
 |
MERAKLI VE KURNAZ
BİRAZ DA HIRSIZ
SAKSAĞAN
“Karaköy’de dolaşırken, kıyıya kıçtankara
etmiş Frenk kalyonlarından birinin güvertesinde, ayyaş bir gemicinin kemanla
tuhaf bir nağme çaldığını işitti. Gemiye doğru, ‘Behey kâfir. Döktürdüğün
bu nağme ne iştir? Kimindir?’ diye bağırdı. Tarihçiler kâfirin ona, ‘Behey
teres. Çaldığım bu nağme Russinî nâm tıfıl bir bestekârındır, adı da Hırsız
Saksağan’dır’ dediğini rivayet etmişlerdir. Bu keman nağmesinden ilham
alan Yâfes Çelebi bütün gece gözünü kırpmadan düşündükten sonra sabah erkenden
yola çıkıp kırlarda dolaşmaya başlamıştı. Amacı, saksağan yuvalarını bulmaktı.
Bir hafta tarlada bayırda dolaştıktan sonra tam yediyüzseksenüç yuva tespit
etmişti. Bütün gün şehrin üstünde uçan, ve parlak olan her nesneye büyük
bir ilgi duyan bu kuşların yüksek ağaçlardaki yuvalarına tırmanıyor, saksağanları
kışkışlayıp kaçırdıktan sonra da, hayvancağızın ömrü boyunca sağdan soldan
çalıp, aşırıp, apartıp getirdiği renk renk boncuklar, deniz kabukları,
camdan yapılmış takma gözler, devri saadetten kalma ok demirleri, sedef
kakmalı minicik afyon kutuları, tüfenk kurşunları, cam parçaları, elmas
taşlı yüzükler, kemikten yapılmış ufacık düğmeler, şişe mantarları, ortasında
bir zümrütün parıldadığı broşlar, insan ve hayvan dişleri, bakır paralar,
nazar boncukları, Sultan Süleyman zamanından kalma altın sikkeler, sahte
ve hakiki inciler, ayarı düşük akçeler arasından değerli olanları alıp
bohçasına atıyordu. Hırsız saksağanlardan çaldığı altını ve gümüşleri sarraflara
bozdurduktan sonra elmaslar ve zümrütleri bedestendeki kuyumculara satıyor,
böylece geçinip gidiyordu.” İhsan Oktay Anar, Kitab-ül Hiyel adlı romanında
işte böyle söz ediyor saksağanlardan.
SİZ HİÇ SAKSAĞAN GİBİ düşünmeye çalıştınız mı?
Kanada Calgary’de
yaşayan bir ailenin bireyleri, evlerine getirilen yaralı bir saksağan yavrusunu
iyileştirebilmek ve nelerden hoşlanabileceğini bulabilmek için böyle bir
yöntem denediler. Ailenin annesi Deborah Cavel-Greant’in bu saksağana ilişkin
The Calgary Explorer dergisinin Ağustos 1997 sayısında anlattıkları özetle
şöyle:
“Yaşamımıza bir mayıs sabahı girdi. İki haftalık olduğunu düşündüğümüz
bu yavru, belli ki 24 saattir açtı. Küçük bir sığırcık boyundaydı, bu yüzden
elle beslemek çok zor olacaktı. Gagası çok küçüktü. İlk olarak süt-yumurta
karışımına batırılmış ekmek parçaları vermeye çalıştık. Ona zarar vereceğimizi
düşündüğünden, önce bizi gagalamak istedi. Ağzını bağırmak için açtığı
bir sırada ilk lokmayı ağzına bırakabildik. Açlığı yatışana kadar birkaç
lokma daha aldı ve sonra yemeyi bıraktı.
Birkaç gün, hep onu gözlemledik. Gördük ki yalnızca yaşamasına yetecek
miktarda yiyor. Bundan sonrasını tükürüyor. Bunun üzerine ona sevebileceği
bir şeyler verebilmek için saksağan gibi düşünmeye çalıştık. Kurtçuklar
ve solucanlar yedirmeye çalıştık ona. Ne var ki bu hareketli yaratıkları
ağzının içinde hissetmekten hiç hoşlanmadı. En sonunda evdeki kediler için
aldığımız, onlar beğenmediği için buzlukta sakladığımız küçük balıkları
verdik. Bu balıklardan çok hoşlandı. Çok sevdiği bu yemekle karşılaştıktan
sonra, hızlı büyümeye başladı.
