GİRİŞ
Bu konudaki ilk araştırmamız etnik kesimlerin Anadolu
ve Kafkasya'daki arayışlarına dair genel bilgi maliyetinde
idi. Bu paper ile konunun tarihi perspektivine dair yüzeysel açıklamalar
yapmaya çalışmıştım. Bu konulu üçüncü
denemem günümüz Türkçü, dinci, sosyalist kesimlerin
konuya bakış açısına dair olacak. Böylece
sosyal eşitlik hukuki eşitlik bağlamında Türkiye'deki
Kafkas Orta Doğu kökenli haklara verilebilen kimlik hürriyetine
yer verilebilecektir.
Orta Doğu ve K. Kafkasya'da cereyan eden olayların temel nedeni bana göre "kimlik sorunu" dur. Bir ülkenin mevcut siyasi yapılanmadan ayrılmak istemesi veya bu isteğe karşı çıkılması, enerji nakliyat güzergahının bir ülkeden geçmesini veya geçmemesini istemek, ülkeler arası coğrafî sınır ihtilafı yaşamak, bir ülkenin dini inançlarına müdahale etmek veya bu müdahaleye tepki göstermek. Çeçenistan örneğinde olduğu gibi özünde "milli ben" olan toplu olaylardır. Benim milli siyasi yapılanmam, benim enerji-(ekonomik) çıkarlarım benim denizlere açılabilmem (-ulaşım imkanlarım) benim din anlayışım benim inancım beni kavgaya iten faktörlerdir.
Kavgalara yolaçan bu "milli ben" in mahiyeti nedir? Bu sorunun cevabı için Türk stratejisinde sadece Kafkasya adına değil Balkanlar ve Ortadoğu için de bakmak lazımdır. Türkiye'nin bu ilgisi sadece çevre güvenliği itibariyle de değil, iç güvenliği için de gereklidir.
Bilindiği gibi, Türkiye nüfusu, Türk soyluların yanısıra Balkan-Kafkas ve Ortadoğu halklarından da oluşmuştur. Aynı şekilde Türkiye'yi çevreleyen bu coğrafyanın içerisinde diğer halklarla birlikte Türk soylular da vardır. Yapmakta olduğumuz bu karakalem denemesi bir durum tespiti olduğundan, tarihi boyutu üzerinde fazla durmuyoruz. Mevcut durumu anlatmayı amaçlıyoruz. Türk kimliği 21. yy'a girerken Türkiye ve Türk dünyası itibariyle yeniden revize edilmeye muhtaçtır. Bu iki tanım arasında ilintiler kurulup konunun normlarının belki de yenilenmeleri gerekecektir. Türkiye Türküne getirilen T.C.'ni kuran halk tanımı ile, dünya Türklüğüne getirilen Türk soylu alma tanımı arasında bir tanım sentezi gerekecektir. O husus kısmen farklı bir problemdir. Üzerinde durulan husus Selçuklu-Osmanlı Cumhuriyet Türklüğünün yani batı Türklüğünün Kafkaslar Balkanlar ve Ortadoğuda birlikte yaşadığı halklarla müştereken geliştirdiği Ortak kimlik meselesidir. Bu kimliğin belirleyici özel muhtevası vardır. Bunun içindir ki, kaderleri birbirleri ile yakın ilişkili olan bu coğrafyanın bir kısım halkı ortak üst kimlikte birleşme durumundadır. Güvenlik merkezli bu tespit sadece Türkiye veya Türk soylular için geçerli değildir. Bu izah belirtilen coğrafyanın kederde ve kıvançta bir olma zaruretinden doğmuş bölgesel bir kimliktir.
