ALLAH KORKUSU
Yüce
Rabbimiz, Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:
“Ey
İman Edenler! Allah ’tan korkun ve herkes, yarın için göndermiş olduğuna baksın.
Hem Allah ’tan korkun; çünkü bütün yaptıklarınızdan haberdardır.”[1]
Allah
’tan gerçek manada ve hakkıyla korkmak, insanı dünya ve ahiret saadetine
kavuşturur. Allah korkusu her türlü iyiliğin, faziletin, hikmet ve adaletin
başıdır, kaynağıdır.
Unutmamak gerekir ki, Allah korkusu iman ve ilim derecesidir. Bu bakımdan Allah
’tan en çok korkanlar imanı son derece kuvvetli olanlar ve alimlerdir. Bunun
dışında kalanlar ise imanları ve ilimlerinin derecesi ölçüsünde Allah ’tan
korkarlar.
Allah
’tan korkun. O’na ibadet ve itaat edin. Herkes yarın için, kıyâmet günü için
yaptığı amellerine baksın. İyi biliniz ki, Allah , herkesin yaptığı hayır ve şer
ne varsa hepsini biliyor.
Kur’an-ı
Kerim’de pek çok ayet, bu konu ile ilgili ifadelerle dolu... Bu korkunun esası:
Allah ü Teala’nın her şeyi bildiği, gördüğü, duyduğu ve bir gün bunların hesabını
soracağı esasına dayanır. Yapılan hiçbir iyilik veya kötülüğün zayi olmayacağı,
hiçbir mücrimin hesap ve cezadan kurtulma şansının bulunmayışı, Allah ’ın
azabının çetin ve önüne geçilmez oluşu, bu korkuyu meydana getirir.
Gerçekten ahlakı yükselten, insanı faziletin zirvesine ulaştıran Allah
korkusudur. Allah korkusu diğer korkulardan hiçbirine benzemez.
Din
Psikolojisi’nde korku iki kısma ayrılır:
Birinci
kısmı insanı korktuğu varlıktan uzaklaştırır. Mesela: Issız bir ormanda yalnız
başına kalan bir insan, yırtıcı ve vahşi hayvanlardan korkmaya başlar. Bunun
için de ormandan bir an evvel uzaklaşmak, kaçıp kurtulmak ister. Kurtuluşu
korktuklarından kaçmakla bulur. Öyle kabul eder.
İkincisi ise, insanı korktuğu şeye yaklaştıran korkudur: Mesela: Bir çocuk hata
yapar, hata nedeniyle de anasından, babasından korkar. Babasının hiddet tokadını
yemiş olsa bile, yine kendisini babasının şefkat ve merhametle dolu olan
kucağına atar. Selameti orada bulur. Yani kurtuluşu korktuğu babasından kaçıp
uzaklaşmakta değil, babasına yaklaşmakta, onun merhamet kucağına sığınmakta
bulur.
Bunun
gibi Allah ’tan gerçek anlamda korkan insan da Allah ’tan korkmakla O’nun
merhametine sığınacak ve emirlerine teslim olacaktır.
Allah
korkusunu, korktuğuna yaklaşma anlamında alacağız. Bir insan için en büyük
saadet, Rabbinin hiddet tokadını yiyince, O’nun şefkat ve merhametine sığınmada
ve emirlerine teslimiyettedir.
Aslında
Allah korkusu; Allah ’a karşı hürmet ve ta’zim manasınadır. Bir kimsenin
düşmanından hissettiği korku manasına değildir. Allah korkusu, Allah ’ın
emirlerine itaat, nehiylerinden çekinmek şeklinde tecelli ederse makbüldür.
Allah korkusunun da, Allah sevgisinin de bir başka yoldan izahı yoktur.[2]
Allah
korkusu ile Allah ’a ve Rasülüne itaat birbiri ile aynı ölçüde artar ve eksilir.
Korku ne derece ise itaat da o derece olur. Allah ’tan korktuğunu veya Allah ’ı
sevdiğini iddia eden fakat O’na isyan halinde bulunan, isyanda devam eden
kimsenin iddiasına itibar edilmez.
Kur’an-ı
Kerim’de Lokman (a.s.)’ın oğluna yaptığı nasihat anlatılır. Hazret-i Lokman,
Allah korkusunu anlatırken der ki:
“Yavrucuğum! Yaptığın iş (iyilik veya kötülük), bir hardal tanesi ağırlığında
bile olsa ve bu, bir kayanın içinde veya göklerde yahut yerin derinliklerinde
bulunsa, yine de Allah onu (senin karşına) getirir. Doğrusu Allah , en ince
işleri görüp bilmektedir ve her şeyden haberdardır.”[3]
Bilmek
ve tanımak sevgiye, sevgi ise hakiki bir imana bağlıdır. Hakiki iman sahibi ise,
Rabbinin sevgisini kaybetmekten korkar. İşte Allah (c.c.)’ın korkusunu bu
seviyeye vardırmak lâzımdır. Zira bunun özünde Allah ’a aşık olmak vardır. Allah
’a aşk ve muhabbetle, gönülden gönüle gelen sevgiyle ve istekle yapılan ibadet
ise, O’nun gazabından ve azabından korkuyla yapılan ibadetten daha kıymetlidir.[4]
Allah
korkusunu gönlünde taşıdığını ifade eden bir mü’min, Allah ’ın huzurunda
haftadan haftaya, aydan aya da bayramdan bayrama alnını secdeye koyuyorsa,
kendini yalanlamış olur.
Allah
’ı hatırlamanın ve O’ndan korkmanın en büyük alameti namaz kılmaktır. Beş vakit
namaz mü’mine kesinlikle farzdır. Hac ve zekat zenginlik olursa farzdır ama
namaz, hiçbir şart aranmaksızın müslüman, akıl-bâliğ erkek ve kadına kılınması
farz olan en büyük ibadettir.
Günde
beş defa yüce Mevlamızın huzurunda durup hesaba çekildiğimizi düşünmek, insanı
ne denli büyük kazançlara ulaştırır. Allah ’tan korkusu onu eritir, “yarın nasıl
hesap vereceğim” diye düşündürür. Harama el uzatmak, haktan ayrılmaz, herkese
yardım eder.
ALLAH
’TAN HAKKIYLA KORKAN
Yüce
Rabbbimiz bir ayet-i kerimelerinde şöyle buyuruyor:
“Allah
’ın kulları içinde O’ndan hakkıyla korkanlar, alimlerdir.”[5]
Alimler, Allah ’ı bilen ve O’na tazimde bulunarak saygı besleyenlerdir. Bir
hadiste: “Rütbelerin en yükseği ilim mertebesidir” denilir. Ayette bahsi geçen
ilim, imanla birleşen ilimdir. Çünkü iman ahiret hayatını da garanti altına
alır; imansız ilim ise insanlara sadece geçici dünya faydaları sağlar.[6]
Böyle
bir iman ve korku, insanı bütün fenalıklardan uzaklaştırıp, üstün meziyetlere
sahip kılar. Allah korkusu, insanı olgunlaştırır, kemale erdirir. Nefsin
esaretinden, şeytanın tuzağından kurtarır.
GERÇEK
KORKU
Allah
’tan hakkıyla ve gerçek manada korkmamız istenmekte ve hatta emredilmektedir.