Bu dönemden sonra, ona gösterdiğimiz ilginin ve yaptığımız bakımın
yönü değişti. Artık yemek yemesiyle uğraşmıyorduk; onu eğlendirmeye çalışıyorduk.
Meraklı ve zekiydi, ama canı çabuk sıkılıyordu. Bu yüzden her zaman kendisiyle
ilgilenilmesini istiyordu. Bir gün kedilerimizin minik sünger topunu çalmıştı.
Top oynamaya bayılıyordu ve oyunlarda ona katılmamızı istiyordu. Biraz
daha büyüdükten sonra düğüm çözmeye başladı. Bu durum, bir kuş için inanılmazdı.
Ona uzun süreli eğlence ve oyalanma olsun diye yiyeceğini iple bağlayarak
astık. Düğümü çözmesi beş dakika bile sürmemişti.
Her
şeyi hemen oyuncağa ve oyuna çevirebiliyordu. Bu yönde düş gücünün sınırı
yoktu, ama işi bittikten sonra bir kenara atıyordu onları. Bütün aileye
duyarlı olmasına karşın, en çok beni ve küçük oğlum Zak’ı yeğliyordu. Ellerimize,
başımıza ve omuzlarımıza tünüyordu, gagasını yanaklarımıza sürtüyordu ve
kumru gibi sesler çıkarıyordu.
Seslerimizi taklit etmeye başladı. Ona yaptığımız şaşırtmacaları ışık
hızıyla keşfediyordu. Hatta bazı dostlarımız ondan çok etkilendiğimiz ve
onun kuş olduğunu unuttuğumuz konusunda bizi uyardılar. Temmuz ayı geldiğinde,
artık büyük bir kuş olmuştu, iyi de uçuyordu. Ona verdiğimiz doğal yiyeceklere
olan ilgisi de artmıştı. Önceden tükürdüğü kurtçukları yakalamak şimdi
onun için zevkti. Hatta kurtçukları özellikle bir yerlere gizlediğimizde
bile buluyordu. Bu, onun için çok eğlendiriciydi.
Bir süre sonra saksağanımızı doğal ortamına bırakmanın zamanı gelmişti.
Onu evimizin yakınındaki doğal parka götürdük. Burada yaşayan saksağan
sürüleri vardı. Serbest bıraktığımızda hemen benim omuzuma çıktı, birlikte
yürüdük. Ona küçük taşları ve yerdeki yaprakları kaldırarak altında salyangoz,
böcek ve kurt bulmayı öğrettik. Küçük uçuşlar yaptı ve bunu sık sık yanımıza
uğrayarak sürdürdü. Bir saksağan sürüsü geçtiğinde, onlara seslendi, ancak
yanlarına gitmedi. Küçük bir ağaca tünedi. Bir başka saksağan sürüsü geçerken,
genç bir saksağan sürüyü terk ederek, onun yanına geldi ve tünedi. Bu yeni
arkadaşla ilgilendi, ama uçtuğunda onu izlemedi. Biz ondan ayrılmak üzere
yola çıktığımızda hemen peşimizden geldi. Ona dallardaki tırtılları gösterdik.
Tüm dikkatini onları yemeye yoğunlaştırdığında oradan sessizce ama büyük
bir üzüntü içinde ayrıldık. Bir yere gizlenerek saksağanımızı izledik.
Gidişimizi fark etmişti, bağırmaya başladı, biz yanıt vermedikçe ses tonu
giderek daha yalvaran bir hal aldı.
O gece uyuyamadım. Onun çığlıkları aklımdan çıkmıyordu bir türlü. Ertesi
gün hem sabah hem akşam üzeri tekrar parka gittik. Sabah onu göremedik,
ama akşam üzeri bir saksağan sürüsü yakınımıza geldi. İçlerinden biri bize
doğru uçtu ve yakındaki bir ağaca kondu. Ayağa kalkıp, ona yaklaştım. Hemen
keyifli sesler çıkarmaya başladı. Parmağımı ona doğru uzattım. Önce bana,
sonra da ağaçları terk etmeye hazırlanan sürüye baktı. Hemen elimi çektim
ve o artık özgürdü.
Sonraki yılın yaz aylarında yeniden evimize uğradı. Zak’ın camına kondu
ve sesler çıkardı. Zak’ı yakındaki bir yerlere yürüdüğünde izledi ve hiçbir
saksağanın izin vermeyeceği bir harekete, Zak’ın ona doğru yürümesine izin
verdi. Bu yaz (1997) bizi tekrar ziyaret edip etmeyeceğini merak ediyoruz
doğrusu.”
