ATATÜRK

Kurtuluş savaşında çekilen acıların çok küçük bir parçaı

http://video.google.com/videoplay?docid=-7774952996134629666&q=ataturk


Hint'li bir kahinin Atatürk'e Yaptığı Halının Fotoğrafı

İlginç olanı ise halıdaki saatin 09:07 olmasıdır ? Yani Atatürk'ün beyin ölüm dakikası



Atamızın Cenaze Töreni Videosu

http://www.hemenpaylas.com/download/228178/atamizin_cenazesi.rar.html


Atamızın diğer videoları

http://rapidshare.de/files/9739617/ataturk.mpg.html


http://rapidshare.de/files/9740040/ataturksmall.mpg.html


http://video.google.com/videoplay?docid=-1215376197667312551&q=ataturk

http://video.google.com/videoplay?docid=-7430895334362552936&q=ataturk

Daha sonra eklenen mesaj 8 dakika

1929 ile 2003 arasındaki tek karelik açıklayıcı Fotoğraf



Atatürk hakkında bilinmesi gereken 30 şey

1."ATA" LAFINI SEVMEZDI

"Atatürk" hitabini ilk kez dönemin Türk Dil Kurumu Baskani bir
konusmasinda kullanmis, Mustafa Kemal de çok begenerek soyadi olarak
almisti.Kendisine Ata" diye hitap edilmesinden hiç hoslanmazdi.

2.EN SEVDIGI YEMEK

Manastir Askeri Lisesi yillarindan kalan bir aliskanlikla hayati
boyunca
en sevdigi yemek kuru fasulye ve pilav olarak kaldi. Tatliya düskün
degildi
ama cani istediginde çok sevdigi gül reçelini tercih ederdi.

3.EN BÜYÜK HAYALI DÜNYA TURUNA ÇIKMAKTI
Ömrü yetseydi bir dünya turuna çikip Türk dili ve tarihi üzerindeki
çalismalarini genisletmek en büyük hayaliydi.

4.BASUCU KITABI "ÇALIKUSU" YDU.
Binlerce kitabi vardi.Ama bunlarin arasinda bir tanesini hayati boyunca
hatta cephede bile basucundan ayirmadi. Resat Nuri Güntekin'in ünlü
Çalikusu" romanini hep yaninda tasir, her gün rastgele bir yerinden
açar,birkaç sayfa okurdu.

5.KABUL SALONUNDAKİ AT YAVRUSU
Atlardan sonra en sevdigi hayvan köpekti. "Fox" adini verdigi köpegi,
Gazi`nin yataginin ayak ucunda uyurdu. Hayvanlara düskünlügü o
dereceydi ki bir gün misafirlerinin de görebilmesi için yeni dogmus bir tayla
annesinin Çankaya Köskü kabul salonuna getirilmesini bile emretmisti.

6.TAM BIR SALON ADAMI
En sevdigi dans valsti. Müzik zevki çesitlilik gösteriyordu.Klasik Bati
müzigi disinda Anadolu ezgilerini de severek dinlerdi.

7.GÖMLEKLERININ TÜMÜ BEYAZDI
Gömleklerinin hepsi beyazdi. Bu gömlekler ilk yillarda Isviçre`de özel
olarak dikilirken sonra yerli mali kullanma kampanyasina öncülük
edebilmek için Beyoglu`nda bir terziye diktirilmeye baslanmisti.

8.DOLABINDA LACIVERTE YER YOKTU
Takim elbiselerinin tasarimlarini hep kendisi çizerdi.Lacivert takim
giymeyi sevmezdi.

9.ÖLÇÜLERI
Boyu 1.74 idi.Hayatinin son dönemlerine kadar 76 olan kilosu
hastaliginin
ilerlemeye baslamasiyla 46'ya kadar düsmüstü. 43 numara siyah rugan
ayakkabi giyerdi.

10.RUMELI SIVESI
Özenli ve temiz bir Türkçe konusurdu. Ancak bazi kelimeleri Rumeli
sivesiyle telaffuz ederdi.

11.HAZIN BIR HIKAYE
Hayatinda bir dönem çok önemli yer tutan Mustafa Kemal`in evlenmesinden
sonra hayatina trajik bir sekilde son veren Fikriye Hanim`in mezarinin
nerede oldugu bilinmiyor.

12.CUMHURBASKANLIGINDAN SIKILIYORDU.
Hayatinin çogunu geçirdigi savas cephelerinden sonra Cumhurbaskani
olarak geçirdigi yillar ona bir tecrit yasantisi gibi geliyor, çok sevdigi
halkindan ve sade bir vatandas yasamindan uzaklastigini düsünüyordu.

13.PAPA`NIN TEMSILCISINE ELBISE
Kiyafet Kanunu çerçevesinde tüm din adamlarinin dini kiyafetleriyle
sokaga çikmalari yasaklaninca, Monsenyör Roncalli`ye kendi terzisi
Kemal Milasli eliyle bir koleksiyon hazirlatti.

14.KENDISI TIRAS OLMAZDI.
Sabah kahvaltilariyla arasi hiç hos degildi.Yataktan kalkar kalkmaz
odasindaki divanin üzerine bagdas kurarak oturur, günün ilk kahvesini
sigarasini içerdi.Bir özelligi de kendi kendine tiras olmamasiydi.

15.DÜZEN TAKINTISI VARDI
evlerde bile egri duran esyalari
düzeltmeden rahat edemezdi.

16.HOSGÖRÜLÜ LIDER
Köylünün birinin gazete kagidina sardigi tütünü içmeye çalisirken eli
yanmis,"Alin bunu kendi içsin" diyerek Atatürk`e küfretmisti.Mahkemeye
çikarilacakti. Atatürk olayi dinledikten sonra "Onu mahkemeye
vereceginize dogru dürüst sigara içmesini temin edin" dedi.

17.SIGARA PAZARLIGI
Hastaliginin baslangicinda kendisini muayene eden Dr.Fissinger günde
kaç paket sigara içtigini sormus, Atatürk "sekiz" demisti. Doktor bunu
günde bir pakete indirmesi gerektigini söyleyince gülümseyerek cevap
vermisti:"Ben zaten bir paket içiyorum. Bundan sonra bunu sizin izninizle yapacagim".

18."BU NASIL HALKÇILIK?"
Bir sabah milletvekilleri ile trene binmisti.Kondüktörün
milletvekillerinden bilet parasi almamasina sasirmis nedenini
sormustu.Trenin milletvekillerine bedava oldugunu ögrenince epey
sinirlenmis, "Ne de güzel halkçılık ama" demisti.

19."LAIKLIK ADAM OLMAKTIR!"
Ilk mecliste bir oturum sirasinda üyelerden biri laikligin ne manaya
geldigini anlamadigini söyleyince Gazi çok sinirlenmis ve elini kürsüye
vurarak bir din bilgini olan üyeye cevap vermisti: "Adam olmak
demektir hocam,adam olmak!"

