğretim çeşitlemesini sağlamaktır". Yukarıda örneklemeye çalıştığım gibi Cahit Hoca'nın her probleme özgün bir yaklaşımı vardır. Yaklaşımlarının ortak yanı daima değişmez olanların aranmasıdır. Cahit Hoca bilgisi ve kültürüyle önemli işler yapmış kişilerin huzurunu taşıyan, komplekssiz bir insandı. Günlük değer yargılarına takılma sığlığı, başkalarına yaranmak için inandığının tersini yapabilme hafifliği, düşüncelerini zamanın gereklerine göre biçimlendirme hafifliği, gözlerini kapama, duymama, adam sendecilik sorumsuzluğu hiçbir zaman olmamıştır Cahit Hoca'da. Orta Doğu Teknik Üniversitesi Cahit Hoca'sını 1977'de içine düştüğü bunalım sırasındaki kararlı, toparlayıcı ve yönlendirici tutumuyla hatırlayacaktır. İstenmeyen bir rektörün atanmasıyla ortaya çıkan bunalım nedeniyle eğitim durmuş, kaba kuvvet üniversiteden hesap sormak amacıyla üniversiteye yerleştirilmişti. Can güvenliğinin olmadığı ortamda Cahit Hoca kaba kuvvetin tehditlerine aldırmadan üniversiteye sıcak gülüşü, babacan görünümü, tükenmez enerjisi ile öğrenci ve öğretim üyelerine esin kaynağı olmuştur. O günlerde özerk ve demokratik üniversite için yaptığı çalışmalar ve katkılardan ötürü Tüm Öğretim Üyeleri Derneği'nin değerli bilim adamımız Seha Meray adına koyduğu ödül Cahit Hoca'ya verilmişti. Tahta oymacılığını, vişne likörünü, Sabahattin Ali öykülerini, torunlarını çok seven Cahit Hoca'yı biz de çok sevdik ve saydık. Bölüm koridorlarındaki tütün kokusu ve gök gürültüsü sesi, zarif yazısıyla dolmuş kara tahtalar hiç aklımızdan çıkmayacak ve bize her zaman esin kaynağı olacaktır. M.Gündüz İkeda ; Prof. Dr., TÜBİTAK MAM Ulusal Elektronik Araştırma Enstitüsü; 26 Aralık 1997'de Türk matematiğinin en büyük öncüsü Ord. Profesör Dr. Cahit Arf'ı kaybettik. Bu vesile ile "Bilim ve Teknik" benden de, onun anısına bir yazı yazmamı istedi. Her cismin görüntüsünün görüş açısına göre değiştiği gibi, bir insanın portresi de bakan şahsa göre çeşit çeşit olabilir, fakat bu değişik veriler sonradan bir araya geldiğinde, tıpkı bir mozaik gibi, bir bütünü, tam olması imkansız olsa da, gözümüzün önüne serecektir. Bunu düşünerek ben de matematikçi Cahit Bey ile ilgili bazı izlenimlerimi yazmaya çalışacağım. 1. "Ne istiyorsun?" 1960 yılının ilk baharında İstanbul'a ilk defa geliyordum. Amacım İstanbul Üniversitesi Matematik Enstitüsü'nde Cahit Bey'i ziyaret etmekti. Enstitünün geniş merdivenlerinden çıkarak 3. kata eriştiğimi hatırlıyorum. Onun ofisinin kapısını açtığımda genç bir beyle özel bir seminer yapıyordu. Anladığım bir cümle şöyleydi, zira o zaman Türkçem yoktu. Ona Almanca olarak Almanya'dan Hasse'nin yanından geldiğimi söylediğim zaman yerinden kalkıp çok sıcak bir tavır ile bana hoş geldin diyerek elini uzattı. Çok sonraları Cahit Bey'in bana anlattığına göre, ilk defa beni gördüğünde, öğrencisi zannedip, "Ne istiyorsun?" demiş. O gün Cahit Bey'le seminer yapan genç bey de, o zamanlar asistanı olan şimdi İÜ matematik profesörlerinden Özden Çelik Bey imiş. Hamburg'ta Hasse'nin yanında iki yıl kaldıktan sonra oradan ayrılırken, kendisine Türkiye'ye gideceğimi söylediğim zaman, bana İÜ'nde eski doktora talebesi olan Cahit Arf'ın bulunduğunu, onu muhakkak görmemi söylemişti, hatta bir de beni tanıtan mektup vermişti. Bu mektup zarfının üzerinde Cahit Arf adını görünce, "Kahit Arf" okuyacağını sanarak, o şekilde telaffuz ettim. Zaten Japonya'da iken, soradan bahsedeceğim Cahit Bey'in bir çalışmasından, "Kahit" Arf ismini bilirdim. O zaman Hasse, bunun (Türkçe şekliyle) "Cahit" Arf okunacağını bana anlattı. Her ne ise, böylece yukarıda söylediğim gibi Cahit Bey'le ilk tanışmam oldu. Bende Cahit Bey'in bıraktığı ilk izlenim, görünüş olarak orta veya doğu Avrupalı tipinde ve çok sempatik, sıcak ve sevecen davranışlarıydı. O günden ölümüne kadar geçen 37 yıl içinde, o benim meslektaşım, ağabeyim ve aile dostumuz olarak kaldı. 2. 1930-40 arası Göttingen Birinci ve İkinci Dünya Savaşları arasında matematik camiası oldukça hareketli bir zaman yaşamış, bilhassa sayılar teorisinde çok önemli gelişmeler kaydedilmiştir: Uzun zamandır beklenen (global) Abelien sınıf-cisim teorisinin cebrik sayı-cisimleri için nihayet T. Takagi tarafından kurulması (1920); buna ilaveten Resiprosite kanununun E. Artin tarafından keşfedilmesi (1926); K. Hensel'in p-adik sayılar teorisini kurması (1910) bunun H. Hasse tarafından Abelien sınıf-cisim teorisi üzerine uygulanması, yani "lokal" Abelien sınıf-cisim teorisinin kurulması (1925) gibi. (Verilen tarihler benim hafızamda kalanlardır, kesin olmayabilir.) Bugünkü gözden bakıldığında çok tuhaf gelen şey, daha çok zor olan "global" teorinin, daha kolay olan "lokal" teoriden önce kurulması, hatta Hasse'nin ilk çalışmasında, "lokal" teorinin "global" teori yoluyla elde edilmesidir. Fakat, böyle şeyler matematik tarihinde olağandır. Her ne ise, bu gelişmeler bunlarla ilgili birçok soruları da beraberinde getirmiştir. Örneğin, daha çok önceden fark edilmiş olan, sayılar teorisi ile cebrik fonksiyonlar teorisi arasındaki benzerliğe dayanarak, Takagi teorisinin cebrik fonksiyon-cisimleri üzerinde taşınabilip bilemeyeceği sorusu gibi. Özellikle, E. Artin'in doktora tezinde, sonlu katsayılı cebrik fonksiyon cisimlerin aritmetiği ile cebrik sayı-cisimlerinki arasındaki kuvvetli bir benzerliğin gösterilmesi ve