İSLÂM’DA KOMŞULUK İLİŞKİLERİ
Komşu: Aynı mahalle veya çevrede yaşayan insanların
birbirlerine göre aldıkları ad.
Türkçe’de yaygın şekliyle fiziki olarak birbirine
yakın veya bitişik yerlerde yaşayanlara komşu denir.
Yakınlık veya bitişik olma ev bakımından iş yeri,
arazi, köy veya şehir itibariyle de olabilir.
Dilimizdeki iş yeri komşusu, arazi komşusu, komşu köy,
komşu kaza, vilâyet tâbirleri bunu ifade eder.
Araplar komşuya “ ” derler ki, “câr” evi
diğerinin evine bitişik (mücâvir) olan, birbirini
himaye eden, koruyan, birinin yardımına ve imdadına
koşan anlamlarına gelir.
Köyde, kentte, tarlada, bahçede birbirine komşu olan
insanların ve özellikle müslümanların huzur içinde
yaşamaları için gerekli şartlardan biri de beşeri
şartlardan biri de beşerî münasebetlerini iyi düzeyde
tutmalarıdır. Bu sebeple yüce dinimiz komşuluk hakkına
büyük önem vermiştir.
Komşuluk, toplum hayatımızda yeri ve önemi inkâr
edilemeyen ictimâî bir müessesedir ve insanların
toplum halinde yaşamalarının zarûrî bir neticesidir.
İnsan sosyal bir varlık olduğuna, bu sebeple tek
başına yaşayamayacağına göre etrafında komşuların
olması kaçınılmazdır.
Allahü Teâlâ, yakınımız olsun olmasın bütün
komşularımıza iyi davranmamızı, iyilik etmemizi
emreder:
“Allah’a ibadet edin. O’na hiçbir şeyi eş (ve ortak)
tutmayın. Anaya-babaya, akrabaya, yetimlere,
yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki
arkadaşa, yolda kalmışa, sağ ellerinin mâlik olduğu
kimselere (kölelerinize) iyilik edin. Allah (C.C.)
kendini beğenen ve dâima böbürlenen kimseyi sevmez.”
Aileden sonra hukukuna en çok riayet etmemiz
gerekenler, yan yana bir arada yaşadığımız
komşularımızdır. Komşu hakkı, dinimizde çok önemli bir
yer tutar. Aile yuvasında olduğu gibi komşularıyla da
iyi geçinmek ve yardımlaşmak şarttır.
Akşam-sabah yüz yüze geldiğimiz, her zaman
görüştüğümüz insanlar, komşularımız sayılır.
Büyük müfessir İmam Kurtûbî bu ayetin tefsirinde:
“Görmüyor musun? Allah ana babaya ve akrabaya
iyilikten sonra komşuları zikretmiş ve haklarına
riâyet edilmesini emretmiştir” diyerek konunun önemine
dikkat çekmiştir.
Nisâ suresinin 36. ayetinde, yakın komşu ve uzak komşu
olarak iki kelime geçmektedir.
Değişik ölçülere göre komşu sınıflamaları yapılır.
Bunlardan evleri yahut evlerine giriş kapıları
birbirine bitişik olanlara “kapı komşusu” adı verilir.
Yakın komşu: Akraba veya evleri birbirine yakın
olanlara “yakın komşu” denir.
Uzak komşu: Evleri birbirine pek yakın veya akraba
olmayan, yahut gayr-i müslim (yahudi, hıristiyan)
olanlara da “uzak komşu” denir.
Burada zikredilen yakınlık-uzaklık meselesinde tam bir
açıklık yoktur. Kapı komşusu dışında olanlar veya
akraba haricindekiler yakın komşu mu, uzak komşu mu
kabul edilecektir? Ne kadar yakınlık, ne kadar uzaklık
bu hususta ölçü olarak alınacaktır? Rivayete göre Hz.
Aişe (R.Anhâ) bunun her taraftan kırk evlik bir mesafe
olduğunu ve bunlar arasında komşuluk hukukunun
olacağını söylemiş, Hz. Ali (R.A.) de, bir kimsenin
sesinin duyulabileceği yere kadar olan mesafe içinde
kalanların komşu sayıldığını ifade etmiştir.