20.KURBANLARI BAGISLARDI
Gittigi yurt gezilerinde kendisi için kurban edilen hayvanlara bakamaz
böyle durumlarda sirtini döner yada kesilmelerini engellerdi.

21.YABANCI DILE MERAKI
Askeri lisede ögrenmeye basladigi Fransizca'yi sonraki yillarda
gelistirdi. Zengin bir kelime bilgisi vardi. Konusurken araya Fransizca
sözcükler de eklerdi.

22.FASULYESINE POKER
Kumardan hoslanmaz ama arkadaslariyla fasulyesine poker oynardi.Oyun
sonunda kazandiklarini iade ederdi.

23.KAN GÖRMEYE DAYANAMAZDI
Cephelerde düsmanla gögüs gögüse savasmis biri olarak en ilginç
özelligi
savas meydanlari disinda kan görünce fenalasmasiydi.

24.KULAKLARI DUYAN TEK KISI.
Fransiz tarihçisi Herriot Ankara`ya geldiginde Gazi`nin kulaklarinin
duyuyor olmasina sasirmis anilarinda bunu espirili bir dille
anlatmisti:"T.C`de bir tane kulaklari duyan kisi var onu da Cumhurbaskani
yapmislar".

25.BIR RICASI BAS AÇTIRDI
Bir gün halk arasinda dolasirken çarsafli bir kadina rastlamis, "Hafiz
Hanim benim hatirim için basindaki örtüyü açar misin?" diye sormustu.
Kadin bas örtüsünü açarak , Atatürk`ün önünde egildi ve ellerini öptü.

26.BILARDO VE YÜZME
Sportmen kisiligi vardi. Her gün at biner , yüzmeye gider ve bilardo
oynardi.

27.EN BASARILI DERSİ
Eğitim hayati boyunca en basarili dersi matematikti. Pozitif bilimlere
ilgisi hayati boyunca sürdü.

28.YAĞCILARA GEÇIT YOK
Yagcila çok kizardi Bir aksm sofrasida kendisine gereksiz sekilde
iltifat eden Abdülhak Hamit`e müdahale etti.

29.SON YILBASI GECESI
1937`yi 1938`e baglayan son yilbasi gecesini Disisleri Bakani Tevfik
Rustu Aras ile bas basa gecirmisti. O gece dolabindaki bazi elbiseleri bakana
hediye etmisti.

30.KÖSKTEKI GUVERCINLIK
Kuslari çok severdi.Çankaya Köskü`nde özel bir bakicinin ilgilendigi
güvercinligi vardi

İmzaları Ve Mühürü



http://img54.imageshack.us/img54/2007/imzamhr3kk1wz.jpg


Atatürk'ün Tabutu ve Gömülmesinin hikayesi

Kefen sıyrıldı ve...

Özel solüsyonla ıslatılmış pamuk kitlesi kaldırılınca Ata'nın yüzü ortaya çıktı. Derisi kahverengi bir hal almış, ama hatları bozulmamıştı.Sanki uyuyordu...

8 Kasım 1953 Pazar gecesi saat 23.00'da Prof. Dr. Kamile Şevki Mutlu'nun ev telefonu çaldı. Prof. Mutlu, Ankara Tıp Fakültesi Histoloji ve Ambriyoloji Kürsüsü Başkanı'ydı.Patalogdu. Arayan ise Ankara Valisi Kemal Aygün'dü... Aygün, "Hocam" dedi, "10 Kasım günü Atamızın naşını Anıtkabir'e taşıyacağız. Bunun için bir komite kurduk. Naşı geleneklere uygun olarak toprağa defnedeceğiz. Ancak bozulmadan korunduğunu belgelemek için muayene etmenizi rica ediyoruz." Prof. Mutlu önce reddetti. Mutlu, o sırada 40 derece ateşle yatıyordu. Hastalığını gerekçe göstererek bu görevi bir başka meslektaşının yapmasını rica etti.Ancak Vali Aygün ısrarcıydı: "Ben sizi sarar sarmalar götürürüm, bu tarihi bir görev" dedi. Mutlu kabul etti ve 9 Kasım sabahı Etnografya Müzesi'ne gitti. Başbakan Adnan Menderes oradaydı. Meclis Başkanı Refik Koraltan ve eski başkan Abdülhalik Renda da...Mutlu, görevden affını istemekle ne büyük hata ettiğini o zaman anladı. Gerçekten tarihi bir tanıklıktı bu...

Ata'nın gül ağacından tabutu, 4 Kasım günü, geçici kabrinden çıkarılıp müzenin holündeki mermer katafalka konulmuştu. Bir hafta boyunca sırayla öğrenciler, subaylar ve generaller katafalk başında nöbet tutmuştu. Nihayet tabutun açılma günü gelip de komite üyeleri tamam olunca Prof. Kamile Mutlu "Başlayın" talimatını verdi. Bunun üzerine tabutun vidaları söküldü. Tahta tabutun içinde madeni bir sanduka bulunuyordu. Bu sandukada gaz birikmiş olma ihtimali düşünülerek önce bir burgu ile delik açıldı. Gaz ya da koku çıkmadı.Sanduka talaş doluydu. Sandukanın içi, muhafaza solüsyonu ile ıslatılmış tahta talaşı doluydu. Bu talaş, naaşın ayak yönüne doğru toplandı. Talaşın arasında, ağzı kapalı ve içi sıvı dolu bir şişe bulundu. Bu, cesedi muhafaza için kullanılan solüsyondan bir numuneydi. Üzerinde terkibi
yazılıydı.

Ata'nın naaşı beyaz kefene sarılmış, sonra kahverengi bir muşambayla kaplanmıştı.Sargıları açmaya başladılar. Herkes nefesini tutmuştu. Çünkü, "Naaş çürüyüp bozulmuş, çıkan gazlar tabutu patlatmış, nöbetçi er, kokudan bayılmış" diye bir sürü söylenti geziniyordu. Ve 15 yıl sonra ilk kez Ata'nın yüzünü göreceklerdi.Kefenin sargıları aralanınca Prof. Kamile Şevki Mutlu, orada bulunanların yardımıyla katafalka çıktı ve Atatürk'ün yüzüne baktı. Ata'nın derisi kahverengi bir hal almış, ama yüz hatları bozulmamıştı. Menderes sapsarı olmuştu. Prof. Mutlu, gördüğü tabloyu daha sonra şöyle anlatacaktı:"Yüzünü örten ıslak pamuk kitlesi kaldırılınca Ata'nın heykel gibi duran yüzü ile karşılaştım. Uzun sarı saçlarından ince bir tutam, sol göz kapağının üzerine düşmüştü. Atatürk, Dolmabahçe Sarayı'ndaki yatağında uyuyor gibiydi." Prof. Mutlu, kenarda bekleyen komite üyelerini tabutun başına çağırdı. Onlar da tek tek tabutun içine baktılar.En başta Başbakan Adnan Menderes vardı. Koyu renk takım elbisesi içindeki Menderes de yanındakilerin yardımıyla katafalka çıktı,ürkek bir şekilde aşağı, tabuta doğru baktı. O an ne olduğunu Prof. Kamile Mutlu'dan aktaralım: "Menderes çok heyecanlandı.Rengi sapsarı oldu. Bir de baktım ki, müzenin kapısına doğru gidiyor. Atatürk'ün yüzüne bakmadı. Tahmin ediyorum, kendinde o kuvveti bulamadı. En sona Abdülhalik Renda kalmıştı. O da Ata'yla karşı karşıya gelir gelmez tabutun yanına yığılıverdi.