Kimlik Edinme Sürecinin Yakın Geçmişi
Biz bu coğrafyayı, yani (Anadolu, doğu Balkanlar-Kırım-Kafkasya Irak-İran-Suriye'nin kuzey bölümlerini) şimdilik Güney Avrasya olarak tanımlayalım. Güney Avrasya'da son yüzyılın kimlik arayışını yönlendiren ve kimlik belirleyicisi faktör olarak, şunları görüyoruz;
- Türkiye'de bütün yönleri ile Kemalizm
- Balkanlarda Hıristiyan-Grek, Slav-Komünizm,
- Karadeniz'in kuzeyinde Slav-komünizm
- Kafkasya'da Slav-Komünizm,
- İran'da Fars-Siyasi Şia
- Irak'da Arabizm (Baas-Sosyalizm)
- Suriye'de Arabizm (Baas-Sosyalizm)
Bu kaba tasnifin içerisine Balkanlar ve Ortadoğuyu alışımızın nedeni tartışmanın bu noktasın da kimlik konumunu öne alışımızdandır. Zira Kafkasya-Anadolu itibariyle getirilecek tahlil ve varılacak sonuca yeni Türk kimliği itibariyle öncelikli olarak Güney Avrasyayı kapsarken, bu bölge tahlilin dışında tutulamaz.
Kemalizm ve Türk Kimliği
Kemalizmin mayalanma döneminde dünya faşizm ve nazizmi yaşamıştı. Bu iki ırkçı ideoloji komünizm ile aynı yüzyılın ürünleri idi. Osmanlı yönetimi bu döneminde II. Abdulhamit ile İslam ittifakını, Enver Paşa ile Türk ittifakını uygulamayı denemişti.
Türkiye cumhuriyetinin kurulmasının hemen arifesinde geleceğin yapılanmasını farklı millet yapılanmasında arayan kesimler de vardı.
Bunlardan;
İttiha-ı İslamcılar dünya İslam aleminin birleşmesini, Hilafetin devamı ile Anadolu İslam halkının da bu birleşmede yerini almasını istiyordu. Bu arayışın kadroları arasında da Ortadoğu ve Kafkas halklarından aydınlar vardı. Mücadeleyi etnik kimlik adına değil dini kimlik adına veriyorlardı. Bunlara göre Küffarım ortak paydası gayrımüslim oluşları idi.
Komünistler, çok tali olan bu potansiyel evrensel komünizmin ölçülerini taşıyorlardı. Anadolu insanın geleceğini sınıf dayanışmasında buluyorlardı. Bunların arasında da Ortadoğu ve Kafkas kökenliler vardı.
Türkçüler, bunlar imparatorluktan vaki kopmaları, farklı milliyetten halkların milli mücadeleleri olarak algılıyorlardı. Geleceği Dünya Türk ittifakında buluyorlardı. Bunların arasında da Ortadoğu Kafkas halklarından aydınlar vardı.
Anadolucular ise; dini, milliyeti ve sınıf esasını değil, coğrafyayı esas alıyorlardı. Bunlara göre etnik menşei dini inancı ve siyasi tercih farklı olsa da, Anadolu, Anadolularındı. Anadolu kültürünü bu toprakların insanı birlikte yapmıştı. Anadolu'nun İsevisi'de Musevisi'de Türk veya Arap soylusu da bu kürtüre İslam Türk Soylular kadar katkıda bulunmuşlardı. Değişik din ve soydan toplumlar Anadolu şartlarında diğer soydaş ve dindaşlarından adeta farklılaşmışlardır. Bu kesimde de Ortadoğu Kafkas halklarından insanlar vardı.
Bu kesimlerin aydınları basında ve Mecliste görüşleri doğrultusunda mücadele verdiler. İçlerinde en güçlü iki grup Türkçüler ve islamcılardı.
Türkçü hareket uzun süre Anadolu dışı Türkçü hareketten büyük destek gördü. Belki de Türkçü hareketin ilk mimarları misak-ı millinin dışında idi. İdil-Ural bölgesi, Ural-Altay bölgesi, Kırım ve Kafkasya bölgeleri, Selanik-İstanbul bölgesinden Türkçü hareket itibariyle daha az etkili değildi. Bu merkezlerin içerisinde Kafkasya aydını özel bir yer tutuyordu.
