BAŞYAZI
GELİN CAMİLERDEKİ ÇANLARI
SUSTURALIM
İnsanlarda ibadet etme
duygusu doğuştandır. Bu duygudan hareketle çeşitli dinlere
mensup olanların ibadethaneleri ve ibadethanelere davet için çeşitli
çağrıları vardır. Ezan okumak Müslümanların, çan çalmak
Hıristiyanların, boru sesi de Yahudilerin
ibadete ve ibadet yerine çağrılarıdır. Ayrıca yüksekçe
bir yere bayrak dikmek, ateş yakmak, toplumun duyabileceği bir
yerde davul çalmak ve sair şekil ve suretlerde de, bu görev çeşitli
dinlerce yapılabilmektedir.
Ezan, İslam’ın en belli
başlı şeâirindendir. (Yeryüzündeki işaret ve
alametlerindendir.) Safa ve Merve’nin, Kâbe-i Muazzama’nın
da Allah şeâiri olduğu gibi.[1]
Ezan, İslâm’ın esaslarının
ilânıdır. Hicretin birinci yılında namaz vakitlerini
bildirmek için Medine-i Münevvere’de meşru olmuş bir sünnettir.
Ezan, lügatte bildirmek
demektir. Istılahta ise, belli vakitlerde belirli lafızlarla yapılan
hususi bildirme ve duyurmadır ki, bu vakitler namaz vakitleri
olup, belirli lafızlarla halen minarelerimizde okunmakta olan mükerrer
sözlerdir.
İslam alimlerinin açıklamalarına
göre ezan, kısa cümlelerle itikadi ve ameli meselelerin hemen
hemen bütününü özetlemektedir. Baştaki ve sondaki tekbirler
“Cenab-ı
Hakk’ın varlığını belirttiği gibi, bütün kemal sıfatlarını
da isbat eder.”
“Eşhedü
en-la ilahe illallah”
kelimesi;
“Tevhide
(Allah’ın birliğine) ve şirkin yeryüzünden silinmesine”;
“Eşhedü
enne Muhammeden Rasülüllah”
emri: “Hazreti
Muhammed’in ve O’nun zımnında bütün Nebi ve Rasüllerin nübüvvet
ve risaletini tasdike” işaret ederler.
“Hayye
ale’s-salah”
emri:
“Hazreti
Peygamber (s.a.v.) sayesinde bilinen ilahi taate ve namaza
davettir.”
“Hayye
ale’l-felah”
da “Ebedi felah ve
necat yoluna, saadete ve kurtuluşa davet” anlamına
gelir ki, öbür dünyayı tasdik demektir. Ezanda lafızların
tekrarı, işaret ettiği anlamın kuvvetlendirilmesi içindir.[2]
Ezan okunmakla, namaz
vaktinin girmiş olduğu anlaşılır. Ezanda, cemaatle namaza
davet inceliği vardır. Aynı zamanda ezan İslam’ın şiarlarından,
sembollerindendir. Bu manada ezan, okunduğu yerde Müslümanların
varlığına delalet eder. Ezan, bu nedenle Hazret-i Peygamber
(s.a.v.) zamanındaki lafızların kıraati ile ifa olunur. Bu lafızların
her hangi bir dile çevrilerek okunması halinde, İslâmî
anlamda ezan okunmuş olmaz. Çünkü bu takdirde cihanşümul
olan İslam’ın her dildeki Müslümanlara ayrı lafızlarla
hitabı önlenmiş olur. Böylece ezan, asliyeti korunmamış olduğundan
şiar yani cihanşümul, sembol olma özelliğini kaybeder. Bu
sebeple İslam ülkelerindeki Müslümanların, ezanın, Hazret-i
Peygamber (s.a.v.) devrindeki okunuş özelliğini her yönüyle
korumaya özen göstermeleri gerekir.
Ezan, esas söz ve
kelimeleri ile o kadar çok tekrarlanmıştır ki, Arapça konuşmayan,
bütün Müslüman ülkelerde ve gönüllerde, “öz dili ile
okunmuş gibi”, benimsenmiş ve manasına nüfuz edilmiştir.
Anlatıyorlar, I. Cihan Harbi esnasında, Arabistan’a giden “Mehmetçik”,
çarşı ve pazarda, kendisinin, halkın konuştuğu bir dil olan
Arapça konuştuğunu görmüş. Biraz sonra da müezzinin
minareye çıkarak “Allahü
Ekber, Allahü Ekber!” diye ezan okuduğunu işitince
hayretle, yanındaki arkadaşına: “Bu Araplar da ne garip
insanlar! Çarşıda pazarda Arapça konuşuyorlar da, ezanı Türkçe
okuyorlar!”.
