Üşüyen gözlerinle geldin yanıma... Kanlı bir
denizde nereye gittiği bilinmeyen siyah bir yelkenliydi gözlerin...
İsyan üşür mü? Gözlerinde üşüyordu... Düşümdün sen benim... Düşlerim
gözlerinde üşüyordu... Kısacık, dar vakitler sunulmuştı bize...
İki kişinin yan yana bile yürüyemeyeceği dar sokaklar sunulmuştu...
Kime dokunsak mutsuzluk artıyordu... Kime sarılsak biraz daha içine
gömülürdü o yaralı kalplerimiz... Çok istesende biliyordun bana
dokunamayacağını... Nereye gidebilirdik ki onca mutsuzluğu ardımızda
bırakarak... Kim bizi kabul edebilirdi ki durmadan çoğalan ve yasak
tanımayan onca acımızla...
Biraz önce geldim yaşadığın o taşra kentinden... Öyle
konuşkandı ki sessizliğin... Yol boyu
suskunluğunla konuştum... Yol boyu üşüyen gözlerinle... Beni öyle
üzdün ki, artık başka hiç birşeye üzülmüyorum... Beni öyle yaraladın
ki, artık korkmuyorum hayattan. Eve geldikten sonra bütün gün hiç
birşey yapmadım... Oysa ben hiçbir iş yapmayınca suçluluk duyarım.
Duymadım... Telefonlara cevap vermedim... Akşama doğru sokağa çıktım,
köşedeki bakkala gidip rakı, bira, çerez, yoğurt, sigara ve ekmek
aldım... Eve dönerken köşe başında duran sevmediğim tipleri gördüm.
Her zaman ben uğraşırdım onlarla. Bu sefer bir şey demedim. Onlar
laf attı bana. Rahatsız olmadım bu laflardan, içimden gülümsedim
sadece. Ne yapabilirler ki bana? Senden sonra, senin gözlerinden
sonra kim ne yapabilir ki bana... Gülümsedim onlara bu sefer. Onlarda
seni gördüm çünkü... Onlarda üşüyen isyanını gördüm. Rezil bir şey
bu aşk. İnsana düşmanını bile sevdiriyor... Rezil bir acıma duygusu
bu aşk... Kime dokunsam seni hatırlatıyor...
Çünkü varlığından geliyorum ben... Herşeyi bilmekten...
İnsan herşeyi bilince rezilliğini bile
seviyor, en aşağılık zaaflarını bile seviyor... En karanlık, en
ürkütücü yanlarını bile... Çünkü senden koptum ben... Senin o üşüyen
ve o hep kanlı gözlerinden... Şimdi koptum tüm oyunlardan. Yağmurun
altında unutulmuş bir sandalye gibiyim.
Bu oyunda kolayı seçtim ben: Terk edilen oldum... Seni
onca kalabalığın içinde bir başına bırakıp geriye çekildim... Seni
bütün kuralların, bütün o boğucu alışkanlıkların ortasında bırakıp
geriye çekildim... Ben trajediyi aldım, sana esaret dolu ve o boğucu
huzuru bıraktım... Ben, beni benden iyi tanıyan o dost yanlızlığı
aldım yanıma... Sana karşı ne kadar iyi kalpli ve sevecen olsalar
da seni gerçekten tanımadıkları için sevgileriyle seni durmadan
boğan insanları bıraktım sana...
Ben hayatın dışındayım... Bana kimse bir şey yapamaz...
Sense hayatın içinde kaldın... Bu aşk
kirlenmesin, hiç tükenmesin diye, o kanlı, o üşüyen gözlerinle hayatın
tam ortasında kaldın...
Hangimiz daha çok korkaktık..? Bu rolleri kim niye
seçti, inan tam olarak bilmiyorum... Hem kimi suçlayabilirim ki..?
ben bir başkasıysam, sen kimsin ki? Hem kimse kendi yerinde değil
ki...
Biliyorum sırlarını ve o kimselere benzemeyen kalbini
sonsuza dek saklamam için benim olmadında hayatın oldun... Biliyorum
sevgili, aşkın kirlenmesin diye, sen hayatını mahvettin...
Hem benden başka kimin var ki senin... İşte bu yüzden benim olmadın...
Bana büyük, bana sonu gelmeyen bir ayrılık hediye ettin...
Bana beni bıraktın, sen hayatta kaldın...