Anadolu'nun milli kimliği itibariyle geleceği üzerinde yapılan taraflar arası mücadelede, giderek şekillenen Kemalist hareket başarılı oldu ve Türkiye Cumhuriyeti devleti Kemalist temeller üzerinde kuruldu. Kemalist kadrolarda, her dönemde Kafkasyalılar Kemalist mücadele adına çok önemli roller üstlendiler ve üstlenmektedirler. Kemalist kadro yapılanmasında Kafkas kökenli aydınlar diğer kesimlere karşı mücadele verirlerken, bu kesimler içerisindeki Kafkas kökenlilere karşı da verdiler.
Anadolu'da Kafkasyalılık adına özel bir mücadele olmadı. Anadolu'daki Kafkasyalı kesimlerden herhangi birinin de özetle etnik kimliğinden temellenen bir mücadelesi olmadı. Anadolu da siyasi mücadele veren, İslamcıların, Anadolucuların komünistlerin veya Türkçülerin başka bir etnik kesime veya Kafkas halklarına, Kafkasya'da veya Anadolu'da etnik kimliğe dayalı bir vaadi de olmadı. Kafkasyalı Anadolu insanına Anadolu'nun diğer insanları gözü ile bakılıyordu onlar da İslam cemaatından, veya onlarda işçi veya feodal ağa idiler. Komünistler halklar kavramı üzerinde duruyorlardı.
Kafkasya ve Osmanlı vatandaşı çok kere sarayın yakın çevresinden kimseler olmuştu. Buna ilaveten Çarlık ve komünizmden Kaçanlar da selameti Anadolu da bulmuşlardı. Ev sahipliği ile misafirlik arasında sınır çizilebilecek gibi değildi. (Ancak cumhuriyetin 50 yıllarında Türkiye'deki yeni nesil Kafkasyalılar göçe katılan dedelerini ve onları iskan edin Osmanlı yönetimini de suçlayacaktır.)
Kemalist Millet Tanımının Etnik Boyutu
Bütün bu dünya olayları ile Türk Dünyası ve Türkiye dünyasında Kemalist hareket millet tanımı itibariyle bazı esaslar tercih etti. Atatürk'ten Afet İnan'ın yazdıklarına göre Atatürk millet tanımının içerisinde; tarihi birliği vatan birliği, dil birliği, soy birliği ve ülkü birliği gibi hususları alıyor, ancak milletin oluşmasında din faktörünü esas alınıyordu. O'nun açıklamalarından anlaşılana göre; o dine karşı değildir. İslam dinine de hayrandır. Cumhuriyet Türkiye'sinin dinsiz olması gerektiğini savunmaz. Ancak Türkiye Cumhuriyetinin bir din devleti olmasını da istemez. O'na göre insanlar birbirlerinin inançlarına, devlet halkın inancına, halk da devlet yönetiminde devletin işine karışmayacaktır.Din devlet ilişkisi de dinin sadece uhrevi hayatın gündem konusu olduğu hususu ile, hilafet konusu Kafkasyalı Anadolu aydını ve Kafkasya da farklı şekillerde algılandı. Ancak bu konuda Kemalist kadrolar ciddi bir bölünme göstermelidirler.
Kemalist millet tanımlamasının diğer umdelerinden kimlik konusunu yakından ilgilendiren husus kimliğin etnik boyutu idi. Milli devlet oluşum sürecini başlatırken, Türk özel ismi üzerinde ısrarla duran Kemalizm; Türk ırklı olmayanlar Türkiye halkı ve bu halkın içinden çıkmış, Türkiye Cumhuriyetinin diğer mimarlarını da kapsayacak bir tanım getirdi. Buna göre Türk ;Türkiye Cumhuriyetini kuran halkın adı idi.Türk olabilmenin yegana şartı kişinin kendisini Türk hissedebilmesi idi. Bu his aynı kültürü paylaşmış olmaktan kaynaklanıyordu.