Saksağanlarla ilgili başka gözlemler de var. Bunlardan biri Doç.Dr.
Gürbüz Erginer’e ait. 1956-1964 yılları arasında Aydın’da yaşamış olan
Erginer bölgedeki bazı kişilerin saksağanlara papağan gibi konuşmayı öğrettiklerine
tanık olmuş. Ancak bu, hiç onaylanmayacak bir yöntemle; yani yavru saksağanların
dilinde bulunan balık kuyruğuna benzer çıkıntı kesilerek bu bölgeye kahve
basılarak yapılıyormuş. Bu işlemin yapıldığı saksağanlara tıpkı papağanlara
olduğu gibi konuşma öğretilebiliyormuş. Erginer “Arap et getir.” diye seslenen
bir saksağan anımsıyor.
Pica pica
Kargagillerden olan saksağanlar, siyah-beyaz gövde renkleri ve gövdelerinden
daha uzun olan kuyruklarıyla tanınırlar. Uzunlukları 36-38 cm, ağırlıkları
250-400 gr arasındadır, kanatları açıldığında ise uçtan uca uzunluğu 48-53
cm’dir. Gagası, başı, göğsü, alt kısımları siyah, kanat ve kuyruğu koyu
mavi-siyah renklidir. Kuyruğun üst kısmında güneş ışığının da etkisiyle
yanardöner çeşitli renkler göze çarpar. Karnı ve omuzları ise beyazdır.
Bu zeki, cesur ve kurnaz kuşlar, ötücü kuşlar takımından olup çığlıklar
atarlar ve “çak çak”, “çat çat” gibi sesler çıkarırlar.
Latince adı Pica pica olan saksağanlar, kuzey yarıkürenin yukarı kısımlarının
hemen hemen her yerinde, Arap yarımadasında ve kuzeydoğu Afrika’da bulunurlar.
Türkiye’de de eskiden çok yaygın olarak bulunan saksağanlar bugün özellikle
güneyde neredeyse ortadan kalkmış gibidir. Saksağanlar böcek larvaları,
salyangozlar, kuş yumurtaları, kertenkeleler, çekirgeler, tırtıllar, solucanlar
gibi hayvanlarla beslenirler. Bunun yanında, mısır, üzüm, erik, elma, kiraz
gibi meyve ve tohumlar da onların yiyecekleri arasındadır. Öteki kargagil
türleri gibi yedek besinlerini bir gün saklayabilirler. Hayvan leşlerini
de yerler. Yollardaki hayvan ölülerinin üzerine sürü halinde toplanırlar.
Göç
etmeyen bu kuşlar, sürüler oluştururlar. Kanatları ve uzun kuyrukları uzun
mesafeleri uçmaya uygun değildir. Büyük baykuşlar ve küçük ayılar (rakunlar)
en büyük düşmanları olduğundan, onlara av olurlar. Yere indiklerinde, ya
yürürler ya da zıplarlar.
Saksağanlar tek eşlidir, ancak ender olarak bu durumun istisnalarının
olduğu da görülmüştür. Çiftleştikten sonra dişi ve erkek birlikte bir yuva
yaparlar. Üreme çağına genellikle bir bazen de iki yaşında ulaşırlar. Dişi,
mart-nisan aylarında 5-9 yumurta üzerinde 16-18 gün kuluçkaya yatar. Bu
yumurtalardan ancak üç ya da dört yavru gelişir. Bugün bu sayı daha
aşağı düşmüştür. Ortalama yaşam süreleri 3,5-4 yıldır. Yavrular doğduktan
sonra, erkek hem nöbet bekler hem de dişiyi besler. Doğan yavruların beslenmesi
işiyle anne ve baba kuşlar 30 gün kadar ilgilenirler.
Genç kuşlar, bağımsızlaştıkça yuvalarının yakınında kalmak koşuluyla
sürüler oluştururlar. Yaklaşık 10-50 kadar kuşun bulunduğu sürülerde zaman
içinde bir hiyerarşi oluşur. Kuşların % 80’inin sürüde ilk yılıdır, geri
kalanın çoğunun ikinci, daha azının ise üçüncü, dördüncü yılıdır. Sayıları
daha az olmasına karşın, yaşlı kuşlar gençler üzerinde baskındır. Saksağanlar,
sosyal sıralamalarını daha çok yiyecek konusunda ortaya koyarlar. Sıralama
büyük önem taşır, çünkü kimin çoğalacağı buna bağlı olarak belirlenir.
