ÜÇ AYLARIN TOPLUM HAYATINDAKİ YERİ VE ÖNEMİ
Cenab-ı Allah, mekânlar içinde mukaddes mekânlar;
zamanlar içinde de mukaddes zamanlar yaratmıştır.
Zamanlar içinde yarattığı mukaddes zamanlardan birisi
de; Müslümanlarca üç aylar diye bilinen “Receb,
Şaban ve Ramazan” aylarıdır.
Dinî literatürümüzde de “üç aylar”ın müslümanlar için
değeri büyüktür.
Hayatın çeşitli sıkıntıları ile nefsin şiddetli
baskıları karşısında mücadelede yorgun düşen
ruhlarımızı böyle gün ve geceleri de ganimet bilerek
Cenab-ı Hakk’ın kulluk kapısına daha iştahlı ve daha
heyecanlı olarak yaklaştırmalı ve yeniden
tazelenmeliyiz. Esasen bütününün değerlendirilmesi
gereken mü’minin hayatı için böyle zamanlar ayrıca
yenilenme fırsatı olarak kabul edilmelidir. Mü’min bu
gecede öncelikle Allah Teâlâ’nın şu âyetini düşünerek
eğilmeli ve hayatı boyunca onu unutmayacak şekilde
kendisine rehber edinmelidir. Cenab-ı Allah:
“Ey inananlar! (Allah’ın
yasakladığı herşeyden Allah adına uzak durun ve)
Allah’tan sakının. Herkes yarın için (kıyamet günü
için) neler hazırladığına baksın. Allah’ın emirlerini
yerine getirmemek ve yasaklarına uymamak suretiyle
Allah’tan çekinin. Çünkü Allah, yaptıklarınızdan (en
ince noktasına kadar) haberdardır.”
buyurmaktadır.
Görülüyorki, Cenab-ı
Hak, insana yaptığı işlerine ve ibadetine göre değer
vermekte ve bu işleri ne maksatla yaptığına
bakmaktadır. Sevgili Peygamberimize hitaben:
“(Habibim) de ki: Eğer
duanız ve ibadetiniz olmasa, Rabbiniz size ne diye
değer versin...”
Milletimizin büyük çoğunluğu dînî gün ve gecelerimizi
sevinçle karşılarlar, tebrikleşirler, camilere
dolarlar.
Asırlardan beri bütün müslümanlar, pek feyizli,
bereketli ve birbirinden sevap ve fazilet bakımından
pek güzel ve bir nevi hasat mevsimi olan bu üç aylara
erişmenin manevî hazzını duymuşlar ve hatta birçok
kardeşlerimiz bu mübarek ayları oruçlu geçirmişlerdir.
Enes b. Mâlik (R.A.)’den bir rivayete göre
Peygamberimiz (S.A.V.) Receb ayı girdiğinde şöyle dua
ederdi:
“Ey Allahım! Receb ve
Şaban ayını bize mübarek kıl ve bizi Ramazan’a
ulaştır.”
Mübarek geceler, dînî eserlerde geçen “el-leyâlî
el-mübâreke” tabirinin tercümesi olup, kutlu
geceler, dinî yönden özel önemi olan geceler demektir.
Bu tabir, tekil şekliyle “leyle-i mübâreke”
şeklinde Kur’an-ı Kerim’de geçer.
Mübarek geceler denince, ülkemizde “Kandiller”
veya “Kandil Geceleri” tabir edilen (takvimdeki
sırasına göre) Regaib, Mirâc, Berat ve Kadir geceleri
kastedilir. Bunlar “leyl” (gece) kelimesi ile isim
tamlaması yapılarak Leyle-i Mirac (arapça:leyletü’l-mi’râc),
Leyle-i Kadir (arapça:leyletü’l-kadr)... şeklinde
anılırlar. Bunların yanısıra, her haftanın Cuma ve
Pazartesi günlerine bağlayan geceler ile Mevlid
gecesi, ramazan bayramı gecesi, kurban bayramı
geceleri, muharrem ayının ilk gecesi ve âşûrâ gecesi
gibi geceler de bu kapsamda kabul edilir. Bunların bir
kısmının özel öneme haiz olduğuna dair ayet ve
hadisler bulunmakla birlikte, bazılarına bu niteliğin
verilmesi dolaylı bir yorumla olmuş, bazıları hakkında
ise birçok uydurma hadis nakledilerek konu aslî
mecrasının dışına taşırılmıştır.
Üç aylar, kamerî aylardan Receb, Şaban ve Ramazan
aylarıdır.. Bu kutsal aylar, aynı zamanda “mübarek
gece” lerle doludur. Receb ayında; Regaib ve Mi’rac
gecesi var. Şaban ayında Berat gecesi; Ramazan ayında
bin aydan daha hayırlı olarak tarif edilen Kadir
gecesi.
Şimdi bu mübarek geceleri sırasıyla tanımaya
çalışalım:
1. Regâib Gecesi:
“Regâib” rağbet olunan, bol ihsan ve değerli hediyeler
demektir. Receb’in ilk Cuma gecesinde bu kabil ihsan
ve ikramlar beklenildiği için o geceye “Regâib
Gecesi” denmiştir. Bazı eserlerde Rasülullah’ın o
gece annesinin rahmine düştüğü kaydedilirse de bu
rivayet güvenilir naklî delillerle sabit olmadığı
gibi, Receb’in başı ile Rebîu’levvelin onikisi
arasındaki süre tabiî doğum süresinden az olduğu
cihetle mantıki açıdan da eleştirilmiştir. Bu durumu
izah için bazıları “bu gece annesinin ona hamileliğini
anladığı gündür” demişlerse de bunu doğrulayan bir
rivayet yoktur. Dolayısıyla, Regâib gecesi, Receb
ayının ilk Cuma gecesi olması sebebiyle, ibadet, taat
ve hayırlı işlerle tes’idi için daha bir özen
gösterilmesi tavsiye edilen bir gecedir. Konuya
ilişkin araştırmalarda kutlanmasına hicrî 480 yılında
başlandığı belirtilen bu geceye mahsus bir namaz
yoktur; bu konuda nakledilen rivayetlerin asılsız
olduğu belirlenmiştir.
2. Miraç Gecesi:
Mirâc, çıkılan yer ya da çıkma aleti ve merdiven
demektir. Hz. Muhammed (S.A.V.)’in hicretten bir süre
önce, Allah’ın emri ile Mescid-i Haram’dan alınıp,
Mescid-i Aksa’ya götürüldüğü, oradan semaları
katederek Rabbine yükseltildiği tarihen sabit, bir
kısmı Kur’anda, bir kısmı da sünnette anlatılan gerçek
bir olaydır ve buna “mirâç” denir. İslâm bilginlerinin
büyük çoğunluğu Mirac’ın Recep ayının 27. Gecesi nde
gerçekleşmiş olduğu kanaatindedir. Beşeriyetin
kurtarıcısının fevkalâde taltiflere ve manevî
hediyeler mazhar olduğu böyle bir zaman dilimine
müslümanların çok değer vermeleri tabiidir ve eskiden
beri bu gece “Mirac Gecesi” adıyla
kutlanagelmiştir.