Salondaki herkes Atatürk'ü tek tek gördükten sonra naaş, tekrar solüsyonla ıslatıldı. Ata'nın başı pamuklarla örtüldü ve vücudu beyaz kefenle sarıldı. Bu sırada bir komiser,orada görevli adli tıp doçenti Dr. Cahit Özen'in yanına yaklaşıp avucunda taşıdığı bir kâğıdı gösterdi ve şöyle dedi:"Bu kâğıdı, Atatürk'ün hemşiresi Makbule Hanım gönderdi.Kefenin içine Atatürk'ün göğsü üstüne konmasını istiyor." Doç. Özen, kâğıda bir göz attı. Eski Türkçe bir şeyler yazılıydı. "Böyle bir kâğıdı Atatürk kabul etmez. Bize kızar, darılır" dedi. Komiser
kâğıdı katlayıp cebine koydu ve uzaklaştı. Bütün işlemler bittikten sonra salonda bulunanlar naaşın iki yanından geçip hep bir ağızdan besmele çektiler ve cesedi yeni tabuta yerleştirdiler. Bu tabut da 15 yıl içinde yattığı büyük gül ağacı tabutun içine konuldu. Üzeri bayrakla örtüldükten sonra kapağı kapatıldı.

Ve 10 Kasım sabahı, Ata'nın naaşı 15 yıl önce onu Dolmabahçe'den Ankara'ya taşıyan top arabasına yerleştirilip son durağı olacak Anıtkabir'e taşındı. Artık ebediyen orada kalacaktı...

Atatürk'ün tabutu, Menderes'in huzurunda açılmıştı Ata'nın 15 yıl Etnografya Müzesi'nde bekletilen naaşı,12 askerin omuzları üzerinde oradan alınmış ve 136 asteğmenin çektiği bir top arabası ve matem marşı eşliğinde Anıtkabir'e taşınmıştı. Radyodan naklen yayımlanan o görkemli tören, en az 15 yıl önceki kadar hüzünlüdür.Ancak o törenden hemen önce yaşananlar, tarihçilerin pek ilgisini çekmemiştir. Bilindiği gibi, Anıtkabir yapılana dek, Atatürk'ün naaşının korunabilmesi için "tahnit" denilen bir işlem yapılmıştı. Gülhane Patolojik Anatomi profesörü Dr. Lütfi Aksu tarafından gerçekleştirilen bu işlem sırasında naaşa, şırıngayla özel bir formül enjekte edilmiş ve üzerine formüllerin yapıştırıldığı iki küçük ilaç şişesi, Ata'nın koltuk altlarına yerleştirilmişti. Bu işlem sayesinde Ata'nın naaşı da -diyelim bugün Lenin'in mozolesinde olduğu gibi- öldüğü günkü haliyle korunabilirdi. Ancak İslam dini, ölünün defnini şart koştuğundan,geçici tahnitin bozulması şarttı.

Nakilden önce, bu işlem için bir komite kuruldu. O komite,törenden bir gün önce, Başbakan Adnan Menderes'in huzurunda Atatürk'ün tabutunun açılmasını kararlaştırdı.Tabut açılınca tahnit bozulacak ve ceset çürümeye başlayacaktı. Bir başka deyişle Atatürk'ün (mumyalanmış gibi) korunmuş naaşını son görenler, o törene katılanlar olacaktı. Atatürk'le ilgili belgesel çalışmaları sırasında o törene katılanların bir kısmıyla konuşmuştuk.

Bu yazıda yer alan bilgilerin bir kısmı o tanıklıklara, önemli bir bölümü ise değerli Atatürk araştırmacısı Prof. Dr. Utkan Kocatürk'ün, Profr. Kamile Şevki Mutlu ile yaptığı sohbetten aktardıklarına dayanıyor. Ata'nın yarım asır önceki son yolculuğu, sanırım bu ayrıntılarla daha da ilginç bir boyut kazanıyor.

Atatürk'ü son görenler anlatıyor:

Osman Ersoy ve Halide İntepe, 10 Kasım 1953'te Etnografya Müzesi'nde asistan olarak çalışıyorlardı. O yüzden 50 yıl önceki o töreni ve tabutun içindeki Atatürk'ü son kez görme fırsatı buldular. İzlenimlerini şöyle anlattılar:

� OSMAN ERSOY: "Sağlığında görmemiştim Atatürk'ü... Korkunç heyecanlıydım. Biz çalışanlar, asistanlar, memurlar sıra ile katafalka çıktık. Oldukça sararmış ve küçülmüş bir çehre... 1 - 2 günlük sakalı vardı. Kaşları fevkalade iyi şekilde fark ediliyordu."

� HALİDE İNTEPE: "Tabut kapanmadan en son gittim baktım. Başı yana doğru eğikti. Yüzü hiç bozulmamıştı. Azıcık sakalları çıkmıştı. Hani insan hasret giderek ölürse, gözleri aralık kalırmış ya, öyle aralıktı gözleri... Ama bir ölü yüzü yoktu. Uyuyor gibiydi."


Atatürk'ün Zübeyde Hanım {Annesi} ne yazdığı mektubu

ZÜBEYDE HANIMA MEKTUBU
1 Ağustos 1920

Muhterem valideciğim,

İstanbul'dan ayrılışımdan beri sizlere ancak birkaç telgraftan başka bir şey yazamadım. Bu sebeple büyük merak içinde kaldığınızı tahmin ediyorum. Bilhassa, hakkımda ötekinden berikinden ve gerek gazetelerden işittiğiniz tamam olmayan haberler şüphesiz merakınızı artırmıştır. Şimdi vereceğim bilgilerle tahmin olacağınız için endişe duyacak hiçbir şey yoktur.

Biliyorsunuz ki İstanbul'da iken yabancı devletler, devleti ve ulusu fevkalade sıkıştırmakta ve millete hizmet edebilecek ne kadar adamımız varsa hepsini hapis ve tevkifle, bir kısmını da Malta'ya sürerek herkesi sıkıntıya sokmakta pek ileri gidiyorlardı. Bana nasılsa ilişmemişlerdi. Fakat 3. Ordu Müfettişi olarak Samsun'a ayak basar basmaz İngilizler benden şüphelendiler, Hükümete benim gidiş nedenimi sordular.

