komik yazılar ciddi yazılar fıkralar menü biraz eğlenmeye ne dersiniz bize yazılarıızla destek olun her türlü öneri ve eleştiriye açığız

 

BİR İZCİ LİDERİNİN HATILARINDAN...


     Sanıyorum 1989 yılıydı, sonbaharın sonlarında, sıcak bir gündü. Sinop taraflarında, Sarıkum köyü yakınlarındaydık. Tenteli bir arazi aracıyla üç kişi yurdumuzun güzelliklerini tanıtmak amacıyla seyahat ediyorduk. Arkadaşlarımdan biri, fotoğraf sanatçısı Cemal Gülas idi.Bir tarafı göl olan toprak yolda, tek başına ilerleyen ilginç bir adama rastladık. Nasıl ilginç olmasın. Adamın beline bağlı ipin diğer ucunda Bir buzağı vardı. Şu eski komik dergilerde bir Tarzan dizisi vardı, bilmem hatırlar mısınız. Bu dizide Arap Kadri tiplemesi meşhurdu. Bu tipin en önemli özelliği giydiği donuydu. Evet yalnızca ayağına bir külot giyer öyle dolaşırdı. İşte bu adamın da ayağında aynı model bir don vardı. Tek Elbisesi buydu. Aksesuarı bütünleyen parça ise elinde tuttuğu tırpan idi. Yani Azrail'in çizimlerdeki haline inanmış olsak ecelimizin geldiğini sanacaktık.

     Cemal fotoğrafını çekeceğim diye tutturdu. "Ya! adamın ne olduğu belli değil, elindeki tırpanla saldırsa seni de jipimizin tentesi ve bizi de biçer" dediysek de dinlemedi. Makinesini kaptığı gibi indi ve adama yaklaştı. Biz her hangi bir saldırıya karşı Cemal'i alıp kaçacak durumda ayağımız gazda bekliyorduk.

     Cemal önce adamın uzaktan fotoğraflarını çekti. Sonra giderek yaklaşmaya başladı. Sonra da adamın fotoğrafını çekerken sohbet etmeye başladı. Durumu görünce biz de inip yanına gittik. Uzaktan görüldüğü kadar berduş değildi, temiz, beyaz saçları, omuzlarına kadar uzundu. Yüzünde çekilmiş ızdırapların oluşturduğu izler mevcuttu ve yaklaşık 55 yaşlarındaydı. Sesi çok tanıdık ve etkileyiciydi. Buzağıyı yolda bulduğundan, yakındaki köye götürmeye karar verdiğinden bahsediyordu. Tırpanın nedenini sorduğumuzda, "Bununla yol kenarındaki dikenleri, insanlara zarar vermemesi için biçtiğini" söyledi.

     Konuşma esnasında o dönemin milletlerarası sorunlarına da değindi. Meclisin bu problemler karşısında neler yapması gerektiğini anlattı. Şaşırmıştık, deli gibi giyinmiş birinden mantıklı sözler duyuyorduk. Bir ara bana dönerek. "Siz arabayla ilerdeki köye gidin ve Tarzan geliyor, misafirleri var yemek hazırlasınlar dediğimi söyleyin. Biz Cemal ile yürüyerek geliriz."Dedi. Bu tutarsız durumdan endişe duysak da dediğini yapmak zorunda kaldık.

     Halâ içimizde olan endişeyi atamamış halde onlardan uzaklaşmaya başladık. Bir virajı döndüğümüzde, sürüsünün önündeki çobanla karşılaştık. Aklımda hala Cemal'  e zarar verip vermeyeceği endişesi vardı. Hemen arabadan inip çobanın yanına koştum. Çoban da yaşlıydı ve gün görmüş bir adama benziyordu.

     Rastladığımız adamı tarif ettim, durumu anlattım ve zararlı olup olmadığını sordum. Çoban, "Yaa! Tarzan mı gelmiş. Yok zararsızdır hiçbir şey yapmaz." Deyince rahatladım.Tabii çobana sorularım bitmedi. Pekiyi kimdir bu adam. Kıyafeti deli Gibi ama kendi akıllı?

     "Tarzan, Sinoplu zengin bir ailenin oğludur. Kendisi ziraat yüksek mühendisidir." "İnanılır gibi değil, pekiyi bu hali ne?" "Bir gün bu fakir bir köylü kızına aşık oldu. Babası kızın ailesi fakir diye buna kızı almadı, sonrası gördüğün gibi işte..."

     Duyduğum fakat görmeye alışık olmadığım bir durumla karşılaşmıştım. Klasiklerden Leyla ile Mecnun' u yeni okumuştum. Bu hikayeyi bile tam manasıyla ancak , Yunus Emre'nin bir şiirini okuyunca anladım.

