İSLAM’DA EVLİLİK
“İçinizden bekarları ve kölelerinizden,
cariyelerinizden iyileri evlendirin. Eğer yoksul
iseler, Allah lutfiyle onları zengin eder. Allah geniş
ve lütuf sahibidir, her şeyi bilendir.”
Evlilik tabirinin karşılığı Kur’an dili Arapça’da
zevciyettir. Zevciyet çift olmak demektir. Bu, Cenab-ı
Allah’ın koyduğu bir kanundur.
Evlilik, doğmak ve çoğalmak için, hayatın devam
edebilmesi için Cenab-ı Allah’ın seçmiş olduğu bir
üsluptur. Bu gayenin tahakkuku için Cenab-ı Allah, her
iki tarafa (erkeğe ve dişiye) aktif roller vermiştir.
Bu hususta şöyle buyurmuştur:
“Ey insanlar! Sizi bir tek kişiden yaratan ve ondan
eşini yaratıp ikisinden birçok erkekler ve kadınlar
üreten Rabbinizden korkun”
Cenab-ı Hak, insanları diğer yaratıklar gibi kılmak
istememiş, bu yüzden de onu başı boş bırakmamıştır.
Erkeğin dişi ile birleşmesini belirli bir kurala
bağlamıştır. Böylece insanın namus ve şerefini
korumuştur. Bu kurala riayet edildiği takdirde erkekle
kadının birleşmesi kutsal bir hüviyet kazanır. Bu
kural da birleşmenin, her iki tarafın rızasına dayalı
olarak icab ve kabülden, bunu şahitlerin huzurunda
yapmaktan ibarettir. Bu şartlar yerine getirildiği
takdirde taraflar artık birbirlerinin olurlar.
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sav) birçok hadis-i
şeriflerinde evlenmeye teşvik etmiştir:
“Ey gençler, içinizden evlenmeye gücü yetenler
evlensinler. Zira evlilik gözü haramdan, namusu
pâyimal olmaktan kurtarır.”
Evliliğin, ruhi ve bedeni yararları yanı sıra maddi
yararları da vardır. İlk bakışta geçen ayette
görüldüğü gibi, Allah Teala evlenenlere zenginlik
vereceğini müjdeliyor.
Enes b. Malik’in rivayet ettiği bir hadiste ise
Peygamberimiz (sav) şöyle buyuruyor:
“Bir kimse evlenince imanının yarısını elde etmiş
olur. Artık diğer yarısı için Allah’tan korksun.”
İnsan bir düşünecek olursa görülür ki, birbirlerini
tanımadıkları halde kaderin cilvesi olarak evlenip
yuva kuruyorlar. Birbirlerinin huylarını,
davranışlarını bilmeyen iki insan bir çatı altında
toplanıyor. Ve her şeylerini paylaşıyorlar. Dertlerini
ve zevklerini paylaşarak bir aile oluşturuyorlar.
Aralarında sevgi meydana geliyor.
Bu nasıl oluyor? Birbiri için canlarını verecek kadar
yakınlık, mallarını, yiyeceklerini taksim edecek kadar
muhabbet nasıl peyda oluyor? Birbirlerini tanımayan bu
insanlar çabucak nasıl bir CAN oluyorlar? Nasıl
gönülleri, kalpleri bir çarpıyor?
Yüce Rabbimiz buyuruyorlar:
“Kaynaşmanız için size kendi (cinsi) nizden eşler
yaratıp aranızda sevgi ve merhamet peyda etmesi de
O’nun (varlığının) delillerindendir. Doğrusu bunda,
iyi düşünen bir kavim için ibretler vardır.”
Demek ki eşler arasında sevgi ve merhamet, Allah’ın
bir lütfudur. Bu muhabbeti yüce Mevla yaratıyor:
İki gönlü kavuşturan ve kaynaştıran Allah’tır.
Aralarındaki sevgiyi hiçbir menfaat gözetmeden yaşatan
insanların, Allah’ın lütfu ile birbirlerine
bağlandıklarını görmekteyiz.
Aile, kutsal bir çatıdır.
Allah’ın tesis ettiği ve devamını istediği bir yuva…
Dağılmasından arşın titrediği bir birlik…
Evlilik, yani aile hayatı insan ömründe yeni bir çağın
başlaması demektir. Yeni bir çağ! Olur olmaz istekler,
bencillikler, böbürlenmeler, şahsi rahatlıklar,
sorumsuzluklar, aşırılıklar eski çağ kabul edilip bir
kenara bırakılacak; tevazu, hoşgörü, nezâket, zerafet,
efendilik, merhamet, şefkat, vicdan, idrak, iz’an ve
de en önemlisi sabır dönemi başlayacaktır. İşte
evlilik kısaca budur….
Evlilik, insanın kendine denk bir hayat arkadaşı
bularak maddi ve manevi huzur mücadelesine girişmesi,
fakat bu mücadelede her şeye rağmen mutluluğu
yakalayabilmesidir.
Peygamber Efendimiz:
“Evlenmek benim sünnetimdir. Sünnetimi tutmayan benden
değildir. Evleniniz. Ben sizin çokluğunuzla iftihar
ederim.”
Evlilik önemli ve kutsal bir yuvadır. Bu kutsal
yuvanın herhangi bir arızadan fena şekilde
etkilenmemesi için daha başından sağlam temellere
dayanması lazımdır.