Bu gece münasebetiyle, Mirac olayının öncesinde ve
sonrasında Hz. Peygamber’in ve ashabının tevhid
mücadelesi uğrunda katlandıkları eziyet ve sıkıntılar
hatırlanmalı, Rasûlullah’ın örnek hayatı gözden
geçirilmelidir, sosyal yardımlaşma ve dayanışmaya özel
bir önem verilmeli, namaz, Kur’an tilaveti, zikir,
tesbih ve istiğfarla gecenin feyzinden yararlanılmaya
çalışılmalıdır. Bu geceye ait ibadetler hakkında
nakledilen hadislerin asılsız olduğu tesbit
edilmiştir. O yüzden bu gece için maayyen rekatları
olan namaz kılınması dinî dayanaktan yoksun bir iş
olur.
3. Berat Gecesi:
Berât, berâet (“el-berâ’e”) kelimesinin türkçedeki
kullanışı olup; berî olma, aklanma, temiz ve suçsuz
çıkmak demektir. Kamerî aylardan olan Şaban’ın
onbeşinci gecesini değerlendirenler de tevbe ve
istiğfarlarla günahlardan temizlenip, arındıkları için
o geceye Berât Gecesi anlamında “Leyle-i Berât”
denmiştir. Sahih bir hadise dayandırılmamakla beraber
bu gecenin mübarek bir gece olduğu ve bir ibadet şekli
belirlenmeden değerlendirilmesinde büyük faziletlerin
bulunduğu alimler tarafından genellikle kabul
edilegelmiştir. Çünkü Duhan suresinde sözü edilen
“Mübarek bir gece” den maksat her ne kadar ekseriyetle
(ve sahih görüşe) göre Kadir Gecesi ise de, bunun
Şaban’ın onbeşinci gecesi olduğu görüşünde olanlar
vardır ve bu görüş de seleften nakledilmektedir.
Şu kadar var ki, Beraet gecesine ait ibadet ve
namazlardan söz eden hadislerin hepsinin uydurma
olduğu hususunda hadis bilginleri görüş birliği
içindedir. Bu sebeple, bu gece için on iki, on dört,
yüz rekât gibi muayyen rekâtları olan namaz kılınması
dinî dayanaktan yoksun bir iş olur. Fakat gecenin
manevî değerine binaen, namaz, Kur’an tilâveti, zikir,
tesbih ve istiğfarlarla geçirilmesi, bu gece
vesilesiyle muhtaçlara yardım ve benzeri hayırlı
amellere özel bir önem verilmesi müstehaptır.
4. Kadir Gecesi:
Kur’an-ı Kerim’de ismen geçmekte ve hakkında müstakil
bir sûre (Kadir sûresi) bulunmaktadır. Duhân sûresinin
üçüncü ayetinde sözü edilen “Mübarek bir Gece”
den maksat da tefsircilerin çoğunluğuna göre Kadir
Gecesi olduğundan bu gece hakkında “Mübarek Gece”
nitelemesinin bizzat Yüce Allah tarafından yapılmış
olduğu söylenebilir. “Mübarek” kutlu bereketli
ve hayrı bol, kutsî değeri olan demektir. Kadir
sûresinde bu geceden tazimle söz edilir ve “bin aydan
hayırlı, meleklerin ve Ruhu’l-Kudüs’ün indiği, tâ
fecre dek esenlik dolu bir gece” olduğu anlatılır;
özellikle Kur’an’ın o gecede indirildiği vurgulanır.
“Kadir” kelimesi sözlükte, güç yetirmek manasının
yanısıra; hüküm, takdir, şeref, ululuk ve tazyik gibi
anlamlara da gelir. “Kadir Gecesi” nde bu manaların
her biri mevcuttur.
Kadir sûresinde
Kur’an’ın bu gecede indirildiği, Bakara sûresinde de
ramazan ayında indirildiği belirtilir. Buna göre,
Kadir gecesinin ramazan ayı içerinde olduğu açıktır.
Hadis-i şeriflerdeki bilgilerden hareketle Kadir
gecesinin ramazanın hangi gecesine denk geldiği
kesinkes söylenememekle beraber, bunun yirmi yedinci
gece olduğunda ittifaka yakın bir kanaat mevcuttur.
Zamanının kesin olarak bildirilmemesi insanların ona
güvenip diğer zamanlarda kulluk görevlerini ihmal
etmemelerinin hedeflenmesi gibi bazı hikmetlerle
açıklanmıştır.
Bir hadis-i şerifte: “Kim inanarak ve sadece Allah
rızası için Kadir gecesinde kalkarsa (o geceyi ihya
eder, değerlendirirse) geçmiş günahları bağışlanır.”
buyurulur. Bu gecede kalkıldığında, gecenin nasıl ihya
edileceği ayetlerde ve hadislerde açıklanmadığına göre
bu, mü’minin kendisine bırakılmıştır. Namaz, dua ve
istiğfar, tefekkür ve zikir, Kur’an okumak, muhtaçlara
yardım etmek, yakınlarının ve din kardeşlerinin
gönüllerini almak gibi ameller en güzel değerlendirme
yollarıdır. Resulullah bunların herbirini yaptığına
göre bu geceyi değerlendirmek isteyenler de aynı yolu
izlemelidirler. Kaynaklarda Hz. Peygamber’in, bu
geceye denk gelebilmek için ibadet ve taate ayrılan
bir program içinde ramazanın son on gününü itikâfla
geçirdiği kaydedilir. Bu gecenin feyzinden yoksun
kalmak istemeyen mü’min, hiç değilse yatsı (teravih)
ve sabah namazlarını cemaatle kılmaya gayret etmeli,
din kardeşleri ile birlikte yapılan dualara
katılmalıdır. Kadir gecesinden söz eden hadiste:
“Ondan mahrum olan çok büyük şeyden mahrum olmuştur”
buyurulur.
Üç aylarda, üç hususun vurgulandığını görmekteyiz ki,
bunlar; Gece, Peygamber ve Kur’an’dır.
GECE:
Allah’ın varlığını ve tekliğini gösteren ayet (delil)lerden
biri sayılan gece (leyl) O’nun kasemine de konu olmuş
bir zaman parçasıdır.
Bu mübarek geceler Yüce kitabımız Kur’an’da “Leyle-i
Mübarek, Leyle-i İsra ve Leyle-i Kadir” gibi
tamlamalarla kullanılmıştır. Bu ifadelerle altı
çizilmek istenen “gece kavramı” dır.
Mukaddes ve eşsiz kitabımız Kur’an-ı Kerim gece nâzil
olmaya başlamış ve indiği gece gecelerin sultanı,
indiği ay ayların sultanı, indiği Peygamber Resullerin
Sultanı ve indiği ümmet de ümmetlerin sultanı
olmuştur.
Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya, oradan semalara
yapılan:
“O kadar (yaklaştı) ki
iki yay arası kadar, hatta daha yakın oldu.”
Ayetinde ifadesini bulan nokta da Allah katına konuk
olan Efendimiz’in bu esrarengiz yolculuğuna “İsra ve
Mirac” ismi verilmiştir ki, gece vuku bulmuştur.
İslam’ın devlete yolculuğu diye ifade edebileceğimiz
Hicret, gece başlamıştır.
Böylesine büyük olaylara sahne olan gece, fertlerin
şahsiyet eğitiminde ve iç zenginliği elde
etmelelerinde önemli bir zaman unsurudur. Bu itibarla
olmalı ki, Rasulullah (S.A.V.)’e risaletin ilk
yıllarında şöyle çağrıda bulunmuştur.
“Ey örtüsüne bürünen
(sarılan) Peygamber! Kalk ve azı hariç, uzun uzun
ibadet et.”
Rivayete göre şanlı Peygamberimiz seçkin arkadaşları
beş vakit namazın farziyyetinden önce (ki on yıllık
süre içinde) zorunlu olarak gece (teheccüd) namazına
devam etmişlerdir. Bu, İslam’ın tüm yükünü omuzlarında
taşıyacak olan çekirdek kadronun şahsiyet eğitiminin
ifadesidir.
“Gecenin bir kısmında
uyanarak, sana mahsus bir nafile (teheccüd) namaz
kıl.”
“O’na secde et ve uzun
uzun gecelerde O’nu tesbih et.”
ayetleri ile Allah Rasülüne talimat verilmiş ve:
“Geceleri pek az
uyurlardı. Onlar seherlerde istiğfarda bulunurlardı.”
buyruğu ile de olgun
müslümanların özelliklerinden bahsedilmiştir.
Gecenin bereketli anlarından yararlanmayı gaye edinen
Efendimiz mecbur kalmadıkça yatsıdan hemen sonra
yatmaya özen göstermiş ve buna ters davranışı da hoş
görmemiştir. Bununla İslam’ın zamanı kullanmada
sabahçı, çağdaş zaman anlayışının ise akşamcı olduğu
söylenebilir.
Özetle mü’min gecenin âbidi, gündüzün yiğidi olmaya
talip olmalı, gecesini diriltemeyenin de ölü
sayılacağı bilinmelidir.
PEYGAMBER:
Üç aylarda vurgulanmak istenen ikinci husus Peygamber,
üçüncüsü de Kur’an’dır. Bu durumda Hz. Muhammed
(S.A.V.) hem gecenin hem de Kur’an’ın konusudur. Yani
ikisinde de kahraman Efendimiz (S.A.V.)’dir. Hem de
ikisini kullanmakla, yaşamakla ve hazmetmekle yükümlü
kahraman... Gece ve Kur’an ile barışık ve tanışık
olmayan Peygamber düşünmek mümkün olmadığı gibi, tersi
de mümkün değildir. Bu nedenle gece ona örtü, Kur’an
ona hilye olmuştur. Şairin biri de bu gerçeği ifade
ederken:
“Allah lisanıyla
söylenmiş hilyedir sana Kur’an” demiştir. Yani lafzî Kur’an okuduğumuz, canlı Kur’an
gördüğümüz Peygamberdir.
KUR’AN:
Kur’an, Peygamber (S.A.V.)’e gece inmeye başlamış,
Peygamberimiz de onu gece yaşayarak âbid, gündüz de
yiğit olmuştur. Üçü de âşıkı ve mâşuku
durumundadırlar.
Özetle olgun mü’minlerin yolu Kur’an, Hz. Peygamber ve
gece üçlüsüyle tanışmak, sevişmek ve kucaklaşmak
olmalıdır. Ki bu ermenin ve olmanın da yoludur. İşte
“üç aylar” ile verilmek istenen asıl mesaj budur.
ÜÇ AYLAR BİZİ DÜŞÜNMEYE SEVKETMELİ
Mübarek üç aylar içinde kutlanan gecelerimizde, bugün
için de güzel manzaralarımız camilerimizde görülür.
Minareler ışıklandırılır. Mü’minler de arka bölmelere
varıncaya kadar camilerin her yerinde diz çöker,
namazdan önce yapılan gecenin önemini içeren konuşmayı
dinlerler. Herkes huşû içinde ruhunu yücelere
yükseltmiş, bir nevi yaratılış sırrındaki espriyi
yakalamaya çalışmaktadır.
Her mü’min, içinden yükselen şu sesi cevaplamakla
meşguldür:
Ben neyim? Niçin bu âleme gönderildim? Yaratılışımdaki
esrar nedir? Belli bir süre yaşayan insan, kendisine
verilen süreyi doldurunca niçin bu âlemi
terketmektedir? Günah nedir? Sevap nedir? Yapılınca
içinini tırmalandığını hissettiğin hallerde günah mı
işlemiş oluyorsun? Bunun aksine; huzurlu olunca
yaptıklarından dolayı sevap mı kazanıyorsun? Güzel
kitabımız Kur’an bizlere neler emrediyor? Okunduğu
zaman bile insanın gönlüne inşirah veren bu ses nedir?
Seslerdeki mananın kaynağı neresidir? Şu kadar yıldır
insanlar bu sese niçin doymuyorlar? Gönüller susadığı
zaman niçin Kur’an’a yöneliyor? Bu Kur’an niçin hiçbir
zaman eskimiyor, berraklığı kaybolmuyor?
Daha birçok sorular... sorular...
Mü’minler daha nicelerini düşünürken mübarek gecenin
bereketiyle yatsı namazların kılarlar. Namazı takiben
tebrikleşirler, dağılırlar, evlerine çekilirler.
Kur’an okunur, kaza namazları kılınır. Bu hal, tan
yeri ağarıncaya kadar devam eder.
Mübarek gecelerimizin hemen hepsinde bu manzaraları
yaşarız. Mü’minler şarza bağlanmış bir akü misali bu
gecelerde enerji ile yüklenirler. Bu enerji manevi bir
güçtür, onun küçük bir zerresi, idraki olanı sonsuza
uçurur. Rabbine kavuşturur. İyiliklere, güzelliklere
koşturrur. Onun için müslümanlar, bu mübarek gecelere
kavuşmayı çok arzu ederler, sevinirler, dolup
taşarlar.
ÜÇ AYLAR BİR MAHASEBE AYIDIR
Üç aylar, kendimizi denetleme, değerlendirme
bakımından çok önemlidir. Bir kere daha geçmişimizin
muhasebesini yapıp, geleceğe hazırlıklı olmanın
tedbirlerini almalı ve sormalıyız:
“Ey Allah’ı seviyorum diyen insan! Borçlu olduğun
kulluk vazifeni yapabiliyor musun?