Nihayet İstanbul'a çağırılmamı istediler, bunda ısrar ettiler. Hükümette beni kandırarak İstanbul'a gelmemi ve İngilizlere teslim olmamı sağlamak istedi. Bunun derhal farkına vardım. Tabiatıyla kendi ayağımla gidip esir olmam doğru değildi. Padişahımıza gerçek durumu yazdım ve gelemeyeceğimi bildirdim. Zatı şahanede önce uygun buldu. Fakat daha sonra İngilizlerin baskısı artmıştı. Sonunda O'da İstanbul'a dönmemi emretti.

Bu suretle artık resmi görevimde kalmaya imkan görmediğim gibi askerliğimi sürdürdükçe de İngilizlerin ve hükümetin hakkımdaki ısrarına karşı duyulamayacaktı. Bir taraftan da bütün Anadolu halkı, tüm ulus, hakkımda büyük bir sevgi ve güven gösterdi, "seni bırakmayız" dediler. Gerçekte vatan ve milletimizi kurtarabilmek için tek çare, askerliği bırakıp serbest olarak milletin başına geçmek ve milleti tek vücut bir hale getirmekle doğacak kudret ve ulusal gücü kullanmaktan başka çare yoktu. Bende öyle yaptım. Elhamdülillah başarılı oluyorum. Pek yakında elle tutulur sonucu bütün dünya görecektir. Ben bu suretle hareket edince İngilizler derhal yalvarmaya başladı. Ve beni kazanmaya çalıştı. Ve bütün suçu bizim hükümete attılar. Gerçekten hükümette benimle uğraşmak istedi. Fakat gücü buna yetmedi ve yetemez.

1-Daha bir zaman bu şekilde Anadolu içinde çalışmakla her şey hallolacaktır. Yakında Millet Meclisi toplanacak ve meşru bir hükümet iktidara gelecektir. Bende ihtimal o zaman İstanbul'a geleceğim. Sıhhat ve afiyetteyim, katiyen hiç merak etmeyiniz.

2-Salih Bey (Salih Fansa) Fuat Beyden alacağını aldı mı? Bunu bilgi almak bakımından soruyorum. Yoksa her ne olursa olsun, elhamdülillah hiç önemi yoktur. Siz müsterih olunuz ve bir sıkıntınız olursa derhal bana bildiriniz.

3-Bu mektubu getirecek olan "...." size benim hakkımda istediğiniz kadar bilgi verecektir. Kendisiyle bana bazı elbiselerimi gönderiniz.

4-Hemşiremin sıhhati nasıldır. Eve herhangi bir taraftan saldırıda bulunuldu mu? Hala orada mısınız? Çocuklar ne yapıyor, büyüdüler mi?

5- Salih(Fansa) Beyle Madam Salih Bey inşallah sıhhat ve afiyettedirler. Ben kendilerini daima yad ediyorum. Madamın benim hakkımda bir rüyası vardı. Galiba o çıkacaktır. İnşallah yakında sevinç içinde görüşeceğiz.

6-Ben, birkaç güne kadar bir kongre için Sivas'a gideceğim. Tekrar Erzurum'a döneceğim. Tekrar ediyorum: Her işittiğinize önem vermeyiniz. Pekala bilirsiniz ki ben, yaptığımı bilirim. Netice görmeseydim başlamazdım.

Saygı ile ellerinizden, hemşiremin gözlerinden öperim.

M. Kemal


Atatürk'ün Vasiyetini Yazışı


ATATÜRKÜN VASİYETNAMESİNİ YAZMAYA KARAR VERİŞİ

Atatürk'ün vasiyetnamesini nasıl düzenlendiğini, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak şöyle anlatmıştı;

"1938 senesi sonbaharı, Dolmabahçe Sarayı'ndayız. Bir sabah Atatürk'ün yatak odasına girdim. Büyük adam, yatağında başı biraz yüksekte arka üstü yatıyordu. Salonu solgun bir güneş kaplamıştı. Yüzü fildişi rengindeydi. Çehresi her gün biraz daha zayıflayıp uzuyor, o gök mavisi gözleri irileşiyordu.

Ben yatağının ayak ucuna doğru, gösterdiği yere oturdum. Her zaman ki suallerini tekrarladı:

"Ne haber?"

O günlerde Avrupa'da siyasi hava çok bozulmuştu. Atatürk umumi endişelere ve bir takım tehlikeli belirtilere rağmen, Almanların henüz, İtalyanların ise hiç hazırlanmamış olduklarını ileri sürerek müsterih bulunuyor. O sene harp olmayacağını, ihtilafların behemahal bir pamuk ipliğine bağlanacağını, harbi ancak 1939 senesinde veya ondan sonraki senelerde beklemek lazım geldiğini söylüyorlardı.

Son yirmi dört saat zarfında günlük meselelere dair gelen haberleri hülasa ettim. Görüşünü teyid eder mahiyette olan bu haberleri alaka ile dinliyor, ara sıra bazı şeyler soruyor ve kısa cümlelerle mütalaalar beyan ediyordu. Böyle olmakla beraber düşünceli ve heyecanlı olduğu belliydi.

Sözlerimi bitirince sağ kolunu bana doğru uzattı. Doktorlar, kati lüzum olmadıkça kuvvet sarfetmesini yasakladıkları için hareketlerinde yardım ediyorduk. Elini tuttum, doğruldu, yatağının içinde bağdaş kurdu. Birkaç dakika denize ve karşı sahile baktı. Belliydi ki heyecanını yenmeye çalışıyordu. Gözlerini bana çevirdiği zaman, uzun kirpiklerinin ıslandığını farkettim. Bütün hastalığı boyunca yanımda gösterdiği yegane zaaf (eğer bu ulvi sükunete zaaf demek uygunsa) buydu. Sonra önüne baktı ve ağır ağır konuşmaya başladı.

"Bu yolda konuşmak benim içinde, senin için de, ağır bir şey ama başka çaremiz yoktur. Konuşmaya mecburuz çocuk. Hani seninle ara sıra bir işimizden bahsederdik. Hatta bunun içinde kanun çıkarılmıştı: Şu vasiyetname meselesi. Bugün yarın o işi bitirmeliyiz. Nasıl olsa bir gün karnımdan su alınacaktır. Ne olur ne olmaz. Bağırsaklardan biri delinebilir, başka bir arıza olabilir. Herhalde ihtiyatlı olmalı."




ATATÜRK'ÜN VASİYETİNİ NOTERE VERİŞİ


"Atatürk, 6 Ekim 1938 'de Noter'in getirilmesini istemişti. Noter İsmail Kunter Bey, Prof. Neşet Ömer Bey ve ben, yatak odasının altındaki bir odada huzuruna girebilme emrini bekliyorduk. Bu daveti alınca hep beraber üst kata çıktık ve yatak odalarına girdik.

Vaziyeti şöyleydi; yataktan çıkmış, ipek bir pijama ve yine kırmızı ipek bir rob döşambr giymiş, boynuna koyu vişne renginde ipek bir eşarp bağlamıştı. Denize bakan pencerelerin önüne koydurduğu bir şezlongun üzerine oturmuş sigara içiyordu.
Bizi görünce hafifçe kımıldandı: "Buyrunuz.." dedi.