Şöyleki Cenab-ı Hak bir ayet-i kerimede:
“Ey
iman edenler! Allah ’tan nasıl korkmak gerekiyorsa (lâzımsa) öylece korkunuz ve
ancak müslümanlar olarak can veriniz.”[7]
Müfessirlere göre “Allah ’tan, O’na yaraşır şekilde korkma”nın anlamı,
müslümanın, bütün varlığı ile Allah ’ın emirlerini yerine getirmeye ve
yasaklarından kaçınmaya çalışmasıdır. Nitekim Abdullah b. Mesud (r.a.) ayetin bu
kısmını şöyle açıklamıştır:
“O’na
asi olmayıp itaat etmek, nankör olmayıp şükretmek ve O’nu unutmaksızın hep
hatırda tutmak.”[8]
Allah
’tan hakkıyla korkmak Bakara Suresinin ( ) 2. ayetinde
açıklandığı gibi, “takva mertebelerinin en mükemmelidir” ki, iki mana ile
düşünülür:
1.
Birisi her yönden Allah ’a itaat edip, hiç isyan etmemek, daima zikir
(Allah ’ı anma) üzere bulunup, hiç unutmamak ve her halde şükredip hiçbir
nankörlüğe düşmemektir ki, ilâhi şan ve büyüklüğe lâyık olmak manasına “Hak
takva” demektir.
2.
İkincisi, Allah yolunda hakkıyla, gücünün yettiği kadar gayret etmek ve
bu konuda hiç kimsenin kınamasından korkmamak, hatta anası, babası veya kendi
aleyhinde bile olsa Allah için adalet ve doğruluktan ayrılmamaktır ki, bu hak
vücub (lüzumlu, gerekli) ve sabit olmak manasınadır.[9]
Merhum
Mehmet Akif ERSOY da, fazilet hissinin kaynağını bakın ne güzel ifade etmiş:
“Ne
irfandır veren ahlâka, ne vicdandır;
Fazilet
hissi insanlarda Allah korkusundandır.”
Hazret-i Ömer (r.a.), bir gece tebdil-i kıyafet ederek şehri dolaşmaya çıkar.
Şehrin dışında çadırımsı bir evde garip sesler duyar. Eve yaklaşır ve görür ki;
bir adam evdeki kadına zorla tecavüz etmek ister. Namuslu kadın ise, şiddetle
karşı koymaya çalışarak bağırmaktadır. Adam:
-
Aman
kadın sus! Bu sesi sonra Hz. Ömer duyar, beni cezalandırır.” Der. Bunun üzerine
kadın:
-
Behey
zalim! Ömer seni cezalandırır da, Hz. Ömer’i, seni ve beni hatta bütün kâinatı
yaratan, yoktan var eden Allah cezalandırmaz mı? Hz. Ömer bir insan olduğu
halde korkarsın da neden Allah ’tan korkmazsın?” diye çıkışır.
Bu
haklı sözler karşısında mütecaviz adam derhal kendisine gelir, nefsine uymaktan
vazgeçer, ağlamaya başlar. Tevbe-istiğfar eder. Kadından da af ve özür diler.
Nedamet hisleri ile çıkar gider!....
HAŞYET
VE SAYGIYLA KORKMAK
“Gerçekten Rablerine olan haşyetlerinden dolayı saygıyla korkanlar.”[10]
Ayette
geçen “haşyet” ve “saygıyla korkmak” bir ruh halidir ki kitaplardan değil
yaşayarak öğrenilir. Genelde “saygıyla korkanlar” manası verile “müşfikûn”
teriminde bile denge bariz biçimde görünüyor. Birbirlerine zıt gibi gelen
“saygı” ile “korku” aslında ferdin Allah karşısındaki ruh halini dengeleyen
eşit iki ağırlık. Hemen sonraki ayetlerde bu denge kendini daha açık bir biçimde
belli ediyor:
“Ve
onlar Rablerine döneceklerinden dolayı verdiklerini kalpleri ürpererek
verirler.”[11]
Evet,
vereceksiniz; ama vermiş olmanın sevinci, şımarıklığı ve gururu yerine dönüp bir
de ürperti duyacaksınız; hem de ta yüreğimizde... Vermiş olmanın getirdiği
“umudunuza”, verdiğinizin kabülünden, amelinizin salih olup olmadığından emin
olamamaktan gelen bir “korku” ile dengeleyeceksiniz. Eğer bu şekilde
yapabilirsek, bir hayrı, hayırlı bir usül, hayırlı bir niyet ve hayırlı bir gaye
için yapan “hayırlılar” dan olmanın muştusu da Kur’an’dan:
“İşte,
onlar hayırlarda yarışmaktadırlar ve onlar bundan dolayı öne geçmektedir.”[12]
Allah
’tan hakkıyla korkmak, ferdin ahlâkını yükseltir. Aileye huzur verdiği gibi,
cemiyetin de huzur ve refahını temin eder. Çünkü insan daimi olarak yaratanın
(Allah ’ın) murakabesi altında olduğuna inanır. Başkalarının haklarına tecavüz
etmez, harama yaklaşmaz. Allah ’ın emirlerinden Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in
sünnetinden dışarı çıkmaz. Hak ve hakikatten ayrılmaz. Çünkü Allah ’ın gerçek
dostları böyle yaparlardı...
Bir
misâl:
Hz.
Ömer (r.a.), Muaz b. Cebel’i tahsilata göndermişti. Dönüşte evine hediyesiz
geldiği için, hanımı sordu:
-
Hani
tahsil ettiğin şeylerden bir miktar olsun bize getirmedi mi? Hz. Muaz hanımına
şöyle cevap verir:
-
Bir şey
alamadım, zaten alamazdım da. Çünkü yanımda bir murakıb vardı.
Kadın
buna fena halde kızdı ve içerledi:
-
Yâ!
Öyle mi? Sana Peygamber (s.a.v.) güvenirdi. Hz. Ebubekir de güvenirdi. Demek Hz.
Ömer güvenmedi de yanına murakıb görevlendirdi.” Dedi.
Ve
Muaz’ın hanımı, Muaz bin Cebel’in evde olmadığı bir zaman Hz. Ömer’in evine
koştu. Hz. Ömer (r.a.)’i evde bulamayınca durumu hanımına anlattı. Kocasına Hz.
Ömer’in güvenmediğini, yanına bir murakıb görevlendirdiğini, bunun için de
üzüntü ve teessürlerini bildirdi. Hz. Ömer (r.a.) eve dönünce hanımı olup
bitenleri, Hz. Muaz’ın hanımının dediklerini bir bir anlattı. Hz. Ömer (r.a.)
düşündü, kendisinin murakıb görevlendirmediğini ve Muaz’ın da yalan
söylemeyeceğini bildiği için hayretler içinde kaldı. Hz. Muaz’ı huzuruna
çağırttı ve kendisine sordu:
-
Yâ Muaz;
bilirim ki, sen yalan söylemezsin. Halbuki ben seninle bir murakıb da
göndermemiştim. Nasıl oluyor da böyle söylüyorsun?”
Bunun
üzerine Hz. Muaz (r.a.):
-
Yâ
Emire’l-Mü’minin! Beni murakabe eden; seni senden, beni benden daha iyi bilen
Allah ’tır (c.c.) dedi.
Hz.
Ömer (r.a.) bu cevaptan çok memnun kaldı ve çok hoşlandı.