Hz. Peygamber (S.A.V.)’in yaptığı bir sınıflamaya göre
hakları yönünden komşular üç gruba ayrılır:
1. Üç hakka sahip komşular: Bunlar hem akraba, hem
müslüman olanlardır. Bunların komşu, akraba ve
müslüman olmaktan doğan üç çeşit hakları vardır.
2. İki hakka sahip komşular: Akraba dışındaki müslüman
komşular. Bunların komşu ve müslüman olmaktan ileri
gelen iki çeşit komşuluk hakları vardır.
3. Bir hakka sahip komşular: Akraba ve müslüman
olmayanlardır. Bunlar, akraba olmayan ehl-i kitap (yahudi,
hıristiyan) veya müşrik komşulardır. Bunların sadece
komşu olmalarından kaynaklanan bir tür hakları
bulunur.
Kısaca belirtmek gerekirse, komşu tabirine, müslüman,
yahudi, hıristiyan, kâfir, âbid-fâsık, dost-düşman,
mukim-misafir, zararlı-zararsız, yakın-uzak istisnasız
bütün komşular dahildir.
Kelimenin Arapça karşılığından da açıkça anlaşılacağı
gibi, “birbirine yakın, bitişik (mücâvir) olma”nın
getirdiği bir takım sosyal vecibeler ve ilişkiler
düzeni vardır. Bunlara genel ifadesiyle “komşuluk”
denir.
Komşuluk ilişki ve vecibeleri, küçük yerleşim
bölgelerinde (köy, kasaba vb.) sosyal dayanışma ve
bütünleşme açısından çok önemlidir ve titizlikle
korunmaya çalışılır. Eskilerin “ev alma, komşu al”
sözü de bu hassasiyetin bir ifadesi sayılır.
Gerçekten kapalı cemaat arz eden ve şehirleşmenin az
olduğu yörelerde komşular birbirlerini ziyarete
giderler, yardımlaşırlar, korurlar.
Halk arasında komşu olmadıkları halde bir eve sık sık
ziyaret yapan kimseye “komşu kapısına çevirdi” denmesi
sözü edilen ilişkiler ağının yoğunluğunu gösterdiği
gibi, “komşuda pişer, bize de düşer”, “komşu ekmeği
komşuya borçtur” tarzındaki atasözleri de aynı
ilişkiler yapısının mahiyetini tüm açıklığıyla ortaya
koyar.
Peygamber Efendimiz (S.A.V.) Ebu Hureyre (R.A.)’den
rivayet edilen bir hadis-i şeriflerinde şöyle
buyurmaktadır:
“-Vallâhi mü’min değildir, vallâhi mü’min değildir,
vallâhi mü’min değildir.”
-
Kim Ya Rasulallah? diye sorduklarında, Peygamberimiz şöyle buyurdu:
-
Komşusu, belâlarından emin olmayan kimse (mü’min değildir).”
Hadiste, “mü’min değildir” sözü olgun, kâmil mü’min
değildir” anlamındadır. Zira bu hareket ebedî
cehennemde bırakacak imansızlık hareketi değildir.
Diğer bir ifade ile bu hareket olgun mü’min olmak için
gerekli, fakat iman etmiş olmak için şart değildir.
Müslim’in naklettiği diğer bir rivayette hadis
şöyledir:
“Komşusu, zararından emin olmayan kimse cennete
giremez.”
Hadiste geçen “Cennete giremez” ifadesinden de
“Kıyamette ilk önce kurtulmuşlar içinde cennete
giremez” şeklinde anlaşılmalıdır. Yani bu hareketinin
cezasını çeker, sonra cennete girer. Şayet komşuya eza
etmenin günah olmadığı görüşünde ise, durumu cehenneme
girmeyi zaruri kılmış olur.
Hadisimiz, komşuya eziyetten sakınmayı, onlara kötü
hareketlerden kaçınanın imanının kemâle erdiğini,
komşuya verilen zararın Allah’a isyana, onun da
cehennem azabına götüreceğini ifade etmektedir.
İyi Komşularla Beraber Olmak
Allah’ın iyi kullarına ölüm anında şöyle hitap edilir:
“Ey huzura kavuşmuş insan! Sen O’ndan hoşnut, O da
senden hoşnut olarak Rabbine dön. (Sâlih) kullarımın
arasına katıl ve (onlarla birlikte) cennetime gir.”