Peygamberi seviyorum diyen müslüman! Onun sünnetini,
ahlâkını yaşıyor musun?
Kitabım Kur’an’dır dediğin halde emirlerine sarılıp
yasaklarından kaçınıyor musun?
Allah’ın nimetlerini yediğin halde şükrünü yerine
getiriyor musun?
Şeytanın düşman olduğunu Kur’an söylüyor, sen de
biliyorsun. İman gücün ile karşı koyabiliyor musun?
Cennet haktır dediğin, inandığın ve onu arzuladığın
halde ona lâyık neyin var?
Cehennem de haktır diyorsun –haklı olarak-
korkuyorsun. Ama cehenneme sokacak kötülüklerden uzak
durabiliyor musun?
Ölümün hak olduğunda da şüphe yok. Şu an ölüme hazır
mısın?
Kendi suçlarını düzeltip tevbe etmek varken, onun
bunun ayıbıyla neden uğraşıyorsun?
Geçen yılın bu mübarek günlerinde beraber olduğun
halde, şu anda göremediğin eşin, dostun, akraba ve
arkadaşlarını düşünüp kendine çeki-düzen verebiliyor
musun?
Hep kendin için çalıştın, durdun. Bugüne kadar
İslâm’ın yaşanmasına katkıda bulunacak bir hizmetin
var mı? Kaç kişiyi müslüman yaptın? Kaç yetimin başını
okşadın, karnını doyurdun, üstünü giydirdin? Senden
sonra insanlığa hizmet edecek, malından, ilminden,
neslinden ve örnek ahlâkından bir evlât kazanabildin
mi?
Evet, bütün bunları kendimize sorup bir durum
değerlendirmesi yapmak, bu mübarek günlerin, gecelerin
ve ayların şuuruna varmak demektir. Her an günah
lekeleriyle kirlenen dudakları duaya, gönülleri
dergâha yöneltmek için verilmiş olan büyük bir
fırsattır. İnsanların hayat defterine hayırların
kaydedilmesine, hataların affedilmesine, sevapların
verilmesine vesile teşkil eden bir nimettir.
ÜÇ AYLARIN TOPLUM HAYATINDAKİ YERİ
Üç ayların, mübarek gün ve gecelerin, halka mal olup
zihinlerde yer edebilmeleri için şimdiye kadar
alışılagelmiş anlamını ve değerlendirme usûlünü
muhafaza etmekle birlikte yeni bazı unsurlar da katma
gereğine inanmaktayız. Bu cümleden olmak üzere, fert
olarak yapabileceğimiz pratik birkaç noktayı, şahsî
mülâhaza olarak arzetmek istiyoruz.
Aile İçinde Mübarek
Günler:
Aile eğitiminde direkt olarak anlatma ile birlikte
“pasif eğitim” denebilecek dolaylı anlatmanın da önemi
inkâr edilemez. Dolayısıyla, mübarek günlerin manasını
ve o günlerde cereyan eden olayları, muteber
kaynaklardan aile fertlerine anlatıp ibadet temposunu
diğer günlere nazaran artırmanın yanısıra şu işler de
yapılabilir.
Maddî imkânlar elveriyorsa fazladan, elvermiyorsa,
almak mecburiyetinde olduğumuz bir şeyi, “o günün
hatırasına bir hediye” olarak aile fertlerimize takdim
edebiliriz. Böylece, özellikle çocukların zihninde, o
gün daha etkili bir şekilde yer edecektir. “Babam bana
bu ayakkabıyı, Berat Gecesi hediyesi olarak aldı”
diyerek, o günün dğer arkadaşlarının zihninde de bir
yer işgal etmesine sebebiyet verecektir. Hanımımıza
böyle bir hediye takdim etmemiz, hem sevgi bağlarını
perçinleyecek hem de komşu ve akrabalar da uzun süre o
günün hatırasını canlı tutarak konuşulmasına neden
olacaktır. İslâmî hayatla tanışmasını istediğimiz bir
insana, o günün hatırasına vereceğimiz hediye iise
daha ulvî duyguların coşmasına ve belki de iman
kurtarmaya sebep olabileceği gibi, ulaşmakta zorluk
çektiğimiz kişilerle irtibat kurmaya da vesile
olacaktır. Ayrıca, birbirine kırılmış akraba ve
dostların, daha geniş manada Müslümanların
barışmasını, o günleri de vesile kılarak sağlarsak,
bir taşla iki kuş vurmuş ve o günü zihinlere nakşetmiş
oluruz.
Daha önce düşündüğümüz akraba ve komşu davetini o günü
denk getirerek, hem yapacağımız şeyi yapmış olur hem
de o günün hatırasına yaptığımızı hissettirip
zihinlerde kalmasına çalışırız. Çocuklarımız o gün
vesilesiyle arkadaşlarını yemeğe davet edebilirler.
Bir de imkânımız ölçüsünde onlara yine o gün adına
birer hediye takdim edersek gönüllerine girmek için
geniş bir kapı açarız kanaatindeyiz. Bunun arkasından
gelebilecek bir İslâmî tebliğe de hazır hale gelirler.
İşin en önemli tarafı, bütün bu hediyeleşme, davet ve
geziler yapılırken, mübarek bir gün adına
yapıldığından ötürü, dinin yasakladığı hal, hareket ve
sözlerden de mecburî olarak kaçınılmış olacaktır.
Çocuklarımıza ileride gelecek mübarek bir günde açıp
içindeki paralarla yine o günün münasebetiyle
harcamalarını sağlayacak bir kumbara edindirebiliriz.
Çocuk, hem de o günü sık sık zihninde evirip çevirir,
hem de alışılmış olur. Arkadaşlarına o gün hediyeler
alabileceğini ve bazı ihtiyaçlarını
karşılayabileceğini de hatırlatmış olur. Bütün
bunlarla çocuk, bizim günlerimize önem vermiş,
istenmeyen gün ve gecelerle ilgilenmesine sebep veren
boşluklarını doldurmuş ve Batı kültürü karşısında
duyduğu ezikliği de bertaraf etmiş olur. Çocuğun rûhî
terbiyesi açısından önemli bir faktör olan aşağılık
kompleksinden onu kurtarmak bilmem ki, başka hangi
yolla mümkün olur. Aile çevremizle yapabileceğimiz
benzeri başka hususları da eklemek mümkündür.
Çarşı ve Pazarda Mübarek Günler:
Mübarek günlerde yapılması alışılagelen hususların
yanısıra o günlere ait genel bir havayı estirip
devamını sağlamak için çarşı ve pazarda da değişik
bazı girişimlerde bulunulabilir, kanaatini taşıyoruz.
Bir iki noktayı, benzer ve daha güzellerine misal
teşkil etmesi gayesiyle zikretmek istiyoruz:
Büyük firmaların planladıkları kampanyaları, yakın bir
mübarek günün adıyla yapmaları ve kampanya gereği
zaten bastırıp dağıtma durumunda oldukları broşür ve
afişlerde o günü zikretmeleri düşünülebilir. Böylece
geniş kitlelere o günü ismen de olsa ulaştırma imkânı
olur, hem de o günün bereketinden –niyete göre- manevî
olarak yararlanmış oluruz.
