DURSUN

ŞAHİN

WEB

PORTALI

 

"Sen sustuğun vakit İLKYAZ yok artık
 Bereket de biter, sevda da biter
 Birden çöküverir kış ve karanlık
 ŞARKISIZ ŞİİRSİZ RESİMSİZ bir dünyaya dökülür
 KANATLARI KIRILAN TÜRKÜLER

KİTAP ARAYIN!

GÖRÜŞLERİNİZİ

İLETİN

Adınız?

Düşünceleriniz

E-mail Adresiniz?

 

YAYIN ARAMA

sitemizi tavsiye ediniz

Adınız:

E-mailiniz:

 Arkadaşınızın E-maili:

Fikirleriniz:

Kopyasını Al:

 

Sık.Kullanılanlara.Ekle

 Giriş.Sayfası.Yap

Sitemizi.ziyaret.etme nezaketini.gösteren Counter

 güler.yüzlü.kişiden.birisiniz,

teşekkürler...

Güzel Cevaplar

Karınca

Kanuni Sultan Süleyman, Şeyhülislam Ebüssuud Efendi’den, manzum bir beyitle, Topkapı Sarayının bahçesindeki meyve ağaçlarına zarar veren karıncaların yok edilmesinin dinen mümkün olup olmadığını sormuş. Beyit şöyle:
Dırahta ger ziyan etse karınca
Günah var mıdır ânı kırınca?

Şairliği de bulunan Ebüssuud Efendi, manzum soruya manzum bir cevap vermiş:
Yarın Hakkın divanına varınca,
Süleyman’dan hakkın alır karınca.

Şans yaver olunca...

Kanuni Sultan Süleyman, kızı mihirmah sultanı; zekî, hırslı, geleceği parlak bir devlet adamı olan Rüstem Paşa’ya vermek istiyormuş. Rüstem Paşa bu sırada Diyarbakır valisi imiş. Kanuni sarayın hekimbaşını çağırarak cüzam hastalığının en çok tanınan belirtisinin ne olduğunu sormuş. Hekimbaşı cüzamlı bir kimsede bit barınamayacağını söylemiş. Bunun üzerine Diyarbakır’a adamlar gönderilmiş. Bunlar gizlice Rüstem Paşa’nın çamaşırlarını kontrol etmişler ve bu sırada bir bite rastlamışlar. Böylece Rüstem Paşa’nın cüzamlı olmadığı anlaşılmış. Bu olay üzerine devrin bir şairi şu iki dizeyi yazmış:
Olacak bir kimsenin bahtı kavî, tâlihi yâr
Kehlesi (biti) dahi mahallinde onun işine yarar.

Ademsiz cennet...

Divan edebiyatının en büyük şairlerinden olan Bâki, Edirne’yi bir ziyareti sırasında; Emrî, Mecdî gibi tanınmış Edirneli şairlerle de görüşüp konuşmuş. Bu esnada yerli şairler Edirne’yi o kadar çok övmüşler ki Bâki’ye bu övgülerden gına gelmiş. Bununla da yetinmeyip, Bâki’nin Edirne hakkındaki düşüncesini öğrenmek istemişler. İçinden kızgın olan Bâki, bu vesileyle Edirneli şairlere hadlerini bildiri vermiş:

“Gerçekten şehriniz çok güzel, cennet gibi bir yer. Ama ne yazık ki içinde Adem yok.”

İltifat...

Divan edebiyatının en şiddetli hicivlerini yazmış ve bu uğurda kelleyi de vermiş olan Nefî’ye, zamanın önde gelen şahsiyetlerinden Tâhir Efendi “kelb” (köpek) demiş. Bunu duyan Nefî şu dörtlüğü yazmış:
Bana kelb demiş Tâhir Efendi
İltifâtı bu sözde zâhirdir.

Mâlikî mezhebim benim zira
İtikadımca kelb Tâhirdir.
(Tahir: temiz) *Tahir Efendi’ye hem iltifat hem hakaret edilmiş böylece...

Görgü...

Ünlü divan şairi Nâbi aslen Urfalıdır. İstanbul’a gelip tahsil terbiye görmesinden, iyi bir şair olup adını sanını duyurmasından sonra Urfa’dan bir tanıdığı İstanbul’a kendisini ziyarete gelmiş. Urfalı bu vatandaş, Nâbi’nin saraya gidip geldiğini, padişahın dostluğunu kazandığını görünce kendisini de bir defa saraya götürmesini, padişahı göstermesini istemiş. Nâbi, hemşerisini, söz ve davranışlarına dikkat etmesi, kendisini mahcup etmemesi konusunda uyararak götürmeyi kabul etmiş. Saraya gidip huzura alındıklarında, padişah, Nâbi ile birlikte misafirine de itibar göstermiş. Bu arada kendilerine lokum ikram ettirmiş. Nabi’nin hemşerisi lokumu alıp cebine koymuş. Ayrılırken de lokum bulaşığı elleriyle padişahın elini tutup öpmüş. Nâbi hemşerisinin tutumundan son derece mahcup olmuş. Bu olay üzerine şu beyti söylemiş:

Nâbi’yi nâbi yapan hüsn-i nazar
Urfa’nın köylüsünde nezâket ne gezer!
(Urfalılar kızmasın...)