Yakında evleniyorsun... Hayatının,benden başkasının bilmediği en
gizli parçalarını bile seni hiç tanımayan insanlara sunacaksın...
Hazırsın buna... Dünyanın en güzel, en çekici hayaleti olarak onların
önüne çıkacaksın. Ama yinede dokunamayacaklar sana, sen onlara kendini
sundukça, dokunamayacaklar asıl kalbine, asıl fırtınalarına...
Belki bir an aşkına ihanet ettiğini düşüneceksin. Bir
an için zayıflayacak, herşey bitti sanacaksın.
İşte o an ben geleceğim aklına... İçinin o en zayıfladığı anda...
Sen kaybolursan, benimde
kaybolacağım, sen bir başkası olursan, ömrüm boyunca benim bir daha
asla kendimi bulamayacağım gelecek aklına... İşte o an düşlere kaçacaksın.
Yerli yersiz ağlayacaksın. Ben nasıl hayatının dışına
atıldımsa, sen de gerçeğin tam ortasında düşlere sürgün edeceksin
kendini... Yaşadığın gerçek sana
öyla anlamsız, öyle yabancı ve öyle boş gelecekki, kim olduğunu,
ne olduğunu ve yitirdiğin herşeyi düşlerde arayacaksın... Düşlerinde
nasılım inan bilmiyorum... Ama gerçekler seni nasıl kanatıyor, onu
hissediyorum. Gerçeklerin düşlerine akıttığı o kanı öpmek istedim
hep...
Evliliğinizi kutlamak için yakınlarınız, eş, dost gelecek...
Gelenler oynadığınız bu oyuna gerçekten inanıp inanmadığınızı anlamak
için durmadan sorgulayacaklar sizi... Size inanırlarsa kendi hayatlarına
olan o eksik inançları, biraz daha güçlenecek... Kendi hayatlarının
sağlamasını size bakıp yapacaklar...
Oysa herkes zavallı... Oysa herkes kendisine tutunacak
bir dal arıyor... Herkes yenik, herkes tutsak...
Onların, senin sığındığın düşlerinden haberleri bile yok, ama bizim
ilişkimiz öyle güçlüydiki
düşlerimizi beraber yaşardık... Sen öyle inceydin ki, sığındığın
düşlerin için bile hem onlara hem
bana karşı suçluluk duyardın.
Onların bu hayattan başka bir yeri özleyecek sezgileri
bile yok... Bu yüzden, sen sezgilerinden
bile utanırdın... Bu yüzden benimle buluşmak için sığındığın bırak
yatağımı, zamanları, düşlerinden bile utanırdın...
Konuklar gelecek... Biliyorum onlara hiçbir şey belli
etmeyeceksin... Bu evlilik yürür mü, yürümezmi diye bakacaklar gözlerinize,
odalarınıza, pencerelerinize, bükülen dizlerine...
Önlerine mutfakta, dolapta ne varsa sunacaksınız...
Ama yinede onca sesin ortasında, ansızın
bir sessizlik olacak... Bir anlık sessizlik... Onlar bu sessizlikten
bile anlam çıkarmaya çalışacaklar... Bu hayatın suçu olan bu sessizliği
bozmak bile bir tek sana düşecek... Birşey yok diyeceksin, oradaki
herkese, birşey yok, geldi, geçti işte, birşey yok... Hayatın o
korkunç boşluğunu ve anlamsızlığını gizlemek yine sana düşecek...
Bu suçluluk, bu incelik niye sevgili? Söylesene! Baksana
herkes bize karşı... Bir ölüye verilen
söz küçük kalacaktır yıllar sonra, bir aşkın gözyaşları yanında...
Baksana bu hayatta bize hiç biryer yok hiçbir şans... Söyle sevgili,
öyleyse neden korlup çekiniyoruz ki onlardan? Onlar için yokuz zaten
ve hiç olmadık ki... Baksana bizim varlığımızdan haberleri bile
yok. Ama biz yine de onlar için yaşıyoruz sevgili...
Bir boşluk dalgası bu hayat... Bu birbirini takip eden
döküntü günler... Her geçen gün sana olan
özlemim büyür... Sen hayatın içinde kaldın, bana sokakları verdin,
bana kimsesizliği, bana hiçbir şeye ait olmamayı verdin... Sen hayatın
içinde kaldın, bana çıldırasıya seni özlemeyi bıraktın.
Nereye gideceğimi bilmiyorum... Gözlerim hep yukarda...