     Anladığım az ama benim için yeterliydi. Kays aşık olduğu Leyla isimli Kız için bir çok çile çekmişti. Bazen köpeklerin gözlerinden öpmüştü. Halk Ona kızmış "Köpek pis hayvandır hiç öpülür mü" demişlerdi. O ise "Ah! onlar Leyla'mın köyünün köpekleridir. Bu gözler Leyla'mı görmüştür." Diye Cevap vermişti. Sonunda "Al işte Leyla senin olsun." Dediklerinde, asıl aşkının Leyla'ya değil onu yaratana olduğunu anlamış ve istememişti.

     Yunus Emre şiirinde bu hali "Leyla, Leyla derken Mevla'yı buldu." Diye açıklamaktaydı. Demek ki hakiki aşk ve mecazi aşk gerçek idi. Kays, Leyla'nın aşkıyla kendini kaybetmiş ve Mecnun olmuştu, tıpkı Tarzan gibi. Mecnun mecazi aşkın nihayetinin hakiki aşk olduğunu anlamış ve kurtulmuştu. Yani Leyla, Leyla, derken Mevla'yı bulmuş, aşk onu sonunda Velî etmişti.

     Tarzan ise günümüz insanının iradesi ya da irade zayıflığına bir misal idi. O mecazi aşkta takılmış, üstüne geçememişti. Belki mecazi aşkın üstünde hakiki aşk diye bir şeyin var olduğunu hiç duymamış, bilememişti. O bu imtihanı geçememiş, bir çoğumuzun da geçemediği gibi.

     Ama o şanslı sayılırdı bir çoğumuza nazaran. O aşkı tatmıştı. Aşkı biliyordu. Bir çoğumuzdan daha bilgiliydi bu konuda. Bakarmısınız etrafınıza bu dönemde, kaç kişi aşık.

     Aşk lazımdır, insan ruhunun bu ızdırabı tatması gerekir. Bu ızdırap İnsan ruhunu olgunlaştıracak ya insanın nefsini yenmesini ya da nefsine Mağlup olmasını sağlayacaktır. İşte insanın karşılaşabileceği en büyük imtihanlardan biri. Aşk lazım ama aşık olduğunu söylemek lazım mı? ...

     Aklıma bir yaşanmış olay geldi. Sanıyorum Bayezid camiinin açılışı Sırasında geçiyor. Cami ve dışarısı bu açılış günü hınca hınç dolu. Zamanın en büyük alimi Cuma Hutbesini veriyor. Kalabalığın arkalarından Biri oturan insanların omuzlarından atlayarak minberin önüne kadar geliyor Ve hocaya bir pusula uzatıyor. Hoca bu buruşuk ve kötü yazıyla kaleme Alınmış kağıdı okuyor. "Hoca efendi ben fakir bir köylüyüm, camiin açılışına geldim ama eşeğimi kaybettim. O benim tek varlığımdır. Bu cemaat sizi sever, dinler. Ne olur bir söyleseniz de eşeğimi bulsalar." Hoca, eşek sahibine eliyle bekle manasına işaret ederek Hutbeye devam eder. "Ey cemaat aranızda sevgi nedir bilmeyen var mı?" Cemaatten biri ayağa kalkıp "Ben varım" der."Oğlum sen hayatında hiçbir şeyi sevmedin mi?" "Hayır sevmedim." "Çiçek, böcek, hayvan, kadın da mı sevmedin?" "Hayır hiçbir şeyi sevmedim.""Pekiyi, aranızda bu durumda başka var mı?" Bir kişi daha ayağa kalkar. "Daha var mı?" Bir kişi daha cesaret edip ayağa kalkar. Hoca bunları görünce seslenir. "Kayıp eşeğin sahibi neredesin?""Buradayım efendim." "Bak sen bir eşek kaybetmiştin sana üç tane buldum, al götür bu eşekleri buradan."

     Evet, atalarımız sevgi nedir bilmeyeni eşeklik ile itham etmişler. Ama bunun aşırısında insan Velî de olabiliyor deli de. Ne yapacağız şimdi. Ya bu imtihana gireceğiz ve ruhumuzu olgunlaştıracağız, tabii mecazi aşkın sonunda hakikisinin olduğunu bilerek.

     Ya da zamanımızda pek çok kişinin yaptığı gibi aşık olduğumuzu söyleyerek etrafımızdakileri kandırmaya çalışacağız. Bu arada muhabbeti, sevgiyi, hoşlanmayı, beğenmeyi aşk ile karıştırıp kendimizi kandırmamız da söz konusu.

