Görüşlerimizi açıklamaya "Türk Bozkır Kültürü" nün esaslarına dair kısa aktarmalar yaparak girmek istiyoruz. "...........Bozkır ikliminin çeşitli bakımlarından eski Türk yaşayışına, düşünce tarzı, inancı ve dünya görüşüne, örfü ve geleneklerine, kısaca kültürüne tesir yapacağı kolayca kabul edilir(........) Bozkırdakiler - çoban - kültürünü - besicik meydana getirmişlerdir. Türkler aslında orman kavmi veya köylü değil, kısaca belirtelim ki bozkır çöl değildir. Yağmur aldığı yılda miktarı 550 mm'nin altına düşmeyen ve çok yerde 500 metreden yüksek yaylalardır(........) bir kültürün teşekkülünde sadece coğrafi imkanların işlenmesi yetmemektedir. Topluluk kendi içinde görünen her kültür belirtisini kabul etmemekte, ancak umumi telakkisine, düşünce tarzı ve yaşayışına uygun düşünceleri benimsemektedir. Her kültürün üç temel dayanağı mevcut bulunmaktadır. Coğrafi çevre, insan unsuru, cemiyet. Bu durum başka başka coğrafi çevrelerde yaşayan ve ayrı karakterlere sahip insan gruplarına mahsus olmak üzere birbirinden farklı kültürler doğuracağını gösterir. Böylece 3500 yıllık hayatı bozkır şartları içinde geçen Türk topluluğunun da kendine mahsus bir kültür tipine sahip olacağı anlaşılır(......) Bozkır kültürünü en saf şekli ile bir Türk kültürü olarak kabul etmede hata yoktur." (Prof.Dr. İbrahim Kafesoğlu, Türk Bozkır Kültürü, Ankara 1987, sh. 1 - 2 )
Bozkır kültürü, (at) üzerinde kurulmuş
olmakla beraber, prensipleri yalnız (at) tan ibaret değildir. (....)
at ve denir bozkır kültürünün iki temel unsurudur.
Ayrıca tabiatıyla farklı bir hukuk anlayışına
sahip bulunmaktadır. Başlı başına bir kültür
tipi olduğu için, din, düşünce, ahlak yönlerinden
de tamamlanarak bir manevi değerler birliği meydana getirmiştir.
(a.g.e sh.3)
Bir milletin hayatında milli kimliği belirleyen kültürün
taşıyıcıları geniş anlamda sözlü
ve yazılı ifade gelenekleridir. Bunlardan ikincisi, ilkinin
bilgi ve tecrübe birikiminden kaynaklanarak ortaya çıkmıştır.
Yapıları ve hususiyetleri farklı olmasına rağmen,
bu iki gelenek, birbiriyle alış verişte bulunurlar(Prof.
Dr. Dursun Yıldırım Türk Birliği Ankara, 1998
sh. 37)
Sözlü kültürü teşkil eden unsurlar yazılı kültürü oluşturanlara nazaran millet hayatında daha geniş bir katılımcı kabule sahiptirler ve bu yüzden fertlerin faaliyetleri üzerinde daha etkilidirler. Milletlerin milli kimliklerini oluşturan ortak kabuller, geniş ölçüde sözlü kültür içinde teşekkül eder. Sözlü kültür unsurlarının sürekliliğini, fonksiyon, muhteva ve yapı değişiklikleri yerlerini yeni unsurlara terk etmeleri ortak kabulleri yaratan topluluğun bunlara karşı takınacağı ortak tavıra bağlıdır. Çünkü kabuller resmi değil gönüllü katılım kabulleri hususiyetine sahiptir.(a.g.e sh. 38)
"Bir milletin hayatında her ortak kabul, kendini yaşatan bir gelenek yaratır. Bu gelenekler, milli kimliği paylaşan fertler tarafından ihtiva ettikleri özellikler bütünüyle bilinmese bile, istinat ettikleri temel vasıflar itibariyle müştereken bilinirler. Bu durum, fertlerin birtakım olaylar karşısında, birbirlerini ferden tanımasalar bile, müşterek tavır takınmalarını sağlar.( a.g.e sh. 38)