Evlenmeye karar veren bir erkek, bu gayenin tahakkuku
için evleneceği kadında bazı nitelikler aramalıdır.
İYİ BİR KADINDA BULUNMASI GEREKEN ÖZELLİKLER
1.
İmanlı Olması
“Allah’a ortak koşan kadınlarla, onlar inanıncaya
kadar, evlenmeyin. Allah’a ortak koşan kadın, hoşunuza
gitse dahi, inanan bir cariye, ortak koşan hür bir
kadından iyidir.”
Cenab-ı Allah, ayetin son kısmında bunun gerekçesini
göstererek: “Çünkü onlar cehenneme çağırılırlar. Allah
ise izniyle cennete ve mağfirete çağırır” buyuruyor.
İnanan bir kimse Allah’a itaat eder. Furkan suresinde
geçen:
“Rabbimiz! Bizi gözümüzü aydınlatacak eşler ve
zürriyetler ver! Ayetinin tefsirinde Hasan-i Basri
Hazretleri şöyle diyor:
“Ailesini ve çocuklarını Allah’a itaat eder görmek
kadar, bir insanı mutlu edecek bir şey yoktur.”
2. Saliha olması:
İyi bir kadın, imanlı olduğu kadar salihadır da…
Saliha bir kadın, tam anlamıyla dindar bir kadın
demektir. Salihalık öyle bir sıfattır ki ondan daha
üstünü düşünülemez. Peygamber Efendimiz (sav):
“Dünya metâdan ibarettir. Dünya metaının en hayırlısı
da iyi bir kadındır” buyurarak bunu en güzel şekilde
ifade etmiştir.
Şu hadis ise saliha kadının hayırlı fonksiyonlarını
tam olarak gösteriyor:
“Mü’min bir erkek, Allah korkusundan sonra saliha bir
kadından gördüğü hayır kadar hiçbir şeyden
görmemiştir. Saliha kadına emrederse emrine itaat
eder, yüzüne bakarsa kendisini sevindirir, onun adına
bir yemin ederse yeminini boşa çıkarmaz, uzak bir yere
gidecek olursa hem kendini, hem de efendisinin malını
korur.”
Ebu Hureyre’den (ra) Rasulullah (sav)’e:
- Hangi kadın daha hayırlıdır? diye soruldu.
Rasülullah (sav) şöyle buyurdu: “Kocası baktığı zaman
onu neşelendiren, bir şey istediği zaman ona itaat
eden, ne kendisinde ne de malında, kocasının
hoşlanmayacağı şeyi bulundurmayan kadındır”
3. Dindar olması:
Bu sıfat, genel olarak salihalığın içerisine girerse
de daha belirgin olması için ayrı bir madde olarak
veriyoruz. Bu hususta ise Peygamberimiz (sav) şöyle
buyuruyor:
“Kadınlar şu dört özelliklerinden dolayı nikahlanır:
Malı, soyu, güzelliği ve dini. Sen dindarını al;
tuttuğun altın olsun.”
Abdullah b. Amr’ın rivayet ettiği şu hadis de
dindarlığın, diğer sıfatlardan üstün tarafı
gösterilmiştir:
“Kadınları güzelliği için almayın; olur ki
güzellikleri onları kötü duruma düşürür, onları
malları için almayın; olur ki malları onları şımartır.
Fakat onları dindarlıkları için alın. Yemin ederim ki
burnu yirik, kulağı kesik dindar bir kadın diğerinden
çok üstündür.”
4. Başka özellikler:
Mehrinin az olması, güzel olması, güzel ahlaklı
olması, soylu olması, doğurgan olması, yakın akrabadan
olmaması, kocasına bağlı ve çocuklarına düşkün olması
ve bakire kız olması gibi özellikler aranmalıdır.
KÖPEĞİN BİLE CİNS OLANI ARANIRSA
Bir köylü başka bir köyden oğlunu evlendirir. Fakat
itaat etmeyen bu gelin babasının evine gider. Gelinini
tekrar geri getirmek için evinden çıkan bu adam yolun
yarısından koyun sürüleri olan ve ipte bağlı bir de
kocaman köpek tutan bir adama rastlar ve niçin köpeği
bağladığını sorar. Adam der ki:
- Falan köyde cins bir erkek köpek var. Onunla
birleştirip iyi bir yavru almak istiyorum, der.
Bunu dinleyen adam:
-
Ben buradan dönüyorum, der.
-
Niçin dönüyorsun?
-
Efendi, ben önce sizin bu köpeği götürdüğünüz
köyden bir gelin almıştım. O ise bize itaat etmedi,
bırakıp babasının evine gitti. Sen bile köpekten iyi
bir yavru almak için iyi bir nesil arıyorsun. Ben ise
aldığım gelinin soyunu sopunu sormadan aldığım için
başıma bir bela almışım. Şimdi de onu getirmek için
gidiyordum, vazgeçtim, der ve oracıktan döner.
İslam’da evlenmek sünnet iken, nikâh farz olup
muhakkak bu emre uymak şarttır. Hem de asil bir
aileden olmak şartıyla.
Şunu kesinlikle bilelim ki, bir ailenin kurtulması ve
huzurunun, İslam’ın emir ve kuralları doğrultusunda
yaşamasında olduğu açıktır.
Eğer tüm aile fertleri buna uyarlarsa, ki, o zaman o
devletin de kurtulması ve hatta tüm dünyanın huzuru
dahi temin olunur kanısındayız.