Hz. Ali (R.A.)’den şöyle rivayet edilmiştir:
“Resülullah (S.A.V.) bize ölülerimizi sâlih kimselerin
içerisine defnetmememizi emretti ve kötü komşudan
diriler incindiği gibi ölüler de incinir” buyurdu.
İnsan için hem bu dünyada hem de ahirette iyi
kimselerle beraber olmak mutluluk ve huzur vesilesi
olur. Dünyada iyi kimselerle beraber olmak, iyi
komşularla beraber olmak demektir. İyi komşularla
beraber olmak, hiç şüphesiz ki Cenab-ı Hakk’ın insana
büyük bir lütfudur. Bu sebeple iyi komşulara sahip
olan kimseler bundan dolayı ayrıca Allah’a hamd
etmelidirler. Çünkü huzur ve saadetimizi sağlayan bir
çok şey vardır. Bunlardan biri de iyi komşulardır. İyi
komşularla beraber olan kimse mutlu ve huzurlu olur.
Onun içindir ki, Peygamber Efendimiz (S.A.V.) hadis-i
şeriflerinde:
“Ev almadan önce komşunuzu, yola çıkmadan önce
arkadaşınızı araştırınız.” buyurmuştur.
Bir atasözümüzde bu hadis-i şerif, “Ev alma, komşu al”
şeklinde ifade edilmiştir. Çünkü komşu evden daha
önemlidir. Komşular kötü ise en güzel evde bile insan
rahat edemez, huzuru kaçar. Bu nedenle Peygamber
Efendimiz, kötü komşudan Allah’a sığınmamızı emrederek
şöyle buyurmuştur:
“Devamlı ikamet ettiğiniz yerdeki kötü komşudan
Allah’a sığınınız. Çünkü göçebelik anındaki kötü komşu
geçicidir” buyurmuştur.
Peygamberimiz, başka bir hadis-i şeriflerinde, insanı
mutlu ve huzurlu kılan üç şeye temas ederek şöyle
buyurmuştur:
“İyi komşu, uysal bir binek ve geniş ev, kişinin
saadetini sağlayan unsurlardandır.
Peki, hadis-i şeriflerde methedilerek huzur ve
saadetimizin kaynağı olduğu belirtilen iyi komşu
kimdir? İster istemez insanın aklına böyle bir soru
gelmektedir. Buna şöyle cevap verebiliriz:
“Komşuların birbiri üzerinde komşuluk hak ve hukuku
vardır. İyi komşu, bu hak ve hukuka riayet eden ve
komşularına karşı görevlerini en iyi şekilde yerine
getirendir. Peygamber Efendimiz bu hususa temas eden
hadis-i şeriflerinde de:
“Allah katında arkadaşların en hayırlısı, arkadaşı
için en hayırlı olandır. Allah katında komşuların en
hayırlısı da komşusu için en hayırlı olanıdır.”
buyurmuştur.
Komşu Hakkı
Yüce dinimiz İslamiyet’e göre komşunun komşu üzerinde
hakları vardır. Buna komşuluk hakkı diyoruz. Dinimiz
komşuluk hakkı üzerinde çok durmuştur. Hz. Aişe R.
Anha’dan rivayet edilen hadis-i şerifte Rasülullah
(S.A.V.):
“Cibril bana komşu hakkını o kadar çok tavsiye etti
ki, neredeyse komşuyu komşuya vâris kılacak
zannettim.”
Demek ki, komşu hakkı o kadar büyük ki, Cebrâil (a.s.)
defalarca Peygamber Efendimiz’e gelip komşu hakkının
öneminden bahsetmiştir.
Hadisteki, “Komşuyu komşuya mirasçı kılacak zannettim”
ifadesi komşunu komşusu üzerindeki hakkını açıklamak
için getirilmiştir. Çünkü İslam’ın ilk yıllarında
kardeşlik ahdi de mirasçı olmayı gerektiriyordu.
Sonraları bu kaldırılarak mirasın sebepleri olarak,
soy yakınlığı, nikâhtan dolayı yakınlık ve velâ akdi
yürürlükte bırakılmıştır.