(................... Mazi hasreti ile yanıp tutuşan milletler, geçmişlerini keşfetmek, milli şuur ve milli kimliklerini kanıtlamak ve başka milletlerden üstün niteliklerini bulup ortaya çıkarmak arzusuyla sözlü kültür araştırmalarına hız verirler.(........) Sömürge haline getirilen ülkelerin folklorları incelenmeye başlandı. Elde edilen sonuçlardan istifade etmek suretiyle onlarda kurulan yönetimlerin işi kolaylaştırılmaya çalışıldı. Ancak, folklorun bu tarz kullanımı, istiklal mücadelesine girişen milletler tarafından sömürgecilere karşı milli şuur, milli ruhu harekete geçirmede mukabil silah olarak kullanılmasını da beraberinde getirmiştir. (a.g.e. sh.40)
(........ bu ölçü bize böyle bir gruplandırma getirebilir; malzemesi tamamen söze dayanan; kısmen söze dayanan ve tamamen sözsüz olan ürünler. Birinci grubun içine atasözleri, bilmeceler, hikaye ve destanlar, masal ve türküler....girebilir. ikinci grup, merasimler, inanç ve adetler, seyirlik oyunlar, danslar ve şenliklerden oluşabilir. Üçüncü gruba, mimarlık, el sanatları, giyim - kuşam, yiyecek vs. gibi geleneği olan unsurlar yer alabilirler. (a.g.e.sh. 41)
Sözlü kültür geleneğimize bu denli geçmişe yer vermekteki muradını sözlü kültür ile mistik folklorun arasındaki bağı kurabilmek, buradan hareketle önemi inkar kabul etmez olan mistik folkloru tehdit eden hususlara değinmek içindi. Bana göre izahım için örnek için olarak ele aldığım Ahmet Yesevi ve Yunus Emre çağlarında yetişmiş çok güçlü sosyal Antropoloğlar idiler. Bunlardan ilki Türkistan'ın ikincisi Türkiye'nin sosyal yapısını ciddi bir analize tabii tuttular. Türkmenler arasındaki, kültürel iletişim incelediler. Türkmenlerin okuyup yazma alışkanlığı fazla olamayan, kütüphane edinmek için yerleşik bir hayatı bulunmayan, Arapça gibi ana dillerinin yanı sıra ikinci bir dil bilgileri olmayan bir toplum oldukları gerçeğinden yola çıkarak sözlü kültür geleneğimizden yararlandılar. Bunun için inanç dünyamızda musiki ve semah yer aldı.
Fuat Köprülü İslam öncesi ve sonrası devirlere ait belgelere dayanarak bu kültürel fenomenin Türk kültür Tarihi içindeki sürekliliğini ortaya koymaktadır. (Köprülü, edebiyat Araştırmaları, 1989 72 - 102) Doç.Dr. Özkul Çobanoğlu, Aşık Tarzı Kültür Geleneği ve Destan Türü, Ankara 2000,sh. 124 -128) bu devamlılık Fuat Köprülüden sonra da sürdü. Türk dünyasında 100 yılı bulan Ataist yönetim dönemine rağmen İslamın varlığını sürdürmesi, folklorik İslam ile izah edilmektedir. (M. Hakan Yavuz, Efsanevi İslam, Atalar Dini ve Modern Bağlantıları Ankara)
"Ahmet Yesevi göçebe Türklerle İslamiyeti ve tasavvufi anlayışını onların dili ile anlatarak benimseten, İslam dininin ahlaki prensiplerini Türk kültürü içerisinde eriterek veren, ilk Türk tarikatının kurucusu ve Türk müslümanlığının ilk mühim temsilcisinden.
Yesevilik Orta Asya'nın konar - göçer Türklere hitap
eden bir tarikat olarak, onların İslam öncesi hayatlarından
pek çok unsuru bünyesinde barındırmıştır."
(Doç.Dr. Ayhan Pala " Yesevilikten Bektaşiliğe Türk
Müslümanlığı" Yesevilik bilgisi, Ankara,
1998, sh. 229 - 237)
Ahmet Yesevi bu misyonu üstlendiği kendi ifadeleri ile dile getirmektedir;
"Benim hikmetlerim Tanrı'nın buyruğudur.
Okuyup anlarsan hep Kuran'ın manasını dile getirmektedir.
