.

                                           Beyaz Kurt' un Çağrısı
                                              ( Belgad Ormanlarında Bir Gün - Şubat 2004 )

2004 Şubat'ında İstanbul'u doğal bir afet şeklinde etkisine alan kar yağışlarının yaşandığı haftalarda , bizler yine doğanın gücünü ve onunla bütünleşmenin bize
sağladığı enerji ve olumlu katkıları hissetmek için kendimizi kollarına bıraktık. Şubat ayının ikinci pazar günü karların beyaz bir örtüyle kapladığı , sessiz dingin ve
belkide olabilecek en vahşi Belgrad Ormanlarında bir gün geçirdik . Gerçekten tarifsiz bir huzurdu . İstanbul'da yaşamın durduğu anda, doğanın medeniyeti esir
aldığı noktada umuyorum ki insanlar verilen mesajı doğru alabilmiş ve doğanın gücünü birkez daha hissedebilmiş ve ona saygı ve değer verilmesi gerektiğini bir nebzede olsa hatılayabilmişlerdir. Aşağıda bu gezinin kendi duygularımla anlatımı yer almaktadır .

Kemerburgaz Bizim Musti'nin evinin olduğu bir bölge , bu anlamda lojistik destek sağlamada ekibimize önemli bir katkı sağlıyor . Bu defa uzun zamandır keyfini
yaşamak istediğimiz kırmızı şarabımızıda eksik etmiyoruz yanımızdan ama henüz yolda yarılayınca , Kemerburgaz'dan bir şişe daha alıp ,ekmek- kaşar - salam
ilavesinide sağlayıp rotamızı iki hafta öncede başladığımız nokta olan Ortadere mevkii'ne çeviriyoruz . Yol araçların gidebilmesi için nispeten açık , zincir takmadan
kolayca parkurun başlangıç noktası olan Kurtkemeri Orman Depo'sunun olduğu yere varıyoruz . Aracımızı burada park ediyoruz . Bu alan hafta sonunda piknik
yapmak isteyenler için hazırlanmış bir alan aynızamanda. Bu arada yolda haraket halindeyken konu yürüyüş hakkında oluyor tabii ki , ben ormanın tenha ve
sakin olması ayrıca havanında bozuyor görünmesiyle , bir av tüfeğinin varlığının bize faydalı olacağından bahsediyorum, ancak ormanda silah taşımak ve
avlanmak kesinlikle yasak ve sürekli kontrol var.

Herneyse yanımıza silah olarak , şarap ekmek ve bıçak alıp yola koyuluyoruz , Saat yaklaşık 13:20 civarı olsa gerek . İlk başlangıcı Ayvat bendi yönünden
yapacakken bunu daha önce yaptığımız için yolu farklı bir yöne kaydırıyoruz . Bu esnada hava iyice kapanıyor ve lapa lapa kar başlıyor elimizde şarap ve
sigaralarımız karlı yollardayız. Orman sessiz ve dingin , genelde sürekli konuşuyoruz ( Erbil varken ötesi namümkün ) kah şarap içip , kah sigara yakıyoruz .
Kar üzerimizde ince bir tabaka oluşturuyor . Yavaş yavaş ormanın derinliklerine vardıkça gizem , dinginlik , heyecan ve çoşku artıyor , yola düşen devasa ağaçlardan dolayı ilerlemek zaman zaman zor oluyor . Ağaçların altından yada üstünden sürürnerek yada atlayarak geçiyoruz. Zaman zaman yolun dışına
çıkıp dere yatağına inmek ve tırmanmak gerekiyor . Dizlerimize kadar kara batıyoruz ( Bu esnada Erbil " buralarda kurt yada tilki kapanları varmıdır" diye haklı
bir kaygı güdüyor ama neyseki o talihsizliği yaşamıyoruz) ilerlerken herkes kendi içinde orada bulunmanın çoşkusunu yaşadığını belli ediyor . Yolda ilerlemek
nispeten kolay ancak karın altına gizlenmiş su birikintilerine batmak olası , bu anlamda tecrübe konuşuyor ( 15 gün öncede yürümüştük ) , ama yinede batıyoruz .
1 saatlik bir ilerleme sonuda , hedef aslında bentlere varmak , imkan varsa birkaç yabanıl hayvan görebilmek , gözlemleyebilmek belkide avlanmak . Evet
avlanmak . Şunu söylemeliyim ki bu belkide kiminize vahşi gelebilir , ancak hissettiğim şey şu , insan doğasından gelen kimi duyguları içgüdüsel yaşar . Vahşi
doğa yada benzeri bir ortamda bulunmak , sanırım insanın en temel dürtülerini tetikliyor ve avlanma isteğide sanırım bunlardan biri . Kabul etmek gerekir ki , ortamında doğal desteği ve bu duygular birleşince bunu yapmak farkında olmadan bir isteğe dönüşebiliriyor . En temel dürtülerden biri , yaşamak için , ısınmak
için, beslenmek için avlanmak . Bu sorgulamaları kendi içimizde tartışıp, konuşarak biryandanda ilerlemeye devam ediyoruz .( Merak edenler için acil not: Hiçbir
canlıyı avlamıyoruz bu arada.)