bu tipten cebri fonksiyon-cisimlerine ait (kongruans) zeta-fonksiyonları için "Riemann hipotezi'nin bir analojisinin ortaya atılmasından sonra, yukarıda belirtilen "Abelien sınıf-cisim teorisinin sonlu katsayılı fonksiyon-cisimleri üzerine kurulması" sorusu ile "kongruans Zeta-fonksiyonları için Riemann hipotezinin ispatlanması" problemi o günkü en aktüel konular olmuştur. Bütün iddialı genç matematikçiler, bu konular ile ilgilenmiş, böylece coşkulu bir zaman başlamıştır. Not olarak, birincisinin F.K. Sohmidt ve E. Witt gibi Göttingen matematikçileri tarafından 1935'lerde halledildiğini ve ikincisinin ise 1945'de A. Weil tarafından ispatlandığını kaydedelim. Bu heyecanlı zamanda, bu konular üzerindeki araştırmalar bakımından Göttingen Üniversitesi bir merkez konumundaydı. Diğer taraftan, Paris'te de J. Herbrand'ın önderliğinde, C. Chevalley ve A. Weil gibi genç matematikçiler, fazla uygulamalı matematiğe eğilimli o zamanki Fransız matematiğine karşı çıkarak bir grup oluşturmuş ve yukarıda belirtilen sorulara yönelik araştırmalar yapmaya başlamışlardır. Bu nedenlerden, 1933 Üniversite Reformu çerçevesinde, doktorasını yapmak üzere yurtdışına gitme fırsatı çıkınca, hiç tereddüt etmeden, Göttingen'e Hasse'nin yanına gitmiştir. 3. Hasse-Arf Teoremi Bugün "lokal" bir cisim ile, rank 1 ve diskret (yani kabaca Z-değerli) bir valuasiyona göre tam olan bir cisim anlıyoruz. p-adik sayı-cismi. Qp, bunun tipik bir örneğidir. Lokal cisimler teorisi, daha önce de belirtildiği gibi, H. Hasse tarafından çok efektif olarak kullanılmaya başlanmıştı. Ancak, o zamanki lokal cisimler teorisi, daha ziyade sayı-cisimleri ve (sonlu katsayılı) cebrik fonksiyon-cisimleri üzerine uygulanmak maksadıyla geliştirildiği için, daima kalan sınıf cisminin sonlu bir cisim olduğu kabul edilerek kurulmuş idi. Dolayısıyla, bu oldukça sınırlı şartın yerine daha genel bir şart altında bu teorinin kurulması çok arzu edilen bir husus idi. Herhalde onun içindir, Cahit Bey'in Göttingen'de Hasse ile yaptığı ilk görüşmede, Hasse ona hemen bu problemi doktora konusu olarak tavsiye etmiştir. Cahit Bey'in bana anlattığına göre, bu görüşmeden sonra, kendisi bir daha hiç Hasse ile görüşmemiş, ta bir yıl sonra doktora tezini bitirinceye kadar. "Untersuchungen Über Reinverzweigte Erweiterungen Diskret bewerteter Perfekter Körper" adlı Cahit Bey'in tezinde, kalan sınıf cisminin sonlu olması şartı yerine daha çok genel bir şart altında lokal cisimler teorisi kurulmuştur. Bugün bu teori üzerine yazılan kitapların içeriği (örneğin J-P. Serre: Corps locaux (Hermann) kitabına bakınız) Cahit Bey'in tezinde şekillenmiştir diyebiliriz. Özelikle, bu tez içinde yer alan ve daha önce J. Herbrand tarafından incelenmiş olan yüksek mertebeden dallanma gruplarının indisleri ile ilgili Hasse Arf teoremi çok meşhurdur. Bu teorem, yukarıda belirtilen indisler arasında (dallanma gruplarının zinciri içinde) sıçramalara tekabül edenlerin tam sayılar olduğunu ifade etmekte olup, Arf'ın temsillerinin varlığının ispat için de kilit nokta teşkil ettiğinden ün kazanmıştır. Böylece Cahit Bey, bir yıl gibi kısa bir zaman içinde mükemmel bir doktora tezi hazırlayarak, kendisinin olağan üstü kabiliyetini kanıtlamış oluyordu. Ayrıca Göttingen'deki seçkin matematikçiler ile kaynaşmış olan genç Cahit Bey, sayılar teorisine ait zamanın en uç araştırma havasını bol bol teneffüs etmiştir. Fakat aynı zamanda bu zonelerin, İkinci Dünya Savaşı'na doğru sürüklenen Almanya için uzun karanlık zamanların başlangıcı olduğunu da ilave etmemiz gerekir. 4. Gençlik Rüyası Cahit Bey bana sık sık söylerdi. "Benim en büyük arzum Non-Abelien sınıf-cisim teorisini kurmaktır". Abelien sınıf-cisim teorisinin nasıl kurulup geliştirildiğini daha önce kısaca söylemiştim. Başlangıçta oldukça düzensiz kurulmuş olan "global" ve "lokal" teoriler, çeşitli matematikçiler katkılarıyla düzenli hale getirilmiş, bilhassa 1940'ta C. Chevalley'in "idle" kavramı yardımıyla, global teoriyi lokal teori üzerine çok güzel bir şekilde kurmasından sonra, bu iş artık tamamlanmış sayılmıştır. Ancak "Abelien" sınıf-cisim teorilerinin adlarından da anlaşılacağı üzere bu teoriler bir cismin Abelien cisim genişlemeleri için geçerli olan (global ve lokal) sınıf-cisim teorilerinin kurulması, yani "Non-Abelien" sınıf-cisim teorilerinin icat edilmesi, çok arzu edilmektedir. Bu çok zor problem halen tam olarak çözülmüş değildir ve her iddialı matematikçinin ilgisini çeken bir sorudur. İşte Cahit Bey'in çözmeyi çok arzu ettiği problem de budur. Tahminime göre, Cahit Bey, Ecole Normale'de bulunduğu günlerden beri bu problem ile ilgilenmekte olduğu muhtemeldir. Not olarak hatırlatayım, E. Galois kendisi de bir zamanlar Ecole Normale'da idi. Kronecker'in gençlik rüyasına benzeterek, buna Cahit Bey'in gençlik rüyası diyeceğim. Şimdi Chevalley'in yaptıklarına baktığımızda, global teorinin lokal teoriden elde edileceği anlaşılmaktadır, dolayısıyla, yukarıdaki problemi incelerken, ilk önce lokal teorinin kurulmasından işe başlamamız gerekir. Fakat, bu durumda mevzuu bahis olan en basit lokal cisimler, ya p-adik sayı-cismi veya sonlu katsayılı formel kuvvet serilerinin cismidir. İkinci tipten bir cisim içindeki hesaplar, birinci tipten olanlar içindekinden daha kolay olduğuna göre, ilk hedef olarak, sonlu katsayılı formel seriler cismi üzerinde "Non-Abelien" sınıf-cisim teorisini kurmaya çalışılması çok uygun olacaktır. Cahit Bey'in bu problem üzerinde düşündükleri aşağı yukarı böyle olmuştur diye tahmin ediyorum. 