Bir bahçivan elbette iyi mahsül için iyi tohum arar.
Bir hayvan üreticisi iyi bir soylu hayvan arar da,
insan soyunu aramaz mı?
EVLİLİK HAYATINDA ADAB-I MUAŞERET
İslam’da evliliğin iki maksadı vardır:
1.
Hayırlı çocuk sahibi olmak.
2.
Mutlu bir aile hayatı yaşamak.
İslam bu mutluluğu temin için, evlilikten önce ve
sonra olmak üzere çeşitli tedbirler önermiştir.
Mesela, evlilikte eşlerin birbirine denk olması, mehir
ve görev bölümü gibi.
Bunların yanı sıra bir de geçimi kolaylaştırmak,
eşleri mutlu bir hayata götürecek pratik tedbirler
tavsiye etmiştir ki, bunlar âdâb-ı muâşeret (geçim
usûl ve erkânı) denmektedir. Bu erkânın başında,
kadınların ufak tefek kusurlarını görmezlikten gelmek
ve ileride düzelir ümidiyle onların bazı sıkıntılarına
katlanmak gelmektedir. İşte bu hususta Cenab-ı Allah
evli erkeklere şöyle hitab etmektedir:
“Onlarla (kadınlarınızla) iyi geçinin. Eğer
kendilerinden hoşlanmadınızsa olabilir ki bir şey
sizin hoşunuza gitmez de Allah onda bir çok hayır
takdir etmiş bulunur.”
İbni Abbas Hazretleri, bu ayetin tefsirinde şöyle
demiştir: Olur ki Cenab-ı Allah o kadından hayırlı bir
evlat verir de o sayede nefreti sevgiye dönüşür.
Bir de ayet üzerinde şu yorum yapılmıştır. Eğer bir
kimse nefret ettiği bir kadının sıkıntılarına Allah
rızası için tahammül eder ve nafakasını teminde ve
geçiminde elinden gelen gayreti gösterirse dünyada iyi
bir ad, ahirette de bol sevap kazanır.
Ebu Hureyre (ra)’den rivayet edilen bir hadiste de
Rasulullah (sav) şöyle buyurmaktadır:
“Mü’min bir erkek, mü’min karısından nefret etmesin.
Eğer bir huyunu beğenmezse, diğer bir huyundan memnun
kalır.”
KIZLARIMIZI MAHARETLİ YETİŞTİRMELİYİZ
Ana-babasından maharetli bir ev hanımı olma terbiyesi
almayan kızcağız gittiği evde akşam-sabah Kur’an
okuyor, fakat bunun yanında ev hizmetlerini de bir
türlü beceremiyormuş. Bu beceriksizlikten iyice bıkmış
olan evin beyi, nihayet bir gün şu cümleyi söyleyerek
evi terk etmiş:
“Akşam Kur’an, sabah Kur’an
Kör olsun bu evde duran.”
Evet sadece Kur’an öğretmek kâfi değildir.
Kızlarımızda, İslami kültür yanında, ev hanımlığı
meziyetleri, beceriklilik, düzen, tertip de şarttır.
KIRK YILLIK KÂNİ, OLUR MU YÂNİ
Tokatlı Kâni, Bükreş’te Ulah Beylerinin hizmetinde
bulunduğu sıralarda bir Romen kızına gönlünü
kaptırmıştı. Güzelliği ile birlikte, dinine
(Hıristiyanlığa) son derece bağlı olan kız, Kâni’ye
şöyle der:
-
Benim dinimi kabul edersen, seninle hemen evlenirim.
Kâni, derbeder bir hayatın içindedir, ama bu teklifi
de kabul edemeyeceğini şu sözleriyle bildirir:
-
Kırk yıllık Kâni, hiç olur mu Yâni…
AİLEDE GIYBETE YER OLMAMALI
Mü’minlerin annesi Hz. Aişe (R.Anha) anlatıyor:
-
Bir gün Rasulullah’a, hanımlarından Safiye’yi kısa
boylu olmakla ayıplayıp Rasülullah’ın gözünden
düşürmek istemiştim.
Bunun üzerine Allah Rasülü şu ikazı yaptı:
-
Ya Aişe! Öyle bir söz söyledin ki, eğer o söz denizin
suyu ile karışsa, herhalde tadını ve kokusunu bozardı.
Kıskançlık duygusu, çok zaman insanı gıybete sevkeder.
Allah Rasülü, Hz. Aişe annemizi bu konuda uyarmıştır.
GELİN-KAYNANA KAVGALARI
Meşhur Arap Şairi Ferezdak, yaptığı evlilikten, hanımı
ile annesinin, yani gelin ile kaynananın, anlaşamaması
yüzünden mutlu olmamıştı.
Bir ara evlenmekten söz açılınca bir dostu:
-
Zaman kötüleşti. Evlenmek gerek ki huzur bulasın,
demişti.
Gelin kaynana kavgasından canı yanan Ferezdak şöyle
itiraz etti:
- Ben evlenmeden önce, anam hep ibadet eder, ben de
devamlı ona itaatte bulunurdum. Evlendikten sonra,
anam geliniyle kavgaya başladı. Onun ibadeti bitti,
benim de itaatim.