Hadis, komşu hakkının yüceliğine, onunla yardımlaşma
ve güzelce ikramda bulunmanın gerekliliğine, komşuya
zarar vermemeye, hastalanınca ziyaret etmeye, sevinçli
ve kederli günlerinde yanlarında bulunmaya işaret
etmektedir.
Komşular Arasında Yardımlaşma
Yüce dinimiz İslamiyet kadar yardımlaşmaya önem veren
hiçbir din ve nizam yoktur. Dinimiz genel olarak
hayatın her safhasında yardımlaşmayı emretmiş, öyle ki
zenginlerin mallarında fakirlerin hakkının olduğunu
belirtmiştir.
Komşular arasında yardımlaşma daha da önemlidir.
İnsanın başı darda kaldığı zaman ilk olarak müracaat
edecek olduğu kimse hiç şüphesiz ki komşusudur. Hiç
kimse benim her şeyim var, komşuma muhtaç değilim,
diyemez. Mutlaka komşusunun maddî-manevî yardımına
ihtiyacı olur.
“Komşu komşunun külüne muhtaçtır” derdi atalarımız.
Alacakları evden önce komşuyu düşünür, arar
soruştururlardı. Çünkü komşuluk bağları samimi
ifadesini onlarda bulmuştu. Yeyip içtikleri ayrı
gitmezdi aralarında. Onlarla paylaşılırdı en güzel ve
samimi sohbet ortamları, dertler, sevinçler hep
beraber yaşanırdı. Sıkıntı ve keder, bu samimi
atmosferde bir bir kayboluverirdi. Ne var ki zaman,
mazimize ait birçok güzel hasletimizi aldı götürdü
aramızdan. Müstakil evlerin yerlerini dev apartmanlara
bırakması, birçok insanın “birbirine katlanmak zorunda
olduğu” bir yaşam tarzına dönüşmesi ve sosyal hayatın
şahısları içine çekerek; okul, iş, çarşı derken, bir
sürü meşguliyet içinde komşular da, komşuluklar da
unutulup gitti. Aynı apartmanı paylaşmamıza rağmen ne
alt, ne üst, ne de yan kapı komşumuzun kim olduğunu
bile bilemez olduk. Rastlantılar sonucu sadece bir
“merhaba” dan ibaret aramızdaki bağlar. Herkes kendi
içinde, kendi derdiyle muzdarip, kendi sevinciyle
mesrur. Oysa bu ne inancımıza ne de örfümüze uymakta.
Peygamber Efendimiz (S.A.V.) bir hadis-i şeriflerinde
şöyle buyuruyor:
“Yanı başınızdaki komşusu açken tok olarak geceleyen
kişi (olgun) mü’min değildir.”
Sosyal duyarlık konusunu çarpıcı biçimde gözler önüne
seren hadisimizin mesajı, pek tabii olarak, sadece
hâne komşularına yönelik değildir.
Öte yandan hadisimizdeki “aç olan komşu”nun mutlak
olarak zikredilmiş olması, “müslüman komşu” gibi bir
tahsise ve tavsife gidilmemiş bulunması, olgun
müslümanın duyarlık alanını iman sınırının ötesine
taşımaktadır. Hangi dinden ve inançtan olursa olsun,
“aç olan komşu”nun sırf komşuluk hukuku gereği olarak
ilgi duyması, ihtiyacının giderilmesi hedef olarak
gösterilmiş olmaktadır.
BİR OLAY
Vali iken kendisine bir köşk yaptırıp, çarşının
gürültüsünden kurtulmak isteyen Sa’d b. Ebî Vakkas’ı
teftiş için Hz. Ömer (R.A.), Muhammed b. Mesleme’yi
azıksız olarak Kûfe’ye gönderdi. On dokuz günlük bir
yolculuktan sonra Medine’ye dönen Muhammed b. Mesleme,
kendisini niçin azık vermeden yola çıkardığını Hz.
Ömer (R.A.)’den sordu:
Medine’deki müslümanlar açlıktan kırılmak üzereyken
sana bir şeyler verip de nimeti sen, vebâlini de ben
yükleneyim istemedim. Zira ben, Peygamber (S.A.V.)’i
şöyle buyururken dinlemiş bulunmaktayım:
“Komşusu açken mü’minin tok dolaşması yakışık almaz.”