     Magazin programlarında izliyoruz işte, topluma örnek olması gereken Hangi sanatçı kime aşık imiş, sonra onu aldatıp kime aşık olmuş, kiminle düşmüş kimin ile kalkmış.

     Avrupaî düşünce ve hayat tarzı bizi ne hallere düşürdü görüyor musunuz. Sen sevgiyi ifade eden bir çok kelimeyi bununla beraber felsefeyi içeren Bir kültürü bırak, Batıya özen.

     Ya hu kardeşim, adamlar annemi seviyorum ile karımı seviyorum Cümlelerindeki sevgiyi bile tek kelimeyle ifade edebilecek kadar dar kelime haznesine ve duyguya sahipler. "Love" deyip işin içinden çıkıyorlar. "Love" aşk değil sevgi demektir. Aşkı bilseler aşık olduklarını başlarından atabilirler mi? Aşık olan aşkını gidip de söyleyebilir mi? Aşk eğer gerçek ise biter mi? Biz gitmiş onlara özeniyoruz.

     Bakın, bizim aşk ile cinselliği ayırmak için atasözümüz bile var. "Şehvet, aşk olsaydı, eşek ser defter-i uşşak olurdu." Sözün ne demek istediğini anlayamayan varsa beni telefonla arasın, özel olarak izah edeyim.

      Günümüzde bakıyoruz ki orta okullu çocuklar bile sırılsıklam aşık oluyorlar. Küçük yaşta flörtler, daha ilerileri bile gördüğümüz olaylar arasında. Gençler, adına aşk diyerek biri birilerini kirletip duruyorlar. Aşık olduklarını zannedip hem kendilerini hem de çevresindekileri kandırıyorlar.

     Tabii ki evleneceği kişiyi tanımalı insan, ama bunu onu kirletmeden yapmalı. Biz gençlere Avrupa'yı taklit edip aşık oldum edalarına yatmamalarını, zamanlarını bilgi almak için değerlendirmelerini tavsiye ediyoruz.

     Çok sevdiğim araba kullanmak ve ehliyet almak için yaşımı büyültmek istediğim zaman mahallemizin muhtarına gitmiştim. Onu severdim, sebebini anlayamama rağmen, "Her şeyi zamanı gelince yap." Tavsiyesini tuttum. Gençler de bunu neden dediğimi anlayamayacaklardır. Ben onlara şu tavsiyeyi de ilave etmek istiyorum. "Yanlış yaptığınızı anladığınızda geç olacaktır, biz sizin yaşınızı geride bırakalı çok olmadı ve doğru söylendiğini gördük, bunun için muhtarın tavsiyesini tutun." Akıl yaşta değil baştadır derler ama biz, aklı başa yaşın getirdiğini öğreneli çok olmadı.  İnancımızda aşık olduğunu söylemeden ölenler için müjdeler olduğunu, araştırırsanız bulursunuz.

     Biz gelelim yine Tarzan'a.Tarzan ile karşılaşmamızın ardından seyahatimize doğu Karadeniz'de Devam ettik. Hiç İstanbul'a dönmeden bir ay kadar daha dolaştık. Nihayet İstanbul' a geldik. İlk önce Cemal' in evine giderek, malzemeleri bırakacaktık.Cemal Beyoğlu'nda ara sokaklardan birinde oturuyordu. Evine gidebilmek için trafiğe kapalı olan İstiklal caddesini dikine kesen bir sokaktan geçmemiz gerekiyordu. Ara sokaktan ana caddeye çıktım, tramvayın gelişine dikkat ederek ilerledim, tam karşı sokağa girecektim ki jipin önüne bir adam çıktı. Boynuna bir akordeon asılı bu adam bizim Tarzan'dan başkası değildi. Onu zor tanıdık çünkü giyinmişti. Arabaya aldık ve Cemalin evine gittik. Arkadan elinde davulu olan bir arkadaşının geleceğini söyledi.

     O gün Tarzan'dan, Avrupalı'nın aşk dediği ama gerçek anlamda bizim Sevgiyi ifade eden "love" kelimesi hakında konuştuk. Bizim kültürümüzde, sevgi sözcüğünün üstünde aşk ve onun da üstünü olan "Cünun" kelimesi olduğunu öğrendik. O gün Tarzan bizi bilgilere boğdu ve bir çok konu ile kültürümüzde davulun neler ifade ettiğini öğrendik...

Hasan SUBAŞI


ana sayfakomik yazılarciddi yazılarfıkralar

AYDIN TASARIM 2001