ŞİİRLER 3... * * * * * * AYRILIK SEVDAYA DAHİL Açılmış sarmaşık gülleri kokularıyla baygın En görkemli saatinde yıldız alacasının, Gizli bir yılan gibi yuvarlanmış içimde kader, Uzak bir telefonda ağlayan yağmurlu genç kadın... Rüzgar, uzak karanlıklara sürmüş yıldızları Mor kıvılcımlar geçiyor dağınık yalnızlığımdan, Onu çok arıyorum onu çok arıyorum.... Her yerimde vücudumun ağır yanık sızıları, Bir yerlere yıldırım gibi düşüyorum... Ayrılığımızı hissettiğim an demirler eriyor hırsımdan... Ay ışığına batmış karabiber ağaçları gümüş tozu, Gecenin ırmağında yüzüyor zambaklar yaseminler unutulmuş Tedirgin gülümser Çünkü ayrılık da sevdaya dahil, çünkü ayrılanlar hala sevgili... Hiç bir anı tek başına yaşayamazlar... Her an ötekisiyle birlikte her şey onunla ilgili, Telaşlı karanlıkta yumuşak yarasalar, Gittikçe genişleyen yakılmış ot kokusu... Yıldızlar inanılmayacak bir irilikte, Yansımalar tutmuş bütün sahili. Çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var, Öyle vahşi bir tad ki dayanılır gibi değil... Çünkü ayrılıklar da sevdaya dahil, Çünkü ayrılanlar hala sevgili Yalnızlık hızla alçalan bulutlar karanlık bir ağırlık. Hava ağır toprak ağır yaprak ağır, Su tozları yağıyor üstümüze... Özgürlüğümüz yoksa yalnızlığımız mıdır ?... Eflatuna çalar puslu lacivert bir sis kuşattı ormanı, Karanlık çöktü denize Yalnızlık çakmak taşı gibi sert elmas gibi keskin Ne yanına dönsen bir yerin kesilir, fena kan kaybedersin Kapını bir çalan olmadı mı hele elini bir tutan ?... Bilekleri bembeyaz kuğu boynu parmakları uzun ve ince... Sımsıcak bakışları suç ortağı kaçamak gülüşleri gizlice. Yalnızların en büyük sorunu tek başına özgürlük ne işe yarayacak ?... Bir türlü çözemedikleri bu ölü bir gezegenin soğuk tenhalığına, Benzemesin diye özgürlük mutlaka paylaşılacak suç ortağı bir sevgiliyle... Sanmıştık ki ikimiz yeryüzünde ancak birbirimiz için varız... İkimiz sanmıştık ki tek kişilik bir yalnızlığa bile rahatça sığarız, Hiç yanılmamışız her an düşüp düşüp kristal bir bardak gibi, Tuz parça kırılsak da hala içimizde o yanardağ ağzı, Hala kıpkızıl gülümseyen sanki ateşten bir tebessüm zehir zemberek AŞKIMIZ... ATİLLA İLHAN * * * * * * DIYE SORDUM... "Sevmek" dedim. "Yoluna ölmek" dedi. "Yol" dedim. "Alıp basını gitmek" dedi. "Gitmek" dedim. Bir "ah" çekip, "Dostlardan ayrılmak" dedi. "Dost" dedim. Durdu. Bana baktı. "Dost" diye mırıldandı. "Yüreğime nasıl koysam bilemediğim"dedi. "Yürek" dedim. "Dünyaları içine sığdıramadığım" dedi. "Dünya" dedim. "Hayatin bir yüzü" dedi. "Yüz" dedim. "Ardında ne gizli bilemediğim" dedi. "Giz" dedim. "Hep çözmeye çalıştığım" dedi. "Çalışmak" dedim. "Bitmeyecek öykü" dedi. "Öykü" dedim. "Binlercesine içimde gizliyorum" dedi. "Gizlemek" dedim. "İste, her şeyin bitimi" dedi. "Şey" dedim. "Sevda" dedi. "Sevda" dedim. "Peşinden koştuğum" dedi. "Koşmak" dedim. "Hayat bir maraton" dedi. "Hayat" dedim. "Öyle kısa ki!" dedi. "Niçin kısa?" diye sordum. "Yaşanacak çok şey var, zaman yok" dedi. "Yaşanması gereken ne var? " diye sordum. "Aşk" dedi. "Kaç kere?" diye sordum. "Bin kere" dedi, "milyon kere" "Neden bir kere değil?" diye sordum. "Bütün aşkların toplamı, en yüce ve tek aşk" dedi. "Önce ona varsan olmaz mi?" diye sordum. "Keşke olsa" dedi, "ama önce yoğrulmak gerek" "Acı çekmek mi?" diye sordum. "Evet, aşk acısında yok olmak" dedi. "Yok olunca!" dedim. "İste gerçek aşkta o zaman yasamaya baslarsın" dedi. "Gerçek aşk!" dedim. "Büyük o!" dedi. Durdum. Durdum. Ve sustum! "Neden sustun?" diye sordu. "Yüreğim titredi sanki" dedim. "Neden?" diye sordu. "Bilmiyorum" dedim. "Büyük o!" "Evet" dedi, "büyük o!" "Nerede?" diye sordum. "Her yerde" dedi. "Nasıl?" diye sordum. "Yüreğini aç" dedi. "Yüreğimi açmak!" dedim. "Bir tebessümle bak her şeye" dedi. "Tebessüm" dedim. "Her kapının anahtarı" dedi. "Kapı" dedim. "Girmeden bilemezsin" dedi. "Ya korku!" dedim. "Bilinmeyenden korkar insan" dedi. "Ben bilmiyorum" dedim. "Neyi?" diye sordu. "Benci" dedim. "Sen kimsin?" diye sordu. "Ben kimim?" diye sordum. "Sevgiyle beslenensin" dedi. "Kimin sevgisiyle?" diye sordum. "Büyük onun" dedi. Durdum. Durdum. Yine sustum. "Kimsin?" diye sordum. "Senim" dedi. * * * * * *