Ormanın derinliklerine vardıkça ve yol aldıkça şarabında etkisiyle ki bu ortamda şarap içmek gerçekten inanılmaz keyifliydi, çantada su matarası yerine şarap
şişeleri asılıydı, ısınıp terliyoruz bile . Yol karla örtülü ve hiçbir iz yok ta ki bir noktadan yolumuzu değiştirip , aslında Musti'ninde şaşırmasıyla bir anlamda
yolumuzu kaybediyoruz . Bu esnada doğanın kutsal dengesi bize yol gösteriyor . Evet dikkat edin rehberimiz bir KURT oluyor . Beyaz bir Kurt olduğunu
tahmin ediyoruz . Durup detaylı inceliyoruz 7 tırnak izi mevcut ve bir köpeğin ki kadar iri ve büyük . Geyikler çift tırnaklı , tilkininkide küçük olacağından ve av
köpeği olsa avcının izleri olması gerektiğineden . Bunun kurt olduğu tartışmasız. Yolda kurdun izlerini takip edip ağırlaşan havanında etkisi ve yorgunluğun
artmasıyla yavaş yavaş ilerliyoruz . Ama izleri takip etmek bizi sulara batmaktan yada düşmekten koruyor . Kısaca Beyaz Kurt ( Bu ismi Erbil'e veriyorum bu
arada, artık onu Beyaz Kurt olarak çağırabilisiniz !) bizim , izleriyle de olsa rehberimiz oluyor . İki saat sonunda araçların geçtiği bir yol olan tepeye çıkıyoruz .
Musti yoldan oldukça saptığımızı söylüyor . Şiddetli rüzgarın savurduğu karlarla tepeler kar kalınlığı olarak nispeten daha makul durumda . Kuzeye doğru
kaydığımızı anlıyoruz . Biraz ileride karadeniz ve bir gemi görüyoruz .Şişenin dibinde kalan şarabı burada peynir ekmege katık yapmak için kısa bir mola veriyor
ve sonra dönüş sandığımız yoldan devam ediyoruz . Bu yolunda uzun olduğuna karar veren Musti bizi izlerin olmadığı bir başka parkura yöneltiyor . Tam bir
cross country parkuru olacak harkulade bir yoldan , tam anlamıyla bir kar kondisyonu yürüyüşüne başlıyoruz . Artık dizlerimde derin bir yorgunluk hissi var .
Ancak her adımda ruhumda birşeylerin dineldiğini , rahatladığımı ve huzuru dahada fazlasıyla hissettiğimi ve Kutsal Toprak Ana' nın bizi bağrına bastığını
hissediyorum. Yolun sonunda Neşet Suyu ( Koşutuğumuz parkurı ) mevkiinden Kemerburgaz tarafına ilerleyen yolardan birine çıkıyoruz . Bozalan denilen
bu mevkiide Musti' de artık yolun genel durumunu hatırlıyor , son bir gayretle dönüş yolunda tempomuzuda yükselterek Ortadere'ye dönüyoruz.

Pantalonlarımız dizlerimize kadar ıslak , ayaklar su içinde , yorgun bedenlerimiz bitkin , ancak içimizde tarfisiz bir huzur . Birbirimize teşekkür ve minnetlerimizi sunuyoruz. Gerçekten inanılmaz birgün , karlar altında , şehrin nerdeyse kenarında , vahşiliği ve doğallığı iç içe hissettiğimiz bir orman ve üç doğasever
kafadar yaklaşık 3,5 saatlik ve sanırız ki 20 km'nin üzerinde bir yürüyüş . Bunca şeyin sonuda hisleri ve yaşananları kelimelere dökmek de okadar zor .

Bunca sözün sonunda işin aslında özü şu :
Herşey bahane boş  , önemli olan çağrıyı duyumsamak ( Jack London'un Yabanıl Doğanın Çağrısın'dan esinle ..) ve gidip onu bulmak, isteği yerine gatirmek .
Kurt' un çağrısı ve izlerini takip etmek .

Bu yazıyı , bize yolda izleriyle yardımcı olan Beyaz Kurt' a ithaf ediyorum

Geronimo Yalnızkartal
16 Şubat 2003

                                        .
                                                          Ocak 2004 Belgrad Ormanları - Ayvat Bendi Parkuru
                                                           Musti-Hulya-Gero-Eroll - Fotoğraf : Erbil (Beyaz Kurt)