Tam karşısına koydurduğu sandalyelerde üçümüze de yer gösterdi. Hatırımda kaldığına göre Noter İsmail Kunter Bey ile, yeni çıkmış olan Noter Kanunu ve İstanbul'daki noterler üzerine görüştü. Getirilen kahvelerin içilmesini bekledi. Sonra önündeki sigara masasının koyduğu kapalı zarfı aldı:

" Bu benim vasiyetnamemdir. İcap ettiği zaman muamelesini yaparsınız..." diyerek zarfı notere verdi.




ATATÜRK'ÜN VASİYETNAMESİ'NİN TAM METNİ


Malik olduğum bütün nutuk ve hisse senetleriyle Çankaya'daki menkul ve gayrimenkul emvalimi Cumhuriyet Halk Partisi'ne atideki şartlara, terk ve vasiyet ediyorum:

1. Nukut ve hisse senetleri, şimdiki gibi, İş Bankası tarafından nemalandırılacaktır.

2. Her seneki gibi nemadan, nispetleri şerefi mahfuz kaldıkça, yaşadıkları müddetçe, Makbule'ye ayda bin, Afet'e 800, Sabiha Gökçen'e 600, Ülkü'ye 200 lira ve Rukiye ile Nebile'ye şimdiki yüzer lira verilecektir.

3. Sabiha Gökçen'e bir ev de alınabilecek, ayrıca para verilecektir.

4. Makbule'nin yaşadığı müddetçe Çankaya'da oturduğu ev de emrinde kalacaktır.

5. İsmet İnönü'nün Çocuklarına yüksek tahsillerini ikmal için muhtaç olacakları yardım yapılacaktır.

6. Her sene nemedan mütebaki miktar yarı yarıya, Türk Tarih ve Dil Kurumlarına tahsis edilecektir.

K.Atatürk




İLK MUAYENE


Atatürk 1937 yılının ilk aylarından bu yana çeşitli rahatsızlıklar duymaya başlamıştı. Burnu kanıyor, vücudu kaşınıyor ve kabarıyordu. Yüzü solmuş, sinir dengesi bozulmuştu. Kendini iştahsız ve halsiz hissediyordu.

Hasta olan arkadaşlarına kızan, doktor muayenesini sevmeyen Atatürk, fırsat buldukça çok güvendiği Neşet Ömer Bey (İrdelp)'e kendini muayene ettirmeye ve sağlık durumu hakkında bilgi almaya başlamıştı. Ancak ilk muayene sonunda, kalbinde, karaciğerinde, böbreğinde bir şey bulunamamıştı. Buna rağmen Atatürk'ün renginde ve yüzündeki çizgilerde bariz değişiklikler başlamıştı


İLK TEŞHİS


Doktorlar Atatürk'e kaplıca tavsiye etmişlerdi. Atatürk kür tedavisi için ani bir kararla Yalova'ya gitmeye karar verdi.

Prof. Dr. Nihat Reşat Belger anlatıyor;

"1937 senesinde, Yalova kaplıcalarının hekimiydim. O sıralarda, Atatürk de birkaç aydan beri Yalova'da istirahat buyuruyordu. Bir gün beni çağırttı. Bir müddetten beri kaşıntıdan şikayetçi olduğunu söyledi." Müsaade ederseniz sizi önce bir muayene edeyim."dedim ve ettim. Muayenemde, bilhassa bacaklarında kaşıntıdan mütevellit tırnak izleri müşahade ettim. Palpasyonda (elle muayenede) karaciğerin, kosta (kaburga kemiği) kenarını üç parmak kadar geçmiş olduğunu ve sertleştiğini tespit ettim. Muayene sırasında hiç konuşmadık. Kendisine muayenenin bittiğini bildirdiğim zaman, Atatürk kaşıntının sebebinin ne olduğunu sordu.

"Efendim, bu kaşıntı kanaatimce yemekle, daha doğrusu içmekle ilgilidir." dedim.
Atatürk önce inanmak istemedi. Beni imtihan etmek istercesine, "Buna kati olarak emin misiniz?" dedi.

"Evet efendim karaciğeriniz normale nazaran büyük ve sert . Kaşıntının sebebi budur."dedim.

Prof Dr. Nihat Reşat Belger'den sonra, Atatürk'ü İstanbul'dan gelen Prof. Dr. Neşet Ömer'de muayene etti. İki doktorun müşterek teşhisi aynı idi. Atatürk, Yalova'da rejime alındı. Tedaviden bir süre sonra iyileşme sezilmeye başlamıştı. Fakat Atatürk Bursa'ya oradan Mudanya'ya geçti. Mudanya'dan Ege Vapuru ile İstanbul'a hareket etti. Atatürk Şubat ayı başında Dolmabahçe Saray'ında idi. Park Oteldeki davetten geç saat saraya dönen Atatürk, ertesi gün şiddetli öksürük ve göğüs ağrısı ile uyandı. Prof. Dr. Nihat Reşat Belger, Dolmabahçe sarayındaki muayenesinde Atatürk'e zatürre teşhisi koydu.




DOKTORLARI


Atatürk kendisine yabancı doktor getirilmesini ısrarlı ricalardan sonra kabul etmiş, bu arada sağlığını devamlı kontrol altında tutabilmek için ülkenin tanınmış hekimlerinden iki ekip oluşturulmuştu. Sürekli ve danışman doktorlar.

� Prof. Dr. Neşet Ömer İRDELP
� Prof. Dr. Nihat Reşat BELGER
� Opr. Dr. Mim Kemal ÖKE
� Prof. Dr. Mustafa Hayrullah DİKER
� Prof. Dr. Akil Muhtar ÖZDEN
� Prof. Dr. Süreyya Hidayet SERTER
� Dr. Asım ARAR
� Prof. Dr. Abravaya MARMARALI
� Dr. Mehmet Kamil BERK




BEN HASTAYIM ÇOCUK


Zatürre'den kurtulur kurtulmaz Atatürk, İsmet İnönü ile birlikte 27 Şubat 1938'de Ankara'ya geldi.

Celal Bayar Anlatıyor:

"Balkan Antantının Ankara toplantısı günleri idi. Yugoslav Başbakanı Dr. Stoyadiniçle görüşüyordum. Şükrü Kaya yaklaştı :

"Sağlık Bakanlığı müsteşarı Dr. Asım derhal görüşmek istiyor."dedi. Mevzuun, Atatürk'ün sağlığı ile ilgili olduğunu hemen anladım. Çünkü meslek ve şahsiyetine güvendiğim Dr. Asım Arar hükümet namına, Ata'nın müdavi tabipleriyle daima temasta idi. Bana endişelerini açıkladı:

"Burnundan kan geldiğini söylediler. Bu hastalığın yeni merhalesidir. Dışardan mütehassıs getirilmesi tavsiyemi tekraren arzediyorum." dedi.