Saksağanların toplanma alışkanlıkları üzerinde düşünen Darwin, Seksüel
Seçme adlı kitabında Delamere Üniversitesi rektörü olan kuzeni William
Darwin Fox’ın bu toplanmalara “büyük saksağan düğünü” adını verdiğini söylüyor
ve sözlerini şöyle sürdürüyor: “Birkaç yıl önce bu kuşlar olağanüstü çoktu,
öyle ki bir korucu bir sabah on dokuz erkek ve bir başkası bir atışta birlikte
tünekleyen yedi kuşu vurdu; daha sonra saksağanlar sürüler halinde gevezelik
ederken, bazen dövüşürken ve ağaçların çevresinde telaşla uçarken görüldükleri
belirli noktalarda toplanma alışkanlığını edindiler. Kuşlar bütün bu işleri
besbelli önemli sayıyordu. Toplantıdan az sonra hepsi dağılıyor ve sonra
Bay Fox ve başkaları onların o mevsim için eşleştiğini gözlemliyorlardı.
Bir türün çok sayıda bulunmadığı herhangi bir bölgede elbette büyük toplantılar
yapılamaz ve aynı tür başka başka ülkelerde farklı alışkanlıklar gösterebilir.”
Darwin, saksağanlarda çiftin erkeği ya da dişisi vurulunca onun yerini
bir başkasının aldığının da sıklıkla gözlendiğinden söz ediyor.
Sokak Serserileri
Büyük kentler, saksağanlar için çok uygun bir yaşama ortamı sağlar.
Parkta sabah gezintisi yapabilirler, trafik uygun olduğunda yollarda ezilmiş
hayvanları didiklerler, çöp bidonlarını talan ederler, yiyecek artıklarının
bulunabileceği yerlerin çevresinde mevzilenirler. İngiltere’nin bazı yerlerinde
süt şişelerinin kapaklarını açma konusunda uzmanlaştıkları görülmüştür.
Bunlardan başka, Hamburg’daki futbol stadyumlardında ışıkların sıcaklığından
kavrulan böcekleri maçlardan sonra yemeye çalıştıkları da gözlenmiştir.
Yiyecek bulma konusunda kent yaşamının olanaklarından yararlanabilmek için
böylesine beceriler geliştirebilmeyi biraz da zeki olmalarına boçlular.
Yuva yapacak yer ararken de geniş düş güçlerini ve yaratıcılıklarını ortaya
koyarlar. Yuva yapacak uygun bir ağaç bulamadıklarında evlerin çatı altlarını,
elektrik direklerini ve büyük vinçlerin üzerini seçerler. Yuvalarının yakınından
gürültülü bir çevre yolunun geçmesi bile onları hiç rahatsız etmez. Bu
meraklı, gürültücü, arsız ve hırslı kuşların en ilginç özelliklerinden
biri de parlak ve renkli nesnelere duydukları ilgidir. Bu ilgileri öylesine
aşırıdır ki işi hırsızlığa kadar götürürler. Onlar için çekici olan nesneleri
yuvalarında biriktirirler. Ancak birçok bilimadamı, yerleşim yerlerinin
yakınlarında yaşamayanlarda bu davranışa daha az rastlandığını ileri sürmektedir.
İlginç bir şey keşfettiklerinde onu hemen gagalarıyla incelerler.
Almanya’da saksağanlar pek az sevilen kuşlardan biridir. Bunun nedeni,
her yıl yüzbinlerce ötücü kuşu öldürmeleridir. Her yıl ilkbaharda göçmen
kuşlar geri dönüp de yumurtlama dönemi başladığında, saksağanlara öfkelenenlerin
sayısı artar. Bu kişiler genellikle ötücü kuşların artık sustuğundan, bahçelerin
terk edildiğinden, boş kuş yuvalarından ve öldürülmüş kuş yavrularından
söz ederler. Saksağanların ötücü kuşlara verdiği zarardan rahatsız olanlar,
ancak avlanmalarına izin verilirse onlarla başa çıkılabileceğini düşünürler.
Saksağanların gerçekte doğal olan bu davranışları sayıca çok arttıklarından
ötürü diğer kuşlar açısından olumsuz sonuçlara yol açmaktadır. Belki de
Türkiye’de saksağanlara pek de olumsuz bakılmamasının nedeni sayıca dağılımlarının
çok yüksek olmamasıyla açıklanabilir.