Boynuzsuz koç...

Osmanlı imparatorluğunda yetişmiş bir iki kadın şairden biri olan Fitnat Hanım ile çağdaşları olan Koca Ragıp Paşa ve Şair Haşmet arasında geçtiği rivayet edilen bir çok olay anlatılmaktadır. Bu üç kişi ellerine fırsat düştüğünde birbirini kıyasıya iğnelemekten de geri durmazlarmış. Ragıp Paşa’nın da, Haşmet’in de Fitnat Hanıma aşk duyguları besledikleri de bilinmektedir.

Bir kurban bayramı arifesinde, Fitnat Hanım kurbanlık almak için Beyazıt çevresinde dolaşıyormuş. Şair Haşmet de oradaymış. Haşmet gökte ararken yerde bulduğu Fitnat Hanımı görünce hemen önünde bir reverans yapıp bir emri olup olmadığını sormuş. Fitnat Hanım bir emri bulunmadığını, bayram için kurbanlık bir koç alacağını söylemiş. Haşmet takılmadan edememiş:

- Bu bayram kulunuzu kurban etseniz olmaz mı?

- Maalesef olmaz, çünkü bu bayram boynuzsuz bir koç kurban edeceğim.

Mumla ararsın...

Fitnat Hanım, çok güzel, henüz sakalı bile çıkmamış bakkal çırağı bir delikanlıya âşık olmuş. Bu nedenle bir bahane bulup sık sık bakkala, delikanlıyı görmeye gelirmiş. Bunu duyanlar delikanlıya, “Fitnat Hanım gelip sana dikkatle baktığı zaman ‘çok bakma güzel, âteş-i hüsnümle (güzelliğimin ateşiyle) yanarsın’ de.” diye öğretmişler. Gerçekten Fitnat Hanım gelip kendisine bakınca delikanlı bu dizeyi söylemiş. Şair, hazır cevap Fitnat Hanım da hemen cevabı yapıştırmış:

Hattın (sakalın) çıkınca sen de beni mumla ararsın!

Kolayı var...

İmparatorluk dönemi şairlerinin en esprililerinden biri olan şair Haşmet’in (18. yy.) kendine göre aptalca işler yapanların adını kaydettiği gizli bir defteri varmış. Kim ahmakça, akılsızca bir iş yapsa adını oraya işlermiş. Haşmet’in böyle bir defter tuttuğundan haberdar olan padişah (3. Mustafa) bir yolunu bulup bu defteri elde etmiş. Padişah zevk ve merakla bu defteri karıştırırken, aptalca işler yapanların listesi demek olan bu defterde kendi adına da rastlamış. Hemen şair Haşmet’in huzuruna çıkarılmasını emretmiş. Şair karşısına çıkınca vakit kaybetmeden paylamaya başlamış:

- Bu ne küstahlık! Sen nasıl oluyor da benim adımı böyle aptallar listesine kaydediyorsun?

- Efendimiz sakin olunuz, izah edeyim. Siz geçenlerde baş seyise yüklü bir para vererek cins bir Arap atı almaya gönderdiniz. O kadar parayla Arabistan’a gönderilen kimse artık geri döner mi? Bunun için sizin adınız da orada bulunuyor.

- Peki, ya baş seyis geri dönerse?

- Kolayı var efendimiz, sizin adınızı siler onunkini yazarız...

Bu pislikleri neresinden çıkarıyor?

Şiir yazmaya hevesli zengin bir ağa, yazdığı şiirleri uşağı ile incelemesi için meşhur şair Keçecizade İzzet Molla’ya yollamış. İzzet Molla bakmış şiirlerin ipe sapa gelir yanı yok, ağaya, “Perhiz yapsın” diye (az ve öz yazsın anlamında) haber göndermiş. Aradan zaman geçmiş. Ağa İzzet Molla’ya bir tomar daha şiir göndermiş. İzzet Mola yine “perhiz yapsın” demiş. Bir müddet sonra ağa bir parti daha şiir yollamış. İzzet molla şiirlerin çokluğuna bakıp ağanın perhize devam etmesini isteyince uşak, “Efendim, ağam o kadar perhiz yaptı ki iğne ipliğe döndü, devam edecek hali kalmadı” demiş. İzzet Molla parlamış: “ulan, ağan bu derece sıkı perhiz yapıyor da bunca pislikleri neresinden çıkarıyor?...”