1938 yılında Türkiye'ye dönen Cahit Bey, Göttingen'de kazandığı yüksek potansiyel ile matematiksel bakımından tam formundaydı; özellikle lokal cisimler üzerinde üstün tecrübe sahibiydi. Dolayısıyla, kendisinin gençlik rüyası üzerinde konsantre etmesi için tam zamanı gibi göründüğü halde, kendisi başka konular üzerine araştırmalara yönelmiştir. Bunun sebebini hiçbir zaman öğrenmedim. Fakat, bu hususta Göttingen zamanından beri iyi arkadaşı olan E. Witt'in tesirinde kaldığı muhtemeldir. Böylece yurdumuza döndükten sonraki 15 yıl içinde Cahit Bey, kuadratik formlar ve cebrik eğriler ile ilgilendi. Bu araştırmaların sonuç olarak karakteristiği 2 olan bir cisim üzerindeki kuadratik formlar için günümüzde "Arf invariantları" adı ile anılan belli değişmezler inşaa etti, ayrıca bir cebrik eğrinin dallanma noktasına ait "Arf halkası"nı keşfetti. Tabii bunlar da matematiğe büyük katkılardır, fakat bunlar üzerinde şimdiye kadar çok konuşulduğu için burada detaya inmeyeceğim. Kendisinin gençlik rüyası ile ilgili ilk çalışma, 1955'te Hamburg'da neşredilmiş olan, ve "Construction of the separable closure of the field of formal power series of characteristic p" adını taşıyan makale olmuştur. Bu kendisinin Non-Abelien lokal sınıf-cisim teorisini kurma yönüne attığı ilk somut adımdır. Daha önce de söylediğim gibi Cahit Bey, sonlu katsayılı formal seriler cismi üzerinde Non-Abelien lokal sınıf-cisim teorisini kurmayı amaçlıyordu. Bu maksat için tabiki bu cismin "separable" kapanışının yapısının bilinmesi gerekiyor. Ancak, Cahit Bey bunu yaparken, hiç kimsenin denemeye bile cesaret edemeyeceği bir yol tutmuştur, yani bu kapanışı, somut olarak jeneratörler ve bunlar arasındaki bağıntılar yardımıyla ifade etmeye çalışmış ve gerçekten başarı ile yapmıştır. Ayrıca, bu ifadelerine dayanarak, sonlu katsayılı formel seriler cisminin mutlak Galois grubunun somut ifadesini de elde etmiştir. Bildiğim kadarıyla, bu sonuç, sayılar teorisinde ender rastlanan "concrete description"lardan biridir. Japonya'da iken, bu "Kahit" Arf'ın makalesinin varlığını Y. Kawada'nın bir çalışmasından öğrenmiştim. Kanaatımca bu çalışma, Cahit Bey'in yaptıkları arasında en önemli olanlarından biridir. Cahit Bey, bu başarıyı elde ettikten sonra, geliştirdiği formalizm ile Non-Abelien lokal sınıf-cisim teorisini kurmaya koyulmuştur. Bilhassa 1965-67 yılları arasında Institute for Advanced Study, Princeton ve diğer Amerikan üniversitelerinde bulunduğu sıralarda, bu konu üzerinde ne kadar yoğun olarak çalıştığını, kendisinin sonradan bana gösterdiği 500 daktilo sayfasını aşan ince hesaplardan bizzat gözümle görmüştüm. Ancak, bu tip hesaplara dayanan yaklaşım, sadece hedefin belli olduğu hallerde efektif olmakta, aksi takdirde dayanılmaz derecede zaman almaktadır. Nitekim, Cahit Bey'in ömürü, bu yolla hedefine ulaşmaya yetmemiştir. 5. Langlande Programı Cahit Bey'in gençlik rüyası ile ilgili olarak, 1970'lerden beri üzerinde çok konuşulan Langlands programı hakkında söz edeceğim. Tabi sınırlı sayfalar içinde bunun ne olduğunu anlatmak mümkün olmadığından, sadece lokal Langlands programı hakkında kısa bir açıklama ile yetineceğim. F, (Hasse anlamında) lokal bir cisim olmak üzere, ile F'nin "seperable" kapanışını ve Gal(/F) ile de F'nin mutlak Galois grubunu gösterelim. Ayrıca T(F), Gal(/F) grubunun indirgenemez temsillerinin ekivalens sınıflarının oluşturduğu Tannakien katigorisi olsun ve S(F) de GL(n,F), (n=1,2...) genel linear grupların otomorfik temsillerinin ekivalens sınıflarından oluşan kategori olsun. Bu durumda, F üzerindeki lokal Lagnlands programında, F'nin her F1 gibi (sonlu mertebeden, separable cisim genişlemesi için, T(F1) kategorisinden S(F1), kategorisi içine, oldukça çok sayıda şartları sağlayan, jF1 gibi bijektif bir dönümünün (buna Langlanda dönüşümü denir) var olup, F1F2 halinde jF1 ve jF2 dönüşümlerinin verilen başka birçok şartları sağlayabilip, bilemeyeceği sorulmaktadır. Eğer bütün bu şartları sağlayan, Langlands dönüşümlerinin bir takım var ise, F cismi üzerindeki lokal Langlands programı çözüldü diyeceğiz. Eğer F global bir cisim ise, F üzerindeki global Langlands programı, yukarıdaki GL(n,F) gruplarının yerine GL(n,AF) gruplarını koyarak formüle edilir, burada AF F'nin adle halkasıdır. Bu karmaşık problemin özelliklerinden en belirgin olanı şudur: Eğer F gibi global bir cisim üzerindeki Langlands programı çözüldüğü takdirde, başta (F'de tarif edilen) Arfin L-fonksiyonları hakkındaki Artin kojektürü olmak üzere birçok (şimdiye kadar çözülmemiş olan) problemler çözülmüş olacak. Bu sebepten dolayı bugün dünyanın birçok matematikçileri bu problemlere (global ve lokal Langlands programları ile) uğraşmaktadır. Bu arada V. Drinfeld 1983'te, karakteristiği p olan lokal cisimler için Langlands programını çözerek dünyayı şaşırtmıştır. Dolayısıyla, bugün dünyanın en seçkin matematikçileri geri kalan halleri için Langlands programını çözmeye çabalamaktadır. Son günlerde lokal (global) sınıf-cisim teorisinin de kurulabileceğine inanılmaktadır. Ancak, bu konuda şimdiye kadar sadece çeşitli konjektürler ortaya atılmış, fakat pek az ilerleme kaydedilmiştir. Böylece, Cahit Arf'ın gençlik rüyası hala çözülmemiş olarak ortada kalmaktadır. Not: Langlands programı için Jacquet-Langlands: Automorphic Functions on GL(2), Springer Lecture Notes; Drinfeld'in çalışması için G. Laumon: D-elliptie Sheaves and Langlands Correspondence, Invent. Math. (1995). 