Gerçekten de, tarih boyunca aile geçimsizliklerinde
temel sebeplerden biri, gelin ile kaynananın
birbirleriyle anlaşamamaları olmuştur. Halbuki onlar
birbirlerini anne-kız gibi görüp öyle davransalar, çok
daha mutlu ve huzurlu olacaklarında hiç şüphe yoktur.
ZENCİ CARİYE KRİSTAL BARDAĞI NEDEN KIRDI?
Kadında aranan bir özellik de güler yüzlü, itaatkâr
olmasıdır. Kocasına güler yüz gösterip itaat eden bir
kadın, bu hareketiyle yuvanın huzurunu temin eder.
Hazret-i Ali, “Güler yüzlü olmak, kalpleri birbirin
bağlayan bir bağdır.” buyurmuştur.
Hükümdarın biri pek çok cariyesi, hizmetçisi olmasına
ve içlerinde pek güzeller de bulunmasına rağmen, siyah
bir cariyeye daha fazla ilgi gösterirdi. Diğerlerinin
bunu çekemediğini fark eden hükümdar, bir gün
kendilerine, üzeri mücevheratla süslü birer kristal
bardak verdi. Manevi değeri yanında maddi kıymeti pek
yüksek olan bardakları ellerinde tutan cariyeler,
hayranlıkla bakarlarken hükümdar:
-
Herkes elindeki bardağı yere vurup kırsın! emrini
verdi.
Güzel cariyeler hediyelerini bağırlarına basarak:
-
Efendimizin bu kadar değerli bir hediyesini nasıl
kırabiliriz? Dediler.
Siyahi cariye ise hükümdarın emrini, hiç tereddüt
etmeden ve vakit kaybetmeden yerine getirdi. Bardak
yere çarpılmış ve paramparça olmuştu.
Hükümdar siyah cariyeye sordu:
-
Diğer cariyelerim bu kadar kıymetli bardağı kırmadık
halde sen neden kırdın?
Siyah cariyenin verdiği cevap şöyleydi:
-
Bana efendimin kalbi lâzım, bardağın ne kıymeti
olabilir? Yeter ki onun kalbi kırılmasın!
Hükümdar bu cevapla diğerlerine gerekli dersi vermiş
bulunuyordu.
Yüzü gülen, fakat özü çirkin bir kadın kocasının
kalbini kırmaya devam ettikçe, kocasının kalbinde
açtığı yaraya, güzelliği merhem olamaz.
EŞLER BİRBİRLERİNDEN NELER BEKLİYORLAR?
Kadınların erkeklerden, erkeklerin de kadınlardan
beklentileri genelde aynı. Kadınlar kocalarından
kıskanç olmamalarını, eve iş getirmemelerini ve alınan
kararlarda kendilerine danışılmasını istiyorlar.
Erkekler ise karılarının olur olmaz her şeyi
büyütmemelerini, az konuşmalarını, hayalci
olmamalarını istiyorlar.
ERKEKLERİN BEKLEDİKLERİ
1.
Hanımım anlayışlı ve hoşgörülü olmalı.
2.
Karşılıklı ilişkilerde sevgi ve saygıyı ön
planda tutmalı.
3.
Hayalci olmamalı.
4.
İşten eve sinirli gelebilirim, böyle durumlarda
anlayışlı olmalı.
5.
Kabul etmediğim bir konuda beni iknaya
uğraşmamalı!
6.
Problemleri çözmek için peşin hükümlü olmamalı
(İnatçı bir tavır göstermemeli)
7.
Beni olduğum gibi kabul etmeli, bana göre
davranmalı.
8.
Az ve yerinde konuşmalı.
9.
Evliliğimizi başka evliliklerle karıştırmamalı.
10.
Sadece kendi aklına, mantığına ve kabiliyetine
güvenerek davranmamalı.
11.
Ukalâlık göstermemeli.
12.
Küçük şeyleri büyütüp içinden çıkılmaz hâle
getirmemeli.
KADINLARIN BEKLEDİKLERİ
1.
Eşim, anlayışlı, fedakâr, hoşgörülü olmalı.
2.
Kadınların yaratılış itibariyle erkeklerden
farklı olduklarını kabul etmeli.
3.
Kadının aile içerisindeki önemini kabul etmeli,
bunu bana hissettirmeli.
4.
İşini çok sık evine getirmemeli.
5.
Geç vakitlere kadar dışarıda kalmayı alışkanlık
haline getirmemeli.
6.
Aile içerisinde alınan kararlarda bana da
danışmalı
7.
Aile huzurunu kaçıracak kadar kıskanç olmamalı
8.
Aile içerisindeki sorunları, üçüncü kişilere
aktarmamalı.
9.
Bütün sorunlarını benimle paylaşmaya ihtiyaç
duymalı.
10.
Onun için yaptığım şeyleri görüp, takdir etmeli
(Yemek, hediye vs.)
AİLEDE SEVGİ
“Erkeklerin kadınlar üzerindeki hakları gibi,
kadınların da erkekler üzerinde bazı hakları vardır.”
Bir gün Efendimiz (sav)’i dinleyen Sahabe-i Kiram,
şunları işittiler. Buyurdu ki:
-
Hayırlı aile reisi olunuz! Dediler ki:
-
Ya Rasülallah! Hayırlı aile reisi nasıl olur? Şöyle
buyurdu:
-
Siz eve gelince hanım seviniyor, çocuklar koşarak sizi
karşılıyorsa, hayırlı aile reisisiniz. Şayet siz
kapıdan girerken sinirleri geriliyor, “Yine geliyor”
diye söyleniyorsa, çocuklar da köşe bucak kaçıyor,
sizden uzaklaşma ihtiyacı duyuyorlarsa bilin ki
hayırlı aile reisi olamamışsınız.
Hanımlar için de şöyle buyurdu:
-
Siz de hayırlı hanım olunuz evinizde. Dediler ki:
-
Hayırlı hanım nasıl olunur? Şöyle buyurdu:
-
Hayırlı hanım, kocası yüzüne bakınca huzur duyar,
rahatlık hisseder.
-
Hayırsız hanım nasıl olur?
-
Kocası yüzüne bakınca huzuru kaçar, evinden uzaklaşma
hissi duyar.
Ailede huzur, karşılıklı iyi ahlakla sağlanır. Kadın
ve erkeğin, birbirlerine iyi davranmaları, çocuklar
tarafından örnek alınır. O evde büyüyen çocuklar da
ahlaki değerlere sahip olurlar.
Ailede sevgi ve muhabbet hakim olmalıdır. Korku ve
dehşet, güveni sarsar ve muhabbeti giderir. Bunun için
muhabbet, aile fertlerini birbirine daha sıkı bir
şekilde bağlamaktadır.
Evin reisi durumundaki erkeğin çok güzel bir idareci
olması gerekiyor. Evin düzenini sağlayacak, sevgi ile
yaklaşım meydana getirecek ve böylece aile, aranılan
bir yuva sıcaklığına kavuşacaktır.
Bütün aile yuvalarımızın, Peygamberimizin belirttiği
şekilde olması dileğimizdir.
AİLEDEKİ SAYGI
“… Onun için saliha kadınlar itaatkardır. Allah’ın
kendilerini korumasına karşılık gizliyi (kimse görmese
de namuslarını) koruyucudurlar.
Yaşlı bir hanım Rasülullah’ı ziyarete gelmişti.
Gariptir ki Rasülullah, kadınların köle gibi alınıp
satıldığı, insan yerine konmadığı bir dönemde bu yaşlı
hanımı ayakta karşıladı. Bununla kalmadı, sırtından
cübbesini çıkarıp yere sererek buyur etti. Birlikte
oturup bir miktar sohbet ettikten sonra yaşlı hanım
kalkıp gitti. Meçhul hanıma karşı Rasülullah’ın bu
hürmetini gören Hz. Aişe (ra) validemiz sordu:
-
Kimdir bu kadın ki, ona karşı ayağa kalktın,
sırtındaki ridanı çıkarıp altına serdin? Cevap şöyle:
-
Bu hanım, Hatice ayakta iken yanına gelir, ona dostluk
eder, yardımda bulunurdu!
Bunu biraz daha fazla değer verme şeklinde anlayan
Aişe validemiz şöyle karşılık vermekten kendini
alamaz:
-
Ya Rasülallah, Allah sana o yaşlı hanımdan daha
hayırlısını vermedi mi? Aişe validemiz der ki:
Bu sözün üzerine sertleşen Rasülullah buyurdu ki:
-
Hayır Ya Aişe! Rabbime yemin ederim ki, bana ondan
daha iyisini vermedi.
Bu iyiliğin sebeplerini de şöyle açıklar: Efendimiz:
-
Çünkü insanlar beni inkâr ederken o, ikrar edip
inandı.
Herkes beni yalanlarken o, hayır dedi. Sen doğrusun,
çekinme, devam et. Herkes beni maruz kaldığım
yalnızlık içinde terk ederken o, sadece nefretiyle
değil, malıyla da destekledi, bu uğurda maddi
varlığını da feda etmekten asla geri durmadı. Bana her
türlü şart içinde sahip çıktı. Üstelik benim bütün
çocuklarım da ondan oldu!
Birbirine saygılı, birbirini koruyan ve iyi anlayan
eşler, dünya nimetlerinin en yüksekliğine ulaşmış
sayılırlar. İnsan her şeyden önce eşinden destek alır.
Ona güvenir ve onunla birlikte hayatın güçlüklerine
göğüs gerer.
OLGUN BİR ANANIN, YUVADAN UÇURURKEN KIZINA YAPTIĞI
TAVSİYELER
Rabia kabilesinin ileri gelenlerinden Haris kızı Ümâme,
kızını kral Amr oğlu Harisle evlendirip müstakbel
yuvasına gönderirken şöyle nasihat eder:
Bak yavrum! Edep ve terbiyesine, soy ve asaletine
bakarak bir kimseye nasihat ve tavsiye etmemek
gerekseydi, benim de şimdi sana öğüt vermeme gerek
kalmazdı. Fakat tavsiye, bilene hatırlatma, bilmeyene
öğretme niteliğinde olduğundan herkes faydalıdır.
Kızım! Eğer bir kızın, ana-babasının serveti sebebiyle
kocaya ihtiyacı olmasaydı, herkesten çok senin
ihtiyacın olmazdı. Ama öyle değil, erkekler bizim için
yaratıldığı gibi, biz de onlar için yaratılmışız.
Kızım! Şimdi sen ana-baba evinden, büyüyüp yetiştiğin,
gezip dolaştığın yuvadan çıkıp, bilmediğin ve ömründe
hiç yakını olmadığın bir adamın evine gidiyorsun. O
halde kocanın rızasını gözetip cariye gibi itaat et
ki, o da sana kul köle olsun. Seni sevsin, seni memnun
etmenin çaresine baksın.