Nasıl olsa gülemez...

Çok zengin ama geçimsiz, dirliksiz bir adam, bir cariye satın almak için esir pazarına gitmiş. Kendisine çok güzel bir cariye göstermişler. Adam beğenmiş. Fakat güldüğü zaman çirkin dişleri göze çarpıyormuş. Adam bu yüzden kararsızlığa düşmüş. Bu esnada yanında bulunan meşhur İzzet Molla bu geçimsiz adama akıl vermiş:

- Efendimiz, bu cariyeyi kaçırmayın. Nasıl olsa devlethanenizde ona gülmek nasip olmaz.

Can çekişme...

Büyük vatan şairi Namık Kemal, yazı ve konuşmalarında, İmparatorluğun sürekli gerileyen, zayıflayan durumunu anlatabilmek için sık sık “imparatorluk can çekişiyor” ifadesini kullanıyormuş. Bu ifade üzerine bazıları kendisine sataşmışlar:

- Yıllardır “imparatorluk can çekişiyor” diye yazıp söylüyorsun, ama hala ayakta duruyor, yıkılacak gibi de görünmüyor...

- Benim dediğim bakkal Mehmet ağanın can çekişmesi değil, koskoca imparatorluğun can çekişmesidir. 600 yıllık İmparatorluğun can çekişmesi elbette bir yarım yüz yıl sürer..

Kamuoyu...

Namık Kemal, kötü bir havada kayıkla Beşiktaş’tan Üsküdar’a geçiyormuş. Deniz bir ara iyice azmış ve kayığı alabora etmeye başlamış. Namık Kemal “ah” “vah” diye korku belirtileri göstermiş. Kendisine refakat edenlerden biri büyük şaire sitem etmiş:

- Üstadım, biz de kayıktayız; bizimki de can. Yalnız siz niye telaş ediyorsunuz?

Namık Kemal, yazı ve konuşmalarıyla milletin sesini duyurmaya çalıştığını hissettirecek şu karşılığı vermiş:

- Kendi canımı, sizin canınızı düşündüğünüzün çeyreği kadar düşünmem. Benim endişemin sebebi, bu kayık batarsa onunla birlikte kamuoyunun da batacak olmasıdır.

Taş...

19. yy. âlim ve şairlerinden Gaziantepli Hasırcızade Mehmet Ağa, devrinin en nüktedan kişilerinden biriymiş. Dönemin devlet adamlarından Fuat Paşa ile de tanışıklığı olan Hasırcızade Mehmet, Paşayla görüştüğü bir gün, gözü onun parmağındaki yüzüğe takılmış. Fuat paşa sormuş:

- Taşına mı bakıyorsunuz?

- Evet Paşam.

- Elmastır.

- Ne faydası var, yani ne getirir?

- Yüzük taşı ne getirecek Mehmet Ağa?

- Benim de babadan kalma iki taşım var, senede yüz altın getirirler.

- Yaa, ne taşı bunlar?

- Değirmen taşı paşam.

Gâzi...

Hasırcızade’den bir gün yeni Müslüman olmuş yoksul bir gayrimüslim için yardım istemişler. Mehmet Ağa da o zamanın en değerli parası olan iki tane “El-Gâzi” altını yardımda bulunmuş. Fakat arkasından bir nükte savurmadan edememiş:

“Müslüman oldu bir Kâfir, şehid oldu iki Gâzi.”

Ahali kalmıyor...

Hiciv (yergi) edebiyatımızın unutulmaz isimlerinden birinin Şair Eşref (1847-1912) olduğu şüphesizdir. Eşref yalnız bir edebiyat adamı değil, aynı zamanda bir idarecidir. Çeşitli ilçelerde maceralı kaymakamlık yaşamı vardır. Eşref, Abdülhamit yönetimini, bu yönetimde kaymakamlıklarda bulunmasına rağmen en ağır hicivlere hedef yapmaktan çekinmemiştir.

Bu konudaki bir dörtlüğü şöyledir:

Padişahım bir dirahta döndü kim güya vatan,
Her gün bir baltadan bir şahı hâli kalmıyor.
Gam değil amma bu mülkün böyle elden gitmesi.
Git gide zulmetmeye elde ahali kalmıyor.
( diraht: ağaç – şah: dal – hâli: uzak )

Kâmil eşek...

