Dr. Yaşar KALAFAT

 

e-mail

 

 

 

TÜRK HALKLARI ARASINDA YAŞAYAN HAYAT SONRASI İLE İLGİLİ İNANÇLAR

Dr. Yaşar KALAFAT

 

"Altay Dini Hayatının Türk Kültürü İtibariyle Önemi" isimli bildirimiz ile katıldık. Bildirimizde; Türk dünyasında, özellikle Orta-Doğu, Ön Asya Türk bölgesinde halk arasında yaşayan bir çok inancın izahı "Eski Türk Dini"nden geldiği şeklinde açıklanmaktadır. Eski Türk dini ile kastedilen çok kere Şamanizm olmuştur. Ancak ilk Türk inanç sistemi olarak kabul edilen Şamanizm ile günümüz Türklüğünün genel inancı olan Müslümanlık arasındaki tarihi anlamda eski olan bir çok inançla da Türkler tanış olmuşlardır. Ayrıca Türklere rağmen Türklerin bu dinine yaygın olan Şamanizm ismini Ruslar koymuştu. Kelimenin anlamı, inancın dini görevlisi veya dini temsil edeni karşılığında kullanılan Şamandan geliyordu. Rusların yakıştırdığı anlamda Şaman kelimesi, birazda büyücü, falcı, kendinden çekinilen kimse anlamı taşıyordu. Bu tanımlama üzerinde durulan inanca yüklenilen genel mahiyet itibariyle çelişki içeriyordu. Bu konuya tekrar dönülecektir.

Türkiye'de, Türk Dünyası ile ilgili yapılan çalışmalar yoğunlaştıkça, Akdin, Gök Tengri Dini, Eski Türk İnanç Sistemi, Şamanizm'le eşanlamda kullanılır olmuştur. Veya bu husus bazı yazarların yazılarına bu şekli ile yansımıştır. Biz doğrudan inceleme imkanı bulduğumuz Çuvaşistan'daki Şamanizm, üzerindeki Hıristiyan perdesi aralanılarak çıkarılan inanç yapılanması idi, Kırgızistan'da Atalar Kültü ağırlıklı Baksilik, Kazakistan'da ruhlar inancı ağırlıklı inanç yapısı çok kere Şamanizm adına anlatılıyordu. Kazak Baksiliği de bazı farklılıklara rağmen aynı idi. Bir kısım Kırgız aydını da Şamanizm'in tanımı konusunda farklı düşünüyorlardı. Şamanizm'in, çağının İslam'ı olduğunu düşünenler, Şamanizm'in Türklere has inanç içerikli dünya görüşü olduğunu düşünenler ve Şamanizm'in Türklerin eski inanç sistemleri kapsamında bir alt şube olduğu kanaatinde olanlar vardı. Türk dinler ve kültür tarihçileri de geçmişte Şamanizm'e bir mana vermişler, çoğunluk eski Türk dininin Şamanizm olmadığı konusunda birleşmişlerdi. Vehbi Ecer bu görüşleri bir arada toplamıştır. Son dönemde Harun Güngör Türklerde Şamanizm'in yanısıra onunla adeta yaşıt eski Türk dininin de olduğunu açıklamıştır. Bu konuda Hocam Şaban Kuzgun'un da tespitleri vardır.

Esasen bizim bu yazımızla anlatmak istediğimiz Türkiye'de Şamanizm konulu çalışmaların neler olduğu ve aralarındaki farklılıklar değildir. Bizim Şamanizm konulu görüşleri karşılaştırdığımız çalışmalarımız oldu. Türkiye'de yapılmış Şamanizm konulu çalışmaların künyelerini veren bibliyografya çalışmamız da oldu. Biz bu yazımızda Türkiye de hala farklı anlamlarda Şamanizm'in kelimesinin kullanıldığını anlatmak istedik. Bu seyahatimizle biraz da bu-konuya açıklık getirmeyi amaçladık.

Kanaatimize göre bütün yeni dinlerde olduğu gibi eski inançlar kendi gerçeklikleri itibariyle haklı nedenlerle aşağılanmıştır. Müslüman olan Türkler Orta Doğunun dinlerine izah getirerek yeni dine yer açmak zorunda idi. İsevilik ve Musevilik evveli ve bölgenin çok ırağında yaşayan inançlar ise, gündemde değillerdi ve çok kere onlar için genel tanımlar kullanılıyordu. Türklüğü inceleyen batılı araştırmacılar ise, Türklüğün Müslüman olmakla medeni toplumla tanıştığını iddia etme tercihinde oldular.