Büyük firma olmayan müstakil ferdî mağazaların da o
günü vesile edinerek indirimli satışlar yapmaları ve
bunu afişler asarak, broşürler dağıtarak hatta radyo
ve televizyonda reklam yaptırarak halka duyurmaları
yine bir taşla iki kuş vurmaya sebebiyet verebilir.
Yılda üç-beş defa tekrarlanacak olan bu iş, geniş halk
kitlelerinin zihninde o günü silinmez harflerle
yazdırabilir. Belki de zaman içinde halk, o günlere
alışverişlerini bile erteleyebilir. Bunun
gerçekleşmesi durumunda bize ait günler diğerlerinin
karşısında hakettikleri yere oturmuş olurlar.
İş sahiplerinin gazetelere verdikleri
reklam tebriklerinin yanısıra, prosedürüne uygun bir
şekilde bez tebrik afişleri asmaları da düşünülecek
hususlardan biri olabilir. Her caddede birkaç afişin
birer hafta bile olsa, askıda kaldığını hesaba katınca
faydasını tartışmaya mahal kalmaz kanaatindeyiz. Yine
o günlere mahsus olmak üzere, alışveriş yapsın
yapmasın, gelen her müşterinin kandilini tebrik edip
bir çikolata ikram etmek, “medenî bir insan” yüklediği
bir görev sayılabileceği gibi, hem bir centilmenlik
hem de o günü hatırlatmanın en güzel yollarından biri
olarak düşünülebilir. (...)
Tebrik kartı ve mübarek gecelerde tebrikleşme
Mübarek gün ve geceler münasebetiyle tebrik kartı
postalamak ve telefon etmek öteden beri yapılan
tatbikatlardan biridir. Ancak bu işin daha yoğun ve
fertlerin bütünü tarafından gerçekleştirilmesi fayda
ve tesirini genelleştirir.
Kendisine bir mesaj ulaştırmak istediğimiz kişilere,
seçeceğimiz kartlar ve arkasına yazacağımız bir iki
cümle ile bir şeyler anlatmış oluruz.
Gelişen teknolojiyi de takip ettiğimizde,
bilgisayarımızın başında otururken, sevdiklerimize,
elektronik posta ile mesaj göndermek saniyelik bir
işten ibarettir.
Çocuklar ve gençler de akraba ve arkadaşlarına bu
günleri kart ve telefonlarla hatırlatmşı olacakları
gibi zihinlerine de nakşetmiş olurlar. Bu kartlarla
birlikte özellikle İslam’dan fazla haberdar olmayan
kişilere, yarım sayfalık bir İslami bilgi de
gönderirsek tebliğ görevimizin bir noktasını yerine
getirmiş olabiliriz. Bu kart ve telefonların bizimle
aynı çizgide bulunan insanlardan ziyade, İslami
tebliğe muhtaç kişilere yönlendirilmesi, ayrı bir önem
taşımaktadır. Bu günlere has bir kart kültürü
geliştirmek de mümkündür.
Ferdi hayatımızda mübarek
günler:
Mübarek gün ve geceler, manevî birer ticaret
hükmündedir. O günlerde tükenmez hazinelerin sahibi
olan Allah, bire bin, yedi yüz bin... vermektedir.
Zirve seviyede manevî bir kârla ahirete gitmek azminde
olan bizler, bu günleri yine zirve seviyede
değerlendirme yoluna gitmeliyiz.
ÜÇ AYLARI DEĞERLENDİRME YOLLARI
1.
İyi Bir Muhasebe, Tevbe ve İstiğfar:
Cenab-ı Hakk’ın
“Hiç düşünmez misininiz?”
“Umulur ki tefekkür
edersiniz”
ayetleri ve
“Hesaba çekilmeden önce
kendinizi hesaba çekiniz”
hadisi şerifi...
Muhasebe, akıl nimetinin sahibi insanoğlu tarafından
hayatın bütün safhasında yapılması zorunlu bir
olgudur. Böylece akıl şeytanca işlerde değil, faydalı
ve gerekli yerlerde kullanılmış olacaktır. İyi bir
muhasebe (oto kontrol veya nefs muhasebesi) fert ve
toplum, hatta ülke ve dünya çapında nice sağlıklı
adımların atılmasına yardımcı olacaktır. Eksiklikleri
tesbite ve bilinmeyeenleri keşfe götüren bu yol,
başkasında eksik ve ayıp aramaya fırsat da bırakmaz.
Bu nedenle, bir saatlik tefekkür nice yılların nafile
ibadetine denk kabul edilmiştir.
Muhasebe, insana kendini seyretme imkânını sağlayan
şeffaf ayna mesabesindedir. Bu iş, din, akıl ve vicdan
gibi üç temel ölçünün kabul ettiği prensipler
çerçevesinde yapılmalıdır.
Hülâsa, beşer hastanesinde “muhasebe aracı” ile
hastalıkların teşhis ve tesbiti yapılacak, tevbe,
istiğfar ve ümit ilaçlarıyla tedavi sağlayacak ve
beşer bünyesi hayatî sağlığına kavuşacaktır.
1.
Kur’an Üzerinde Çalışma:
Bu çalışma; Kur’an okumayı öğrenme ve öğretme, anlama
ve anlatma, yaşama ve yaşatma, düşünme ve düşündürme
tarzında çok yönlüdür. Kur’an üzerinde yapacağımız bu
ve benzeri çalışmalara bugün her yönden daha çok
ihtiyacımız vardır.
Kur’an bu aylarda nazil olmaya başladığına göre,
ibadet bilinci içinde Kur’an üzerinde metotlu
çalışmalara öncelik vermeliyiz. Kur’an: “Sağlam kulp”
ve “Allah’ın ipi” dir.
Bu itibarla onun içine girmeden başka bir deyimle
Kur’an dünyasına girmeden İslam dünyasına girmeden,
İslam dünyasına girmemiz ve Allah rızası ve sevgisine
ermemiz mümkün değildir.
Günümüz müslümanlarının Kur’an noktasında yapmaları
gereken husus, onun anlamı ve muhtevasına yönelik
çalışmalardır. Bunun da ilk yolu Allah’ın ayetleri
üzerinde düşünmektedir. Nitekim bazı ayetlerde:
“Kur’an üzerinde
düşünmezler mi?”
“Sana indirdiğimiz
mübarek kitap ayetlerini düşünsünler ve aklı olanlar
öğüt alsınlar diye indirdik.”