HERKES ÖZELDİR Bir süre sonra; bir eli tutmakla, bir ruhu zincirlemek arasındaki farkı öğrenirsin. Aşkın; yaşlanmak, birlikte olmanın da; güvende olmak anlamına gelmediğini öğrenirsin. Ve öpücüklerin; sözleşme, hediyelerin de vaat olmadığını görmeye başlarsın. Yenilgileri başın dik ve gözlerin açık karşılamaya başlarsın, Bir çocuğun üzüntüsü ile değil,bir yetişkinin zarafeti ile. Ve her şeyi bugünü düşünerek yapmayı da öğrenirsin, çünkü yarın ile ilgili her şey belirsizdir Bir süre sonra, eğer fazla maruz kalırsan, güneş ışığının da yakıcı olduğunu anlarsın. Bu yüzden; başka birisinin sana çiçek getirmesini beklemeden, kendi bahçeni yarat. Ve kendi ruhunu kendin süsle, göreceksin ki dayanıklısın. Kuvvetlisin. Değerlisin. Ve de özelsin... Veronica Shaffstall * * * * * *
AŞKA VE TERKE DAİR !!!... Öyle bir ilişkiye tutulursunuz ki ne sevebilir ne terk edebilirsiniz. Kör kütük bağlanmışınızdır aslında. En güzel yıllarınızın, acı tatlı hatıralarınızın ortağıdır. İç çekişmelerinizin nedeni, yazılarınızın ilhamı, sohbetlerinizin konusudur. Göz yaşlarınız da, bilinçaltınızda, kahkahanızdadır. Korkunca saklandığınız bir sığınak, coşunca öptüğünüz bir bayrak... Sevdanız riyasız, çıkarsız, karşılıksızdır. Sınırsız ve nihayetsizdir. Ölmek var dönmek yoktur. Gün gelir anlarsınız, içten içe bir şeylerin kanadığını. Tutkulu sevdaların gizli hançeri başlar parıldamaya... Orasından burasından eleştirmeye koyulursunuz, Şöyle görünse, öyle demese, değişse biraz ya da eskisi gibi olsa... Başkalarını örnek göstermeye, "bak onlar nasıl yaşıyor" demeye başlarsınız. Hem birlikte yaşayıp, hem özgür olmanın yollarını ararsınız. Aşkınızın gözü kör değildir artık. Yanlışını görür düzeltmek istersiniz. "Eskiden böyle miydi ya...." diye başlayan sohbetlerde açılır eleştirinin kapısı. Açıldıkça bastırılmış itirazlar yükselir bilinçaltınızdan. Böyle sürmeyeceğini bilirsiniz, değişsin istersiniz. O, sevgisizliğe yorar bunu... ihanete sayar... Tutkulu ilişkilerde ihanetin bedeli ölümdür. "Ya sev böyle ya da terk et" diye gürler. Bir zamanlar bir gülücüğüyle, alacakaranlığı ısıtan o rüya, Bir kabusa dönüşür birden... Kapatır gönlünün kapılarını, yasaklar kendini size... Hoyrattır bakmaz yüzünüze, zehir akar dilinden, konuşturmaz. Suçlar, yargılar, mahkum eder. mühürler dudaklarınızı. siler sizi defterden... "iyiliğin içindi hepsi, seni sevdiğim için..." dersiniz dinletemezsiniz. Ayrılırsanız yaşayamayacağınızı bilirsiniz ama böyle de sevemezsiniz. İhanetten kırılmıştır kaleminiz, severek terk edersiniz.... "Madem öyle"nin çağı başlar ondan sonra. Madem ki siz böylesine tutkun iken O hep başkalarını seçmiştir, Madem ki kıymetinizi bilmemiştir, o halde günah sizden gitmiştir. Lanet ederek bu karşılıksız aşka, çekip gitmeleri denersiniz. Aşkın göçmenlik çağı başlar böylece.... Daha özgür olacağınız limanlara demirlersiniz bir süre. Ne var ki unutamaz, uzaktan uzağa izlersiniz olup biteni... Ansızın kulağınıza çalınan bir şarkı ya da kapı aralığından, Süzülüp gelen bir korku hatırlatır onu yeniden. Yaban ellerde, başka kollarda ondan bahseder, ağlarsınız. Kokusunu özlersiniz, türküsünü söylemeyi, şarkısını dinlemeyi, Yemeğini yemeyi, elinden bir kadeh şarap içmeyi... Karşı nehrin kenarından hasret şiirleri haykırırsınız... Sular kulağına fısıldasın diye.. Dönüp, "seni hala seviyorum" diye bağırmak gelir içinizden.... Dönemezsiniz. Görmedikçe bağlanır, uzaklaştıkça yakınlaşırsınız. Anlarsınız ki bir çaresiz aşktır bu. Ne onunla olur, ne onsuz... Hem kollarında ölmek, kucağına gömülmek arzusu, Hem "ne olacak sonunda" kuşkusu. Böyle sevemezsiniz, Terk de edemezsiniz. Sürünür gidersiniz!... Can Dündar * * * * * *
![]()
PAPATYA'NIN RENGİ - SIIRLER