ALLAH
’TAN TAŞLAR BİLE KORKAR
“Bundan sonra kalpleriniz yine katılaştı; taş gibi veya daha katı oldu. Zira
öyle taşlar vardır ki, içinden nehirler fışkırır. Öylesi de vardır ki yarılıp
içinden su çıkar. Bazı taşlar da Allah korkusundan aşağı yuvarlanırlar. Allah
Teala yaptığınız işlerden gafil değildir.”[13]
“Eğer
bilseydik her gün en çok kullandığımız ve kirlettiğimiz kalbimizdir. Onu pislik
içerisinde koyduğumuz için, Allah korkusundan dökülen yaşlarla yıkamadığımız
için hayıflanacaktır.”[14]
ALLAH
’TAN KORKANDAN HER ŞEY KORKAR
Allah
(c.c.) kullarına hayat vermiş, akıl, zekâ, servet ve devlet vermiş. Birçok lütuf
ve ihsanda bulunmuştur. Kula düşen, ona yakışan görev de Allah ’ın emirlerini
yerine getirmek suretiyle, verdiği nimetlerin şükrünü eda etmek, Allah ’tan
korkup emirlerine sımsıkı sarılmak olmalıdır.
Allah
korkusu, güzel ve kuvvetli imandan doğar, meydana gelir. Bir insan Allah ’ın
varlığını, bildiğini, azamet ve kudretini, emir ve yasaklarına rivayetin lüzum
ve önemini bilirse, ona göre amel eder. Allah ’ın emrinden dışarı çıkmaz. Hiç
kimseye fenalıkta bulunmaz. Bunun menfaati ve karşılığı olarak da kendisi bütün
korktuklarından emin, umduklarına nail olur.
Allah
korkusundan mahrum olan bir şahıs ise dünyada fırsat buldukça her türlü
kötülükleri işler. Kendisini ebedi felâkete maruz bırakır. İnsanların başına bir
belâ kesilmiş olur. Allah ’tan korkmadığı için her şeyden korkar.
Allah
’tan korkan, ahiret gününe ve hesaba çekileceğine inanan kimse, hiçbir kötülük
yapmaya cüret ve cesaret edemez. Başkalarının malına, canına, ırz ve namusuna
tecavüzde bulunamaz. Allah ’ın emrine, Peygamber (s.a.v.)’in sünnetine
muhalefette bulunamaz.
Allah
korkusu kulun elinde bir kurtuluş vesikasıdır. Korku bulunan kalbe küfür, nifak
ve şirk giremez. Allah korkusu imanlı bir kalbin ziyneti ve sağlam cihazdır.
Ahirette Cennnetle müjdelenmek isteyenler, dünyada iken Allah ’ın korkusuyla
marifet meyvesini yiyenlerdir. Bütün hikmetlerin başı Allah korkusuna bağlıdır.
Fertlerin kalbinde Allah korkusu bulunan milletlerin asayişi, nizam ve intizam
bozulmaz. Aralarında cinayetler, tefrikalar, fitne ve fesatlar, düşmanlık
buğuzları, haksızlıklar su-i isti’maller.... olamaz. Mal, can, ırz ve namus
hususunda herkes birbirinden emin olur.
Yüce
Rabbimiz bir ayet-i kerimede şöyle buyurmaktadır:
“İşte o
şeytan, ancak kendi dostlarına korkutur. Şu halde eğer gerçekten mü’min iseniz,
onlardan değil, benden korkunuz.”[15]
İnsan
yalnız Allah ’tan korkmalı, Allah ’tan korkanlardan her şeyin korkacağına
inanmalıdır.
İNSANLARIN KORKULARI
Allah
’ın korkusundan yanında, bazen insanların da kendi aralarında çeşitli korkuları
vardır: Bunları şu şekilde sıralayabiliriz:
1.
Gece: Bazı insanlar gecenin getirdiği sessizlikten, karanlıktan korkar.
Gündüz olunca bu korku sona erer.
2.
Bıçak, tabanca, vs. Bıçak, tabanca vs. gibi öldürücü özelliğe sahip olan
bu aletlerden korkmayan insan çok azdır. Bıçak ekmek kesmek için kullanılırken,
adam bıçaklamak için de kullanılır. Bundan dolayı bıçak ve tabanca insanların
korktuğu şeyler arasındadır.
3.
Yalnızlık: Yalnız kalmak da insana korku verir. Özellikle kadınlar evde
tek başına kalmaktan korkarlar. Yanlarında küçük bir çocuğu bile olsa yatarken
mutlaka bir korku basar. Bu yüzden başka bir kadını veya yetişmiş bir komşu
kızını çağırır. Kendini emniyette hisseder ve rahat bir şekilde uyur.
4.
Yükseklik: Yükseklik korkusu da bazı insanlarda var olan bir korkudur.
Yüksek bir yerden aşağıya bakamaz. Bir an önce o yerden uzaklaşmaya çalışır.
5.
Yırtıcı hayvanlardan korkanlar: Yılan, köpek, aslan gibi hayvanlardan
korkanlar olduğu gibi fareden korkan insanları toplumda görmek mümkündür.
6.
Ölümden korkanlar: Ölüme hazırlıklı olmayanlar, ölüm kelimesinin
soğukluğunu en yakından hissederler. Ölümden korkanlar olduğu gibi, ölüden
korkanlar da vardır.
Şahıslar da birbirinden korkarlar:
1.
Kadın kocasından veya koca hanımından korkar: Erkek aile üzerinde hakim,
yönetici konuma sahiptir. Bu yüzden bu korkuyu her zaman görmek mümkündür.
2.
Öğrenci öğretmeninden: Öğretmen ders anlatırken, öğrenci can kulağıyla
dinler. Derslerinde başarılı olmak için çok çalışır. Öğretmenin azarından,
paylamasından korkar.
3.
Memur amirinden: Amir emretme yetkisine sahiptir. Memur da emredilen
kimsedir. Amir memuruna sicil notu verir. Yükselmek isteyen memur, amirine itaat
eder. Bir soruşturma geçirmemek için amirinden korkar.
4.
İşçi patronundan: İş bulmanın zor olduğu günümüzde, iş bulanlar işten
çıkmamak için patronlarından korkarlar. Verilen işleri zamanında yapmaya
çalışırlar.
Peki
Allah korkusu, insanların birbirinden korktuğu gibi midir? Hayır. Allah
korkusu bunlardan çok farklıdır. İnsanların korkuları sadece bu kadar değildir.
Buraya değişik maddeler de ilave edilebilir.
ALLAH
KORKUSUNUN İNSAN HAYATINDAKİ YERİ VE ÖNEMİ
Cemiyet
hayatının düzenli olmasında en önemli faktör Allah korkusudur. Allah korkusu,
Yüce Rabbimizin emirlerine uymak, yasaklarından sakınmak, O’na isyandan
uzaklaşmaktır. Kalplere yerleşen bu korku kötülüklere engel olur. Zira Allah
’tan korkan bir mü’min, her an Rabbini kendisiyle beraber hisseder. O’nun
denetim ve gözetiminde olduğunu aklından çıkarmaz. İnsanlar, bir gün
yaptıklarının hesabını vereceğinin idraki içinde olmalıdır. Böyle düşünen bir
mü’min kötülük yapamaz. Hırsızlık yapamaz. Kan davası güdemez. Haksızlık ve
yolsuzlukta bulunamaz. Kısacası dinimizin yasakladığı hiçbir şeyi yapamaz.
Allah
korkusu Cenab-ı Hakk’ın emridir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de:
“Ey
iman edenler! Allah ’tan korkun (emirlerine bağlanın, yasaklarından sakının) ve
doğru söyleyin ki, (Allah ) işlerinizi düzeltip size muvaffakiyet versin.