Kur’an her ne kadar sevap amacıyla okunabilse de, onu
anlamaya çalışarak okumanın daha çok sevap ve asıl
gayeye daha çok uygun olduğu gerçeği gözden uzak
tutulmamalıdır. Hatta yaşama ve yaşatma maksadının
bunlardan da önemli olduğu söylenebilir. Bu gerçek,
bir ayette şöyle ifade idilir:
“Tevratla yükümlü
tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerce
kitap taşıyan merkebin durumu gibdir.”
Ayette; Tevrat’ı yüklenip taşıyan fakat onunla amel
etmeyen yahudiler, kitap taşıyan eşeğe benzetilmiştir.
Bu teşbihten anlaşıldığı gibi kitap, insanlara amel
edilmesi için gönderilmiştir. Aksi halde yük olmaktan
öte bir fayda sağlamayacaktır.
Allahü Teala bu ayetle biz Kur’an müntesipleri ikaz
etmek istemiştir. Tevrat’ın başına gelen o açı durum
son ilâhi mesaj olan Kur’an’ın başına da gelmesin
diye. Buna rağmen bizler, günümüzde hatimcilik,
mukabelecilik, kırk yasin ve ölü okumaları gibi
geleneklerle iktifa etmekteyiz.
Sevgili Peygamberimizin fiili sünneti olan bunlardan
her biri maalesef günümüzde moda olmanın ötesinde
ciddî bir fayda sağlanamamaktadır. Bu haliyle bunlar
Kur’an’ın evrensel mesajına ters düşmektedirler.
Dolayısıyla bu kadarıyla yetinmek ve faydalı hale
getirmek için gayret göstermemek, üstelik insanları
bunlara teşvik edip çıkar sağlamak büyük bir vebaldır.
Yüce Kur’an’ı amaç ve evrensel mesajının dışında
kullanarak ellerde dolaştırmanın sancısını duyan
Mehmed Akif, onun mezarlıkta okunmak ve fal bakmak
için indirilmediğini vurgulayarak ızdırabını dile
getirmiş ve asıl gayesini şu ifadelerle haykırmıştır:
“Doğrudan doğruyu
Kur’an’dan alıp ilhamı,
Asrın idrakine
söyletmeliyiz İslam’ı”
Bu üç aylarda Kur’an’ın tercümesini okumayı da
düşünmeliyiz. En azından bir defa Kur’an’ı anlamaya
çalışmalıyız. Üç aylar, Kur’an’la tanışacağımız bir
dönem olmalıdır.
KUR’AN AYI OLAN RAMAZAN’DA KUR’AN OKUYOR MUYUZ?
Ramazan ayı Kur’an ayıdır. Ramazan’da hemen her ibadet
hem de en çok yapılır.
Beş vakit namaza ilâveten her akşam 20 rekat teravih
namazı, hem de cemaatle kılınır.
Mü’minler zekatlarını büyük bir çoğunlukla bu ayda
verirler.
Bu ayda umreye giden müslümanlar, nerede ise hacca
giden müslümanların sayısına yaklaşır.
Oruç ise zaten bu ayın ibadetidir.x
Demek oluyor ki İslam’ın beş şartı olan ibadetlerin
tamamı en çok bu ayda yapılmaktadır.
Onun için Ramazan’a ibadetler ayı demek, doğru bir
isimlendirme olur.
Bütün bunlar doğru. Ancak bir başka doğru var ki
Kur’an ayı olan Ramazan’da Kur’an en çok okunur.
Herkes tek tek hatim indirmeye çalışır.
Ne demek Kur’an okumak? Kur’an okumak onu anlamak;
mesajlarını, ilâhi mesajı algılamaktır.
Biliyoruz ki, Kur’an sadece böyle okunsun diye
gelmedi.x
Kur’an okunsun, anlaşılsın, üzerine düşünülsün ve
ondan ders alınsın diye geldi. Kur’an hidayettir. Yani
insanı en doğruya yöneltendir.
Kur’an’ı anlamazsak, onun hidayetinden nasıl
yararlanacağız?
Öyle ise her gün okuduğumuz kadarının, anladığımız
meâlini de okumalıyız.
Her gün okuduğumuz veya dinlediğimiz kadarının meâlini
okumayabiliriz. O zaman hiç olmazsa senede bir, hiç
olmazsa bir meâl hatmi yapmalıyız.
Hele hele Kur’an’ı bir kere olsun başından sonuna
kadar anlayıp okumadan bu dünyadan göç etmemeliyiz.
Zira biliyoruz ki Kur’an Allah’ın bize gönderdiği
kutsal mektuptur.
Allah o mektubu bir cemaate, bir millete değil; tek
tek her insana gönderdi. O kutsal mektubu bana gelmiş
bir mektup olarak okumalı, anlamalı ve ondan
yararlanmalıyız.
1.Nafile İbadetleri
Çoğaltma:
Zamanımızda “Üç aylar” kış mevsimine rastlamaktadır.
Efendimiz (S.A.V.)’in ifadesiyle:x
“Kış mevsimi, mü’minin ilkbaharıdır.”
Bu itibarla üç ayları bahara dönüştürmek için namaz,
oruç ve benzeri nafile ibadetleri artırmak gerekir.
Zira namaz kötülüklere sed, oruç takva aracıdır.
İbadetleri artırmada şöyle bir yol izlenebilir.
Evvelâ farz olan namaz ve oruçların vaktinde edalarına
önem verilmeli ve kazaya bırakılmamalıdır. Buna rağmen
kaza durumu söz konusu olursa ilk fırsatta o yerine
getirilmelidir.
İkinci olarak, namaz ve oruç ile ilgili kazalar tesbit
edilmeli ve bir yere not edilerek yavaş yavaş ikmal
edilmelidir. Kuvvetli ve farzlara tabi olan revâtip
sünnetler hariç kazalar ile meşgul olmak daha uygun
bir yoldur.
Üçüncü olarak, namaz, oruç ve benezeri nafileleri
çoğaltmaya itina göstermeliyiz.
Oruçta; Pazartesi ve Perşembe, kamerî ayın 13, 14 ve
14. Günleri, mübarek gecelerin öncesi ve sonrası, bir
gün oruç bir gün iftar (Savm-ı Davud) veya tamamı
şeklinde bir yol izlenebilir.
Bilindiği üzere Hz. Peygamber Receb’in tamamını oruçlu
geçirmemiş ama Şaban’ın tamamını genel olarak oruçlu
geçirmişler ve Ramazan’la birleştirmişlerdir.
Ülkemizde çok yaygın olan üç aylar (ın tamamını
aralıksız tutma) anlayışı sünnetlerde yoktur. Buna
rağmen tutulması halinde günah da söz konusu değildir.
Bilakis sevap vardır. Ancak bunu sürekli yapanların
sünnet bilinci ile bazen ara vermeleri sünnetin genel
amacına daha uygundur. Çünkü sünnet bilinci
ibadetlerin gelenek ve modaya dönüşmesine mâni olur.
Keffaret oruçları bu aylarda tutulabilir.