6.Ölümsüzlüğe Yaklaşmak Cahit Bey deyince hemen ODTÜ Matematik Bölümü'nde beraber geçirdiğimiz günleri hatırlarım. O günlerde kurulan, TÜBİTAK tarafından desteklenen, Matematik Araştırma Ünitesi'nde, Cahit Bey'in etrafında yapılan seminerlerin nasıl coşkulu ateşli ve çok geç vakitlere kadar devam ettiği; kendisinin her önüne gelen problem için daima çok orijinal ve isabetli fikirleri yürüttüğü; ODTÜ'nün fırtınalı günler geçirdiği döneme, kendisinin matematik bölümü mensuplarına moral yönünden nasıl destek olduğu; bazen de keyiflendiği zaman Normale'daki arkadaşından öğrendiği Baskça bir şarkıyı gür sesiyle söylediği vs. Nedense, herhalde dehasıyla humanist yaklaşımdan dolayı olacak, Cahit Bey deyince Leonardo da Vinci hatırıma gelir. Fiziğe Cahit Bey, doğal olarak, bir matematikçi gözüyle bakardı. "Matematiksel Fizik" ona tanış gelir, fakat A. Sommerfeld'den kaynaklanan "Fiziksel Matematik" deyimini yadırgardı. 1983'den sonra bir dönem, fizikteki bazı gelişmeleri: "Galaktika!" şeklinde değerlendirildiğini anımsıyorum. Ama, ileride bir gün fizikte, örneğin sicim teorisinde, "Arf İnvaryantları" ile karşılaşırsak şaşırmayacağım. Cahit Bey'de haklı bir, gücüne güven duygusu, özgür bir mizO günlerden bir gün kantinde Cahit Bey ile öğle yemeği yiyordum. Nereden o konuya gelindiğini hatırlayamıyorum, fakat konuşmamızın bilim adamlarını araştırmalarına iten sebepler etrafında cereyan etmişti. Sonuçta iki sebep üzerinde fikir birliğine vardık: "yaşadığımızı hissetmek" ve "ölümsüzlüğe yaklaşmak". Descartes'in söylediği gibi, her insan, özellikle bir bilim adamı, düşünmekle kendisinin varlığını hisseder, yani yaşadığını hisseder. Diğer taraftan "üretme arzusu" insanın temel içgüdülerinden biridir. Kimi insan çocuk ister, ve buna sebep olarak, ya "ailem devam etsin" veya "benim eserim olsun" der. Bu sabit örnek şunu göstermektedir: Her insan, kendisinin (kaçınılmaz olduğunu bildiği) ölümünden sonra da, kendisinin yarattığı şeylerin bu dünyada kalmak suretiyle, dolaylı olarak bu dünyadaki yaşamının devamını sağlamak arzusundadır, yani "ölümsüzlüğe yaklaşmak" istemektedir. Biz, bilim adamları, kendi branşımızda araştırmalar yaparak yaşadığımızı hissederiz ve de ürettiğimiz eserlerin, ölümümüzden sonra kalmasıyla, ölümsüzlüğe yaklaşmaya çalışmaktayız. Çok sevdiğimiz ve derin saygı duyduğumuz Cahit Bey'i kaybettikten sonra, bizim yapabileceğimiz şeyler arasında en başta geleni, kendisinin bize bıraktığı matematiksel eserleri ölümsüzleştirmektir. Bunun için her eserini yeniden inceleyip, Cahit Bey'in bıraktığı yerden daha ileriye doğru götürmeye çalışmalıyız. Aynı zamanda, hayatını tam anlamıyla matematiğe adamış olan Cahit Bey'i örnek alarak, biz de yaşadığımız sürece matematik yapmaya devam etmeliyiz, hem de kendisinin daima tekrarladığı gibi, "dişlerimizi gıcırdatarak"! Bu yazıyı şu dizeler ile bitirmek istiyorum: ....Bana gelince, ben aynı konunun ve neredeyse aynı sözcüklerin, sonsuza dek yeniden ele alınabileceğini ve tüm bir yaşamı kaplayabileceğini düşünürüm. "Kusursuzluk" çalışma demektir. Erdal İnönü ; Prof. Dr., Emekli Öğretim Üyesi, ODTÜ Fizik Bölümü Benim kuşağım için Türkiye'de bilim adamı deyince akla gelen iki isim vardı; Cahit Arf ile Ratip Berker. Kamu oyundaki birlikteliği yansıtan bir rastlantıyla bu ünlü bilimcilerimizi geçen üç ay içinde arka arkaya kaybettik. Burada her ikisine saygı ve minnetlerimi sunarak, Arf'la ilgili bazı anılarıma değinmek istiyorum. Önce şuna işaret edeyim. Bir ülkede bilimsel araştırma ortamının kolay oluşmadığını, verimli sonuçlar elde edebilmek için yıllar ve yıllarca çabalamak gerektiğini yaşayarak öğrendik. Başlangıçta iyi fark edilmeyen bir önemli zorluk, gerçekten yetenekli gençlerin zamanında bulunup desteklenememesinden kaynaklanıyor. Kim çok yetenekli, kim çok hevesli ama az yetenekli, bunları ayırt edebilmek için ülkede başarılı araştırmacılardan meydana gelen yetkili bir çevre bulunması şart. Böyle bir çevre yoksa, devlet yanlış insanları destekliyor ve sağlıklı bir bilim ortamı da bir türlü kurulamıyor. Bu ikilemin kırılması doğuştan yetenekli ve iyi niyetli birkaç öncünün bir şekilde destek bularak araştırmalarıyla sivrilmesi ve toplumda hak ettikleri yerlere gelmesine bağlı. İşte Cahit Arf, Cumhuriyet'in ilk yıllarında devletten yardım görmüş temel bilimciler arasında üstün karakter özellikleri ve yeteneği ile böyle bir öncülük yapabilmiş insanların biri, belki birincisidir. Cahit Bey'in adını ilk önce 1942'de lisenin son sınıfında astronomi öğretmenimiz Mehmet Arslantürk'ten duymuştum. Fen Fakültesi'nde öğrenciyken katıldığı matematik seminerlerinde, oturumu yöneten konuk profesör Von Mises'in değişik konularda ortaya attığı sorulara yalnız Cahit Arf'ın yanıt verebildiğini, hem Von Mises'in, hem de o zaman genç bir doçent olan Arf'ın öteki matematikçilere üstünlüğünü gösteren bir kanıt diye, hayranlıkla anlatmıştı. On yıl sonra, Ankara Fen Fükültesi'nin yeni asistanı olarak bilim ortamımıza girdiğimde Cahit Bey, İstanbul Üniversitesi'nin ordinaryus profesörlüğe yükselmiş bir hocası ve kendi adıyla anılan katkılarıyla dünya çapında ün kazanmış bir matematikçiydi. Öteki büyük hocalardan bir farkı, kendi alanı temel matematik dışındaki konularla da, özellikle üniversiteye yeni katılan gençlerin araştırmalarıyla yakından ilgilenmesiydi. Örneğin, teorik fiziğe çok merakı vardı. Kuantum mekaniğinde olanak verdiğini anlamaya çalışır, hep daha geniş genellemeler yapılamaz mı sorusunu sorardı. 