![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Türkçe|English | France |Spain ![]() |
Makale ve Yazılar |
BİZİM HAVUCUMUZ OLMADI HİÇ Bütün tanrılar, doğduklarından beri sevmezler orayı. Gözleri kapalı geçerler hep... En fazla “bahar tanrısı” sever, o da fazla kalmaz zaten, üç ay dolmadan çekip gider. Sonrası hazan olur, sonrası vuslatı olmayan üç mevsim... *** Şimdi, kar altındadır ora... Altı ay kar altında... Dağları yüksek, ormanları titrek, evleri yanık ve yıkık, çaresiz... Düşünürüm hep; kar neden en çok oraya yağar; fırtınalar, boranlar neden en çok orada gösterir kendini? Ve düşünürüm, bir spiker neden “Müjde sayın seyirciler, soğuk ve yağışlı hava Doğu’ya kayıyor” der? Ve Batı’da valiler neden bu tür havalarda hep halkı “dikkatli olması” için uyarır da, Doğu’da hiçbir mülki amirin sesi çıkmaz? Neden? *** Çünkü bizim havucumuz olmadı hiç! Çocukken köyde, o zifir zemheri ve pırıltılı nisan karlarıyla yaptığımız hiçbir “kardan adam”ın burnunu, okul kitaplarında gördüğümüz gibi “aslına uygun” yapamadık. Gözlerini meşe ağaçlarından çıkma kömürle, ağzını damlardan bulduğumuz minik çakıl taşlarıyla yapabildik, burnunu hiçbir zaman yapamadık. Çünkü havucumuz yoktu bizim... Hiçbir zaman da olmadı. Olsaydı zaten, valiler bizi de uyarırdı soğuk ve yağışlı havalarda... Olsaydı, o spiker kız çıkıp müjdeyi Batı’ya vermezdi hiçbir zaman... Ve tanrılar bizi de severdi ara sıra; belki de hiç gitmezlerdi. *** Şimdi, yağıp giden karların ardından, yenisini beklemeye koyularak; ve Batı’nın da havuçsuzları olduğunu bilerek, üşüyoruz. Ve biz üşüyen havuçsuzlar; çocukluğumuzdan büyüklüğümüze kadar hepimiz, havuç burunlu kardan adamlara uzaktan bakıyoruz hala. Fakat... Havucumuz olmayacak mı bizim hiç? Yaptığımız kardan adamların burunu havuçla tamamlayıp; başına külah, boynuna atkı sarıp ısınamayacak mıyız hiç? *** Sanırım ısınamayacağız! Çünkü tanrılar, biz yoksulları lanetledikleri günden beri kendilerine inandırdılar hep! Ve biz inandıkça onlar lanetledi, onlar lanetledikçe biz inandık! Ne gariptir ki, hala inanıyoruz onlara; havucu birgün verecekler diye. Oysa kardan adamı biz yapıyoruz... *** UMUR HOZATLI | ![]() | Bir akşam bir yerde oturmuşsun, öyle de yorgun halinle iki bira içmişsin, paran da yok zamanın da, sarhoş bile olamamışsın, kimi hangi fotoğrafta yanına aldığın da belli değilken, neye uğradığını şaşırmışsın... Arada bir görünen anlık mutluluğu da koyup göğsünün dört parmak altına, Lore ciğerim, hep orada taşıyacağına söz vermişsin... Sonra alıp başını, “hadi eyvallah” demişsin de, kimse “gülerek” gittiğini de bilmediğine göre, sen güldüğümü nereden çıkarmışsın... Gittiğin yerde kim karşılamış seni, neler yapmışsın; geceyi bölen ölü kuşların sessizliğine sığınmışsın. İhtimal de bu yönde zaten, rivayet doğru çıkmış, böyle yaptığını herkese duyurmuşsun. Şaklabanlıklar görmüşsün sonra, puştluklar, namertlikler; yiğitliği sen satmadığına göre, pazarlığında da bulunmamışsın... Ama söylediler yine, rivayet doğru çıktı, satanları tek tek bulup belirlemişsin... Şimdi bir tutanak tutuyormuşsun sabaha karşı, bitirdiğinde dağlara imzalatacakmışsın hem de doğduğun günde. Ama hangi gün doğmuşsun sen, hangi yılın hangi ayı, bilen yok. Bütün yapraklarını koparmışsın takvimlerin, hiçbirinde çıkmamışsın... Yoksa sen hiç doğmamış mısın? Böyle zamanların fotoğrafı mıydı çektiğimiz, susturulmuş akşamların acısı mıydı? Düşündüm de uzun uzun; bizden geriye fotoğraflarımız kaldığına göre, biz fotoğraflarımızın yansıması mıyız? Ne kadar zor bir soru, ama ne kadar kolay aslında... Neyse ki biraz aptalız da, cevapları bulamayıp rahatlıyoruz. Ama bir çocuğun sorusu gibi yine, hayat hep böyle zor mudur baba? Büyüyünce de mi?.. Ölümle yaşam arasındaki milimetrik kulvarda yürüdüğümüze göre hep, niye korkarak yaşıyoruz ki? Hep çocuk mu kalmak istiyoruz yoksa, hiç büyümemek mi?.. Zor gelmiyor bana, hep çocuk ve masum... Büyüdükçe kirlendiğimize göre, niye göze almayayım ömür boyu çocuk kalmayı?.. Hadi git şimdi, “barış” da bitti zaten, ateşi kesmeyecekler artık. Kalırsan ben vurulurum, gidersen ömrüm... Tercih senindir; ben yazılarımı besleyeceğim bundan böyle, bir de dağları... İşçi kahvelerinde açlığı yenen kahramanları, aynalı odalarda tersini yapan adamları vuracağım!.. İkisi de suçlu, ikisi de masum çocukların her birine kimbilir neler borçlu... Hayat hep böyle zor mudur baba?.. Büyüyünce de mi? Bunu öğrenmek kimin haddine, bunu söyletmek bir çocuğa, kimin cesaretine!.. Dedim ya, böyle zamanların fotoğrafı mıydı çektiğimiz, susturulmuş akşamların acısı mıydı aslında... Niye?.. Oturmuşsun bir akşam bir yerde, dalmışsın deryaların dibine, paran da yok zamanın da, kimi hangi mücrim yanına koyduğun da belli değilken, alıp başını gitmişsin... İhtimal de bu yönde zaten, gittiğin yerde ölü kuşların sessizliğine gömülmüşsün... Sonra bir soru sormuşlar sana... Hayat hep böyle zor mudur baba? Büyüyünce de mi? Sen cevap vermemişsin... Lore ciğerim, göğsümün dört parmak altına yuva kuran hicranım benim, iyi misin? UMUR HOZATLI |