Konuyu görüştüğümüz dostumuz Uhan, Türk inanç sisteminin bir tane ve onun da Aii Tanrı İnancı olduğunu, Şamanizm'in ilk gününden itibaren sahneye çıktığı coğrafyada dahi yörelere göre başkalıklar gösterdiklerini, batılı uzmanların da Şamanizm konusunda yanıldıklarını, batı mentalitesi ile farklılıkları bir çatı altında toplamaya kalkışmanın yanlış olacağı kanaatindedir. Biz kendisi ile yaptığımız söyleşiyi yayınladık.

Bizim yayınlarımız arasında Nadya Yoguşova'nın görüşleri de yer aldı. O, eski Türk inancının Şamanizm değil, Kamizm olduğu, zira hala yaşayan bu inancın din adamının Şaman değil Kam olduğu kanaatindedir. N.Yoguşova'dan yapılan tespitlerin Anadolu'da aynen veya şekil değiştirerek yaşadığını biz anılan yazımızda belirttik.

Bize göre Türklerin ilk inanç sistemi Gök Tengri İnanç Sistemi idi ve onun din görevlisi Kam idi. Bu dine Kamizm denilebilir. Şamanizm bir dinden ziyade büyücülüktü. Ancak Türk halkı arasında Şaman inancı da vardı. Kam ile Şaman'ın çağı, coğrafyası ve hitap ettikleri toplum aynı idi. Zamanla bir birlerine inanç ve uygulama biçimi verdiler. Bu iki kelimenin eş anlamda kullanıldığı da oldu.Türk inanç sistemi aynı zamanda Türklüğün tefekkürü, dünya görüşü ve büyük ölçüde de teşkilatlanma biçimi idi." Diyorduk.


GİRİŞ

Ruh bahsi Türk halk inançlarında kendisini hayatın her safhasında hissettirir. Halk içerikli inanç ve uygulamalar hemen hemen her alanda görünür. Biz bu bildirimizde doğum, evlilik ve ölüm safhaları ile bereket gibi hususlarda ruh bahsi üzerinde kısaca durup daha ziyade ölüm-ruh ilişkileri ile ilgili tespitlerimiz aksettireceğiz.

Türk halk sufizminde insan; vücut ruh ve nefisden oluşmuştur. Ruh her zaman var olmuştur. Bedeni bu alemde terk ederken öteki alemdeki cismine girer. Veya yeniden bedenlenmek için kıyamet gününü bekler. Bu arada öldüğü halde tekrar kendi bedenine girer bazen de başka bir bedende tezahür edebilen ruhlar vardır. Bunlar özel seçkin kimselerdir. Bu ulu zatların özel görev almış kimselerin durumu reankarnasyon inancı ile karıştırılmamalıdır.

İncelememizde kullandığımız "ruh" kelimesi rab karşılığındadır. Sade vatandaşın ruh olarak adlandırıldığı varlık için tasavvuf bilginleri "rab" demektedirler. Her insanın bir rabbı vardır. Rabbılalemin, alemlerin rabbi olan tek ve alemin hakim rabbi ruhudur. Esasen ruh tam anlamı ile rabbı karşılamamaktadır.

Bedeni yani vücudu ölümle terk eden nefs yani candır. Canı çıkmış olma ile nefsin vücuttan ayrılmış olması eş anlamdadır. Nefsin bu alemdeki başarılı yaşamı öteki alemdeki yaşamın nevini tayin eder. Nefs sahipleri için yaşamlar bu alem ile bu alemin terkinden sonra ebedi kabul edilen diğer alemi vardır. Bedenden çıkan nefse mürşidi tarafından yardım edilir. İki görevli melek, bunlar münkür ve nenkir'dir. O nefs hayatta iken sürdüğü yaşamın hesabı ile muhatap olurlar. Nefs bir dönem de Arasat (arsalar) diye bilinen farklı katlardan oluşan bir ara aleme götürülür.

Ruh/nefs tıbbi ölümden sonra ağızdan ve burundan çıkarak vücudu/bedeni terkeder terk etme olayı ayakların tırnak bölgesinden başlayarak yukarı çıkarak devam eder. En zor safha göğüs kafesinde yaşanır. Ruhun terk ettiği kısım soğumaya başlar. Hayatta iken iyi bir yaşam sergileyen nefsin vücudu çok rahat terkettiğine kötü nefislerin vücudu çok zor terkettiğine bu tür kimselerin acı çekerek öldüğüne inanılır. İyiler için "bir kuş gibi uçup gitti" kötüler için "çok zor can verdi göğsünü yırta yırta nefsi/canı vücuttan ayrıldı" denir.