Bu olaydan da anlaşıldığı gibi küçülen dünyamızda
açlara yardıma koşmak, bunu da en yakın komşusundan
başlatmak her olgun ve imkânı olan mü’minin temel
görevidir. İman olgunluğunun alâmetidir.
Ne zaman sosyal duyarlık ve yardımlaşma üzerinde
durulacak olsa, hadisimiz mutlaka hatırlanır. Hadisin
bir rivayeti;
“Aç olarak geceleyenin aç olduğunu bilmesi halinde”
yardımcı olmayan müslümanın iyi bir müslüman
olmadığını bildirmektedir. Bile bile ilgisiz kalmayı
ve duyarsız davranmayı olgun mü’min olmanın delili
saymaktadır.
Yardımda bulunmak bir başlangıç değil, bir neticedir.
Yardım yapma duygusu ve duyarlılığı ise, o yardımın
gerçek âmili ve öncüsüdür. O halde yardımın bizzat
kendisinden önce” yardım duygusunun” gönüllerde yer
etmiş olması esastır. İmkânı olduğu halde çevresine
yararlı olamayanlar, bu duyguyu gönüllerine
yerleştirmemiş olanlardır. Çevresine sıcak bakmanın
zevkini tadamayanlardır.
Yardım, her şeyden önce bir duygu ise; onun iman ile
ilgisi de pek açık ve köklüdür. Zira insan
hareketlerini yönlendiren en müessir güç, imandır, iç
yöneliştir. O halde çevreye karşı duyarsızlık ve
yardımsızlık pek tabii olarak imanın olgunluk
derecesiyle alakalı olacaktır. Bu sebeple
hadisimizdeki “mü’min değildir” hükmü, “yapması
gerekenleri icrâya sevk edecek derecede ve olgun bir
imana sahip değildir” anlamındadır. Gerçeğin tâ
kendisidir. Özellikle “kendi aralarında yumuşak,
merhametli, şefkatli”
olmaları gereken müslümanların, hemen yanı
başlarındaki komşularına karşı ilgisizliği elbette
imanıyla irtibatlandırılacak bir göstergedir. İşte
hadisimiz de bunu yapmakta, bu gerçeğe dikkatlerimizi
çekmektedir.
Unutulmamalıdır ki, bir hadis-i şeriflerinde Hz.
Peygamber Efendimiz, “hangi mahallede bir kişi aç
kalırsa, o mahalle Allah’ın korumasından düşer.”
Buyurmuştur. İbn Hazm da aynı delilleri
değerlendirerek “bir beldede bir kişi açlıktan ölecek
olursa, o belde halkının tümü ölenin katili sayılır ve
ölenin diyeti onlardan tahsil edilir.
Ve bazı neticeler:
Hadisimizin şu neticenin çıkarılması mümkün
gözükmektedir.
1.
Zengin komşuya komşularını aç bırakması haramdır.
2.
Onların aylıklarını giderecek kadar yedirmek ve çıplak
iseler giydirmek vaciptir.
3.
Servette zekâttan başka mükellefiyetler de
bulunmaktadır.
4.
Senelik zekâtını başka mükellefiyetten kurtulamazlar.
Duruma göre başka birçok görevleri daha vardır. Aksi
halde kenz yasağıyla ilgili ayetteki tehdide muhatap
olurlar.
5.
Gerçek ve olgun mü’minler çevrelerine karşı
ilgisizliğe ve duyarsızlığa düşmezler. Muhtaç
kimselerin ihtiyacını karşılamak imanın kemâline
işaretttir.
İyi Komşuluğun Prensipleri
1.
Kendimiz için istediğimiz güzel şeyleri komşularımız
için de istemek:
Rasülullah (S.A.V.) bir hadis-i şeriflerinde şöyle
buyurmuştur:
“Kudret ve iradesiyle yaşadığım Allah’a yemin ederim
ki bir kul kendisi için istediğini komşusu için de ve
yahut din kardeşi için de istemedikçe hakkıyla iman
etmiş olamaz.