Evet, işte böyle.... Ezanı,
milletimiz en az bin yıldan beri, o kadar çok dinledi ki ve o
kadar çok benimsedi ki, o, artık gerçekten Türkçe’leşmiştir.
[3]
Çan, Allah tarafından
Hazret-i İsa (a.s.)’a gönderilen İncil’i tahrif eden, kendi
heva ve isteklerine göre değiştirilen muharref Hıristiyanlık
dininin ibadete çağrısıdır. Çan, her saat başı e yarısında
saat kaç ise ona göre “DAN,
DAN, DAN” diye çalar. Bu çanları çalabilmek için Hıristiyanların,
Müslümanların ezanlarını okuduğu minarelerden esinlenerek çan
kuleleri yaptığını biliyoruz. Bu çan seslerinin Hıristiyanlar
için ne kadar önemli olduğu bir gerçektir. Bundan hareketle çevirdikleri
en küçük filmlerde bile bir kilise görmemek, çan sesi
duymamak mümkün değildir. Nasıl ezan bizim dinimizde yer etmiş
ise, onlarda da çan aynı şekilde öneme sahiptir.
Almanya’ya ilk defa gelen
bir çocuk bir müddet çan sesi ile kafası şiştikten sonra
babasına şu soruları yöneltiyor:
- Bu
ses ne baba?
- Çan
sesi yavrum.
- Ama
devamlı çalıyor, usandım artık. Bu niçin çalıyor?
- Evladım,
bu kilisenin çanı, Almanları kiliseye çağırıyor. Hani biz de ezan okununca camiye gidiyorduk ya!
- Evet...
Anladım. Fakat burada niçin ezan okunmuyor? Bizim köyün hocası
burada da okusa ya. Hem beni sen köyde camiye götürüyordun değil
mi baba?
- Evet
çocuğum.
İşte çan sesinin Müslüman
bir çocuğu dahi rahatsız ettiği ve gurbette köyündeki camide
okunan ezanı özlediği görülmektedir. Fakat bu sesler Hıristiyanlar
için önem arz etmektedir.
“Gelin Camilerdeki Çanları
Susturalım” ne
demek? Türkiye’deki camilerin tamamına yakınında bulunan
duvar saatleri, Hıristiyani çan sesleriyle Müslümanların gönül
duruluğunu bozmaktadır. Namaz ibadetinde, namaz kılan kimsenin
huzurlu ve sakin bir ortamda namaz kılması, Mü’minin Allah
huzurunda el pençe divan durarak ona layık bir kul olmaya çalışması
esastır. İşte bu saatlerdeki çan sesleri bu huşu ve huzuru
bozmaktadır. Öğle namazının saat 12.00’de camide cemaatle kılındığını
düşününüz. Bu cemaat namazın bir bölümünde 12 defa vuran
çan sesini dinleyecek, imam dahil hiç kimsede huşu ve ihlâs bırakmayacaktır.
En büyük huşu, ihlâs ve
sükunet isteyen namazımızda, Hıristiyani çan sesleriyle, gönül
duruluğumuzu bozan, camilerdeki duvar saatlerinde bulunan bu ses
susturulmalıdır. Bu gayet basittir. Saatin her saat başı ve
ortasında ses çıkardığı parça sökülüp alınmalıdır ya
da ses çıkaran tarafı kurulmamalıdır. Eğer bu yapılmadığı
takdirde;
a.
Kilise çanının camide tekrarlatılması,
b.
Cemaatin namazda huşu, ihlâs ve sükunetini bozmak gibi
veballeri vardır. Din görevlileri camiye saatlerle giren çan
seslerini keserek namazda huşu ve huzuru sağlamalıdır.[4]
Şimdi buradan din görevlilerine
sesleniyorum!
Lütfen camilerinizdeki
saatlerde bulunan bu çan sesini söktürün veya sökünüz.
Unutmayınız ki, cemaatinizden bu sesi dinleyen ve huzuru
bozulanların vebali sizin üzerinizde olacaktır. Onun için
vakit kaybetmeyiniz.
Haydi görev başına!
[2]
Hüseyin Algül, İslam Tarihi, Gonca Yayınevi, c.1,
s.335-336, İstanbul, 1986.
[3]
S. Ahmed Arvasi, Hasbihal, Burak Yayınevi, c.3. s.288., İstanbul,
1990.
[4]
Mevlüt Özcan, Din Görevlisinin El Kitabı, Sabır Yayınları,
2. Baskı, s.152,
İstanbul, 1987.