Günahlarınızı bağışlasın. Kim Allah ’a ve Rasülüne itaat ederse, büyük bir
kurtuluşa ermiş olur.”[16]
Bu
ayet-i kerimede gördüğümüz gibi dünyevî işlerin düzenli olması, uhrevî saadetin
elde edilmesi, Allah korkusuna bağlıdır. Allah korkusu diğer korkulardan
farklıdır. Genellikle insanoğlu zararlı şeylerden korkar. Ama Allah ’tan O’nu
sevdiği, O’na gerçek kul olmayı istediği ve kemale ermeyi arzuladığı için
korkar. Kalbinde Allah korkusu olan mü’mini Allah ’a yaklaştır. Cennete
kavuşturur. Cehennemden uzaklaştırır. Kalbinde Allah korkusu, fikrinde
Peygamber muhabbeti bulunmayan bir kimse de dünya ve ahiret saadetini tadamaz.
Refah ve mutluluğa erişemez. Her insanın başına bir zabıta dikmek imkânsız
olduğuna göre bütün kötülükleri önleyecek, yolsuzluklara DUR diyecek,
ahlâksızlıklara son verecek yegane güç kalplerdeki Allah korkusudur.
Hz.
Ömer (r.a.)’in halifeliği sırasında, satacakları süte su karıştırılmasını
emreden anneye kızının:
-
Anne,
süte su karıştırmayı Halife Ömer yasaklamadı mı?
-
Kızım
gecenin bu saatinde Halife Ömer nereden görecek? Diyen anneye:
-
Anne!Anne! Halife Ömer görmese bile, her şeyi gören ve bilen Cenab-ı Hakk’ın
görmemesi mümkün mü? Diye haykıran kızın bu hali Allah korkusundan başka ne ile
izah edilebilir?
GÜNAHA
GİRMENİN ALTI ŞARTI
Günahlarından kurtulmak için çareler arayan ve kötülüklerden kendini alamayan
bir mü’min, İbrahim Edhem’e başvurmuş. Adam:
-
Efendi
Hazretleri, ben günahlarından dolayı elem ve keder çeken biriyim. Ne olur bana
biraz nasihat et de, bir türlü terk edemediğim şu günahlarımdan vazgeçeyim,
gönül huzuru içinde sürdüreyim hayatımı!
Büyük
veli bakmış adamın yüzüne, samimiyet derecesine. Sonra şöyle demiş:
-
Sana
altı tane nasihat vereceğim, eğer bunları tutarsan vicdan azabı veren
günahlarını kolayca terk edersin.
Adam
heyecanlanmış:
-
Altı
tanecik nasihatte ne var ki, sen buyur, hemen tutarım.
İbrahim
Ethem de başlamış anlatmaya:
-
Sen
demiş, günah işleyeceğin zaman iyi düşün, kendisine karşı isyan edeceğin zatın
mülkünde oturma, çık git. O’nun dışında işle günahını!
Adam
şaşırmış, gülümsemiş:
-
Bu
mümkün mü? O’nun mülkü olmayan yer var mı ki? Sen ötekini söyle.
-
Günaha
cüret edeceğin zaman iyi düşün. İsyan edeceğin zatın sana verdiği rızkı da
yememeye söz ver, ondan sonra isyan et!
-
Bu da
mümkün değil. Ben O’nun verdiği rızkı yemeden nasıl yaşarım? Başka rızık veren
yok ki, onunla yaşayayım. Sen ötekini buyur.
-
Günah
işleme fikri gelince Allah ’ın görmeyeceği yere git. Allah ’ın hükmünün
geçmeyeceği bir yerde işle. Ta ki hesap verirken, ben günahı başkasının
mülkünde, senin hükmünün geçmediği bir yerde işledim, diyebilesin.
-
Bu
nasıl mümkün olur? Allah ’ın görmeyeceği yer yok ki oraya gideyim.
-
Peki
demiş İbrahim Edhem, mülkünde oturduğun, verdiği rızkı yediğin zata, hem de
O’nun murakabesi altında isyan etmek revâ mı?
Adam
düşünmeye başlamış:
-
Değil,
değil! Demiş. Sen ötekileri buyur.
İbrahim
Edhem de devam etmiş:
-
Azrail
gelince karşı koy ve de ki: “Benim kılınacak kaza namazlarım, ödenecek kul
borçlarım var. Mühlet ver de onları kılayım, o borçları ödeyeyim, ondan sonra
gel!?”
-
Bu da
mümkün değil. Ecel gelince durdurmak olur mu? Azrail’in şimdiye kadar kim
durdurabilmiş ki ben durdurayım? Ölümün ileri veya geri alınmayacağını bilmiyor
musun ya İbrahim? Sen ötekileri buyur.
-
Kabre
girince gelen sual meleklerine de ki: “Ben sizi tanımıyorum, suallerinize de
cevap vermiyorum, çekilin gidin buradan!”
-
Buna
kimin gücü yeter? Böyle diyecek bir babayiğit henüz anasından doğmamış. Sen
ötekini buyur.
-
Mahşer
yerine varınca sevab ve günahlarının tartıldığı sırada, terazinin günah tarafına
bak, günahın fazlasını al götür, kimsenin görmeyeceği bir yere sakla. Böylece
günahından kurtul.
-
Bu
mümkün mü? Melekler var, koskoca mahşer halkı orada. Tek günahımı bile
bağışlamazlar bana. Hepsi de terazinin gözünde tartılır, benden hesabını
sorarlar.
-
Öyle
ise, demiş İbrahim Edhem. Azrail’i durduramıyorsun, sual meleklerine karşı
koyamıyorsun, hesabını vereceğin günahlarının tekini dahi saklayamıyorsun,
günaha nasıl cesaret ediyor, nasıl işliyorsun, reva mı bu?
Adam
ellerini kaldırmış:
-
Teslim!
Ya İbrahim, teslim, demiş. Bundan sonra günah işleyeceğim zaman bunları tek tek
hatırlayacağım, sonra da nefsime diyeceğim ki:
-
Ey
nefis! Mülkünden dışarı çıkacaksan, verdiğin rızkı yemeden yaşayacaksan,
görmediği yeri bulacaksan, Azrail’e dur diyeceksen, sual meleklerini
kovabileceksen, günahlarından fazla gelen kısmı saklayabileceksen ben de
seninleyim, işleyelim günahı. Bunları yapmaya muktedir değilsen ey nefis, hiç
boşuna uğraşma, sana günah falan işletmem, otur oturduğun yerde?
Ne
dersiniz bu nefis kavgasına?
İbrahim
Edhem hazretlerinden nakledilen bu hikâye Allah korkusunu kalbe
yerleştirebilmek için yeterli malzemeyi ihtiva etmektedir. İnsaf sahibi
kimselere bu nasihatler tek bir yol gösterir: O da tevbe etmek ve Allah korkusu
üzere olmak.[17]
YEDİ
SINIF ZÜMRE
Ebu
Hureyre (r.a.), Peygamberimiz’in (s.a.v.) şöyle buyurduklarını rivayet etmiştir:
“Yedi
(sınıf) kimseyi Allah ü Teâla kendi gölgesinden başka gölge olmayan (kıyamet)
gününde kendi gölgesi altında barındıracaktır. Bunlardan birincisi adil imam:
ikincisi Rabbine (itaat ve) ibadetten zevk alan, neşe duyan genç; üçüncüsü gönlü
mescitlere bağlı olan kimse; dördüncüsü Allah yolunda sevişen (birbirine
muhabbet eden) sevişip buluşmaları da, ayrılmaları da buna bağlı olan iki
kimsenin her biri; beşincisi zengin ve güzel bir kadın kendisini birleşmeye
davet ettiği halde, eline böyle bir fırsat geçtiği halde “Ben Allah ’tan
korkarım” diyerek haram işlemeyen erkek; altıncısı infak ettiğinden solundaki
haberdar olmayacak kadar gizli sadaka veren adam (yani sağ elinin verdiğini sol
eli bilmeyen...); yedincisi de tenhada (lisanen veya kalben) Allah ’ı zikredip
(yaş ile dolup) taşan kişi.”[18]
Bu yedi
sınıf zümreyi kısaca tanıyalım:
1.
