.


                             TARAKYA ‘NIN KARADENİZ KIYILARINDA BİR HAFTA SONU

                                                                 KIYIKÖY

                                                         ( VİZE- KIRKLARELİ )

                                                                              22 –25 NİSAN 1999

23 nisan cuma gününe gelince İstanbul’dan uzaklaşmak kaçmak için bir fırsat doğmuştu bizim için ,daha önce yaptığımız Asos planı yatınca carşamba akşamı aklımıza daha önce bizim cocukların gittiği, hem istanbul’a yakın hemde olabildiğince uzak! Kıyı köy’e gitme fikri geldi.Perşembe sabahı Tarık ve Eylül’ü arayıp gelebilirlermi diye sorunca olumlu yanıt aldım. Biz zaten Erol’ la kesinlikle biryerlere gitme fikrine sahiptik, cocuklarda katılınca küçük grubumuz oluşmuş oldu. Diğer ekibe’de (Özgür,musti,Fahri ,Beco ve diğer cocuklarada ) haber vermemize rağmen başka gelen çıkmadı.

Cuma sabahı saat 08:30’da Taksim tramvay durağında buluştuk 09:00’da Esenler otogar’dan 09:30 Saray (Tekirdağ)a biletlerimizi aldık. Otobüs Çerkezköy’e kadar iyi gidiyor ancak sonrasında tüm yerleşim yerlerinden gectiği için herdurakta durması sebebiyle özel oto ile 1,5 saatlik yol 2,5 saat ile 12:00 ‘de sarayda son buluyor ,yol yorgunlugunu otogarda çay içip atıyoruz. 12:05’de Kıyıköy belediye otobüsüne biniyoruz . Saray’dan ayrılınca yol ve doğa değişiyor etraf baharın coşkusu ile yeşilin bölgeye özgü tonlarıyla bezenmiş küçük birkaç Trakya köyünden geçiyoruz .Yol ile aklımda kalan birkaç ayrıntı Güngörmez isimli köy vede Kastro diye bilinen (bizim görme şansı bulamadığımız.) yol ayrımınında aynı yol üzerinde olması. 45 dk. lık yolculukla bir tepeyi dönmesiyle otobüsümüz, karşımıza ufuk çizgisi ile sakin Karadeniz ve tepenin üzerine kurulmuş Kıyıköy dalgakıranı ve balıkçı tekneleri ile karşılıyor bizi.Otobüsden köymeydanında iniyoruz, hemen meydandaki köy kahvesindeki çaylarımızı içip kısa bir istitrahatten sonra ,daha önce buraya gelmiş olan Tarık’ın tavsiyesi ile tepe üzerine kurulmuş olan köyün sol yanına düşen tarafına dogru haraket ediyoruz karşımıza eşsiz bir güzellik çıkıyor sögüt ve kavak ağaclarıyla cevrili bir alandan akan nehir, denizle buluştuğu yerde oluşturduğu kumsalı, karadenizin eşsiz görüntüsü ,yeşil ve bereketli küçük tarlalar , zaman zaman makiyi andıran sık ve fazla yüksek olmayan ağaçlardan orman . Sahile inen yoldan ilerleyip , denizle nehrin buluştuğu yerde nehrin üzerine kurulmuş ahşap restauranta oturup yorgunluğumuzu bira içerek ve yüzümüzü adete serinliğiyle yalayan karadenizin rüzgarı ile ve dalgaların sesiyle atıyoruz,açlık hat safhaya gelince yalnızca menüsü tekir ve kalkandan oluşan restauran’ta balık yemeye karar veriyoruz ( henüz sezon açılmadığı için alternatif bulmak zor) ortamın dinginliği işletmecilerede yansımış herkes oldukça sakin görünüyor. Yediğimiz balıktan biraz şüphelide olsa vazgeçmiyoruz , etraftaki iki köpekte bize yemekte eşlik ediyor .Nehrin karşısında bulunan ve yerleşim yerinden uzak pansiyonda kalma umudumuz restoran sahibinin açtığı telefonla yok oluyor,”Tadilat var henüz açık değiliz.” Mecburen geri dönüp köyün içinde geceliği 1.5 milyon TL den Hülya pansiyona yerleşiyoruz , daha sonra köyü keşif gezisi yapıyoruz. Dalgakıranı , balıkçı tekneleri ile dolu balıkçı sığınagını ve köyün birdiğer yanından denizle buluşan nehrin diğer bir kolunun kenarında kurbağaların eşsiz melodisi eşliğinde gezintimizi tamamlayıp köyün diğer yanındaki pansiyonumuza yakın çay bahçesine kendimizi atıyoruz. Bir gece öncesinden herbirimiz yorgun olduğumuz için tepeden manzarasını izleyip uyuklamaya başladığımız çay bahçesinden kalkıp birşeyler yemek için Liman restauranta gidiyoruz amacımız birşeyler yemek içmek ve erkenden uyumak ( acaba!!!!) saat 19: 00 gibi balık rakı ve mezelerden oluşan yemeğimiz politikadan aşka , doğa sevgisinden başka konulara en sonda kahve falına dek sürüp gidiyor. Herkesin uykusu rafa kaldırılıyor ,pansiyona vardığımızda saat:01:00 civarı odamızdaki odun sobasını yakıp içeriyi ısıtan sıcaklıkla nihayet özlediğimiz uykumuza kavuşuyoruz.