1952-1953 ders yılında kısa bir süre İstanbul Fen Fakültesi'nde konuk araştırıcıolarak bulundum. Cahit Bey, doktoralarını tamamlamış ve araştırma yaşamına yeni başlamış yetenekli genç teorik fizikçilerin verimli çalışabilmeleri için İstanbul Üniversitesi'nde bir Teorik Fizik Enstitüsü kurulmasında öncülük etmişti. Bu konuda senatoyu ikna etmiş ve yeni enstitünün kurucu müdürlüğünü, yönetim görevlerini hiç sevmemesine karşın, üzerine almıştı. Türkiye'de canlı bir araştırma ortamının var olabileceğini ve verimli sonuçlar vereceğini ilk kez gösteren merkezlerden biri o enstitü olmuştu. Cahit Arf'ın başkanlığında, Feza Gürsey, Fikret Kortel ve benim teorik fizikçi, Giacomo Saban ve Asım Özkan'ın matematikçi olarak katıldığımız seminerlerde, her hafta birisi yaptığı bir araştırmayı anlatıyor ve Cahit Bey, sorularıyla konu üzerinde başka incelemeler yapılmasını özendiriyordu. Feza Gürsey'in, kendi bulduğu, konform değişmezliği olan bir nonlineer parçacık denklemini anlatmasından birkaç gün sonra Fikret Kortel bu denklemin bir çözümünü elde etti. Benim gruplar teorisinin bir uygulaması olarak anlattığım araştırmaya Cahit Bey başka bir yaklaşım önerdi ve ben de bu şekilde çalışmamı daha ileri götürme olanağı buldum. Daha sonra, 1961-1971 arasındaki yıllarda, TÜBİTAK'ın kuruluşunda ve ODTÜ'de temel bilimlerin geliştirilmesinde uzun süren, verimli bir işbirliğimiz oldu. TÜBİTAK'ın, hızlı gelişmeye olanak veren reformcu bir yasayla kurulmuş olduğu genellikle kabul edilir. Bu başarıda birçok bilimcimizin payı vardır. Ama, Cahit Arf'ın katkısı bence hepsinden üstündür. Çünkü, başka bir boyutta, saygınlık ve güvenirlik boyutunda etkisini göstermiştir. Gerek bilim çevrelerimizde,gerek Turhan Feyzioğlu, Süleyman Demirel gibi siyaset adamlarımızda, Cahit Bey'in bilgisine ve içtenliğine duyulan büyük güven olmasaydı, yasa tasarısının hazırlanış ve kabulü sırasında önümüze çıkan çeşitli engelleri aşamazdık. Sonuçta TÜBİTAK ya hiç kurulmazdı, ya da çok yetersiz bir yasa ile ortaya çıkardı. İlginçtir ki, bir araştırma konseyi tasarısı hazırlamanın gündeme geldiği günlerde yaptığımız ilk görüşmede Cahit Bey, bazı kaygıları yüzünden böyle bir merkezi örgütün hemen kurulmasına taraftar olmamıştı. Kaygılarını da şöyle anlatmıştı: "Bizim gibi henüz sağlam bir bilim geleneği kurulmamış ülkelerde bir merkezi örgüte araştırmaları destekleme yoluyla yönlendirme yetkisi vermek tehlikelidir. Gerçek bilimcilerin siyasal destekleri zayıf olur, bu kuruluşun yönetim mevkilerine gelemezler. Bilimsel araştırmaların ne olduğunu bilmeyen, ama bildiğini sanan insanlar onların yerine geçer ve yanlış müdahaleleriyle araştırma yaşamını destekleyecek yerde engellerler. Onun için merkezi örgüt kurmakta acele etmemek daha doğru olabilir." Görüşmelerimizle o günkü durumda umut verici işaretler olduğuna yavaş yavaş inanmış ve sonunda, tasarı komisyonunun başına geçerek canla başla işe girişmişti. Kaygılarının gerçekleşmediğini, kısa bir süre dışında TÜBİTAK yönetimine hep araştırmayı bilen insanların gelebilmiş olduğunu görmekten mutluluk duyduğunu kendisine söylemiş olduğunu, Dinçer Ülkü geçen gün cenaze töreninde dile getirdi. Cahit Bey, Bilim Kurulu'na, ya da araştırma gruplarına üye seçerken adayların eylemli olarak araştırma yapıp yapmadıklarına bakardı. Bir sefer, yasaya göre özel kesimi temsil edecek birisini ararken, olası bir aday olarak önerilen, Ankara'da bir vinç fabrikası kurmuş sanayici Doçent Orhan Işık'ı görmeye gitmiştik. Rahmetli Işık'ı, atölyede, işçi tulumu içinde çalışırken görünce, "tamam" demişti, "İşte aradığımız insan!". Onun deyimiyle, iyi araştırıcılar, gerektiğinde "tenekecilik" yapmasını bilenlerdi. Kendi araştırmalarına yön veren, yol gösteren hedefin hep olaylarını, süreçlerin ya da ilişkilerin nedenlerini anlamak olduğunu söylerdi ve büyük harflerle "ANLAMAK" diye de vurgulardı. Onun için anlamak, söz konusu eğer matematikse, birtakım uzun ve karışık hesaplarla bulunmuş sonucu temel yapının özelliklerinden doğrudan doğruya sezebilmek, öteki bilimlerde de gözlenen olayı gene bir matematiksel model yardımıyla bir neden-sonuç ilişkisi haline getirebilmek demekti. Bu görüşle sosyal bilimlerde geçerli olacak matematiksel yapılar arayışını hep özendirdi. Sanırım, yaşamı boyunca, ailesine bağlılığı dışında izlediği iki önemli amacı vardı. Biri, matematikte kalıcı sonuçlar elde ederek adını ölümsüzleştirmek. Öteki de Türkiye'de bilim ve araştırma ortamını geliştirmek. Bu amaçlarının ikisine de sağken varmak mutluluğuna erişti. Matematik yazınına getidiği kavramlarla yaptığı buluşlar her zaman Arf adının anılmasını sağlayacak. Türkiye'de bilimin yeniden doğuşunun öncülerinden biri olarak her kuşaktan öğrencileri kendisine saygı sunmaya devam edecekler. Fikret Kortel ; Prof. Dr., Emekli Öğretim Üyesi, İÜ Fizik Bölümü 15-20 yıl evvel bir gün evimde kendisini bekliyordum ve o esnada pikapta Mozart'ın do minör piyano konsertosunu çalıyordum. Birinci bölümün ortasına doğru Cahit Arf geldi. Müziği kesmememi rica etti ve konserto bitinceye kadar hiç konuşmadan dinledik. Müzikle çok yakından ilgilendiğini söyleyemem fakat, o sabah Mozart'ın do minör konsertosundan çok etkilenmişti. Bitince, "İyi müzik de iyi matematik gibi insana sonsuzluk hissi veriyor. Matematik de sanki müzik gibi bir sanat!" dedi. Bu tezi bazı yazılarında ve konuşmalarında işlediğini hatırlarım.Matematik ve müzik hakkında olduğu gibi, bazı tarihsel ve sosyal konularda da özgün görüşleri vardı. Mesela Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküş nedenleri arasında Kur'anı anlamadan, düşünmeden ezberlemenin önemli bir yeri olduğunu söylerdi. "Bundan dolayı toplumumuzda bilmek ezbere bilmek anlamına gelmiş ve düşünüp anlamak yerine ezberlemekle yetinmişiz!" derdi.Diğer taraftan, bilimsel çalışmalarda iyi bir hafızanın önemli bir avantaj olduğunu kabul eder; mesela bir matematikçinin bilhassa modern matematikte önemli rol oynayan tarifleri hafızasına iyice yerleştirilmesinin onun düşünmesini kolaylaştırıp, hızlandıracağını vurgulardı. Gençliğinde matematiği nasıl öğrendiğini şöyle anlatırdı: "Ecole Normale'de fazla ders çalışmazdım. Dersleri dikkatle takip eder ve konuları iyice anlamaya gayret ederdim. Sonra akşamları bir masaya otururdum ve sınıf arkadaşlarım sıra ile önümden geçerek iyi anlamadıkları noktaları, çözemedikleri problemleri benimle münakaşa ederlerdi ve ben bundan onlardan daha çok faydalanırdım!" Ecole Normale'de Serre, Dieudonne gibi sonradan çok meşhur olan arkadaşları varmış. Andre Weil ise birkaç yaş daha büyükmüş. Serre'in Feza Gürsey'e anlattığına göre, arkadaşları Cahit Arf'ın yüzyılın en önemli matematikçilerinden biri olmasını bekliyorlarmış. Bu da onun Türkiye'de genç matematikçiler yetiştirmeyi tercih edip burada kalmakla şahsı bakımından büyük özveride bulunduğunu gösterir. Geçen yüzyılın matematikçilerinden bilhassa 21 yaşında düelloda ölmesine rağmen en yaratıcılarından sayılan Evariste Galois'yı beğenirdi. Bir gün bana "Galois'yı ve yaptıklarını düşündükçe hala başım döner, ürperirim!" demişti. Modernlerden en çok David Hilbert'e hayrandı. Çalışma odasında bu büyük bilginin bir portresi asılıydı. Hilbert "Bir konuyu iyice öğrenmek isterseniz onun hakkında ders verin!" dermiş. Cahit Arf da bu metodu çok kere uygular ve bizlere de tavsiye ederdi. Bir gün Türk Matematik Derneği Sekreteri Prof. Dr. Hülya Şenkan ile evinde çay içerken Cahit Arf bize küçük bir sandığı göstererek, "İşte yaptıklarımın hepsi bunun içinde. Bazılarını tamamlayamadım. Benden sonra bunların iyice elden geçirilmesini isterim!" demişti. Bu sözleriyle herhalde en fazla Riemann Hipotezi üzerindeki çalışmalarını kastetmiş olmalıydı!" Riemann Hipotezi doğru ise..." diye başlayan önemli araştırmalar vardır ve o ispat edildiğinde bunların hepsi kesinleşmiş olacaklardır. Riemann Hipotezi'nin ispatına hemen daima kompleks analiz yolu ile çalışılmıştır. Halbuki Cahit Arf'a göre, bu metot bakımından uygun değildir; sayılar teorisiyle ikili bir teoremin cebirsel bir ispatı daha anlamlı olur. Kendisi işte böyle bir yol düşündü, fakat bazı hesap zorlukları yüzünden ispatını sonuçlandıramadı. Bana anlattığına göre, Riemann Hipotezi'ni sonlu bir komutatif cisimde formüle edip ispatlamayı başarmış. Bundan sonra, eleman sayısını sonsuza götürerek asıl Riemann Hipotezi'ne varmak istiyormuş. Bunun mümkün olması gerektiğine inanıyordu. Cahit Arf bir problemin çözümü, veya bir teoremin ispatı üzerinde çalışırken bazı matematikçilerin yaptıkları gibi ilhama veya çok karışık hesaplara dayanmak yerine, evvela o problemin veya teoremin metamatiksel yapısının anlaşılmasına önem verirdi. Tepeden inme çözüm veya ispatların çok faydalı ve aydınlatıcı olmadıkları fikrindeydi. Matematiksel yapıyı anlamak için ise modern şekliyle cebirin analizden daha etkili olduğunu düşünürdü. Matematikten sonra, teorik fizikle ve mühendislik bilimlerinin matematiksel problemleriyle ilgilenirdi. Göttingen'de Hasse'nin yanında doktora çalışmaları esnasında oradaki teorik fizikçilerle de arkadaş olduğunu ve onların kendisini kendi alanlarına çekmeye çalıştıklarını söylerdi. İstanbul Fen Fakültesi'nde Teorik Fizik Enstitüsü'nün tesisi bilhassa onun gayret ve etkisiyle mümkün olmuştur. Modern teorik fizikçilerden en çok Heisenberg'i beğenir ve onun kuantum mekaniğini buluş şekline hayranlık duyardı. Buna mukabil, bir yıl sonra aynı teorinin bugün daha çok kullanılan bir başka şeklini keşfeden Schrödinger hakkında "Ona piyango çıkmış" derdi. 1950 baharında Heisenberg bir dizi konferans vermek üzere İstanbul'a geldiğinde Cahit Arf onunla tanışmak imkanını bulmuş; birlikte Adalar'a yaptıkları bir gezide Heisenberg ile kuantum teorisinin kendi orijinal bir tefsirini münakaşa etmişti. Bizlere de anlatmış olduğu bu tefsiri şimdi hiç hatırlamıyorum; belki bunun da yazılı bir şekli yukarıda ismi geçen sandıkta saklıdır! 