Adil yönetici: Hadis-i şerifte “İmamül adil” şeklinde geçen ibarede
“imam” en yüksek devlet adamından başlayıp yetki ve idaresi altında üç beş kişi
de olsa her türlü mevki ve makam sahibini içine alır. “Adilün” kelimesi ise
bizim bildiğimiz hukuki manada suçluyu suçsuzu ayırt etmekten daha geniş
ıstılahı tabiriyle her konuda hakkın tatbiki, Allah ’ın emirlerine uyulması
demektir.
2.
Rabbine (itaat ve ) ibadet için (yaptığı ibadetten zevk alan, neşe duyan)
genç: İbadet yaşlısıyla genciyle her mükellefin yapmak zorunda olduğu bir
borçtur. Ancak dünyalık işlerini yoluna koymuş emekliye ayrılmış bir ihtiyarın
kimi zaman boş vakitlerini değerlendirme türünden bir hobi gibi yaptığı
ibadetle, nefsinin, arkadaşlarının ve gayr-i İslâmi çevrenin kendisini etkileyen
her türlü cazibesine karşı koyarak Rabbini unutmayan ve ona kulluk eden gencin
durumu elbette farklıdır. İşte böyle bir genç Allah ’ın kendisiyle meleklere
bile övündüğü ve Arşının gölgesinde barındırmakla mükâfatlandırdığı yüce bir
mertebeye erişir.
3.
Gönlü mescidlere bağlı olan kimse: Mescidler günümüzdeki sınırlı kullanış
şeklinin aksine mü’minlerin hayatının her safhasını kuşatan merkezler olmalıdır.
Gerek ibadetin önemli her meselenin halledilmesi için müslümanlar mescidlere
yönelmeli ve kalpleriyle ona bağlanmalıdır.
4.
Allah yolunda sevişen (birbirine muhabbet eden), sevişip buluşmaları da
buna bağlı olan iki kimseden her biri: Kıyâmet günü kendileri peygamber, şehit
ve sıddık olmadıkları halde arşı sağında minberler üzerinde kurulmuş yüzleri nur
gibi parlayan bazı cennetlikler vardır. Ehl-i cennet bunlar imrenerek kim
olduklarını sorunca kendilerine: “Onlar Allah için sevişenler, Allah için
birbirlerini sevenler” buyurulur. Aralarında hiç akrabalık, menfaat ilişkisi,
korku, göze girme, dalkavukluk vb. hiçbir etken olmadan değişik memleket veya
mahallelerden bir araya gelerek sohbet edenler Allah için birbirini sevip
muhabbet besleyenler işte böyle bir mertebeye erişir.
5.
Zengin ve güzel bir kadın kendisini birleşmeye, zina etmeye davet ettiği
halde, eline böyle bir fırsat geçtiği halde “Ben Allah ’tan korkarım” diyerek
reddeden kişi: Güzel bir kadın, kendi teklifiyle bir erkeğe gelip şehevi
arzularının tatmini için nefsini ona arzedince bir erkek sadece Allah
korkusundan bu teklifi reddederse işte bu gerçek manada bir “cihad-ı ekber”yani
yapılması çok zor olan en büyük cihattır. Asıl pehlivan güreşte rakibini alt
eden değil, bu misalde geçtiği üzere nefsinin arzularına gem vurarak sabreden
kişidir.”
6.
İnfak ettiğinden solundaki haberdar olmayacak kadar gizli sadaka veren
adam (sağ eli ile verdiğini sol eli bilmeyen): Sadakayı gizli vermek hem veren
için riya ihtimalini ortadan kaldırır hem de verilenin haysiyet ve onurunu
rencide etmez. Aynen gizli tutulan oruç gibi. Bu halde Allah ’ın çok hoşuna
gidiyor ki, böyle davrananlara Arşının gölgesinde özel muamele ile ikramda
bulunuyor.
7.
Tenhada (lisanen veya kalben) Allah ’ı zikrdeip de yaş ile dolup taşan
kişi: Tenha gizli yerlerde hiçbir riya şüphesi olmadan Allah ’ı anıp günahların
çokluğu ve O’nun azabının dehşetinden korkarak ağlayan kimse, gözünden dökülen
her damla yaşla günahlarından da arınmış olur.[19]
Cenab-ı
Allah , hadis-i şerifte geçen bu yedi sınıf zümreden birine gidip, Allah ’ın
gölgesinden başka bir gölgenin olmadığı o kıyamet gününde bizi Allah ’ın gölgesi
altında gölgelendirsin...
Zengin
ve şeref sahibi güzel bir kadının zina teklifini reddeden kimse; “Ben Allah ’tan
korkarım” derken, hesap gününü düşünüyor demektir. Nefse çok cazip gelen bu
teklifi reddetmek takva ile, ancak Allah korkusu ile mümkün olur.
ALLAH
KORKUSUNDAN AĞLAYAN GÖZ
“Ebu
Hureyre’den (r.a.) rivayete göre, Rasülullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Sağılan süt memeye girmediği gibi, Allah korkusundan ağlayan kimse de
Cehenneme girmez. Allah yolunda çarpışırken husule gelen tozla cehennemin
dumanı birleşmez.”[20]
NİÇİN
GÜLÜYORSUN?
Tabiinin büyük alimi Hasan Basri, bol bol kahkahalar atan bir delikanlı görür ve
aralarında şu konuşma geçer:
-
Oğlum
sıratı geçtin mi?
-
Hayır...
-
Gideceğin yerin cennet veya cehennem olacağını biliyor musun?
-
Hayır...
-
O halde
bu kahkaha nedir?
Delikanlı’nın bir daha güldüğü görülmedi.[21]
Ashab-ı
Kiram’dan Muaz b. Cebel’in (r.a.) şöyle dediği nakledilir:
-
Sırat
köprüsünü geçinceye kadar mü’minin huzuru olmaz.[22]
AZ
GÜLMEK ÇOK AĞLAMAK
Allah
Teala Hazretleri:
“Artık
kazanmakta olduklarının cezası olarak az gülsünler, çok ağlasınlar!”[23]
buyurmuştur. Peygamberimizden nakledilen bir hadis-i şerifin meali şöyledir:
“Muhakkak ben sizin göremediğinizi görüyor, bilmediklerinizi biliyorum. Gökyüzü
meleklerin ağırlığından gıcırdadı. Gıcırdamakta da haklı idi. Çünkü orada bir
meleğin secdeye koymadığı dört parmak kadar boş bir yer bile yoktu.
VAllah
i eğer benim bildiklerimi bilmiş olsaydınız az güler çok ağlardınız. Döşek
üzerinde kadınlarla bulunmaktan zevk alamaz. Allah ’a feryat ederek yollara,
sahralara dökülürdünüz.”[24]
EN ÇOK
ALLLAH’TAN KORKAN
Allah
Teala insanlar arasında birbirinden üstün olmayı sadece Allah korkusuna ve bu
korkunun derecesine bağlamıştır. Bir ayet-i kerimede şöyle buyurulur:
“Hiç
şüphe yok ki Allah ’ın yanında en şerefli ve en değerli olanınız O’ndan en çok
korkanınızdır.”[25]
Bir
başka ayet-i kerime:
“İman
eden ve salih ameller işleyenlere gelince onlar insanların en hayırlılarıdır.