Benim hikmetlerini hadis kaynağıdır.
Eğer insan ondan nasip olmasa bil ki, habistir"
(Kemal Eraslan, " Ahmed-i Yesevi, Yesevilik Bilgisi, Ankara 1998 sh.
78-97)
" Sevmiyorlar bilginler sizin Türkçe dilini
Bilenlerden işitsen açar gönül ilini
Ayet, hadis anlamı Türkçe olsa duyarlar
Anlamına erenler başın eğip uyarlar
Miskin hoca Ahmet, yedi atana rahmet
Fars dilini bilir de, sevip söyler Türkçeyi Namık
Kemal Zeybek, Yesevilik bilgisi Ankara, 1998 (önsöz) sh.V.)
METİN
Bu geniş girişten sonra bizim üzerinde durduğumuz husus,
tevhit birlik dini olan İslama Türk İslamı, Arap
İslamı, Fars İslamı gibi birliğe aykırı
boyutlar getirmek değildir. Toplumların yeni kültür çemberlerine
girerlerken eski kültürlerinden bazı diğerleri taşıdıkları,
eski değerlere yeni giysiler giydirdikleri bir sosyal olay olsa dahi bu
bildirisinin konusu bu husus değildir.
Biz İslamiyetten evvelki Türk İnanç sisteminde tek Tanrılığın esas alındığı, buradan hareketle İslamiyete girişin zor olmadığı eski inanç sistemimizdeki bazı kült ve kodların yeni dinimiz olan İslamiyet taşımış oluşumuzun da üzerinde durmuyor bu konuyu'da tartışmıyoruz.
Bizim üzerinde durduğumuz husus, temelleri ayet - hadis ve sünnet üzerinde inşaa edilmiş İslamiyetin yerini "Folklorik İslam" olarak tanımlanan, içerisinde bid 'ad, şirk, hurafe gibi unsurların da yer aldığı İslamiyetin ruhuna da aykırı olan bir inanç dünyasına bırakılmasını istemek de değildir.
Biz; mistik folklor olarak tanımlanabilecek halkın dinini hayata
geçirmedeki islamın ruhuna aykırı olmayan bir
takım safiyane inanç ve uygulamaların akademik yöntemlerle
tesbit ve tasnifini öneriyoruz.
Bu yapılmadığı için,
Geçmişte Türk toplumlarının din sosyoloji
ve din psikolojisi itibariyle iyi irdelen misyoner raporları halkalarımızın
din adına yönetimlerine baş kaldırmalarını
sağlayabilmişlerdir. Keza bu çalışmaların
eksikliğinin bir sonucu, olarak toplumlarımızda din muhtevalı
bölünmelere yol açılabilmiş yapay din etnolojisi
oluşmuştur. Dini etnik yapılanmanın üzerine
başka dinlerin misyoner faaliyetleri oturtabilmiştir. Bu eksiklik
misyoner faaliyetlerine vasat sağlamıştır. Nihayet
gericilik, hurafe, bid'ad ve sirk adına cephe açılan
halk kültürümüzün asli unsurlardan mistik folklor
yok edilmektedir. Mistik folklorun yok edilmesi bugünden yola çıkarak
geçmişe ulaşmanızı sağlayan köprülerin
yıkılması demektir. Bu köprüler aynı
zamanda yaşayan Türk ellerinin aralarındaki kültür
bağlantılarıdır. Bizim dikey ve yatay kültürel
gövdemizin kavşak noktalarıdır.
SONUÇ
Bozkır Kültürünün bir tezahür şekli
olan sözlü kültür, Türklerin yerleşik medeniyete
geçiş sürecinde, İslama girişleri döneminde,
Ataist dönemde, bilinçli uygulamalarla varlığını
korumuş ve milli varlığımızın devamlılığında
etkisi olmuştur. Sözlü kültür geleneği ve onun
ürünleri yazılı kültürün henüz
bütün müesseseleri halkın hizmetine sunulamağı
günümüzde bilinçsizce yok edilmemeli. Bu sorun Türk
ellerinden sadece birine mahsus değildir. bu sorunun çözümü
için halk ve bürokratlar bilim adamlarından yardım
ummaktadırlar.