Atatürk'ün gerek görmediği tavsiyeyi bu sefer ısrarla rica ve kabul ettirmek kararıyla Çankaya'ya gittim. Beni beklemiyordu. Arzumu sükunetle dinledikten sonra:
"Ortada Hatay meselesi var. Hastalığımın dışarıda duyulmasını istemem. Neşet Ömer'le konuş. Burada zaten tıp kongresi var. Bizim doktorlar konsültasyon yapsınlar." cevabını verdi.

Doktorlar geldiler. Muayeneden sonra alkol ve sigara almaması, mutlak dinlenmesi gibi şart, fakat bir anda hepsinin birden yerine getirilmesi güç tavsiyelerini tekrar ettiler.
Atatürk hekimlerin ortak kararını dinledikten sonra :
"Zannederim haklıdırlar" dedi.

Ben sağlığının ülke için asıl şart olduğunu ve bu temel mevzuun yanında Hatay üzerinde menfi tesir yapma dahil, hiçbir ihtimalin düşünülmeyeceğini ısrarla tekrarladım. Derin teessürümü mümkün olduğunca saklama gayretime rağmen, benliğime hakim acının elbette ki farkında idi. Yavaş bir ses tonu ile:

"ÇOCUK..NE YAPACAKSAN YAP, BEN HASTAYIM" dedi.
Her şeyini, memleketi için hizmet saydığı emeklerine cömertçe feda etmiş Atatürk, ilk defa hastayım diyordu.




KUMANDAN BENİM


Atatürk, Celal Bayar'ın ısrarı üzerine Fransız doktor Fissenger'in getirilmesini kabul etmişti ve 28 Mart 1938 günü Fissenger Ankara'ya geldi.

Fransız Prof.Dr.Fissenger, Atatürk'ü muayene etti, başta Prof. Neşet Ömer ve diğer doktorlardan bilgiler aldıktan sonra Atatürk'e;

"Ben sizi iyi edeceğim. Fakat benden evvel siz kendi kendinizi iyi edeceksiniz;
Şüphesiz ki siz, büyük bir kumandansınız. Büyük zaferlerin sahibisiniz. Fakat bu işin kumandanı benim. Bana yardım edeceksiniz."

Üslubu ve mantık Atatürk'ün hoşuna gitmişti.

"Peki dedi, kabul."

Atatürk'ün olumlu yaklaşımı üzerine Prof. Fissenger, Atatürk'ün günlük hayatını, bir tablo halinde çizdi. Ağzına tek damla alkol almayacak, şezlonga uzanarak istirahat edecekti. Yemesi içmesi, düzenlenmiş listeye göre olacaktı. Prof. Dr. Fissenger Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliğine Atatürk'ün sağlığı ile ilgili bir rapor sundu. Bu raporda Atatürk'ün ciddi bir rahatsızlığı olmadığı, bir buçuk aylık bir istirahata ihtiyacı olduğu belirtiliyordu.




GÜNEY GEZİSİ


O günlerde Hatay Sorunu had safhadaydı. Kendisini iyi hissettiğini söyleyen Atatürk, Hatay meselesini istediği şekilde sonuçlandırmak için önce Mersin'e oradan Adana'ya sınıra kadar uzanmaya karar verdi. Doktorları önce bu isteğe şiddetle karşı çıktıysalar da, muayeneden sonra "gidebilir" dediler.

Atatürk, Hatay konusundaki kararlılığını, Mersin'e hareketinden iki gün önce Celal Bayar'a şöyle bildirmişti.:

"Benim, kırk asırlık Türk yurdu, Hatay esir kalamaz dediğimi unutmuş olanlar olabilir. Ama ben unutmadım, unutamam, sen de unutamazsın."

20 Mayıs 1938'de Mersin'e doğru yola çıktı. Mersin'den Tarsus'a oradan Adana'ya geçti. Hatay konusunun en kritik döneminde, sağlığı üzerindeki olumsuz düşüncelerin neticeyi etkileyeceği düşüncesiyle, sınıra kadar otomobiliyle giderek askeri birlikleri denetledi, resmi geçitlerde sürekli ayakta bekledi. Sağlıklı olduğunu hissettirmek için her şeyi denedi.

24 Mayıs 1938'de Adana'dan ayrıldı.


SAVARONA


Atatürk yurt gezisinden geldikten sonra çok yorulmuştu karnındaki şişlikte giderek artıyordu. Florya'dan Dolmabahçe'ye dönerken küçük bir de kriz atlatmıştı.



31 Mayıs 1938'de Atatürk'ün sabırsızlıkla beklediği Savarona Yatı gelmiş Dolmabahçe önünde demirlemişti. 1 Haziran 1938'de Atatürk,

Savarona'ya geçti.
İtina ile giyinmiş olan Atatürk önce her yeri gezdi, ayrıntılarla meşgul oldu bu da onu yordu.

Deniz havasının kendisine iyi geleceğini hissediyor ve orda şifa bulacağını düşünüyordu.

Ama Savarona'daki tedaviden de müspet sonuç alınamamıştı. Bedeni sürekli güç kaybediyor, karnındaki şişlik giderek artıyordu. Dr. Fissenger tekrar davet edildi. 25 Temmuz akşamı Atatürk fenalaşmıştı. Atatürk yatı terkederek saraya çıkmayı düşündü. Saraydaki odalarının daha serin olabileceğini ve orada daha rahat edebileceğini düşünüyordu.




KARNINDAN SU ALINMASI


Profesör Fissenger 4. kez İstanbul'a gelmişti. Fissenger saraya gelir gelmez Atatürk'ü baştan aşağıya tekrar muayene etti. Atatürk artık ıstıraba dayanamıyor; karnında toplanan suyun verdiği sıkıntıdan kurtulabilmek için bir an evvel alınmasını istiyordu. Hastalık artık iyice ilerlemiş son ve en tehlikeli dönemine girmişti. Birinci ponksiyon 7 Eylül 1938'de Profesör Fissenger ve Profesör Neşet Ömer İrdelp nezaretinde, Operatör Mim Kemal Öke tarafından yapıldı.
Kılıç Ali Anlatıyor:

"Ponksiyondan sonra derhal odalarına girdim. Gördüğüm manzara şuydu.
Atatürk adeta birdenbire zayıflamış, çok zayıflamıştı. İki kolunu başının altına alarak arka üstü yatıyorlardı. Karnını büyük bir sargı ile sarmışlardı. Odadan içeriye girer girmez yanlarına koştum.

" Geçmiş olsun paşam!" diyerek başının altına aldığı kollarının pazusunu öptüm. Bana doktorların duyamayacağı kadar yavaş bir sesle ;

"Çıkan suyu gördün mü? Bu kadar bir su kabı insanın karnının üstüne konsa nasıl tahammül eder ? Bak ben ne haldeyim, nasıl tahammül etmişim ?"