Namaz ile ilgili naafilelerde revatip sünnetlerden
sonra önceliği gece (teheccüd) namazlarına vermek daha
iyidir. Daha önce de işaret ettiğimiz gibi gece, üç
aylarda vurgulanan üç husustan biridir. Geceleri
değerlendirmenin yegane yolu namaz değildir. Namazın
dışında en güzel gec ibadeti şüphesiz ilimdir.
Mübarek geceleri ibadet noktasında daha güzel
değerlendirmek için bilindiği gibi eski ve yeni birçok
kaynakta bu gecelere mahsus namazlardan
bahsedilmiştir. Özel ilmihal kitaplarında, üç aylar ve
faziletlerine yer verilmiş ve tarifleri yapılmıştır.
Bu özel namazların isim ve tariflerini ilgili eserlere
havale ederek, günümüz İslam hukukçularından
“Delilleriyle İslam İlmihali” adlı eserin sahibi Prof.
Dr. Hamdi DÖNDÜREN’in şu açıklamalarına yer vermek
istiyorum:
“Belirtilen mübarek gecelerde ümmet için kılınacak
özel bir namaz nasslarda bulunmamakla birlikte, bu
gecelerin fazileti ve yapılacak duaların kabul edilme
ümidinin fazla olması sebebiyle diğer gecelere göre
daha iyi bir şekilde bunların ihya edilmesi gerekir.
Özellikle kaza namazı kılma, gece namazını artırma,
Kur’an-ı Kerim okuma, tesbih, zikir ve dua ile bu
geceleri ihya etmektir. Diğer yandan gündüzü oruçlu
geçirmek, hakkı bulunan kimselerle helalleşmek,
yoksulları gözetmek, hayır, hasenat yapmak da bu
günlerin en güzel ihya şeklidir. Bu gecelerde, nafile
namazın en az iki rekat olmak üzere, istenildiği kadar
kılınması büyük ecir kazandırır.
Hz. Aişe (r.anhâ)’nın: Ey Allah’ın Rasula bir gecenin
Kadir gecesi olduğunu anlarsam nasıl dua edeyim?,
sorusuna karşılık Rasulüllah’ın (S.A.V.)’in şu şekilde
dua etmesini tavsiye ettiği bildirilmiştir:
“Allahım! Şüphesiz sen
affedicisin, affı seversin. Beni affet”
Mübarek gecelerde özel namazı olmayan Allah Rasülü’nün
Ramazan’da teravih ve itikaf denilen ibadeti vardır.
2.
Malî ibadetleri Çoğaltma:
Öteden beri olgun mü’minler zekatı bu aylardan
birinde, özellikle Ramazan’da vermişlerdir. Sadaka-i
Fıtır, Ramazan’a has bir mâlî mükellefiyettir. Mâlî
ibadetler şüphesiz bu ikisinden ibaret değildir.
Yedirme, içirme, giydirme, borç verme, hayır
müesselerine yardım etmek vs. gibi infak kapsamına
giren her davranış mâlî ibadetlerden sayılır. Cihad
ayetlerinde:
“Mallarınızla ve
canlarınızla”
şeklinde mallara öncelik verilmesi de dikkat
çekicidir.
Mal konusunda cömert olmayan can konusunda hiç cömert
olamaz. Cömert olmayanın da cennette yeri yoktur. İşte
bu aylar cimrilikten arınmak için birer fırsattır.
Kur’an’da özellikle sevilen şeylerin verilmesine
işaret edilmiş ve bu anlamlı verme olayına “birr”
denmiştir.
3.
Hz. Muhammed (S.A.V.)’İ Daha İyi
Tanımaya Yönelik Çalışma:
Üç aylarda meydana gelen olayların kahramanı Sevgili
Peygamberimizdir. Mübarek geceler onun hayatında vuku
bulan önemli olayların ismi olmuş, yüce kitabımız
Kur’an bu aylarda nazil olmaya başlamıştır. Allah’ın
bize örnek insan ve peygamber olarak gönderdiği yine
O’dur. O canlı Kur’an’dır. O bizim için iman, İslam,
hayat ve cennettir. Onu tanımadan, bilmeden,
öğrenmeden, gönlümüze ve önümüzü koymadan İslam’ı ve
Kur’an’ı tanımak ve yaşamak mümkün olmadığı gibi, ona
talip olup uymadan da Allah sevgisine ermek
imkânsızdır.
Hz. Muhammed (s.a.v.) Peygamberlikte zirve, insanlıkta
modeldir. O’nun yirmi üç yıllık peygamberlik hayatı
ana çizgileriyle, hatta kronolojik olarak detaya varan
yönleriyle bilinmeden ne huzur ne de felâhtan
bahsedilemez. Bu nedenle örnek ve önderimizi en iyi
bir şekilde tanımak en güzel ibadettir. O halde ibadet
bilinci içinde onu öğrenmeye bir zamanı değil, her ve
pir zamanı ayırmak en büyük vazifemizdir.
4.
Kazanılanı Kaybetmeme:
Bazı işler zamanında veya sayısal olarak da belirli
olabilir. Ama kulluk böyle değildir. O devamlı ve
hayatla sınırlıdır. Bu gerçeği yüce Rabbimiz şöyle
ifade etmektedir:
“Ve sana yakîn (ölüm)
gelinceye kadar Rabbine ibadet (e devam) et.”
Bu ayet ibadette, başka bir deyimle kullukta devamlı
olmayı vurgulamaktadır. Buradaki temel ilke kulluk
(ibadet) ta devamlılıktır. Bu ilke Efendimizin diliyle
şöyle ortaya konur:
“Amellerin en sevimli
olanı az da olsa devamlı yapılanıdır.”
İbadetlerde devamlılık ilkesine bağlı kalmak iman,
irade yani azim ve dua yani Allah (c.c.)’a güven ve
teslimiyetle mümkündür. Nimete ermek, nimetle sürekli
kalmak değildir. Kaybetmemek için bir takım sebeplere
riayet edilir. Buna rağmen nimette kalmak da yine
O’nun iznine bağlıdır. Bu Kur’an’da bir dua şeklinde
bizlere sunulmaktadır:
“Ey Rabbimiz! Bizi
hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi eğriltme, bize
tarafından rahmet bağışla.”
Ayette, kazandıklarımızın Allah’ın bize birer ikramı
olduğu belirtilmekte ve kaybetmememiz için sözlü ve
fiilî çaba emredilmektedir.