24.nisan cumartesi: saat:10:30 gibi herbirimiz kalkmış oluyoruz herkes uyumanın vermiş oluğu rahatlıkla haraket ediyor bir önceki akşam eğer aksilik olursa bugün akşam üzeri İstanbul’a dönebilirlik üzerine konuşmuşuz ,bu nedenle dışarıda içimizi ısıtan güneşin etkisiyle bu akşamda kalmaya karar verip kahvaltı için pansiyondan ayrılıyoruz.Marketlerden kahvaltı ve ögle yemeği için gerekli malzemeleri alıyoruz .Bu gün balık yemek yok. Arkadaşlara sucuk ekmek yapmayı planlıyorum.Bir gün önce oturduğumuz tepedeki çaybahçesine gidip kahvaltımızı (zeytin peynir domates salatalık biber ve bol çaydan oluşan) yapıp ,pırıl pırıl güneşin altında 12:30 a dek oturup doğanın dinginliğini içimize sindiriyoruz ve bu sırada günü doldurmak için tepeden treking için izleyeceğimiz parkuru belirliyoruz, hemen harakete geçiyoruz.İlk durak nehrin karşısına geçmeden tarlaların arasından açılmış yoldan gidilen tarihi hakkında bilgi edinemediğimiz Aya Nikola Manastırı ,manastır dağın içine oyulmuş insan emeğinin gücünü ve zekasından kalıntıları günümüze taşıyor , ülkenin birçok yanında olduğu gibi. Yine bir çok yerde olduğu gibi yokolmaya terkedilmiş ve bakımsız. Manastırdan sonra tarlalarda çalışan köylü kadınlardan ögrendiğimiz kaynak suyunun bulunduğu çeşmeye varıp serin dağ suyundan içiyoruz ,bu anlar benim için gerçekten özel , içimdeki şehir hayatından kalma pisliklerden arınma duygusu yaşamama sebep oluyor. Daha sonra kısa bir yürüyüşle geriye dönüp nehrin üzerine yapılmış estetikten uzak köprüden geçip hemen nehrin kenarından kurbaga böcek ve kuş seslerinin ahenkli müziği eşliğinde hayvanlar için otlak olarak ayrılmış ayakkabılarımızı örten ve zaman zaman da dizlerimize varan otların içerisinde yürüyoruz . Bir müddet sonra geniş yemyeşil bir çayırda kısa bir mola veriyoruz herbirimiz olduğumuz yere çöküyoruz otların üzerine yatar yatmaz baharın etkisiyle canlanan doğa ve geniş fauna (hayvan) ve flora(bitki) örtüsü ilk gözlemimiz oluyor,rengarenk çiçekler ve türlü türlü böçekler.Tarık’ın küçük bir kurbağa ile dansı ve benim onlara eşlik edişim . Bu eşsiz an ve doğanın huzuru henüz bir km ilerlemiş olan bizleri rahatlatıyor, herkes olduğu yerde uyku moduna geçiyor, otların üzerinde yatarken doğanın kokusunu taa içinizde hissedebiliyor,

en rahat yataktan daha rahat hissedebiliyorsunuz kendinizi . Masmavi gökyüzü iki doğanın av arayışları bir diğer gözlemimiz oluyor . Bir ara

Ormanın içine dalıp küçük bir tepeye tırmanıyorum ve karşıma cıkan

boş otlakta gördüğüm beyaz at ,at ciftliğinin yakınında olduğumu anlatıyor bana hemen arkadaşların yanına dönüyorum ,uzun bir süre orada o boş tarlanın ortasında otların üzerinde yatıyoruz.Güneşin etkisiyle su ihtiyacı hissedince tekrar harekete geçiyoruz 15 dk’lık bir
 