Onlar Rab’lerinin yanındaki mükafatları alt tarafından ırmaklar akan Adn
cennetleridir ki, Onlar ebedi olarak kalacaklardır. Allah onlardan razı
olmuştur, onlar da Allah ’tan razı olmuşlardır. İşte bu mükâfat: Rabbinden
korkan kimseye aittir.”[26]
Yahya
b. Muaz’a soruldu:
-
Kıyamet
günü insanların en emin olanı kimdir?
-
Dünyada
Allah korkusu üzere yaşayandır.
Hasan
Basri’ye sordular:
-
Ne
yapalım? Öyle kimselerle sohbet ediyoruz ki, kalbimiz yerinden kopacak şekilde
bizi korkutuyorlar.
-
VAllah
i emniyet gelinceye kadar sizi korkutanla oturmak, korku gelinceye kadar
emniyette bulunanlardan daha iyidir.
HER
NEREDE OLURSAN OL ALLAH ’TAN KORK
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyuruyor:
“Her
nerede olursan ol, Allah ’tan kork. Kötülüğün peşinden bir iyilik yap ki onu
mahvetsin. İnsanlara da güzel ahlâk ile muamele et.”[27]
Hadis-i
şerif, Yüce Allah ’tan korkmamızı emrediyor. Hayatımıza yön verecek olan, her
nerede olursak olalım bizim her yaptığımızdan haberdar olan, yarın hesap gününde
bütün bunları karşımıza çıkaracak olan Allah ’tan korkmamız emrediliyor.
AĞIZLARIN MÜĞÜRLENDİĞİ GÜN
Evet,
bir gün ağızlar mühürlenecek. Konuşan diller susacak. Bakınız Allah ü Teala
şimdiden haber veriyor:
“İşte o
gün ağızlarını mühürleriz. Bizimle elleri konuşur, ayakları da yaptıklarına
şahitlik eder.”[28]
O gün
konuşan diller değil, eller olacak. Yani kalem tutan eller, duaya kalkan eller,
o gün konuşacak. Yürüyen ayaklar da şahitlik edecek. Çünkü çok konuşan
ağızlarımıza o gün mühür vurulacak.
ALLAH
’TAN KORKMANIN FAYDASI
Allah ü
Teala, kendisinden korkmamızı emrederken, buna karşılık olarak bir takım
vaadlerle bulunarak, mü’min kullarına müjde vermiştir. Bakalım Allah ’tan
korkmak ne fayda sağlıyor?
“Ey
iman edenler! Eğer siz Allah ’tan korkarsanız. O size (hakla batılı) ayıracak
bir anlayış (ve bir nur) verir. Günahlarınızı örtbas eder. Allah , çok büyük
lütuf sahibidir.”[29]
Ayet-i
kerime eğer Allah ’tan korkarsak: Allah ü Teala:
1.
Hakla batılı ayıracak bir anlayış (ve bir nur) verecektir. Her hususta
hıyanetten sakınır, takvaya sarılırsanız, size bir ayırım gücü ihsan eder. Maddi
ve manevi alanda öyle bir farklılık ve imtiyaz bahşeyler ki iyiyi kötüden,
temizi pisten ayırır, sizi her türlü fenalıklardan uzak tutar ve farklı duruma
getirir.
Furkan:
Fark ve temyiz veya fârık demek olduğu gibi, sabah anlamına da gelir. Nitekim,
sizi gecenin karanlığında bir tanyeri gibi parlak ve aydınlık bir toplum yapar,
farklı ve imtiyazlı bir duruma getirir, parlatır da parlatır, şan ve şerefinizi
bir nur gibi ufuklar yapar.
2.
Günahlarımızı toptan keffârete uğratır, ayıplarınızı örter, dünyada
kimseye göstermez. Ve bizi mağfiret eder, ahirette günahlarımızı bağışlar.[30]
Ehl-i
marifet (erenler) diyor ki:
“Dört
şeyi dört şey ile yıkayınız: Yüzlerinizi göz yaşlarınızla, dillerinizi Allah ’ı
zikir ile, gönüllerinizi Allah korkusu ile günahlarınızı tevbe ile
(yıkayınız.)”
ALLAH
’TAN KORKU NASIL OLMALIDIR?
Korku
ümitsizlik doğurmamalı. Yani Allah ’tan korkan kul, O’nun rahmetinden ümidini
kesmemelidir. Bilmelidir ki, Allah ’ın rahmeti sonsuzdur. Allah ’ın rahmetinden
ümit kesmek doğru değildir. Korku ile ümit arasında yaşamak daha doğrudur. Kişi
hem Allah ’tan korkmalı, hem de O’nun rahmetini ümit etmelidir.
Allah
’tan hakkıyla korkmayı, İbn-i Abbas ve İbn-i Mes’ud (r.a.): “İtaat etmektir,
isyan etmemektir” diye açıklamışlardır. Bazı alimler de: “Hep Allah ’ı
unutmamaktır” diye açıklamışlardır.[31]
ALLAH
KORKUSUNUN ALEMETLERİ
İlk
bakışta her insan Allah ’tan korktuğunu söyler. Hatta halk arasında “Allah ’tan
korkmayan taş kesilsin.” Ve “Allah ’tan korkmayan kuldan utanmaz.” Sözleri çok
kullanılır.
Hakikatte bir insanın Allah ’tan korkmasının belirtileri, alâmetleri vardır ve
olmalıdır. Mü’min yalnız Allah ’tan korktuğunu dili ile söylemekle
yetinmemelidir. Bütün azaları ile Allah ’tan korkmalı, her azasını haram ve
kötülük işlemekten men etmelidir.
Nitekim
Ebulleys (Fakih) der ki: “Yüce Allah ’tan korkmanın alâmetleri yedi şeyde belli
olur”:
1.
DİLDE: Zira müslüman yalan söylememek, gıybet ve iftira etmemek,
insanların arasını bozmamak, fuzuli söz söylememek ile Allah ’tan korktuğunu
ortaya koyar. Allah ’tan korkan insan, dili ile Kur’an okur, hak ve hakikatten
bahseder. Allah ’ı çok çok zikir yapar, ilimle meşgul olur. Bu hareketleri ile
onun Allah ’tan korktuğunun alameti sayılır.
2.
ELDE: Allah ’tan korkan müslüman harama el uzatamaz. Elini Allah ’ın
rızası olan şeylere, helal ve itaat olan şeylere uzatır. Müslüman elini Hakka
uzatmalı, hakkı tutmalı. Eli ile mazluma zulmetmemeli. Yetimin başını okşamalı,
sırtını sıvazlamalı. Eline Allah ’ın kitabı Hz. Kur’an’ı alıp okumalıdır.
3.
KALPTE: Allah ’tan korkan müslüman, kalbinden kin ve intikam duygularını,
buğz ve düşmanlık hislerini, hased gibi iyilikleri mahveden kötü düşünceyi atar.
Allah adını zikreder. Kalpleri titrer.
Cenab-ı
Hak şöyle buyuruyor:
“Mü’minler ancak, Allah anıldığı zaman kalpleri (yürekleri) titreyen,
kendilerine Allah ’ın ayetleri okunduğunda imanlarını artıran ve yalnız
Rablerine dayanıp güvenen kimselerdir.”[32]
4.
GÖZDE: Allah ’tan korkan insan, gözü ile, haram olan şeylere bakmaz.
