GELİN CAMİLERDEKİ ÇANLARI SUSTURALIM
İnsanlarda ibadet etme duygusu
doğuştandır. Bu duygudan hareketle çeşitli dinlere mensup
olanların ibadethaneleri ve ibadethanelere davet için
çeşitli çağrıları vardır. Ezan okumak Müslümanların, çan
çalmak Hıristiyanların, boru sesi de Yahudilerin ibadete
ve ibadet yerine çağrılarıdır. Ayrıca yüksekçe bir yere
bayrak dikmek, ateş yakmak, toplumun duyabileceği bir
yerde davul çalmak ve sair şekil ve suretlerde de, bu
görev çeşitli dinlerce yapılabilmektedir.
Ezan, İslam’ın en belli başlı
şeairindendir. (Yeryüzündeki işaret ve alametlerindendir.)
Safa ve Merve’nin, Kâbe-i Muazzama’nın da Allah şeairi
olduğu gibi.
Ezan, İslâm’ın esaslarının ilânıdır.
Hicretin birinci yılında namaz vakitlerini bildirmek için
Medine-i Münevvere’de meşru olmuş bir sünnettir.
Ezan, lügatte bildirmek demektir.
Istılahta ise, belli vakitlerde belirli lafızlarla yapılan
hususi bildirme ve duyurmadır ki, bu vakitler namaz
vakitleri olup, belirli lafızlarla halen minarelerimizde
okunmakta olan mükerrer sözlerdir.
İslam alimlerinin açıklamalarına göre
ezan, kısa cümlelerle itikadi ve ameli meselelerin hemen
hemen bütününü özetlemektedir. Baştaki ve sondaki
tekbirler “Cenab-ı Hakk’ın varlığını belirttiği
gibi, bütün kemal sıfatlarını da isbat eder.”
“Eşhedü en-la ilahe illallah”
kelimesi; “Tevhide (Allah’ın birliğine) ve şirkin
yeryüzünden silinmesine”;
“Eşhedü enne Muhammeden Rasülüllah” emri: “Hazreti Muhammed’in ve
O’nun zımnında bütün Nebi ve Rasüllerin nübüvvet ve
risaletini tasdike” işaret ederler.
“Hayye ale’s-salah”
emri: “Hazreti Peygamber (s.a.v.) sayesinde bilinen
ilahi taate ve namaza davettir.”
“Hayye ale’l-felah”
da “Ebedi felah ve necat yoluna, saadete ve
kurtuluşa davet” anlamına gelir ki, öbür dünyayı
tasdik demektir. Ezanda lafızların tekrarı, işaret ettiği
anlamın kuvvetlendirilmesi içindir.
Ezan okunmakla, namaz vaktinin girmiş
olduğu anlaşılır. Ezanda, cemaatle namaza davet inceliği
vardır. Aynı zamanda ezan İslam’ın şiarlarından,
sembollerindendir. Bu manada ezan, okunduğu yerde
müslümanların varlığına delalet eder. Ezan, bu nedenle
Hazreti Peygamber (s.a.v.) zamanındaki lafızların kıraati
ile ifa olunur. Bu lafızların her hangi bir dile
çevrilerek okunması halinde, İslami anlamda ezan okunmuş
olmaz. Çünkü bu takdirde cihanşümul olan İslam’ın her
dildeki müslümanlara ayrı lafızlarla hitabı önlenmiş olur.
Böylece ezan, asliyeti korunmamış olduğundan şiar yani
cihanşümul, sembol olma özelliğini kaybeder. Bu sebeple
İslam ülkelerindeki müslümanların, ezanın, Hazret-i
Peygamber (s.a.v.) devrindeki okunuş özelliğini her
yönüyle korumaya özen göstermeleri gerekir.
Ezan, esas söz ve kelimeleri ile o kadar
çok tekrarlanmıştır ki, Arapça konuşmayan, bütün müslüman
ülkelerde ve gönüllerde, “öz dili ile okunmuş gibi”,
benimsenmiş ve manasına nüfuz edilmiştir. Anlatıyorlar, I.
Cihan Harbi esnasında, Arabistan’a giden “Mehmetçik”,
çarşı ve pazarda, kendisinin, halkın konuştuğu bir dil
olan Arapça konuştuğunu görmüş. Biraz sonra da müezzinin
minareye çıkarak “Allahü Ekber, Allahü Ekber!” diye
ezan okuduğunu işitince hayretle, yanındaki arkadaşına:
“Bu Araplar da ne garip insanlar! Çarşıda pazarda Arapça
konuşuyorlar da, ezanı Türkçe okuyorlar!”.