Şüphe yok ki inanmış insanın en büyük gayesi, Allah’ın
rızasına ve kulluğuna lâyık olabilmektir. Allah’a kul
olmak ise iman ve ibadetle mümkün olur. İman temeli
üzerine oturtulan ibadet, Allah ile kul arasındaki
ilgiyi sağlayan yolu işlek hale getirir. Bütün
Peygamberler işe mutlaka ibadetle başlamış, insanları
doğru yola çağırırlarken de ibadeti telkin etmeyi
ihmal etmemişlerdir. Zaten insanların yaratılmasındaki
gaye de budur. Zira Yüce Allah:
“Ben cinleri de
insanları da ancak beni tanıyıp bana ibadet etsinler
diye yarattım”
buyurmaktadır. Bu açıdan bakıldığında mü’min, Allah’ın
sevdiği kulu olmak için çalışan, bu sebeple de,
Allah’ın sevdiği kulu olmak için çalışan, bu sebeple
de Allah’ın sevdiği ve hoşlandığı özelliklere sahip
olan, hoşlanmadığı ve sevmediği davranışlardan da uzak
durmaya gayret eden kişidir diyebiliriz.
RAHMAN’IN KULLARI
Cenab-ı Hakk’ın, doksan dokuz isminden esirgeyici
olduğuna delâlet eden “Rahman” ismine izafe ederek
övdüğü ve “Rahman’ın kulları” diye andığı kulun
özelliklerini Furkan suresinde nasıl sıraladığını
birlikte görelim:
Rahman’ın kulları;
- Mütevazi ve alçak gönüllüdürler.
-
Kendilerine bilgisiz ve cahil
kişiler takıldığ zaman, onlara güzel ve yumuşak söz
söylerler.
-
Sadece Rab’larına secde ederek namaz
kılar ve niyazda bulunurlar.
-
Rabbimiz “bizden cehennem azabını
uzaklaştır” diye dua ederler.
-
Harcamalarında (ve her türlü
davranışlarında) dengelidirler ve orta yolu tutarlar.
-
Allah’a hiçbir surette eş ve ortak
koşmazlar.
-
Cana asla kıymazlar.
-
Zina etmezler.
-
Tevbe ederler.
-
Yalan yere şahitlik etmezler.
-
Boş ve faydasız söz sarfedenlere
rastladıklarında oradan ağırbaşlı olarak geçer ve
giderler ve asla onlarla beraber olmazlar.
-
Allah’ın emir ve yasakları
kendilerine hatırlatıldığı zaman onları duymazlık ve
görmezlikten gelmezler.
-
Allah’tan, kendileri ve içinde
yaşadıkları toplum için göz nuru olabilecek eş ve
cocuklar isterler.
-
Allah’ın emirlerine uyup,
yasaklarından sakınanların ilki olmak isterler.
-
Sabırlıdırlar.
Üç aylar içinde de bu sese kulak vermeliyiz ve
İslam’ın her zamankinden fazla muhtacız.
SONUÇ
Buraya kadar sunulan üç aylardaki yoğun programı
sergilemektedir. Bu faaliyet mutlaka maddî ve manevî
yönden gelişmelerimize yardımcı olmuştur. Ama vazife
burada ve bu kadarla bitmiyor. Daha doğrusu yeniden
başlıyor. Yüce nimet olan zaman üç aylar veya
ramazandan ibaret değildir. O halde ibadeti yalnız bu
aylara, diğer bir tabirle yalnız bu ayları kulluğa
hasretmek yanlıştır. Buna rağmen bu yanlış anlayış
ülkemizde oldukça yaygındır. Mübarek gecelerde
süslenip camiye gelenler, Cuma geceleri hiç içki
kullanmayanlar, ramazanda teravih ve bayramlarda
namazları kaçırmayanlar, üstelik bunları övünç
vesilesi sayanlar az değildir. Maalesef insanımız bu
çarpık anlayışın kurbanı olmuş ve yıllar geçmesine
rağmen hâlâ kendine gelememiştir. Bu insanlara
yardımcı olmak, Kur’an ve Sünnet’in temel ilkelerine
öğretmekle mümkündür. Aksi halde tutkuları din edinen
insan kalabalığından geçmeyiz.
Ülkemiz müslümanlarının gündemine girmiş bulunan üç
aylar, kulluk maratonunun başladığı, daha doğrusu
hızlandığı, sevinç; barış ve azık aylarıdır.
Kısaca üç aylar; günahlarımızdan arınma, sevaplarla
bezenme mevsimi olan çok müstesna bir zaman dilimidir.
Onun için, üç aylar münasebetiyle kendimize yeniden
çeki düzen verebilir, rahmet ve bereket sağnaklarının
mevsimi bu aylarda gerek işimize, gerek ödevlerimize
daha çok çalışmak, başta oruç olmak üzere, daha çok
iyilik ve hayır aypmak suretiyle, testilerimizi
doldurmaya çalışabiliriz.
Bir de şunu unutmamak lâzım. Sanki daha dün
uğurladığımız üç aylar geldi ve yine gelip geçiyor.
Uyumayalım.
Ömrümüz de böyle gelip geçiyor. Hani dedelerimiz,
ninelerimiz! Hani annemiz, babamız! Hani dostlarımız,
kardeşlerimiz! Hani geçen sene aramızda bulunan dost
ve ahbablarımız! Nereye gittiler? Niçin aramızda
yoklar? Unutmayalım ki, onları sinelerine çeken kara
toprak yakında bizi de çekecek... Binaenaleyh bu
mübarek, üç ayları toparlamamıza vesile kılarak,
Rabbimizin:
“Ey iman edenler! Allah
Teala’dan korkun (da vazifelerinizi ifa edin). Herkes
yarın (kıyamet günü) için önden ne göndermiş olduğuna
bir baksın...”
emrine kulak vererek, ahiret için ne hazırlık
yaptığımıza bir bakalım.
Bu mübarek gecelerde, tevbe, dua, niyaz ve
istiğfarlarımızla Allah’a yaklaşmaya ve kendimizi
affettirmeye çalışmalıyız. Ayrıca bol bol ve düşünerek
Kur’an okumalı, kaza namazı kılmalı, kendimiz için,
ailemiz için, milletimiz için ve bütün insanlık için
ellerimizi yüce Rabbimize açıp dualar etmeliyiz. Bu
gecelerde yapılacak ibadetlerin, verilecek sadakaların
daha çok kabul edileceği inancımızı hatırlayarak
Allah’ın türlü nimetleri ile bizi sevindirdiği gibi
bizler de birer yoksul aile bulup ihsan ve ikramlarla
sevindirmeliyiz. Hastaları ziyaret etmeli,
kimsesizlerin gönlüne almalı, büyüklerimize saygımızı
küçüklerimize sevgimizi en uygun usül ve yolla mutlaka
göstermeli ve bu yüce İslam dininin size ikramıdır
demeliyiz. Bu gecelerde tevbe ve niyazlarımızla
kurtulacağımız her türlü davranışlarımızı bir kenara
bırakmalı ve geleceğimizi de hiçbir kötü davranışın
gölgelemesine müsaade etmemeliyiz.
Bu mübarek üç ayların Rabbimizin istediği manada ihya
edilmesini, değerlendirilmesini ve bu mübarek ayların
mü’minlerin mağfiret-ilâhiyyeye nail olmalarına vesile
olmasını ve bütün İslam alemine sulh ve huzur
getirmesini Rabbimizden niyaz ederiz.