Bir arada ve yan yana yaşamak durumunda olan ev veya
iş komşuları hemen hemen her gün karşılaşırlar, hatta
günde birkaç defa yüz yüze gelebilirler. Özellikle
apartman dairelerinde, iş hanlarında ve benzeri
yerlerde bir arada oturanlar arasındaki münasebetler,
ayrı ayrı binalarda ikamet eden komşularınkinden çok
farklıdır. Şu veya bu şekilde komşu olanların
karşılıklı sevgi, saygı, güven, iyi duygu ve temiz
düşünce içinde olmaları için birbirlerinin haklarına
riâyet etmeleri, eziyet verici veya rahatsız edici hal
ve hareketlerden sakınmaları gerekir. Ancak bu
takdirde huzurlu olunur. Aksi takdirde huzurun devamı
beklenemez.
Ebu Zerr’den (R.A.) Resulullah’ın (S.A.V.) şöyle
buyurduğu rivayet edilmiştir:
“Ey Ebu Zerr! Çorba yaptığın zaman suyunu çok koy,
fazlası ile de komşularını gözet.”
Yine Müslim’in Ebu Zerr’den (R.A.) naklettiği bir
başka rivayette ise:
“Dostum Resulullah (S.A.V.) bana:
- Çorba yaptığın zaman suyunu bol koy. Sonra da
komşularının haline bak. Muhtaç olanlara çorbadan bir
miktar götürerek iyiliğin dokunsun.” diye tavsiyede
bulundu.
Hadisteki “ Feksür mâehâ” emri mendup ifade eder.
...........................................................................................................
2.
Komşularımızı İncitmemeye Özen Göstermek
Peygamber Efendimiz (S.A.V.) bir hadis-i şeriflerinde:
“Allah’a ve ahiret gününe inanan kimse komşusunu
incitmesin. Allah’a ve ahiret gününe inanan kimse
misafirine ikram etsin. Allah’a ve ahiret gününe
inanan kimse ya hayır söylesin ya da sussun.
Ebu Hureyre (R.A.)’den rivayet edildiğine göre
sahabilerden biri:
-
“Ya Rasülullah! Falan kadının nâfile olarak çok namaz
kıldığından, çok nâfile oruç tuttuğundan ve çok sadaka
verdiğinden bahsediliyor, şu var ki diliyle
komşularını incitiyor” dedi. Peygamber Efendimiz:
-
O kadın cehennemliktir, buyurdu. Sahabi:
-
Ya Rasülullah! Falan kadının da nâfile olarak az namaz
kıldığından, az nâfile oruç tuttuğundan ve az sadaka
verdiğinden bahsediliyor, şu kadar var ki, diliyle
komşularını incitmiyor” dedi. Peygamber Efendimiz:
-
O, cennettedir” buyurdu.
Allah Rasülüne bazen sahabilerden biri gelir ve:
-
Ey Allah’ın Rasülü! Bana öyle bir amel göster ki, onu
yaptığım zaman cennete gireyim? derdi.
Peygamber Efendimiz (S.A.V.) de gelen kimsenin
durumunu göz önüne alarak ona bir şey emrederdi. Ebu
Hureyre (R.A.)’den rivayet edildiğine göre yine bir
defa sahabilerden biri Peygamber Efendimize gelmiş ve
aynı talepte bulunmuştu. Peygamber Efendimiz de
kendisine kısaca:
-
“İyi ol” buyurmuştu. Sahabi:
-
Ya Rasülallah! İyi olduğumu nasıl bileceğim? deyince,
Efendimiz şu cevabı vermişti:
-
Komşularına sor; eğer onlar senin iyi olduğunu
söylerlerse, sen iyi bir kimsesin, yok, eğer kötü
olduğunu söylerlerse o zaman sen kötü bir kimsesin,
demektir.
Demek ki, iyiliğimizin ve kötülüğümüzün ölçüsü yakın
çevremiz ve komşularımızdır. Komşularımız iyi
olduğumuzu söylüyorlarsa biz Allah’ın katında iyiyiz,
komşularımız kötü olduğumuzu söylüyorlarsa, Allah
katında da kötüyüz, demektir.