Evet, işte böyle.... Ezanı, milletimiz en
az bin yıldan beri, o kadar çok dinledi ki ve o kadar çok
benimsedi ki, o, artık gerçekten Türkçe’leşmiştir.
Çan, Allah tarafından Hazret-i İsa
(a.s.)’a gönderilen İncil’i tahrif eden, kendi heva ve
isteklerine göre değiştirilen muharref Hıristiyanlık
dininin ibadete çağrısıdır. Çan, her saat başı e yarısında
saat kaç ise ona göre “DAN, DAN, DAN” diye çalar.
Bu çanları çalabilmek için Hıristiyanların, müslümanların
ezanlarını okuduğu minarelerden esinlenerek çan kuleleri
yaptığını biliyoruz. Bu çan seslerinin Hıristiyanlar için
ne kadar önemli olduğu bir gerçektir. Bundan hareketle
çevirdikleri en küçük filmlerde bile bir kilise görmemek,
çan sesi duymamak mümkün değildir. Nasıl ezan bizim
dinimizde yer etmiş ise, onlarda da çan aynı şekilde öneme
sahiptir.
Almanya’ya ilk defa gelen bir çocuk bir
müddet çan sesi ile kafası şiştikten sonra babasına şu
soruları yöneltiyor:
- Bu ses ne baba?
- Çan sesi yavrum.
- Ama devamlı çalıyor, usandım artık. Bu niçin
çalıyor?
- Evladım, bu kilisenin çanı, Almanları kiliseye
çağırıyor. Hani biz de ezan okununca camiye gidiyorduk ya!
- Evet... Anladım. Fakat burada niçin ezan
okunmuyor? Bizim köyün hocası burada da okusa ya. Hem beni
sen köyde camiye götürüyordun değil mi baba?
- Evet çocuğum.
İşte çan sesinin müslüman bir çocuğu dahi
rahatsız ettiği ve gurbette köyündeki camide okunan ezanı
özlediği görülmektedir. Fakat bu sesler Hıristiyanlar için
önem arzetmektedir.
“Gelin Camilerdeki Çanları
Susturalım”
ne demek? Türkiye’deki camilerin tamamına yakınında
bulunan duvar saatleri, Hıristiyani çan sesleriyle
müslümanların gönül duruluğunu bozmaktadır. Namaz
ibadetinde, namaz kılan kimsenin huzurlu ve sakin bir
ortamda namaz kılması, mü’minin Allah huzurunda el pençe
divan durarak ona layık bir kul olmaya çalışması esastır.
İşte bu saatlerdeki çan sesleri bu huşu ve huzuru
bozmaktadır. Öğle namazının saat 12.00’de camide cemaatle
kılındığını düşününüz. Bu cemaat namazın bir bölümünde 12
defa vuran çan sesini dinleyecek, imam dahil hiç kimsede
huşu ve ihlas bırakmayacaktır.
En büyük huşu, ihlas ve sükunet isteyen
namazımızda, Hıristiyani çan sesleriyle, gönül
duruluğumuzu bozan, camilerdeki duvar saatlerinde bulunan
bu ses susturulmalıdır. Bu gayet basittir. Saatin her saat
başı ve ortasında ses çıkardığı parça sökülüp alınmalıdır
ya da ses çıkaran tarafı kurulmamalıdır. Eğer bu
yapılmadığı takdirde;
a. Kilise çanının camide tekrarlatılması,
b. Cemaatin namazda huşu, ihlas ve sükunetini bozmak
gibi veballeri vardır. Din görevlileri camiye saatlerle
giren çan seslerini keserek namazda huşu ve huzuru
sağlamalıdır.
Şimdi buradan din görevlilerine
sesleniyorum!
Lütfen camilerinizdeki saatlerde bulunan
bu çan sesini söktürün veya sökünüz. Unutmayınız ki,
cemaatinizden bu sesi dinleyen ve huzuru bozulanların
vebali sizin üzerinizde olacaktır. Onun için vakit
kaybetmeyiniz.
Haydi görev başına!
Mevlüt Özcan, Din Görevlisinin El Kitabı, Sabır
Yayınları, 2. Baskı, s.152, İstanbul, 1987.
|