"Geçmiş olsun Paşam, bunların hepsi geçecek." dedim ve gözyaşlarımı kendilerine göstermeden ve teessürümü hissettirmemek için bir fırsat bularak doktorların arkasından sıyrılıp hemen odadan dışarı çıktım."

Atatürk'ün artık tam bir istirahate ihtiyacı vardı. Fazla konuşmaması ve yanlarında konuşulup kendilerinin yorulmaması lazımdı. Bu konuya doktorları büyük önem veriyorlardı.




İLK KOMA


Profesör Fissenger'in fikrinin alınmasından sonra, doktorlar ikinci ponksiyon'un gününü tespit için toplandılar. Operatör Doktor Mim Kemal Öke, 21 Eylül günü Atatürk'ün karnında biriken suyu tekrar aldı. 26-27 Eylül günü Atatürk ilk kez komaya girdi. Komayı atlatan Atatürk Ankara'ya gitmek istiyordu. Ancak doktorlar Atatürk'ün Ankara'ya gitmesine izin vermiyorlardı. Atatürk isyan edercesine "Ankara'ya gidelim. Ne olacaksam orada olayım " diyor, doktorların izin vermemelerinin sebepleri açıklanınca hiddetleniyordu.

Atatürk "Beni bir an evvel Ankara'ya götürün yapılacak mühim işler var", demiş, ne yazık ki yapacakları, düşündükleri ne ise yapamamıştı.

Yapılan tüm tedavilere rağmen Atatürk günden güne kötüleşiyor, karın bölgesinde su toplanmaya devam ediyordu. Viyana'dan Eppinger, Almanya'dan Bergmann adında iki profesör gelmişti. Bunların koydukları teşhis ve tedavi aynı idi "siroz". Atatürk 16 Ekim 1938'de ağır bir komaya daha girdi ve 20 Ekim gününe kadar komada kaldı.


SON SAATLER


Tüm tedavilere rağmen günden güne eriyen Atatürk, 8 Kasım 1938 günü şiddetli bir rahatsızlık daha geçirdi. Saat altı buçuk gibi gelen bu rahatsızlıkta Atatürk'ün midesi bulanmış ve kusmaya çalışmıştı.

Sürekli istifra etmeye çalışan Atatürk, bu sırada Hasan Rıza Beye (Soyak) bakarak "Saat kaç?" diye birkaç kez sormuş, Hasan Rıza Bey her soruşunda "Saat 7 efendimiz" diyerek cevap vermişti.

Bu sırada kendisine haber verilen Neşet Ömer Bey de gelmişti. Abravaya ile Atatürk'e gereken tedavileri yapıyorlar ve bazı önlemler alıyorlardı. Neşet Ömer Bey bir ara "Dilinizi göreyim efendim." diye seslendi. Atatürk dilini yarıya kadar dışarı çıkardı. Neşet Ömer Bey "Biraz daha uzatınız efendim." diye seslenince, Atatürk, Neşet Ömer Bey'e bakarak ;

- "Vealeykümüsselam" diyerek gözlerini kapattı. Atatürk son kez komaya girmişti.
9-10 Kasım gecesini rahatsız geçiren Atatürk artık derin bir uykuda gibi yatıyor ve ölümü bekliyordu. 10 Kasım 1938 günü saat 8 gibi bir ara gırtlağından Hı Hı Hı sesleri çıkarmıştı.

Saat dokuzu beş geçe gözlerini son kez açarak, etrafına baktı ve hemen kapattı.
Büyük Önder Atatürk ölmüştü.




HAYATINDAKİ BAZI SONLAR


� Anlamlı son sözü, "Saat kaç" olmuştu.

� Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp'e, son söz olarak "Vealeykümüsselam " dedi.

� Koma içinde manası anlaşılamayan ve devamlı olarak tekrarladığı söz "aman dil...aman dil..."di.

� Son aldığı gıda, 8 Kasım 1938 Salı günü, saat 18.35'de dört kaşık elma suyu oldu.

� Son yemek istediği sebze, enginardı.

� Son verilen ilaç, ölüm halinden kırk dakika önce, saat 8.25'de, 1/8 aubaine'di.

� Hekimler ölüm raporunu imzalarken, son olarak elini öpen ve gözlerini kapayan Prof. Dr. Mim Kemal Öke idi.




ÖLÜM İLANI


Atatürk'ün ebediyete intikal edişi Türk Halkına şöyle duyuruluyordu;

Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin resmi tebliğidir:
"Müdavi ve müşavir tabiplerin neşredilen SON raporu, Atatürk'ün dünyaya gözlerini kapadığını bildirmektedir.

Bu acı hadise ile Türk vatanı büyük yapıcısını, Türk milleti ulu şefini, insanlık büyük evladını kaybetti. Milletimize, içimiz yanarak, bu tarife sığmayan ziya'dan dolayı en derin taziyelerimizi sunarız.

Kederlerimizin tesellisini ancak ve ancak O'nun büyük eserine bağlılıkta ve aziz vatanımızın hizmetinde ararız. Şurasını da her şeyden evvel beyan etmeliyiz ki, ölmez olan, onun büyük eseri, Cumhuriyet Türkiye'sidir. Hükümetimiz, içinde bulunduğumuz bu mühim anda, bugüne kadar olduğu gibi dikkatle vazife başındadır. Müesses olan nizam ve idame hususunu, büyük Türk milletinin hükümetiyle tek vücut olarak teyit ve temin edeceğine şüphe yoktur.

Teşkilat-ı Esasiye Kanununun 33. maddesi mucibince Büyük Millet Meclisi derhal yeni reisicumhuru intihap edecektir. Türkiye'nin en büyük makamına, Teşkilat-ı Esasiye Kanununa göre geçecek zatın etrafında hükümetiyle, şanlı ordusuyla ve bütün kuvvetleriyle Türk Milleti sarsılmaz bir varlık olarak toplanacak ve yükselmesine devam edecektir.

Bugün ayrılığına ağladığımız büyük şefimiz Atatürk, her vakit Türk Milletine güvendi. Eserlerini bu güvenle yaptı. İdamesi esbabını da istikmal ederek güvenle büyük milletimize bıraktı. Ebedi Türk Milleti onun eserlerini ebediyetle yaşatacaktır. Türk gençliği onun kıymetli vediası olan Türkiye Cumhuriyetini daima koruyacak ve onun izinde yürüyecektir.

Kemal Atatürk, Türk'ün tarihinde ve gönlünde daima yaşayacaktır."




CENAZE NAMAZI


Son vazifeler yerine getirilirken, dini şart ve örfler itina ve hassasiyetle yerine getirilmiştir. Cenaze namazının bir camide kılınıp kılınmama yolunda dinen ne gerektiği konusunda, Makbule Atadan Hanımefendi Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak'a danıştı, İlahiyat Fakültesi kelam ilmi ve İslam Felsefesi ordinaryüs Profesörlerinden Mehmed Şerafettin Yaltkaya'nın fikri alındı. Din alimi, cenaze namazlarının muhakkak camilerde kılınması yolunda kesin bir kayıt olmadığını bildirmiş ve daha çok makam, kıdem ve selahiyeti olarak, bir de Diyanet İşleri Başkanlığı'nın görüşlerinin alınmasını tavsiye etmiştir.