Dünyaya bakarken, rağbet gözü ile, ibret nazarı ile bakar. Kendisi için helâl
olmayan hiçbir harama bakmaz. Allah ’tan korkan müslüman, başkalarının ırz ve
namusunu kendisinin ırz ve namusu kadar aziz ve muhterem bilir. Şeytanın zehirli
oku mesabesindeki kötü bakışlarla harama bakmaz.
5.
MİDEDE: Allah ’tan korkan insan midesine haram lokma koymaz. Çünkü haram
yemek büyük günahlardandır. Allah ’a ve ahiret gününe inanan ve Allah ’ın
azabından korkan insan haram yiyemez. Midesini haram lokmalarla dolduramaz.
Dünyada haramdan zevk alıp, ahirette cehennemde yanmayaı asla göze alamaz.
6.
AYAKTA: Allah ’tan korkan mü’min ayağı ile haramın işleneceği, Allah ’a
isyan edileceği yerlere gitmez, gidemez. Allah ’ın rızasını kazanacağı yerlere,
ibadet ve taat yapılacak olan mabedlere gider. Salih insanların ve alimlerin
meclislerine devam eder. Allah ’ın rızasını buralarda bulmaya çalışır. Meyhane,
kumarhane gibi gayr-i meşru yerlere adımını asla atmaz.
7.
TAATİNDE: Allah ’tan korkan müslümanın ibadet ve taati ancak Allah
rızası için olur. Amel ve ibadetinde riyadan, nifaktan korkar. Yaptığı her şeyi
ihlasla ve Allah ’ın rızası için yapar.
Mü’min
yukarıda sayılan yedi vazifeyi yaptığı zaman artık o, Allah Teala haklarında:
“Ahiret
(cennet) ise, Rabbinin katında, takva sahipleri içindir.”
[33]
buyurduğu bahtiyarlardan olur. Müttekiler sınıfına girmiş olur.
Hz. Ebu
Bekir (r.a.) halife seçildiği zaman irad ettiği hutbede:
“Biliniz ki zekilerin en zekisi Allah ’tan korkandır. Ahmakların en ahmağı ise
günahkâr olandır.” Demiştir.
KORKULMAYA EN LAYIK OLAN ALLAH ’TIR
“Eğer
(gerçek) mü’minler iseniz, korkmanız gereken yalnızca Allah ’tır.”[34]
Allah
’tan başka bir kimseden korkmamak, yalnızca O’ndan korkmak gerekir.
GÜCÜNÜZÜN YETTİĞİ KADAR ALLAH ’TAN KORKUN
“Gücünüzün yettiği kadar Allah ’tan korkun. Dinleyin, itaat edin. Kendi lehinize
(mallarınızdan) Allah yoluna harcayın. Kim nefsinin aşırı cimrilik, kıskançlık
ve ihtirasından korunursa, işte onlar muradlarına eren, umduklarına
kavuşanlardır.”[35]
ALLAH
KORKUSU KÖTÜLÜKLERİ ÖNLER
Bugün
kötülükleri önlemek için fertler, devletler ve milletler birçok medoda
başvurmuşlar, fakat umduklarını elde edememişlerdir. Hırsızlık, yağmacılık,
dolandırıcılık, rüşvetin vs. önüne geçememişlerdir. Bu türlü kötülükler,
kanunlarla, beşeri tedbirlerle önlenememiştir. Haram ve yasakları beşeri
tedbirlerle insanların gönlünden çıkarıp atamayız. Harama dalmak, kötülük yapmak
beşerin nefsani arzusuna hoş gelir. Şeytan da bunu destekleyince kişi haramı
işler, kötülüğe dalar. Zina yapar, hırsızlık yapar, rüşvet alır, başkasının hak
ve hukukuna tecavüz eder. Kanuni müeyyidelerle, polisiye tedbirlerle önüne
geçilmez, bu güne kadar geçilememiş olması da geçilemeyeceğinin bir delilidir.
Bununla
beraber, insanların kalbine Allah korkusu aşılanabilir, onlara yaptıkları
kötülüklerin ahirette hesabını verecekleri inancı aşılanırsa, bekçinin, polisin,
kanun adamının görmediği, bulunmadığı yerlerde bile, Allah ’ın her şeyi gördüğü,
yapılan bütün işleri bildiği inancını taşıyan insan kötülük yapamaz. Kötülük
yapmak içinde kendinde bir cesaret bulamaz. Yapacağı kötülüğün yanında
kalmayacağını, ahirette bunun hesabını vereceğini düşünen ve bu gerçeğe inanan
haramı işlemez, kötülük yapamaz. Hırsızlık, vurgunculuk yapamaz, rüşvet alamaz,
kul hakkına tecavüz edemez.
Rüşvet,
sosyal bir afettir. Harama sapanlar ruh hastasıdır. Rüşvet, iman zayıflığından
kaynaklanıyor. Rüşvet hem fertlerin hem de toplumların emniyet ve huzurunu bozan
sinsi bir hastalıktır. Bunun önüne geçmek de cemiyetin diğer ölçülerinin
fertlere benimsetilmesiyle olur. Allah korkusu, insan sevgisi, mesuliyet
duygusunun fertlerin kafa ve kalplerine yerleştirilmesiyle rüşvet ve
suistimaller önlenebilir.
EN
GÜÇLÜ ZABITA KUVVETİ ALLAH KORKUSUDUR
Cemiyet
hayatına göz attığımızda Allah korkusunun hakim olduğu sulh, sükûnet, emniyet
ve huzur görmekteyiz. Nitekim 200-300 kişilik toplantı salonlarında polis memuru
bulundurma lüzumu hissedildiği halde; 20-30 bin mü’minin bulunduğu camilerimizde
zabıta gücüne ihtayaç duymayışımız bunun en güzel örneği değil midir? Bunun için
diyoruz ki: “En güçlü zabıta kuvveti Allah korkusudur” Vicdanlara bu duygu
yerleşince toplumda haksızlık, yolsuzluk, ahlâksızlık kalmayacaktır. Çünkü:
Allah
’tan korkan bir tüccar, müşterisini aldatmayacaktır.
Allah
’tan korkan bir işveren ücretliye, ücretini alnının teri kurumadan verecektir.
Allah
’tan korkan bir amir, memuruna zulmetmeyecektir.
Allah
’tan korkan bir hakim, adaletle hükmedecektir.
Allah
’tan korkan bir memur aldığı maaşını helal ettirme gayreti içinde olacaktır.
Özetle,
Allah ’tan korkan bir müslüman mesleği ne olursa olsun, hiçbir zaman haksızlık
ve yolsuzluk yapmayacaktır.
TAKVA’NIN ALAMETLERİ
Takva’nın alameti kişinin on şeye riayetiyledir.
1.
Dilini gıybetten korumak.
2.
Kötü zandan kaçınmak.
3.
İnsanları alaya almaktan sakınmak.
4.
Gözlerini harama yummak, harama asla bakmamak.
5.
Dilini yalandan korumak. (Dinin cevaz verdiği haller hariç)
6.
Allah ’ın kendisine verdiği nimetleri kabul ve itiraf etmek.
7.
Malını batıl değil, hak yolla harcamak.
8.
Kendisi için büyüklük ve üstünlük taleb etmemek.
9.
Beş vakit namazı tadil erkân üzere, tam tamına kılmak.
10.
Peygamberimizin yaşadığı İslam ahlâkı üzere bulunmak.
Ka’bul
Ahbar (r.a.) buyuruyor ki, Allah ’a yemin ederek, “Allah korkusundan dolayı
gözlerimden yaşların akması, bana bir dağ altının sadaka olarak verilmesinden
sevgilidir.”