Bütün ruhların yeniden kendi beden/vücutlarına girerek dirilmesi, kıyemetten sonra toplu dirilme ile olur.

Nefis ıslah edilebildiği nisbette "İnsan-ı Kamil"e ulaşılır. En ulu nefis İnsan-ı Kamil'in nefsidir. Buna ulaşılması birkaç merhaleden sonra olur. Ulu bir zatın (bunlara el fet denilir) nefsinin başka bir canlının donuna girmesi, onun ruhunun yani rabbinin o dona girmesidir. İhtisas velilerinde görülür. Mesela geyik veya kurt donuna girilmesi gibi.

Bir kısım ulu zatlar için fiziken ölmüş olmalarına rağmen savaş zamanı ülkesinin savaşan insanlarının yanında yer almaları onların ruhunun/nefsinin tekrar cesetlenmesi/bedenlenmesi/ vücutlanmasıdır. Bunlar hayatta iken ki donlarına veya başka bir dona girebilirler. Bu uygulama daha ziyade kırklar ve yediler arasındaki veliler arasında görülür. Bunlar orta mertebe velilerdir. Daha büyük veliler savaş türünden olaylarda bu türden görevler almazlar. Savaş zamanı ulucanların görev almaları Gök Tengri İnanç sisteminin Anamaykıl kültü ile ilgili olmalıdır. İslamiyetle veli kültü ile devam etmiştir. Bir takım ayet ve hadislerle de izah edilebilen "veli kültü" "Allah yolunda ölenler gerçek ölüler değildir. Zira onlar ebedi diridirler ölü olanlar gerçeği göremeyenlerndir" şeklindi izah edilmektedir.

Halk Tasavvufuna göre ölülerimizin ruhları zaman zaman aramızda dolaşabilir. Bu "hortlama olayı değildir. "hortlama bir takım narahat ruhların cinler tarafından bunaltılması" olayı olarak izah edilmektedir.

Ruh veya nefis sadece adam evladına insanlara mahsus değildir. Tabiattaki herşeyin nebadat, hayvanat ve dağ kaya gibi tabiatın da ruhu/nefsi vardır. Bebeğin ana rahminde kırkının çıkması inanışının ruh/nefis konusu ile ilgisi bu sürenin 120 gün oluşu ile izah edilmektedir. 3 kırk günden oluşan bu sürenin birinci kırk gününde ceni, cemadat dönemindedir. İkinci kırk gününde ceni nebadat dönemindedir üçüncü döneminde ise, hayvanat dönemindedir. Ruh veya nefis bedene bu üçüncü kırk günden sonra girecektir.

Doğumdan sonra 40 günlük sürenin ruh/nefis bahsi ile ilgisi, doğumdan sonra kırk günlük zaman zarfında az da olsa annede kanama görülür. Annenin ve bebeğin özel korunmaları gerekir. Zira kan, bazı cinlerin saldırısını artırır, inancı vardır.

Ölümden sonra 40. günün ruh/nefis bahsi ile ilgisi 40 gün sonra bilhassa 52 gün sonra vücuttaki et-kemik ayrışması ve meftaya bazı dualar vasıtasıyla kolaylıkların sağlanması ile izah edilmektedir.

METİN

Bildirimizin giriş kısmında Türk halk Tasavvufunda ruhun/nefsin algılanmasının teorisine değinmeye çalıştım. Metin kısmında bazı pratikleri ve bunların altındaki inançları sıralayacağım. Bunları çeşitli Türk ellerinden aldığım misallerle karşılaştırarak anlatacağım.

Doğum yapan kadınların çocuk eşleri, sünnet olan çocukların sünnet parçaları özenle temiz toprağa gömülür. Bu adeta bir emanet etme olayıdır. Keza tırnak, diş, saç, bilhassa kadınlarda ulu orta yere atılmaz, bu uygulamanın derinliklerinde muhtemelen ceset tekrar ruhlanınca parçalara sahip çıkılması inancı vardır.