Kimlik konusunda, Kemalist fikri mayalanma sürecinde Türkiye dışındaki Türk kadrolar arasında ihtilaflar çıktı. İhtilaf Türkiye bağlamında Türklüğünün özel şartları dikkate alarak yapılmasından geliyordu.M.K.Atatürk Türklerle birlikte yaşayan ve soyca Türk olamayacakların da Türk kabul edilmelerini ortak kültüre mensup olmanın önemini savunuyordu. Birlikte gelecek inşa etmek için ırk birliği aramıyordu. Ayrıca dünya Türkçü hareketinin merkezi Selanik veya İstanbul olması üzerinde duruyordu. Karşı görüşte alan ve Z.V. Togan'ın öncülüğündeki grup ise, hareketin merkezinin Kazan veya dolayları olmasını ayrıcı Türk olmanın Türk soyluluğa bağlı olmayı gerektirdiğini savunuyordu.
Bir taraftan Türkçü olan, diğer yandan etnik milliyetçiliğe karşı olan, yani Türk soylu olmayan vatandaşlarını da Türk çemberine almak nasıl formüle edilebilirdi?kültür milliyetçiliğine ağırlık verilmeli idi. Farklı soylu halklar Anadoluda ve Anadolu'ya göç ettikleri Kafkasya gibi yakın coğrafyada büyük ölçüde ortak kültür değerleri taşıyorlardı. Bu kültürel yerel değerlerin özelde sahipleri karşılıklı etkileşim ile genel bir kültürel yapı geliştirmişlerdi bu noktada dar anlamda etnik kimlik bağnazlığı aşılmış, ortak bölge kültürü oluşmuştu. Bu kültürel yapının sahibi onu oluşturan çeşitli etnik kesimlerin halkları idi. Bu ortaklığın İslam evveli derinlikleri de vardı. Türkiye'deki azınlıklar belirlenirken, içerden ve dışardan belirleyici güçler bu gerçeği gözardı edemediler. Bu cümleden olarak Anadolu Kafkas soyluları kültürel kimlik özellikleri itibariyle, Anadolu'nun azınlık kapsamına alınmayan diğer halklarından farklı kabul edilmezdi. Anadolu'nun çeşitli bölgelerinde diğer halklar gibi Kafkas halkları da kendilerini Azınlıklardan Rum, Ermeni, Yahudilerle bir tutmuyorlardı. O dönemde böylesi bir kültür farklılığının sözcülüğünü Anadolu'da yapan bir Kafkas aydını yoktu.
Şu var ki, Kafkas halkını Anadolu'nun diğer halkları gibi Anadolu'da ve Kafkasya'da kendi içerisinde ve azınlık kabul edilmeyen diğer halk kesimleri ile bir arada tutan en büyük kültürel faktör din olmuştur. İslamiyet ortak paydası, hilafetle birleşince, hilafet bayrağında İslam cemaatinden olabilmek dönemin milli kimliğinde çok önemli psiko-kültürel bir faktör idi (günümüzde de Kafkas ve Anadolu halklarının kültürel ortaklıkları gündeme getirilirken yapılacak sentezde, ortak dine mensup olma gerçeği gözardı edilemez. Dozu farklı olabilir, bu gerçek dışlanarak yapılacak sentez gerçekçi ve sağlıklı olmayacaktır.)
Kemalist hareket, kimlik tanımlamasını sosyo-kültürel özellikleri böylesi olan bir topluma yapıyordu. İmparatorluktan miras aldığı bu kültürel serveti, aralarında ve devletle ihtilaflı olmayan bir senteze kavuşturmalıydı. Yaptığı analizde karşısına çıkan tabloda; etnik kimlikleri soy itibariyle az çok farklı, tarihi geçmiş itibariyle ortak kaderi paylaşmış, siyasi gelişmeler itibariyle geleceklerini bir arada yaşamaya adeta mecbur olmada bulan halk kültür değerleri itibariyle birbirlerine çok yakın bir toplumun olduğu ortaya çıkmıştı. Yapılacak işlem ortaklıkları artırmak ve farkları azaltmaktı. Bu noktadan hareketle Kemalist kültür politikası doğdu.