İYİ KOMŞULUK
“İyi komşu nasıl olur? Komşuluk münasebetleri
kayboluyor” diye şikâyet olunuyor.” Erzurumlu İbrahim
Hakkı Hazretleri “Marifetnâme” adlı eserinde, İslâm
ahlâk ve yaşayışından çıkardığı “İyi komşuluk için
uyulması gereken şartlar”ı, kırk tane olarak tesbit
etmiş. Bunları bugünkü dile çevirdik ve gördük ki, hiç
eskimemişler... Bakınız Hazreti Şeyh ne diyor:
Ey Aziz, mâlum olsun ki, edep ehli kimseler:
“Komşunun komşularıyla geçiminin edep ve erkânı
kırktır” demişlerdir.
1.
Kişinin kendi evine bitişik olanlarla, karşısında
bulunup da kapıları görünenlerden kırk eve kadar
oturanlar, -zımmî (hıristiyan vatandaş) da olsalar-
komşularıdır. Bunlara, iyilik etmek ve gerçekten
akrabalarmış gibi güzel davranmaktır.
2.
Komşunun ev halkına, kötülük etmeyip, onların namusunu
korumaktır.
3.
Komşuya gelip gidene uzun uzun bakıp, rahatsız
etmemektir.
4.
Komşusu açken, kendi tok yatmamaktır.
5.
Komşuyu el veya diliyle incitmekten sakınmaktır.
6.
Komşunun evine, penceresinden, duvarından izinsiz
bakmamaktır.
7.
Komşularına azdan çoktan –zımmî de olsa- hediye
vermekti...
8.
“Komşu çanağı” göndermektir. Yani kokusu duyulacak bir
yemek pişirildiğinde, bitişik komşuya hediye etmektir.
9.
Satın aldığı meyveden, rastladığı komşusuna hediye
etmektir.
10.
Komşuları borç isterse, vermektir.
11.
Komşuları muhtaç kaldıysa, ihtiyaçlarını gidermektir.
12.
Komşusunu bayramlarda ziyaret etmektir.
13.
Komşunun hayvanlarına taş atmamaktır.
14.
Komşunun çocuklarını, kendininkilere dövdürüp
sövdürmemektir.
15.
Komşuların izni olmadan, kendi binasını, onlarınkinden
yüksek ve önlerini kapayacak şekilde yaptırmamaktır.
16.
Komşularını, kendi taraflarından, duvara ağaç
kakmaktan menetmektir.
17.
Komşularına, kendi oluklarının akıntısıyla veya
yolunun toprak kazıntısı ve kar kürün tüsüyle rahatsız
vermemektir.
18.
Komşuların sırlarını ve ayıplarını soruşturmamaktır.
19.
Komşuların hallerini ve işlerini başkalarına
söylemektir.
20.
Komşularına yolda rastladıkça ilk önce selâm
vermektir.
21.
Komşularla konuşurken lâfı uzatmayıp, lüzumu kadar
konuşmaktır.
22.
Komşularından su, tuz ve ateş gibi zarurî maddeleri
esirgemeyip vermektir.
23.
Komşuların hediyesini, az da olsa kabul edip, çok
bilmektir.
24.
Komşuların ayıplarını örtmektir.
25.
Komşularına dert ortağı olmaktır.
26.
Komşularından izin almadan evini yabancıya
satmamaktır.
27.
Komşusu bir yerden dönünce ziyaret etmektir.
28.
Komşularını kederli günlerinde teselli etmektir.
29.
Komşuları tarafından davet olununca, kabul edip
gitmektir.
30.
Komşuları tarafından davet olununca, kabul edip
gitmektir.
31.
Komşusu bir şey isteyince memnuniyetle vermektir.
32.
Komşusu bir kusur işleyince, af ederek, sevgi
uyandırmaktır.
33.
Komşuları hasta olunca ziyaret etmektir.
34.
Komşulardan biri vefat edince, cenazesinde hazır
bulunmaktır.
35.
Komşuların yetimlerini himâye etmektir.
36.
Komşularıyla buluşunca, güleç yüzlü olup, tatlı söz
söylemektir.
37.
Komşuların kendisine nasıl davranmasını istiyorsa,
onlara öyle muamele etmektir.
38.
Başkalarından gelse tahammül edemeyeceği eziyete,
komşusundan gelince tahammül etmektir.
39.
Komşulardan kabalık edenlere aldırmamaktır.
40.
Komşulardan sert söyleyenlere, mülâyim davranmaktır.