yürüyüşten sonra hafta sonu olması nedeniyle oraya gelmiş olan insanlar için piknik alanı ve doğal bir su kaynağından oluşan çeşmeye varıyoruz, buz gibi su içip kısa bir dinlenmenin ve ağaçlara bağlanmış kalın halatlarla oluşturulmuş ilkel salıncaklardaki kısa sefadan sonra kalabalıklaşan kitleden uzaklaşmak için hızla haraket edip ilk geldiğimizde kalmayı planladığımız pansiyonun bulunduğu boş alana doğru haraket ediyoruz .Artık ögle yemeği saati gelmiş durumda .Yazın çadırcıların kamp kurduğu önünde nehrin olşturduğu küçük su birikintisi arkada kumsal ve daha geridede Karadenizin hiç bitmeyen dalgalarının dansı.Suyun içinden geçip Karadeniz’e dokunduğumda kulaklarımı kaplayan yalnızca asi dalgaların sesi ve ayaklarıma uyuşma hissi veren soğuk deniz suyuydu.Topladığımız odunlarla küçük kamp ateşimizi yakıp yanımızda getirdiğimiz sucuk lardan kendimize güzel bir yemek hazırlıyoruz . Yemek sonunda su ve bira ihtiyacımızı köprüden geriye dönmek cok uzun olduğu için nehrin denize ulaştığı noktadan karşıya geçip temin edip geri dönmek şeklinde Tarık ile sağlıyoruz .Denizin sesini dinleyip biralarımızı yudumluyor kitap okuma girişimlerimiz yoğun oksijenin de etkisiyle ve yemek sonrası uykuya doğru kayıyor, dördümüz birden güneşin altında çimenlerin üzerinde serin Karadeniz meltemiyle uyuyoruz. Kalktığımzda ki 30 dk sonra hava kapanmış ve yağmur bulutlarını hissediyoruz , hızlıca toparlanıp geliş yolumuzu hiç durmaksızın (her yarım saatte konaklamaya alışmış bizler için: Tembel trekçiler.) aşıyoruz , yağmur yağmıyor. Pansiyona dönüp daha sonra köy kahvesinde cay ve bisküvi ile okey partisi düzenleyip saat:21:00 e dek zaman geçiriyoruz .Pansiyon sahiplerimizin bize sağladığı imkanları degerlendirip akşam yemeğimizi kendimiz hazırlayıp , güzel rahat ve sıcak (ah o güzelim odun sobası.) bir ortamda birbirimizle paylaşıyoruz .. Patatesleri soymak ve ekmekleri kızartmak ve çayı demlemek salata bira ve paylaşım herşeyin güzel olduğu yemek 24:00’e dek sohbetimizle devam ediyor . Kıyıköy’deki ikinci günümüzüde sıcak odamızda uykuya dalarak tamamlıyoruz .
 
 

                  Nehirde gün batimi 

            nehirde bir balikci

                                                  Fotoğraflar-Yüksel Altintop  (skylife'dan alinmistir)

25.nisan  pazar: Sabah saat 10:30 da pansiyondan ayrılıyoruz 12:00 otobüsü ile Saray üzerinden İstanbul’a içimizde çok güzel bir 2 günü geçirmenin huzuru ve dinginliği,ayrıcada geri dönmek zorunluluğunun

burukluğu ile 15:00 de ulaşıyoruz saat:16:00 Baraka’nın balkonunda biralarımızı yudumluyoruz. Saat:19:00 Erol ile yine tramvay durağının

önünde bir dahaki yolculuğun merakı ile ayrılıyoruz . Bir anlamda tilkinin dönüp dolaşma hikayesine benzerini hissediyorum,ancak şunuda biliyorumki bizler tilki değiliz ve gidebileceğimiz en son ve en güzel yerin Kızılderililerin deyişiyle Kutsal Toprak Ana’nın kucağı olacagı …

                                                                                                          Geronimo Yalnız Kartal
GENEL BİLGİLER
            NOT :  Fiyatlar  AHH  fiyatlar  (nerede o fiyatlar ) hikayenin gectigi tarihte  tabiiki! " 22 –25 NİSAN 1999"
Gidis : Esenler Otogar dan Kale Veya Yonca otobus şirketleri ile Saray’a gidiyorsunuz (1.500.000 tl ) Saray- Kıyıköy aynı yerden kalkıyor (300.000 tl.) özel oto ile Saray ‘a ulaştıktan sonra yolun tarifini alabilrsiniz .

Yol kötü değil ancak dikkatli olun.

Konaklama: Köyde genellikle pansiyonlarda konaklanıyor hotel veya motel görmedim. Pansiyon geceliği oda fiyatı: 3.000,000 Hava durumu müsait ise çadır ve kamp kurabilirsiniz.

Yemek : köyde ençok bakkal ve kahvehane var (her köy gibi.) kendi yemeginiz için birşeyler temin etme şansınız mevcut, lokantalarda fiyatlar uygun .. örneğin rakı (70 cl) : 2,500,000 istavrit: 1.250.000

Kalkan: 2.000 .000 mezeler :500.000 bira: 300.000-400.000 değişiyor.

                                                         Gero's Gezi Sayfasına Dön


                      İstanbul'dan Kiyikoy'e                                     Trakya'nin sembolleri AYCiÇEKLERi