Şimdi sana on tane tavsiyede bulunacağım. Bunları
iyice belle ve sırası geldikçe aynen uygularsın.
Güzelce geçinirsiniz, aranız asla bozulmaz.
1. Sana yiyecek ve giyecek ne getirirse can-ı gönülden
kabul et. Kanaatkar ol. Zira kalp huzurunun ilk yolu
kanaattir.
2. Emrettiği şeyleri yap, yapma dediği şeyleri yapma.
Sözünü dinleyip kendisine itaat et. Anlaşma ve itaate
dayalı beraberliklerden Allahü Teala razı olur.
3-4. Evin içini, üstünü başını temiz tutmaya dikkat
et. Göze hoş gelmeyecek veya kötü koku neşredecek
şeylerden kaçın. Sakın ha, kocanı kendinden
iğrendirip, gözünden düşmeyesin.
5-6. Uyuyacağı, yemek yiyeceği zamanları kolla. Yani
bunları hangi vakit ve saatte yapmaya alışmışsa, o
vakitleri gözetip yemeğini ve yatağını hazırla. Zira
açlık ateşlendirir, uykusuzluk öfkelendirir.
7-8. Kocanın malını koru, israf ve telef etme.
İtibarını koru, hısım-akrabasına hürmet et. Bunlar iyi
idarenin gereklerindendir.
9. Efendine ait bildiğin sırları sakın kimseye
duyurma. Eğer duyuracak olursan güvenini kaybedersin
sen de ondan emin olamazsın.
10. Dine aykırı olmayan isteklerini yerine getirmekte
ihmal gösterme. Şayet ihmal gösterirsen, onu darıltır,
kendine düşman edersin. O kederli olduğu zaman sen
neşeli olma, o neşeli olduğunda sen üzüntülü
görünmekten çekin. Onun üzüntülü zamanında senin
neşeli, onun neşeli zamanında senin üzüntülü görünmen
onu sevmediğinin, hislerine, dertlerine ortak
olmadığının delilidir. Bu hal ise sizi birbirinizden
ayırmaya kadar götürebilecek soğuk bir davranıştır.
Sen eşinin dertlerine ne kadar ortak olursan o da
senin dertlerine o kadar ortak olur. Eşinin
isteklerini kendi isteklerine tercih et.
HZ. İBRAHİM’İN İSTEDİĞİ VE İSTEMEDİĞİ GELİN
Hz. İbrahim’in oğlu İsmail ergenlik çağına gelince
Cürhüm kabilesinden bir kızla evlendi. Hayatının bu
mutlu dönemi sürerken, günün birinde İsmail’in anası
Hacer vefat etti. İsmail evlendikten sonra İbrahim,
bırakıp gittiği oğlunu ve gelinini görmeye geldi.
İsmail o sırada evde yoktu. İsmail’in hanımına sordu.
O da,
-
Geçimimizi temin etmek için dışarı çıkıp gitt, dedi.
Sonra İbrahim:
-
Geçiminiz, haliniz nicedir? diye sordu, İsmail’in
hanımı:
-
Şiddetli darlık içindeyiz. Gayet fena bir haldeyiz,
diye şikayette bulundu. Bunun üzerine İbrahim,
gelinine:
-
Kocan geldiğinde benden selam söyle, kapısının
eşiğinin basamağını değiştirsin.
İsmail geldiğinde babasının gelip gittiğini anlar gibi
oldu ve karısına:
-
Evimize gelen oldu mu? Diye sordu. O da;
-
Evet, Şöyle şöyle biçimde yaşlı birisi geldi. Bana
seni sordu. Cevap verdim. Geçimimizi sordu. Ben de,
şiddetli darlık içinde bulunduğumuzu söyledim, dedi.
Bunun üzerine İsmail:
-
Peki sana bir söz emanet etti mi? Dedi. Gelin de:
-
Evet, bana, selam söylememi ve kapının basamağını
değiştirmeni tenbih etti, dedi. Sonra İsmail hanımına:
-
O gelen ihtiyar babamdır. Bana senden ayrılmamı
emretmiştir. Artık sen ailenizin evine gidebilirsin,
dedi ve ondan ayrılarak Cürhüm kabilesinden, başka bir
hanımla evlendi.
İbrahim (as) Allah’ın dilediği bir müddet uzaklaştı ve
tekrar geldi. Evde yine İsmail’i bulamadı. İsmail’in
hanımının yanına girdi. Ona da İsmail’i sordu. Gelin:
-
Geçimimizi tedarik etmeye gitti, dedi. İbrahim:
-
Nasılsınız, geçiminiz, haliniz iyi midir? Diye sordu:
İsmail’in hanımı da:
-
Biz, hayır, saadet ve bereket içindeyiz dedi ve
Allah’a hamdü senada bulundu. İbrahim:
-
Ne yiyip ne içiyorsunuz? Deyince gelin:
-
Et yiyoruz. Su içiyoruz, dedi. Hz. İbrahim:
-
Ya Rab! Bunların etlerini ve sularını bereketli kıl,
diye dua etti. İbrahim (as) gelinine:
-
Kocan geldiğinde ona selam söyle ve ona kapısının
eşiğini güzel tutmasını tenbih et, dedi. (İbrahim
sonra Şam’a döndü.) İsmail geldiğinde hanımına:
-
Evimize gelen oldu mu? Diye sordu. Karısı da:
-
Evet, güzel yüzlü bir ihtiyar geldi, dedi ve o zatı
övdü. Daha sonra gelin:
-
Seni sordu, ben de:
-
Geçimimizi temin için çıktı, dedim.
