NE DENLİ
ZENGİNİZ ASLINDA...
Yırtık pırtık paltolar giymiş iki çocuk kapımı
çaldılar: "Eski gazeteniz var mı bayan?" Çok
işim vardı. Önce hayır demek istedim ama ayaklarına
gözüm ilişince sustum. İkisinin de ayaklarında eski
sandaletler vardı ve ayakları su içindeydi. "İçeri
girin de, size kakao yapayım" dedim. Hiç konuşmuyorlardı.
Islak ayakkabıları halıda iz bırakmıştı. Kakaonun
yanında reçel, ekmek de hazırladım onlara,belki dışarıdaki
soğuğu unutturabilir, azıcık da olsa ısıtabilirdim
minikleri. Onlar şöminenin önünde karınlarını
doyururken ben de mutfağa döndüm ve yarıda bıraktığım
işlerimi yapmaya koyuldum.
Fakat oturma odasındaki sessizlik
dikkatimi çekti bir an ve başımı uzattım içeriye.
Küçük kız elindeki boş fincana bakıyordu... Erkek
çocuğu bana döndü:
"Bayan, siz zengin
misiniz?"diye sordu. Zengin mi?"Yo hayır!"
diye yanıtlarken çocuğu,gözlerim bir an ayağımdaki
eski terliklere kaydı. Kız elindeki fincanı tabağına
dikkatle yerleştirdi ve "Sizin fincanlarınız,fincan
tabaklarınız takım" dedi. Sesindeki açlık,karın
açlığına benzemiyordu. Sonra gazetelerini alıp çıktılar
dışarıdaki soğuğa.
Teşekkür bile etmemişlerdi ama buna
gerek yoktu. Teşekkür etmekten daha öte bir şey yapmışlardı.
Düz mavi fincanlarım ve fincan tabaklarım takımdı.Pişirdiğim
patateslerin tadına baktım. Sıcacıktı patatesler,
başımızı sokacak bir evimiz vardı, bir eşim vardı
ve eşimin de bir işi... Bunlar da fincanlarım ve
fincan tabaklarım gibi bir uyum içindeydi.
Sandalyeleri şöminenin önünden kaldırıp,
yerlerine yerleştirdim. Çocukların sandaletlerinin çamur
izleri,halının üzerindeydi halâ. Silmedim ayak
izlerini. Silmeyeceğim de. Olur unutuveririm ne denli
zengin olduğumu...
   
WEB
YAZILARI 2001
|