1950-1960 döneminde ister orta, ister yüksek öğretimde olsun devletin ileri gelenlerince hocalığın aşağılanması onu çok üzmüş ve sonunda kendi isteğiyle vakitsiz emekliye ayrılmasına sebep olmuştur. Bundan sonra TÜBİTAK'ın kurululuşunda etkili oldu; uzunca bir süre TÜBİTAK'ın Bilim Kurulu Başkanlığı'nda bulundu; Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nin Matematik Bölümü'nün gelişmesine önemli katkılar yaptı. Son yıllarda moleküler biyoloji ile meşgul olarak bilhassa enzimlerin etkilerinin matematiksel bir modelini inşaya çalıştı. Kendisiyle önce öğrencisi, sonra da uzun yıllar meslektaşı olarak yakından tanışmak imkanını bulmak hayatımın en mutlu olayları arasındadır. Hatırasını yaşadıkça unutmayacağım! M. Nimet Özdaş; Prof. Dr., Emekli Öğretim Üyesi, İTÜ Makine Mühendisliği Bölümü Hayatlarını bilimin gelişmesine vakfeden insanların toplumda, toplum vicdanında olmaları gereken yerlere erişmeleri kolay olmaz. Bu yol çok zahmetlidir; yaratıcılık, üstün zeka, sebat, yeni bir şey bulma ihtirası ve özveri ister. Buna karşılık vefakarlık da gelirse, geç gelir... Hatta bazı hallerde tarihe mal olur sonradan gelen nesillece sağlanır. Beyin gücü bugün her zamandan fazla ülkelerin temel zenginliğini oluşturmaktadır. Bu bakımdan bilime duyarlı toplumlarda bilim adamına, bilimsel sistemin gelişmesine ilişkin çaba gösterenlere ilgi ve saygı ön planda gelir. Aksi davranışın ise kültürel gerileme sürecinin bir işareti olduğunu tarih açıkça göstermiştir. Ülkemiz son iki ay içinde iki eşsiz bilim adamını bizim üniversite yıllarımızın, iki yıldızını kaybetti: Ord. Prof. Dr. Ratip Berker 17 Ekim 1997 ve Ord. Prof. Dr. Cahit Arf 26 Aralık 1997 tarihlerinde hayata gözlerini yumdular. Bu seçkin bilim adamlarımıza ve daha evvel vefat etmiş olanlara sağlıklarında toplumda gereken özen ve ilgi gösterildi mi? Pek sanmıyorum. Prof. Cahit Arf'ın vefatından sonra akademik kuruluşların ve medyanın belki de ilk defa belirli bir duyarlılık göstermeleri, gelecek için bir ümittir. Bilindiği gibi, tarih boyunca ve bilhassa Rönesans'tan itibaren bilimsel alandaki çalışmalar iki temel prensibe oturtulmuştur. Bunlardan birincisi, bilim adamları arasında bilgi alışverişi için karşılıklı ziyaret, temas ve yazışmaların yapılması; ikincisi ise çalışmalardan elde edilen bilgi ve buluşların yayınlanmasıdır. Böylece bu prensiplerin yaygın olarak uygulanması ile, zaman akışı içinde bir bilim topluluğu, bilim dünyası dediğimiz bir çevre ortaya çıkmıştır. Bu bilim dünyasında matematik, fizik, kimya ve diğer bilim dallarında aynı dilin, matematik dilinin kullanılması ve yapılan tecrübelerin eşdeğer olması, bilimsel çalışmaları diğer çalışmalardan ayırmış ve ona bir evrensellik özelliği vermiştir. Einstein'a göre "Bu bilim dil ve kavramlarının uluslarüstü niteliğe ve karaktere erişmesi çağlar boyunca bütün ulusların en mükemmel beyinleri tarafından şekillendirilmiş olmasındandır". Bu bakımdan bilim insanlığın ortak "patrimoine"ıdır. İnsanlığın bu ortak mirasına ülkemizden katkıda bulunmuş olan mükemmel beyinlerinden biri de hiç şühpesiz Ord. Prof. Dr. Cahit Arf'tır. Ord. Prof. Dr. Cahit Arf. Bu onun uzun ismidir. Bizler onu Cahit Hoca olarak biliriz. Üniversiteye yeni girdiğimiz 1940'lı yıllarda Cahit Hoca bilim çetemizin parlak bir ismi olarak bilinirdi. Onu yolda bile görünce "bak Cahit Hoca gidiyor" diye birbirimize hayranlıkla gösterirdik. Ben, Cahit Hoca ile ilk defa İstanbul'da 1952'de toplanmış olan Uluslararası Tatbiki Mekanik Kongresi'nde görüşme ve yakın ilişki kurma fırsatını buldum. Kongre başkanı bizim İTÜ'de gene meşhur bir hocamız olan Prof. Kerim Erim (imtihanlarda Allah Kerim derdik) o sırada bir kalp krizi geçirdiği için açılış konuşmasını ve kongrenin tüm işlerini Cahit Hoca yaptı. Bu kongre II. Dünya Savaşı sonrasının İstanbul'daki en önemli toplantısı idi. Dünyanın en tanınmış bilim adamları, ülkemize gelmişti. O sırada benim gibi yeni doçent olanlar için bu bir bilimsel şölendi. Cahit Hoca'nın, bir bakıma tarihi diyebileceğimiz bu kongredeki çabalarını, yarattığı samimi atmosferi, sergilediği tevazuu ve herkesle teker teker ilgilenip ülkemizi temsil kabiliyetini görüp de hayran olmamak mümkün değildi. Daha sonraki yıllarda Cahit Hoca ile, sık sık geldiği İTÜ'de görüşme ve sohbet etme imkanını buldum ve herkes gibi kendisine hayranlığım sürekli arttı. 1960 yılından sonra da bir çok doçentlik ve profesörlük jürisinde beraber çalıştık. İTÜ Makina Fakültesi'ndeki Yüksek Matematik Kürsüsü ile ilgili olarak jüriler tesbit edilirken profesörler kurulu genellikle İstanbul Üniversitesi'nden Cahit Hoca ile Prof. Dr. Nazım Terzioğlu'nu, Makina Fakültesi'nden de beni seçip görevlendirirdi. Cahit Hoca'nın gerek insanları ve gerekse tezleri değerlendirirken kullandığı ciddi kriterler, bu süreçte gösterdiği titizlik ve şeffaflık örnek teşkil ederdi. Sonuçta da kararını kesin olarak ortaya koyardı. 