Anadolu'daki Kafkas veya başka kökenli olanlar olmayanlarla birlikte bu tahlile tabi tutulmuşlardı; Kafkasya'da da Türk soylu olanlar ve olmayanları farklı bir kimlik tanımı arayışından yola çıkılarak farklı kültür politikasına tabi tutulmuşlardır. Günümüze gelininceye kadar her iki coğrafyada, yani Güney Avrasya'nın bu bölgesinde 70 yıllık bir süreç yaşanmıştır. Sovyet dönemi kültürel kimlik politikasının bu bölgedeki sürecine dönmek üzere Anadolu'daki Kemalist uygulama ve gelişmelere bakalım.
Kemalistlerin milli kimlik sorununun çözümünde iki sonuçları vardı. Bunlardan birisi Ümmedden bir milli devlet çıkarılmıştı. Milli devletin milliyeti ve bu milliyetin de bir adı olurdu. Toplumun büyük çoğunluğu Türk soylu idi. Geçmiş yönetimler Türk devletleri olarak biliniyordu. Geçmişte ve halde resmi ve eğitim dili döneminin belirlediği kadarı ile Türkçe idi. Şu halde devlet bir Türk devleti olmalıydı. Öyle de oldu. Bu birinci sorundu. İkinci sorun ise Türkiye'de Türk soylu olmayanlar ve onların da kültürleri vardı. Her ne kadar diğer halkların, Türk nüfus yanında miktarları çok az ise de ve özellikle Kafkas halkları kendi içlerinde çok sayıda parçaya bölünmüş iseler de, durum tespiti yapılınca onların kültürel varlıkları ve cumhuriyetin kurulmasına ciddi katkıları olduğu bir gerçekti. Bu kesimlerden aydınların edebiyat, resim, mimari alanlarında üretilen eserler de, ortak Türkçe ile ortak milli üslupla üretilmişti.
Bütün bunlara rağmen cumhuriyeti kuran halk çeşitli kesimlerden kültürel değerlerinin kaybolmamasını ve kendi kültürünün de temsil edilmesini isteyebilirdi. Adilane bir kültürel barış ancak bu şekilde sağlanabilirdi. İkinci önemli sorun bu idi.
Kemalistler sağlıklı bir toplum analizi yaptılar. Kültürsüz toplum tarihin hiçbir döneminde olmamıştır. Türkiye'nin de bir kültürü olmalıydı. Bu kültürün milli vasfı da olmalıydı. Milli kültürleri halk kültürü besliyordu. Geniş anlamda Türk halkının kapsamında Kafkas kökenliler de vardı. Milli kültürler milletlerin kültürü ise; Türk milleti Türkiye cumhuriyetini kuran halk ise, cumhuriyet kuranlar arasında Kafkasyalı Türkler ve Türk kültürünün içerisinde de bu halkların kültürü de vardı. Bu noktada Kemalistlerin gündemine milli kültürün kaynaklarına inmek girdi. Bu kaynak geniş anlamda Türk halkı idi. Kaynakları inceleyecek güzideler bu halkın içerisinden yetişiyordu. Bu maksatla Halkevleri kuruldu. Köy Enstitüleri aynı zamanda halk araştırmacısı yetiştiriyordu. Halkevlerinin yayın organları halk kültürü araştırmacılarına vasıtalık yapıyordu. Araştırma vasatı geniş anlamda Türk halkı, yani Anadolu sathı idi. Araştırmacılar ve araştırılan kesimler arasında Kafkasyalılarda vardı.