Anadolu'nun bazı yörelerinde daha ziyade Doğu Karadeniz Kasabalarında öleceğini anlayan yaşlı kimse, ailede yeni bir doğum bekleniyorsa, bazen ona ölenin isminin koyulduğu olur veya doğacak bebeğin erkek veya kız olabileceğini tahmin edebilir. Bazen de aile büyüklerinden saygın birisinin ölümünden sonra dünyaya gelen çocuğa ölenin ismi verilirken "o kendi adı ile geldi onun adı doğmadan konulmuştu" denilir. Bu uygulamada adeta dedenin ruhu torunda devam ediyormuşçasına bir inanç vardır.

Bebeğinin kırkı çıkmamış anne, bebeğinin kırkı, diğer canlılardan mesela kurdun, kuşun, yılanın vesairenin kırkı ile karışmasın diye dua eder. Anneler çocuklarına gelecek beladan onları korumak için musibetlerin dağlara taşlara gitmelerini de isterler. Böylece yaşayan halk inancında kurdun, kuşun, yılanın, dağın, taşın da adeta ruh sahibi olduğu kabul edilmiş olunuyor.

1996 yılında Erzurum'da apartmanın beşinci katında pencereden düşen 2,5-3 yaşlarındaki bir çocuğa hiçbir şey olmaz. Çocuğa "canın acıdı mı" diye sorarlar. Çocuk "beni dedeler korudu onlar beni tuttular onların kucağında düştüm" der. Annesi ve babası tarafından olan dedelerini, kendisi dünyaya gelmeden evvel kayıp etmiş olan bu çocuğu, dedelerinin ruhunun ölümden koruduğu şeklinde bir açıklama yapılmıştır.

Kars'ta Muş'ta, Anadolu'nun bir çok yerinde bir felaketten kılpayı kurtulan kimseler için "ananın babanın duası imdadına yetişti. Anan namaz üzre imiş, bu sayede kurtuldun" denir inanca göre, dua eden kişi duası vasıtasıyla bir takım kuvveleri muhtemelen melekleri dua ettiği kişinin yardımına gönderebilir.

Başka bir örnekte de bir kazayı ucuz atlatan kimse için "bir verdiğin varmış, karşına çıktı. Seni o korudu" denir. Bu tesbitte de, hayırlı tutumların görünmeyen bir iletişim kanalı kişinin karşısına koruyucu bir faktör olarak çıkabileceği inancı vardır.

Sarıkamışta yemek yemekte iken lokması boğazında kalan yutkunmakta zorluk çeken annenin, sıladaki çocuğunun aç olduğuna inanılır. Adeta anne ile çocuğunun ruhları arasında, aradaki uzak mesafeye rağmen bir iletişim vardır.

Anadolu'da ve Borçalı'da sık olmayan bir uygulamaya göre, gelin baba evinden eşinin evine götürülürken, kız evi oğlan evine gittiği yoldan geri dönmez. Başka bir güzergah izleyerek geri döner. Ayrıca cenaze defin edilmeye götürülürken de doğrudan doğruya mezarlığa götürülmez sokaklarda gezdirilir. Bununla amaç ölünün veya gelinin tekrar evini özlemesini önlemektir.

Birçok yerde umutsuz ruhların kişi öldükten sonra evleri, eşyaları vesair şeyleri özledikleri için ev halkının rahatsız olabileceğine inanılır ki bu "hortlama" olarak tanımlanır.

Halk inançlarında ölümle nikahın düştüğüne inanılır. Bunun içindir ki, İran Türklerinde muta nikahı yapılır. Eşini kayıp etmiş kadının ikinci evliliğine kadar imamla nikahlanması istenir. Zira onun ruhu/nefsi gasbedilebilir inancı vardır.

Ölmüş bir kimsenin cesedi yalnız bırakılmaz. Zira, ondan bu alemde ayrılan ruh öteki alemde cesetlenmemiştir. O ceset ruh itibariyle boştur, sahipsizdir. İstenilmeyen bir güç tarafından sahiplenilebilir. Bu halin önlenilmesi için toprağa teslim edilinceye kadar, sürekli yanında birisi bulundurulur ve ışık yakılır.

Azerbaycan-Nahçıvan-Anadolu ve Irak Türklerinde ileride evlenecek çiftlerin bekar iken ve daha birbirlerini tanımazlarken, onları birleştirecek olan bağın kurulmuşluğuna inanılır. Adeta onlardaki bir güç arasında bağ vardır. Bu ruh mudur? bilinmez ancak gelecekten haber veren birçok uygulama arasında, kimin kiminle evleneceğine dair sonuç çıkarılan pratiklerin olduğuna inanılır.