Abdullah İbn-i Ömer (r.a.): “Allah korkusundan dolayı ağlayan gözlerimden bir
damla yaşın damlaması, bana bin dinar tasadduk etmekten sevgilidir.”
Buyurmuştur.
HİKAYE:
Geçen
kavimlerden bir kavimde, bir adam vardı. Çoluk çocuk sahibi bu adam Allah
yolunda idi. Darlığa düşüp çoluk çocuğu aç kaldığı için, bir şeyler istemek
üzere karısını (bir zengine) göndermeye mecbur oldu. Kadın, bu tüccarın evine
geldi, çocuklarını doyuracak bir yardım, yiyecek istedi. Adam “Peki” dedi. Fakat
yapacağı yardıma karşılık kendisini ona teslim etmesini istedi. Kadıncağız
adamın bu çirkin teklifini reddederek evine döndü. Çocuklarına bakınca şöyle
bağrıştıklarını gördü:
-
Ey
anamız, biz açlıktan ölüyoruz, bize yiyecek bir şey ver, yiyelim.
Bu
acıklı manzaraya şahid olan kadın, zengin adamın evine giderek çocukların
durumunu anlattı. Adam kadına:
-
İstediğimi yerine getirecek misin? Dedi. Kadın çaresiz istediğini kabul ettiğini
söyledi. Adam kadına yaklaştığı zaman, kadının azalarının yerlerinden kopacakmış
gibi şiddetli ve müthiş şekilde titrediğini gördü. Bunun üzerin adam kadına:
-
Sana ne
oluyor? Diye sordu. Kadın:
-
Ben
Allah ’tan korkuyorum, diye cevap verdi.
Bunun
üzerine (o zengin ve fırsatçı) adam da:
-
Sen bu
fakirlik halinde, muhtaç olduğun halde Allah ’tan korkuyorsun. Ben senden daha
çok korkmalıyım” dedi ve kötü niyetinden vazgeçerek kadının istediğini verdi.
Kadın birçok yiyeceklerle çocuklarına döndü ve çocuklarını sevindirdi.
Allah
korkusu, kişinin Allah ’a karşı vazifelerini kula yakışır şekilde yapmasına
vesile olacağı gibi, ayrıca diğer insanlara karşı vazifelerini de samimiyetle
yapmasını sağlar. Bir kimsenin “Her nerede olursan ol Allah ’tan kork”[36]
emrine uyduktan sonra, hırsızlık, haksızlık, hilekârlık yapmasına imkân var
mıdır? Yaptığı her işte Allah Teala’nın kendini gördüğünü, kalbinin esrarına
vakıf olduğunu bilen insan nasıl olur da kendini bile bile Rabbinin gazabına
hedef tutar, nasıl olur da O’nun çizdiği hududun dışına çıkar?
Canını
seven bir insan kalabalık bir caddede, bir kazaya kurban gitmemek için ne derece
dikkat ederse, Allah korkusu üzere hareket eden insanın da başkalarının
hukukuna riayet için sarfettiği dikkat aşağı yukarı o kadardır. Çünkü bir
başkasını rahatsız eden, hukukuna tecavüz eden kimsenin hasmının Allah Teala
olduğunu bilir. Kendini yaratan, her türlü nimeti veren Rabbinin huzuruna bir
mücrim olarak çıkmanın vereceği utanç, insanın dünyada iken uykusunu kaçırır,
karanlık gecelerde el açtırıp yalvarmaya, huzuruna tertemiz bir yüzle varabilme
saadetini nasib etmesi için niyaz etmeye mecbur eder.
Durum
böyle iken Efendimiz’in, “İnsanlara güzel ahlâk ile muamele et.”[37]
Buyurması, iyi ahlâkın dinimizde ne derece makbul ve değerli olduğu gösterir.
İnsanların kıyamet günü Peygamberimize yakınlığı, ahlâki bakımdan
değerlendirilecek, en güzel ahlâka sahip olanlar, Efendimiz’e en yakın mevkide
yer alacaklardır.[38]
Bu
yakınlığı temin edecek olan güzel ahlâkı bize de nasib et Ya Rabbi...
Allah ü
Teala’dan hakkıyla korkan, bu yüzden gözyaşı akıtıp, kendini cehennem ateşinden
koruyanlardan eyle bizi Ya Rabbi.
Allah ü
Teala’ya hakiki bir kul, Rasülullah’a da hakiki ümmet olmayı nasib et ve onun
şefaatinden bizleri mahrum eyleme Ya Rabbi...
KAYNAKLAR:
[2] A.Lütfi Kazancı, Nübüvvet Pınarından Kırk
Hadis, Marifet Yayınları, İstanbul, 1992, s.176.
[4] Muzaffer Dereli, Müslüman Gencin El Rehberi,
Star Ofset, Konya, 1994, s.150-152.
[6] Kur’an-ı Kerim ve Açıklamalı Meal, Türkiye
Diyanet Vakfı Yayınları, (Fatır suresinin 28. ayetinin açıklaması)
[7] Al-i İmran Suresi, 3/102.
[8] Kur’an-ı Kerim ve Açıklamalı Meal, Türkiye
Diyanet Vakfı Yayınları, (Fatır suresinin 102. ayetinin açıklaması)
[9] M.Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili,
Sadeleştirenler: İ. Karaçam, E. Işık, N. Bolelli, A.Yücel, Azim Dağıtım,
İstanbul, 1993, c.2, s.405.
[10] Mü’minun Suresi, 23/57.
[11] Mü’minun Suresi, 23/60.
[12] Mü’minun Suresi, 23/61; Mustafa İslamoğlu,
Yürek Devleti, Denge Yayınları, 9. Baskı, İstanbul, 1993, s.49-50.
[14] Mustafa İslamoğlu, a.g.e., s. 81.
[15] Al-i İmran Suresi, 3/75.
[16] Ahzab Suresi, 33/70-71.
[17] A. Lütfi Kazancı, a.g.e., s. 177-179.
[18] Buhari, Ezan, 36; Müslim, Zekat, 91 (1031);
Tirmizi, Zühd, 53 (2393)
[19] Adnan Özkafa, Gençler İçin Kırk Hadis,
Milli Gençlik Vakfı Karatay Temsilciliği, Merhaba Ofset, Göksu Matbaası,
Konya, 1994. s.6-9.
[20] Tirmizi, Fedailül-cihad, 8 (1633); Ahmed b.
Hanbel, 2/505; Nesâi, Cihad,8.
[21] A. Lütfi Kazancı, a.g.e., s.180-181
[22] A. Lütfi Kazancı, a.g.e., s. 182.
[24] Tirmizi, Zühd, 9 (4/556)
[25] Hucurat Suresi, 49/13.
[26] Beyyine Suresi, 98/7-8.
[27] Tirmizi, Birr, 55 (4/355); Ahmed b. Hanbel,
5/153.
[28] Yasin Suresi, 36/65.
[30] M. Hamdi Yazır, a.g.e., c.4, s.221-222.
[31] İbrahim Canan, Kütüb-ü Sitte Muhtasarı
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, İstanbul, 1992, c.15, s.524.
[33] Zuhruf Suresi, 43/35.
[35] Teğabün Suresi, 64/16.
[36] Tirmizi, Birr, 55 (4/355); Ahmed b. Hanbel,
5/153.
[37] Tirmizi, Birr, 55 (4/355); Ahmed b. Hanbel,
5/153.
[38] A. Lütfi Kazancı, a.g.e., s. 184.
|