Bu arayışın içerisinde asimilasyon yoktu. Zira içerisinde eritilecek hakim bir milli kültür yoktu. Zaten yapılmak istenilen milli kimliğin oluşturulması idi. Bu bir kültürel entegrasyondu. Öyle olmalıydı. Ancak sayıca azınlıkta olanın inkarı anlamında tek yönlü bir etkileşim değildi. Tarafların ortak katkısı ile, cumhuriyetin kurulması, daha evvel istiklal savaşının kazanılması gibi yeni ortak bir eser ortaya çıkarılmak isteniyordu. Buna ihtiyaç vardı. Tespit sağlam yapılmış, temeller sağlam atılmıştı. Bir ucu Fransa'da bir ucu Kafkasya'da olan ideolojik yapılanmanın merkezinde Anadolu'da Ziya Gökalp düşünür olarak vardı. M.K. Atatürk, Kemalist uygulayıcı idi. Tabii ki pişirilen ortak kültür aşının kazanına soyca Türk alanların attıkları malzeme doğal olarak daha fazla oluyordu. Bu saygın bir gelişme idi. Saygın olmayan ise, Türk soylu olmayanların kazana katkılarının önlenilmesi ve katkılarının inkar edilmesi zihniyeti idi.
Müesseselerini kurmuş olmalarına rağmen Kemalistler milli mayalanmayı ne kadar sağlam yapabildi? Bize göre bir anlamda millileşme süreci tam demini alamadan Köy Enstitüleri ve Halk Evleri kapatıldı. DTCF Fakültesi ile TDK ve TTK amacından saptı. İstanbul Türkiyat Enstitüsü faaliyetlerine ara verdi. Kemalist olarak bilinen kadrolar yeni bir kimlikle sahneye çıktılar. Bu yeni kimlikle ya yüzeysellik hakimdi veya bu vasatda da ideolojik sapmalar başlamıştı. Bu dönemde tanımı yapılamayan Kemalizm kıyasıya eleştirildi.
Kemalist harekete yüklenilen bu misyon gerçekçimi idi? Veya tanımını yaptığımız Kemalizm saptırılmasa, akamete uğratılmasa idi üzerinde durduğumuz entegrasyon daha fazla sağlanır mıydı?. Tarih ilminde böyle bir metot yok. Bunu bilemeyiz. Ancak; birlikte yaşamayı amaçlayan toplumlar "seninki" ve "benimki" tanımlarının yerine "bizimki" tanımını getirebilmeli. Bu noktada yapılacaklara özveri, bu toplumun çoğunluğunu meydana getiren kesime düşmelidir. Mesela konuşulan Türkçe'de yüzlerce Fransızca kelime var ise, etimoloji sözlüklerinde ödünç kelimelerin ilk sahibi rahatlıkla söylenebiliyor ise, Türkçe soylu kelimelerin yetersiz kaldığı hallerde neden birlikte yaşanılan hakların dillerinden bu kelimelerin gerçek sahipleri belirtilerek alınabilmesin? Türk kültürü Türkiye Cumhuriyetini kuran halkın kültürü olduğundan hareketle kurucu halkların kültürel katkılarına daha fazla açık veya daha yürekli olunabilir.
Karamanoğlu Mehmet Bey yaşasaydı, günümüz Türkçe'si muhtemelen daha sade olurdu. Ancak Anadolu'da büyük bir ihtimalle de Türkçe tamamen yok olurdu. Türkçe'nin Osmanlı Türkçe'si olarak kimlik kazanması muhtemelen yok olmasını önlemiştir. Osmanlı, Kafkas dillerine yaşama şansı tanıyarak güney Asya'da ortak dil olmayı başarmıştır.
Süper güç olma ile küreselleşme arasındaki arayışını sürdürürken Anadolu ve Kafkasya, ilkin yerel küreselleşmeye gidebilmeli idi. Süper güçlerin takımına girerken, Kafkas ve yakın çevresi ile birlikte Anadolu halkları ittifak yapabilmiş olmalıyız.