Orta Anadolu'nun bazı yörelerinde, eşi öldükten bir süre sonra ikinci evliliğini yapacak erkek, zifaf gecesinden 3 gün evvel ölmüş eşinin mezarını ziyaret eder. Böylece adeta "birinci eşinin gabirde ruhunun rahat etmesi için ondan icazet aldığı" inancı vardır.

Halk inançlarında iye, sahip, ruh bazen eş anlamda kullanılır evin anbarın bağın koruyucu iyesi olduğuna inanılır. Çok kere evin hanımına ev iyesi karşılığında "ev sahibi" denir.

Kırım'da Borçalı'da Karaçay'da, Nahçıvan'da Erbil ve Anadolu'da, ölecek kimsenin yakınını, mesela ölmüş eşini rüyasında göreceğine inanılır. Bu tür rüyalar daha ziyade yaşlı çiftler arasında rastlanır. Evvelce ölmüş olan diğerini alıp götürür. Böylece onun da öleceğine inanılır. Bu tesbitten hareketle göçmüş ve kalmış çiftlerin ruhları arasında bir iletişimin olduğuna inanıldığını görüyoruz.

Gürcistan'ın Borçalı, Dağıstan'ın Derbent, Azerbaycan'ın birçok bölgelerinde, Nahçıvan'da, Irak'ın Erbil yöresinde Anadolu'nun kuzey ve doğu bölgelerinde ölmüş bir yakınını rüyasında gören şahıs, "ruhu bir hayır istiyor" şeklinde rüyayı yorumlar. Böyle hallerde ölünün ruhu için ya bir sadaka verilir veya ruhuna bir fatiha okunur. Görülen rüyanın mahiyetine göre ölünün ruhunun rahat olup olmadığına yorum getirilir. İnanca göre ölü rüyalara girmek suretiyle hayattakilere mesaj verebilir. Bu uygulama da ölünün ruhu yardım istemektedir.

Kırım, Dağıstan, Azerbaycan Anadolu, İran ve Irak Türklerindeki bir inanca göre ölülerin ruhları Cuma akşamları evlerine gelir evin fertlerini adeta kontrol eder, onlar iyi ve güzel işler yapıyorlarsa mesela Kur'an okutup, helva kavurup aile ve çevre fertleri ile iyi geçiniyorlarsa, mutlu olarak dönerler. Sarhoş, kavgacı, geçimsiz, haksızlık yapan bir yaşam içerisinde iseler mutsuz dönerler. Bazı yörelerde "çocuklara güzel otur, dedenin ruhu ziyarete geldi bak, şimdi percerede" denildiği de olur. Adeta bu dünyadan göçenlerle bu dünyada kalanların ruhları arasında süreklilik arzeden bir iletişim vardır.

Ruhların koku aldıkları inancı vardır. Bunun içindir ki, kandillerde simit, arife ve cuma günlerinde lokma ve helva yapılır. Bunlardan ev halkının yanısıra konu-komşu ve herkese ikram edilir. Böylece ölülerin ruhunun şad olduklarına inanılır. Ayrıca meleklerin güzel kokudan zevk aldıkları çirkin kokudan rahatsız oldukları inancı da vardır. Buradan hareketle iyi olduğuna inanılan yağ ve un kokusu mübarek olduğu kabul edilen gecelerde kokutularak melekler vasıtasıyla ölülere şefaat dilenilmiş olması da düşünülebilinir.

Doğu Anadolu'da kuzey Irak'ta ve Nahçıvan Azerbaycan'da, sahibi tarafından çok sevilen köpeklerin sahibi ölünce kısa bir süre sonra kendilerinin de yemekten içmekten kesilip öldüklerine dair olaylar anlatılır. Bu tür, atlarla ilgili anlatılar da vardır.

Anadolu'da, Toroslar ve kuzeydoğu bölgelerinde 50-60 yıl evveline kadar, kırsal kesimde, meftanın atının da defin esnasında mezarlığına götürüldüğü tespitleri yapılmıştır. Eğerinin ters bağlandığı bu uygulamada atın cenaze alayının başında mezara kadar gittiğini biliyoruz. Bu tertibatlardan adeta, bazı özel hayvanların ruhu ile sahiplerinin ruhu arasında bir ilişkinin olduğu inancı doğmaktadır.