-
Geçiminiz nasıldır? Dedi. Ben de:
-
Bolluk içindeyiz, dedim. Sonra İsmail hanımına:
-
Sana bir söz emanet etti mi? Diye sordu. Hanımı da:
-
Evet. Sana selam söylememi söyledi ve kapının eşiğini
iyi tutmamı emretti, dedi. Bunun üzerine İsmail,
hanımına:
-
İşte o zat benim babamdır. Sen de evimizin şerefli
eşiğisin. Babam sana seni hoş tutmamı emretmiştir,
dedi.
HARİKA YEMEK
Aşçılığıyla ün yapmış yaşlı bir kadın, akşam yemeğine
gelecek olan oğlu ve yeni gelini için yine mutfağına
kapanmış, yemek yapıyordu. Aynı akşam yemeğe eski bir
aile dostu da davetliydi.
Beklenen misafirler gelip sofraya oturduklarında çok
şaşırtıcı bir durumla karşılaştılar. Yaşlı kadının o
gece yaptığı yemekler değme oburların bile iştahını
kapatacak kadar berbattı. Tatlılar un kokuyordu,
patatesler yanmıştı, köfteler ise neredeyse hiç
pişmemişti. Oğlu, yeni gelini ve aile dostu,
kadıncağıza durumu fark ettirmemek için ellerinden
geleni yaptılarsa da, yemek sırasında pek iştahlı
göründükleri söylenemezdi.
Nihayet yemek bitti ve yeni evli çift annelerinin
ellerini öperek evlerine gittiler. Aile dostları ise
biraz daha kaldıktan sonra gitmeyi düşünüyorlardı.
Oğlu ve gelini gittikten sonra, yaşlı kadına:
“Senin harika bir aşçı olduğunu adım gibi biliyorum.
Bana söyler misin, bu geceki yemekler ne kadar
kötüydü? Bence ya hastasın ya da bir sorunun var”
dedi.
Yaşlı kadın gülümseyerek cevap verdi:
“Hayır, hiçbir şeyim yok. Kasten yaptım. Bu yemekten
sonar oğlum asla ikide bir annesinin yemeklerini
hatırlatıp karısının kalbini kıramayacak. “
(Ruth E. Renkel)
SÜNNET, NİŞAN VE DÜĞÜN MERASİMLERİ
Bugün yapılan sünnet, nişan ve düğün merasimlerimizin
çoğu İslam’dan ve İslam’ın esaslarından çok uzaktır.
Adına sünnet diyoruz, adına düğün ve nişan diyoruz.
Dinin emirlerini yapmaya çalışıyoruz. Ama kendimizi
nefsin ve şeytanın isteklerine veya topluma giren
yabancı adetlerine kaptırıyoruz. Bunun sonucunda ise
haramlara dalıyoruz.
Müslümanların çok dikkatli olmaları gerekir. Ne
yaptığını bilerek yapmalıdır. Sünnet cemiyeti
yapıyorsa sünnete, örfümüze, adet ve ananelerimize
uygun olup olmadığına dikkat edilmelidir.
İçkisiz, gayr-i meşru eğlencesiz, lüksten, israftan
uzak bir merasim olup olmadığını kontrol etmemiz
lazımdır. Aksi halde yaptığımız iş haramlara
bulaşırsa, yasaklara karışırsa; o zaman yapılan işin
adına sünnet denmez. Haramlara yapılan sünnet, nişan
ve düğün cemiyetlerinden ise asla hayır gelmez.
Ülkemizde günde yüzlerce sünnet, nişan, ve düğün
cemiyetleri yapılır. Hatta bunu yapanların içinde
hacılar, hocalar da bulunur. Hatta bunu yapanların
içinde hacılar, hocalar da bulunur. Ama görürüz ki bir
çoğu bizi davet edemezler, etmezler. Çünkü yaptıkları
cemiyetlerin kötü olduğunu, haramların işlendiğinin
farkındadırlar. Bizim de böyle kötülüklerle,
haramlarla iç içe yapılan cemiyetlere gitmeyeceğimizi
ve kendilerini tenkit edeceğimizi bildikleri için
çağırmazlar.
Sormak lazım, bizden çekindiğiniz kadar, bizden
utandığınız kadar neden Allah’tan korkmaz,
Peygamber’den utanmazsınız? Nedene Allah’ın emri,
Peygamberin sünneti dururken şeytanın emirlerine,
nefsin arzularına, nefis ve şeytanın eseri durumunda
olan insanların isteklerine göre cemiyet yaparsınız?
Diyeceksiniz ki “Efendim çoğunluk böyle yapıyor”.
Çoğunluk yaparsa yapsın, senin yapman gerekmez. Çünkü
çoğunluğun yaptığı dine muhaliftir, haramdır,
yasaktır.
Bu hususta Yüce Allah (c.c.) bir ayet-i kerimede şöyle
buyurmaktadır:
“Yeryüzünde bulunanların çoğuna uyacak olursan, seni
Allah’ın yolundan saptırırlar. Onlar zandan başka bir
şeye tâbi olmaz, yalandan başka söz de söylemezler.”