Göçmen kuşlara bakıyorum...
Telefon, telgraf tellerine, gökyüzüne bakıyorum... Karşılıksız ne
kadar acı varsa hepsine bakıyorum.
Nerede sığındığın düşlerin sevgili, nereye sakladın yaşanmamış onca
çocukluğumu, nereye sakladın onca temiz aşkımı... Korkun ne zaman
bitecek, ne zaman başlayacak düşlerin, ne zaman başlayacak hayatımız...
Çünkü gidecek başka bir yerim yok... Sokağında geziniyorum,
dünyanın en çağdaş kölesiyim.
Hiç umudum yok gerçeğimden, ömrümle oynuyorum ben. Biri çıksın beni
sonuna dek yıksın
istiyorum...
Ben senin ruhunu evinize gelen misafirlere çay ve içki
sunan ellerinde aramak zorundamıyım?
En fazla ne kadar yıkabilirim ki kendimi, görmüyormusun yaşadığın
kenti, her yer ne kadar ıssız.
Her yer ne kadar yalancı.
Burada herkes benimle ilgili, herkes yaşımı soruyor.
Burada herkes benim gibi hayatın dışında,
hepsi yolunu kaybetmiş. Seni öyle çok anlattım ki onlara. Küçümsemek
ne kelime, hepsi sana aşık.
Dünyanın en yabancı sesiyle konuşuyorsun evine gelen misafirlerinle.
Seni tanımasınlar diye bu güne dek dünyada varolmamış bir incelikle
hizmet ediyorsun onlara. Kırılmasınlar diye, en sıradan, en boş
şeyleri konuşuyorsun onlarla. Dizlerinin kırıldığı anda çıkan o
ses aşkımdır, aşkıma yazılmıştır. Seni tanımadıkları için sana öyle
iyi, öyle sevgi dolu davranıyorlar ki, kötü davranmalarını, seni
parçalamalarını ve bu doğan, bu tutsaklaştıran huzurdan kurtarmalarını
istiyorsun bazen...
Canım sevgilim, hayatın kovulduğum en dip mahzeninde
seni öyle özlüyorum ki, ruhunu sadece ruhumda değil, o yırtık kotunda,
o acemi ellerinde, o çocuksu çorapların ve çamaşırlarında o kokusunu
hemen ele veren teninde arıyorum...
Çok uzağında değilim, ne olur bir kez bak, pencereden
aşağıya bak. Orada bana benzeyen bir çok
adam var. Hepsi aşık, hepsi yolunu kaybetmiş. Bir kez unut misafirlerini
de aşağıya bak. Orada
ömrünü sana rağmen, sensizliğe rağmen yazan birini göreceksin. Gözlerine
bakınca o an seni
ağlatacak, sarılmak isteyeceğin birini göreceksin. Benim o kimsesiz
gözlerimde aşkının ne kadar yanlız, aşkının ne denli başıboş olduğunu
göreceksin.
Hayatı seviyorum, eksik birşeyler var, daha yaşamak
istiyorum, desen ne olur... Hayat kirli,
hayat güvenilmez, kime güvenip yola çıkacaksın ki, kocanamı? Güldürme
beni!!!
Beni istediğin gibi yargılayabilirsin... Söylediğin
her söz aklımda kalır. Sandığın gibi değil,
her zaman umurumda oldu söylediklerin. Beni sevdiğini söyle, senin
için gördüğüm tüm
düşlerimden vaz geçerim. Beni sevdiğini söyle, seni delice öldürmek
isteğimi toprağa gömerim.
HAYATIN BİR SONU VAR SEVGİLİ... TANRI BUNA NE YAPABİLİR... ÖYLEYSE
BİR KEZ DE ONA SORALIM... BİR AŞKI GÜN YÜZÜNE ÇIKARMAK BU KADAR
ZOR MU TANRIM..? SÖYLE TANRIM... ONUN AŞKI HAYATIN TAM ORTASINDA,
BENİMSE DÜŞLERİMİN EN SAKLI DERİNLİKLERİNDE... ONUN GÖZLERİ DURMADAN
ÜŞÜYOR... O NEREYE GİTSE HEP FAZLA, BEN NEREYE GİTSEM HEP EKSİĞİM...
PEKİ ÖYLEYSE, BU DÜNYAYI SEN NEDEN YARATTIN TANRIM...
Anasayfa
|