Eşref, İzmir’in kazalarından birinde kaymakamken, İzmir valisi olan Kâmil Paşa, o kazaya teftişe gelmiş. Vali kazaya geldiğinde Eşref bir eşeğin sırtında tur atıyormuş. Eşref2i o halde gören Kâmil Paşa Eşref’in dikkatini çekmiş:

- Aman dikkat et Eşref, eşek seni düşürmesin!

- Meraklanmayın paşa, eşek kâmildir.

( olgun, eğitimli anlamında)

Sokrat Ölüme mahkum edildiğinde, eşi:
- Haksız yere öldürülüyorsun, diye ağlamaya başlayınca, Sokrat:
- Ne yani, demiş. Birde haklı yere mi öldürülseydim!
-------------

Dünya nimetlerine ehemmiyet vermeyen yaşayış ve felsefesiyle ünlü
filozof Diyojen, bir gün çok dar bir sokakta zenginliğinden başka
hiçbir şeyi olmayan kibirli bir adamla karşılaşır. İkisinden biri
kenara çekilmedikçe
geçmek mümkün değildir... Mağrur zengin, hor gördüğü filozofa:
"Ben
bir serserinin önünden kenara çekilmem" der. Diyojen, kenara
çekilerek
gayet sakin şu karşılığı verir:

- Ben çekilirim!!
--------------

Bir şemsiye tamircisi, yazmış olduğu şiirleri incelemesi için
Sheaksper' a gönderdiğinde, ünlü yazarın cevabı şu olur:
- Dostum siz şemsiye yapın, hep şemsiye yapın, sadece şemsiye
yapın..
--------------

Meşhur bir filozofa:
- Servet ayaklarınızın altında olduğu halde neden bu kadar
fakirsiniz?
diye sorulduğunda:
- Ona ulaşmak için eğilmek lazım da ondan, demiş.
--------------

Dostlarında biri, Fransız kralı 15. Lui' ye:
- Majesteleri, demiş. Akıl vergisi almayı hiç düşündünüz mü? Hiç
kimse
budalalığı kabul etmeyeceğine göre, herkes böyle bir vergiyi seve
seve öder.

Kral, alaylı alaylı gülerek:
- Hakikatten enteresan bir fikir, cevabını vermiş. Bu buluşunuza
karşılık, sizi akıl vergisinden muaf tutuyorum.
---------------

Kulaklarının büyüklüğü ile ünlü Galile' ye hasımlarından biri:
- Efendim, demiş. Kulaklarınız, bir insan için biraz büyük değil
mi?
Galile:
- Doğru, demiş. Benim kulaklarım bir insan için biraz büyük ama,
seninkiler bir eşek için fazla küçük sayılmaz mı?
---------------

Fransa hükümet ricalinden biri Napolyon' un bir muharebede
tenkide
kalkışıp parmağını harita üzerinde gezdirerek:
- Önce şurasını almalıydınız, sonra buradan geçerek ötesini
zaptetmeliydiniz, gibi fikirler belirtmeye başlayınca, Napolyon:
- Evet, demiş. Onlar parmakla alınabilseydi dediğin gibi
yapardım.
----------------

Bir toplantıda bir genç M. Akif küçük düşürmek için:
- Affedersiniz, siz veteriner misiniz? demiş. M. Akif hiç istifini
bozmadan şu cevabı vermiş:
- Evet, bir yeriniz mi ağrıyordu?
-----------------

İdam edilmek üzere olan bir mahkuma:
- Diyeceğin bir şey var mı? diye sorduklarında:
- Bu bana iyi bir ders oldu!!
-----------------

Yavuz Sultan Selim, birçok Osmanlı padişahı gibi sefere çıkacağı
yerleri gizli tutarmış. Bir sefer hazırlığında, vezirlerinden
biri
ısrarla seferin yapılacağı ülkeyi sorunca, Yavuz ona:
- Sen sır saklamayı bilir misin? diye sormuş. Vezir:
- Evet hünkarım, bilirim dediğinde, Yavuz cevabı yapıştırmış:
- Bende bilirim.
-----------------

Sultan Alparslan 27 bin askeriyle Bizans topraklarında
ilerlerken,
keşfe gönderdiği askerlerden biri huzuruna gelip telaşla:
- 300 bin kişilik düşman ordusu bize doğru yaklaşıyor, der.
Alparslan hiç önemsemeyerek şöyle der:
- Bizde onlara yaklaşıyoruz.
-------------------

Bir filozofa sormuşlar: Şansa inanır mısınız?
Filozof: Evet, yoksa sevmediğim insanların başarısını neyle
açıklardım
 

 BU ARAMA MOTORLARINI KULLANABİLİRSİNİZ

Material Copyright© DURSUN ŞAHİN 2000 - 2003