Saksağanların son 20 yıl içinde Almanya’daki sayısal yayılışları tam
bir “işgal” gibi yorumlanıyor. 1950’li yıllarda yalnızca kırsal bölgelerde
yaşayan saksağanlar, bu bölgelerde ağaç ve çalı kesimlerinin yaygınlaşması
ve kimyasal madde kullanımının artması gibi nedenler yüzünden giderek yaşadıkları
bu yerlerden uzaklaştılar. Onlarla aynı duruma düşen kızkuşu, keklik, kervan
çulluğu gibi pek çok kuşun yok olma tehlikesi altında olmalarına karşın,
saksağanlar kentlerde yeni yaşam alanları buldular. Böylece Almanya’da
büyük kent merkezlerinde ve özellikle banliyölerde son yıllarda hızla çoğaldılar.
Bazı kentlerde sayıları 20 yıl öncesine göre iki kat, bazı kentlerde ise
dört kat arttı. Hatta Hamburg’un Hamm bölgesinde, kuşbilimciler (ornitologlar)
8 km2’lik bir alanda 1970’li yılların başında dört, 20 yıl sonra ise 100
saksağan çifti tespit ettiler. Bu nüfus artışının sonuçları Almanya’da
doğaseverler tarafından yıllardır tartışılıyor. Kısacası saksağanlar bu
ülkede yerel kuş türlerini tehdit ediyor. Avcı grupları avlanmayla sayılarının
azaltılabileceğini düşünürken, birçok bilimadamı saksağanın gerçekten “kuş
katili” olmadığını düşünüyor. Hatta bunu kanıtlamak için de bir araştırma
yaptılar. Bu araştırmada bir dizi “saksağan yerleşim biriminde” yaşayan
saksağanları ve diğer kuş türlerini (karatavuk, ispinoz, ötlegen, kızılgerdan
kuşu gibi öteki ötücü kuşları da), popülasyon büyüklüklerini ve yavru sayılarını
tespit ettiler. Ayrıca, değişik mevsimlerde saksağanların mide içeriklerini
de incelediler. Araştırmacıların vardıkları sonuç ise şöyle: Saksağanlar
ötücü kuşlar için bir tehlike oluşturmuyor. Hızlı çoğalmalarının diğer
kuş türleriyle ilgisi yok, tersine saksağanların çok olduğu yerlerde karatavukların,
baştankaraların, kızılgerdan kuşlarının, çitkuşlarının, sıvakuşlarının
ve diğer ender bulunan kuş türlerinin de sayısı yüksektir. Bunun nedeni,
bölgedeki yaşam koşullarının kuşlar için çok uygun olmasıdır. Yiyecek boldur,
atmaca ve karga gibi doğal düşmanlar azdır.
Hamburg Üniversitesi’nden Niels Böttcher ve Markus Wöltjen adlı kuşbilimcilerin
bulgularına göre, saksağanların mönüsünün yalnızca % 3 kadar düşük bir
miktarını kuş yavruları ve yumurtalar oluşturur. Saksağanlar için şimdilerde
cennet olan büyük kentlerde bile gelecekte ne olacağı pek belli değildir.
Ayrıca kuşbilimciler, bahçesinde kuş cıvıltılarının sürmesini isteyenlerin,
nasılsa geri geleceklerinden saksağanları kovalamakla uğraşmamalarını,
bunun yerine ötücü kuşların yeğlediği bitkileri bahçelerine dikmelerini
öneriyorlar. Bilimadamlarının bir başka önerisi de saksağanlara öfkelenmektense
onların akıllıkları ve becerikliliklerinden keyif almaya çalışmak. Çünkü
saksağanlar bu özellikleri sayesinde, insanı bazen de güldürebiliyorlar.
Bisiklet gidonunda gezmekten hoşlanan ya da bir bacanın kenarına oturup
kuyruğunu boşluğun üzerine vererek sıcak havayla ısınan bir saksağanla
karşılaştığınızda olduğu gibi...
Bu yazının hazırlanmasındaki katkılarından
dolayı
Asiye Konuk’a teşekkür ederiz.
Konu Danışmanı: Levent Turan
Doç. Dr. H.Ü. Eğitim Fakültesi
Fen Bilimleri Bölümü
Kaynaklar
Anar, O.İ., Kitab-ül Hiyel, 1996.
Bethge, P., “Der schwarzweiße Streitfall” Geo, 4 Nisan 1997.
Birkhead, T., “Britain’s Magpie Parliament” Natural History,
Mart 1994.
Darwin, C., Seksüel Seçme, 1977.
http://www.calexplorer.com
|