O halde, Allah’a dönelim. O’nun emirlerine sarılalım
ve bütün varlığımızla söz verelim, and içelim ki;
bütün işlerimizde sünnet, nişan ve düğün
cemiyetlerimizde Allah’ın rızasına uygun olmayan,
İslam’ın prensiplerine ters düşen bütün kötülüklerden
sakınacağız. Peygamberimizin sünnetine uyacağız.
Haramlardan, bid’atlardan, yabancı adetlerini
işlemekten son derece sakınacağız.
Düğünlerimiz İslami olmalı. İçinde İslam dışı bir şey
olmamalı. İçki, sefahet, aşırılık olmamalı. Bugün
elhamdülillah biz de müslümanız diyenler, Müslüman
gibi düğün yapmalıdır. Haramların bol bol işlendiği o
düğünlere gitmek caiz değildir.
İSLAMİ BİR DÜĞÜN NASIL OLMALIDIR?
-
Eğlence olmalıdır: Tabii ki bu erkekler ayrı,
kadınlar ayrı yerde meşru bir şekilde eğlenmeleri,
oynamalarıdır. Kadın-erkek karışık olmamalıdır.
-
Düğün yemeği verilmelidir: İsrafa kaçmadan ve
cimrilik yapmadan (itidal üzere) yemek vermek
gerekir. Rasül-ü Ekrem Efendimiz (s.a.v.) “Bir koyun
keserek de olsa düğün yemeği yap.”
Evlenme, insanoğlunun hayattaki en önemli
muradlarından biridir. Bu muradına nail olması için eş
ve dost tarafından büyük destek görür. O da bütün
bunlara bir şükrane olarak yemek hazırlar ve sevincini
toplumla beraber paylaşmaya çalışır. İşte bu yemeğe
“Düğün Yemeği (velime)” denir.
Tabii ki bu yemeğe sadece zenginler çağrılır, fakirler
çağrılmazsa o yemek, kötü bir yemek olur.
Peygamberimiz:
“En kötü düğün yemeği, zenginlerin çağrılıp fakirlerin
terk edildiği yemektir.”
Ayet-i kerimeler ve hadis-i şerifler, evlenmeye teşvik
ediyor:
Evlilik önemli bir olaydır. Tarafların yanı sıra
birçok kimseyi de ilgilendirir. Bu yüzden toplumsal
bir olaydır. Bu yüzden açıktan yapılmalıdır ki,
dedikodular olmasın. Bunun içindir ki Peygamberimiz
(s.a.v.), nikahın ilan edilmesini istemiş, gizlice
yapılan nikahları tasvib etmemiştir. Muhammed b. Hatib
el-Cumeyî’nin rivayet ettiği hadislerinde şöyle
buyurmuşlardır:
“Haram evlilikle helal evliliği birbirinden ayıran def
ile ses (şamata) ‘dır.”
Nikahta şaibeyi önlemek için, ilan edilerek, yani
düğün yapılarak çevreye duyurulması önerilmiştir.
Hazreti Aişe validemizin rivayet ettikleri hadiste,
Rasulullah (s.a.v.):
“Evliliği açık yapın, düğünde def çalın.”
Evlenme toplumsal bir olay olduğundan, mescid de
Müslümanların toplantı mahalli bulunduğundan mescitte
yapılması buyurulmuştur. Ayrıca nikahın mescidtte
yapılması ile, birçok haram şeyler de önlenmiş olur ve
cemaat tarafından, evlenenlere abdestli ağızlarla dua
edilir.
Şah Veliyyullah Dehlevi Hazretlerinin (ö.1179/1765)
dediği gibi, İslam’da, eğlence de olsan, her şey dini
hürriyet taşır; mesela bayram namazları gibi...
NİKAH DUASI
Ya Rabbi!
Şu anda huzurunda akdedilen nikah ile bu gençlerin
kurdukları yuvaya dirlik ve düzenlik, kendilerine
daima birlik ve beraberlik ihsan eyle.
İstikballerini bayram sevinciyle yaşat... Ömür boyu
yüzlerini güldür. Geçimsizliklerini muhafaza edip
kimseye gülünç etme Ya Rabbi.
Ya Rabbi!... Burada yapılan nikahı kabul eyle... Bu
kardeşlerimizin kalplerine muhabbet, vücutlarına
afiyet, rızıklarına bereket, ölmüşlerine rahmet,
kendilerine hayat mücadelesinde metanet ihsan eyle...
Kendilerini ve çocuklarını dünyevi ve uhrevi mutluluğa
erdir. Daima ticareten lentebur sırrına mahzarına
mahzar eyle. Helal rızık ihsan edip haramlardan
muhafaza eyle. Her türlü muratlarına vasıl eyle.
Zina afetinden koru, kurulmuş yuvalarını yıkılmaktan
muhafaza eyle... Kendilerini ve çocuklarını İslam’ı
yaşayanlardan ihsan eyle. İmanlarını kuvvetlendir,
ihlâslarını artır. İslam’a karşı samimiyet ve şuur
ihsan eyle...
Kur’an’a göre amel etmeyi, sünneti hayata tatbik
etmeyi cümlemize ihsan eyle...
Hayırların fethi, şerlerin def’i, gönüllerin murada
nail olması için, Allah rızası için el-Fatiha..