1963 yılında TÜBİTAK kurulmuş ve ülkemiz geç de olsa bir araştırma kurumuna kavuşmuştu. Bu kurumun doğuşunun araştırma çalışmalarına sağlayacağı güçlü destek ve ülkemizde bilimsel gelişmemize yapacağı etki düşünüldüğünde bilim tarihimiz açısından bir dönüm noktası teşkil ettiğini söyleyebiliriz. Cahit Hoca'nın da, TÜBİTAK kurulurken önemli rol aldığını duymuştum.1964 Mart'ında bir gün Cahit Hoca üniversitedeki odama geldi ve bilinen heyecanlı konuşması ile, bilimsel çalışmalara hız verecek olan yeni kurum hakkında bilgi verdi ve ayrıca beni, bu yeni kurumun genel sekreterliği için düşündüklerini açıkladı. Bu görüşme bir sondaj mahiyetinde idi. Şüphesiz ki başkaları ile de temas edecekti. Ben Cahit Hoca'yı sadece dinledim. Bu ilk görüşmeden sonra Cahit Hoca ile bir ikinci görüşmemiz olduğunu hatırlıyorum. Kendisi bana kurumun ilk çalışma yıllarının ilerdeki başarılar için çok önemli olduğunu ve icra organının başı olarak geniş yetki ile çalışacağını söyledi. Ben de konuyu düşüneceğimi bazı şartlarımın da olacağını belirttim, bu iş burada böylece kaldı sandım. Ancak aradan bir buçuk ay kadar geçti, geçmedi 1964 Mayıs'ı başlarında beklemediğim bir sırada kurumun bilim kurulu üyeleri tarafından genel sekreter olarak seçildiğim ve bu göreve kararname ile atandığım bana bildirildi. Bu durumda, böylesine şerefli ve önemli bir görevi kabul etmemek mümkün değildi. Mayıs ayı içinde İTÜ Senatosu beni Kurum'un Genel Sekreterliği'ni yapmak üzere iki yıllığına görevlendirdi; ben de mayıs ayı sonunda bu yeni görevime başlamak üzere Ankara'ya gittim. TÜBİTAK'ta 1964 yılının Haziran ayından 1966 Ağustos'una kadar Genel Sekreter; 1967 yılında Mühendislik Araştırma Grubu üyesi; 1968-1972 yıllarında Bilim Kurulu üyesi olarak çalıştığım süreler arasında Bilim Kurulunun başkanı olan Cahit Hoca ile çok sıkı bir işbirliği içinde çalıştım. Cahit Hoca bana güvendi ve beni çok destekledi diyebilirim. Bugünkü adı ile TÜBİTAK Marmara Araştırma Merkezi adını almış olan Gebze'deki enstitü kompleksi kurulurken çok geniş yetkilerle ve tabiatı ile büyük sorumluluklarla enstitünün kurucu komite başkanlığı ve müdürlüğüne getirilmem de başta Cahit hoca olmak üzere Bilim Kurulu'ndaki arkadaşlarım tarafından sağlandı.Gebze'deki 8000 dönümlük ideal bir arazide kurulacak olan enstitü ile ilgili olarak çalışmaların tamamlanması ile 14 Ağustos 1970'te temel atma töreninin yapılabilmesi Cahit Hoca'yı ve TÜBİTAK mensuplarını çok heyecanlandırmış ve mutlu kılmıştı. O kadar ki, tören esnasında rahmetli Nejat Eczacıbaşı (o sırada Bilim Kurulu'nda özel endüstiriyi temsil ediyordu) arazinin büyüklüğünü ve enstitü kompleksinin maketini görünce dayanamamış "yahu Nimet, bu 4 km x 2 km araziyi nasıl sağladınız? Dikkat et seni ayağından asarlar"; Cahit Hoca da, "bana bak Nimet çok iyi, benim istediğim gibi bir enstitü kurarsan senin heykelini dikeriz" diye takılmışlardı. Beraber çalıştığımız uzun yıllarda Cahit Hoca benim için birçok bakımdan bir ekoldu. Keskin zekası ile değişik çözümler üretebilmesi, geniş hayal gücü ile olaylara değişik açılardan bakabilmesi değerlendirmelerinde objektif esaslardan ayrılmaması düşüncelerini, lafını esirgemeden dobra dobra olarak, karşısında kim olursa olsun, söyleyebilmesi ona bütün bunların yanında bir de sıcak insancıl tarafının olması, herkes gibi beni de çok etkilemiş kendisine hayran bırakmıştır. Diğer taraftan Cahit Hoca'nın açık sözlülüğünden kaynaklanan bazı beyanları kurum dışında sorunlar yaratmaktan da geri kalmamıştır. Bu sorunları çözmek de bizlere düşerdi. Cahit Hoca'nın bilime yaptığı katkıların derin tahlillerini şüphesizki matematikçi meslektaşları akılcı bir şekilde yaparak bilim tarihimizdeki önemli yerini ortaya koyacaklardır. Cahit Hoca'nın yapmış olduğu bilimsel çalışmalar sonucunda matematik litaratüründe Hasse-Arf teoremi ve Arf adı ile anılan kavramların yer aldığı bilinir. İstanbul, İstanbul Teknik, Boğaziçi ve Orta Doğu Teknik Üniversiteleri'nde ders vermiş olan Cahit Hoca matematik biliminin ülkemizde gelişmesinde tek kuvvetli etken olmuştur. Türkiye'de matematik alanında kaç doktora yapılmışsa bu çalışmaların çoğunun Cahit Hoca'nın gözü önünden geçmiş olduğunu iddia edebilirim. Cahit Hoca 1948'de İnönü Armağanı, 1974'te TÜBİTAK Bilim Ödülü, 1980'de İTÜ ve KTÜ Onur Doktoralarını almıştır. Bilim Ödülü, 1981'de ODTÜ tarafından verilen Onur Doktorası'nda da hocamızı takdim etmek şerefi bana verilmişti. Emekliliğin, bir kitabın kapanması değil, yeni bir bölümün açılması olduğunu ispatlayanların başında gene hocamız gelir. Bu dönemlerde ODTÜ'de yeşerttiği Matematik Bölümü güçlü bir topluluk haline gelmiş, böylece Cahit Hoca'nın etrafındaki hale de büyüyerek güçlenmiştir. Bütün özlemi, Türkiye'de hızla bir bilim atmosferinin yaratılması ve dünyada bu alandaki iddiamızın ortaya konması olan Cahit Hoca'nın yüceliğini gene çok kıymetli bir bilim adamımız ve bilim kurulu Dr. Mustafa İnan'ın onun için söylediği sözlerle belirtmek istiyorum: 1964 sonbaharında Cahit Hoca araştırmalar yapmak üzere bir yıllığına Princeton'a Ratip Berker de Fransa'ya gitmişti. Bilim Kurulu toplantılarını da Bilim Kurulu Başkan Vekili Erdal İnönü başarı ile yürütüyordu. Kuruldaki bazı üyeler Bilim Kurulu başkanının uzun süre için kurumdan ayrılmış olmasından ötürü yeni bir başkanın seçilmesi için zaruret bulunduğunu belirttiler ve seçim istediler. Bir bakıma tarihi denilebilecek bu toplantıda Prof. İnan herkese şu dersi verdi. Böyle ilk defa kurulmuş bir Bilim Kurulu'nda başkan, bir bayrak, bir titr, bir semboldür. Cahit Bey ve Ratip Bey enternasyonel değerde şahıslardır, bizim kurulumuza şeref getirirler dedi ve başkanın ülkede bulunmamasının kanuni bir mahzur teşkil etmediğini belirtti. Prof. İnan ayrıca cüretli bir çıkış yaparak bakın beyler dedi, "hepiniz profesörsünüz, birer de doktoranız var, unutmayalım Cahit Bey başka adamdır." Bu sözler üzerine kritik konu toplanmış oldu. Evet Cahit Hoca başka adamdı, büyük bir bilim adamı.