Ölümün zahiri olduğu ve bu anlamda ölümden sonra da hayatın devam ettiği inancı, bazı yörelerdeki ölü defin geleceğinde de yaşamaktadır. Bu tür yörelerde ölü geri gelmesin, gözü geride kalmasın diye, çok sevdiği eşyaları defin esnasında mezara konur veya rahat edebilmesi için mezarına yorgan yastık konulur. Bazı ulu zatların türbelerine, abdest almaları için ıbrıkla su konulduğu olur.

Yaygın olmasa da,bütün canlılarda mevcut olan ruh/nefis ile ilgili inançlar vardır. Mesela od/ateşin aklayıcı paklayıcılığına inanılır. Nevruz'da akan suyun üzerinden atlanılırken, "ağırlığım uğurluğum bu suyun üzerine" denilerek muhtemel fenalıkların suya aktarıldığına inanılır.

Anadolu'da yılda bir defa Rumi Mart 17'de Hızır'ın gece yarısı rızk dağıttığına inanılır. Bu dağıtımdan bütün tabiat nasibini alır. Bu gece bütün canlıların ibadet ettiği ağaçların dahi secde ettiklerine inanılır. Bu ve benzeri olaylar, cansız olarak bilinenlerle birlikte bitki ve hayvanların da hak ve sorumluluklarının olduğu inancını doğruluyor. Bir çok efsanede kendisine dert anlatıldığı zaman dayanamayıp parçalanan kayalar vardır. Veya bazı menkıbelerde, kendisine inanılmayan çoban, kayaları şahit gösterir. Halk destanlarında Kahramanlar dağ, kaya ve akar sularla konuşurlar.

Bilhassa Anadolu'da ve daha ziyade kutlu gecelerde toplu halde kılınan namazlarda mevlüt ve Kur'an-ı Kerim okunur. Okunan kuranlardan hasıl olan sevabın bağışlanması yapılır. Bunun için, ilkin Allah'ın razısına talip olunur. Sonra Hz. Muhammed, Adem Aleyhisselam ile Hz. Muhammed arasında gelip geçmiş peygamberler ve sonra sırasıyla ulu canlar ve nihayet ibadete katılanların geçmişlerinin ruhuna hasıl olan sevap gönderilir.

Anadolu'da ruhlarla olan ünsiyete dair inançlar sade ve vatandaşın halk inancı ile eğitimli ve yetkili din adamı inancı arasında gelip gider ve iner çıkar.

Hac ziyareti, kurban kesimi gibi dini vecibeler bu alemdeki insanlar için olmakla beraber, öteki aleme göç etmiş yakınlarının adına hac farizesini yerine getiren ve onların adına kurban kesenler de olabilmektedir. Bu tesbit bize, kişi alem değiştirmiş olsa dahi, bedeni sahnede olmayan kimsenin adına yakınları tarafından onların adına yapılan dini vecibelerin sürmesi, ebediliğine inanılan ruhun dini vecibelerinin yapılmasına inanıldığını göstermektedir.

SONUÇ

İncelediğimiz: Balkanlar, kuzey ve doğu Karadeniz, Anadolu ve Ortadoğunun diğer kesimlerinde yaşayan Türk halk inançlarında ruh ölmemekte alem değiştirmektedir.

Ruh cesetten ayrıldıktan sonra ruhsuz kalan cesedin, işgalden korunması gerekmektedir.

Ruh'un geride bıraktığı yakınlarından talepleri olmakta ve yaşayanlar o talepleri karşılayabilmektedir. Ölenlerle kalanlar arasında daimi bir iletişim vardır.

İnsanlarda olduğu gibi, bitki ve hayvanlarda da ruhun varlığı söz konusudur. Hatta cansız oldukları kabul edilen tabiatın taş, dağ, su gibi varlıklarında da ruh vardır. Sıradan olmayan hak aşığı gibi insanlar cansız sanılan tabiat unsurları ile temas kurabilmektedirler. Ayrıca ateş, su gibi etrafında kült oluşmuş nesnelerin daha ulu ruhlara sahip olduğu inancı vardır.

Yaptığımız bu tespitlerin tümü çalışma yaptığımız alanın her kesiminde ve yoğunlukta olarak görülmemektedir. İnanç ve uygulamalarla ilgili yaptığımız açıklamalar çok kere kaynak kişilere ait olmakla birlikte, bu açıklamalardan hareketle tespitleri netleştirebilmek için bize ait olan açıklamalar da, yapmak zorunda kaldık.