Bunun üzerine Diyanet İşleri Başkanı Mehmed Rıfat Börekçi'nin fikri sorulmuştur. Milli Mücadelenin meşruiyetine dair Anadolu Uleması fetvasına, ilk imza koyan din adamı, "O'nun cenaze namazı, tertemiz hale getirdiği bütün vatanda, bu farizanın yerine getirilebildiği her yerde kılınabilir" fetvasını vermiştir.

Atatürk'ün cenaze namazını, Diyanet İşleri Başkanlığı yapan, Ord. Prof. Mehmet Şerafettin Yaltkaya kıldırmıştır.



ETNOĞRAFYA MÜZESİ'NE DEFNİ


Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk, 10 Kasım 1938'de sabah saat 09.05'de Dolmabahçe Sarayı'nda ebedi uykusuna daldı. Vefatı bütün yurdu mateme boğarken, dünyada da büyük üzüntü uyandırdı. Aziz naaşı, 19 Kasım 1938'e kadar Dolmabahçe Sarayı'nda katafalkta kaldı. 19 Kasım günü naaşı top arabası ile Sarayburnu'na, oradan "Zafer" torpidosu ile "Yavuz" zırhlısına nakledildi. Bu arada, bütün dünyada bağımsızlık savaşı ve barışın sembolü olan bu büyük insanın cenaze töreni için İstanbul'a gelen Rus, Fransız, Yunan ve Romen savaş gemileri, onu 21 pare top atışı ile son yolculuğunda selamladılar. Naaş, "Yavuz" zırhlısı ile İzmit'e, oradan da trenle 20 Kasım 1938'de Ankara'ya getirildi. TBMM'nde hazırlanan katafalkta bir gün kalan naaş, buradan alınarak 21 Kasım 1938'de Etnoğrafya Müzesi'ndeki katafalka konarak halkın daha uzun süreli ziyaretine imkan sağlandı. 31 Mart 1939'da katafalktan alınan aziz naaş, bir müzede mermerden hazırlanan geçiçi kabre kondu.

Atatürk ü görenler anlatıyor

İNGİLİZ KRALI EDWARD


Atatürk gündüz kıyamet kopsa alkollü içki almazdı. Yalnız sıcak günlerde bir iki bardak birayla yetinirdi. İngiliz Kralı Edward'ın İstanbul'u ziyaretinde Kral, kendi eliyle Atatürk'e bir kadeh viski sunmuştu. Atatürk, bu ikramı nazikâne reddetti: "Teşekkür ederim gündüzleri kullanmam." İngiliz Kralı kendi kadehini de elinden bıraktı ve cevap verdi: "Ben de sevmem."

Niyazi Ahmet Banoğlu

__________________________________________________________________________________________

AMERİKALI KADIN GAZETECİ


Bir Amerikalı kadın gazeteci, Atatürk'e: "İşlerinizde nasıl başarılı oluyorsunuz?" diye sormuş ve şu cevabı almıştı: "Ben bir işte nasıl başarılı olacağımı düşünmem. O işe neler engel olur, diye düşünürüm. Engelleri kaldırdım mı, iş kendi kendine yürür.

Niyazi Ahmet Banoğlu
___________________________________________________________________________________________


KURMAK İSTEDİĞİNİZ SİSTEM NEDİR?


Tam İlk Anayasa'nın görüşüldüğü sıradaydı. Tutucu milletvekillerinden bir hukukçu Mustafa Kemal'i zor durumda bırakmak için, kendisine bir soru yöneltti: "Kurmak istediğiniz sistem nedir? Bunu bir tek hukuk kitabında bile bulamazsınız." Mustafa Kemal, milletvekilinin bağırarak konuşmasına karşı soğukkanlılıkla cevap verdi: "Her şey önce uygulanıp denenmelidir, ancak ondan sonra ilke ve kurallara dönüşür." Bu karşılıktan sonra bir süre susan Mustafa Kemal, birdenbire sertleştirdiği bakışlarını, soruyu yönelten milletvekiline dikti ve sert bir sesle ekledi: "Ben onu kurayım, ondan sonra siz kitaba yazarsınız."
Paraşkev Paruşev
"Al tabancayı, Öldür beni!.."

İzmir�deki suikast girişiminden sonra Atatürk, kendisini öldürmeye kalkışan iki kişiden birini, sorgusu tamamlandıktan sonra yanına çağırdı.

Odada kimse yoktu. Atatürk adama sordu:
- Sen Mustafa Kemal�i öldürecekmişsin, öyle mi?
- Evet.
- Mustafa Kemal ne yapmış ki onu öldürecektin?
- Fena bir adammış... Memlekete çok kötülük yapmış... Sonra onu öldürmek için bize para da vereceklerdi.
- Sen Mustafa Kemal�i tanıyor musun?
- Hayır.
- O halde tanımadığın bir adamı nasıl öldüreceksin?
- Geçerken işaret edecekler, "Mustafa Kemal işte budur" diyeceklerdi...

Atatürk birden cebinden tabancasını çıkartarak adama uzattı:
- Mustafa Kemal benim!" Haydi, al tabancayı ve öldür beni!..

Adam bu yanıtı alınca bir süre şaşkın şaşkın Ata�nın yüzüne baktıktan sonra kendini dizüstü yere atarak bağıra bağıra ağlamaya başladı...


Çobanla Atatürk�ün "Bis"leri...

Atatürk ve arkadaşları Antalya�ya gidiyorlardı. Yolda bir yerde mola verildi. Yakınlardan bir türkü sesi duyuluyordu. Atatürk merak etti ve türkü söyleyenin bulunmasını istedi. Türküyü söyleyen çobanı bulup Ata�nın karşısına getirdiler.
Atatürk�le çoban arasında şu konuşma geçti:
- Türküyü sen mi söylüyordun?
- Evet.
- Sesin güzel, okuman da fena değil, burada da söyle de dinleyelim.

Çoban nazlanmadan türküye başladı: "Demirciler demir döver, tunç olur..." Türkü bitmişti. Atatürk ellerini çırptı, alkışladı ve "Bis! Bis!" diye tempo tuttu.

Çoban bir şey anlamamıştı. Ata açıkladı: "Bis demek, beğendik, bir daha söyle, tekrarla demektir."

Çoban türküyü tekrarladı. Atatürk cebinden bir elli liralık çıkardı ve çobana verdi. Çoban paraya baktı, aldı ve memnun bir tavırla kuşağının arasına koyduktan sonra ellerini çırptı ve yüksek sesle haykırdı: "Bis! Bis!.."


"A be hemşerim!.."

Neşeli bir toplantının oldukça ilerlemiş bir saatinde bir vatandaş, "A be Paşam," diye söze başladı:

- Ne vakittir merak ederiz; Millî Mücadele�nin sonuna doğru, "Ordular ilk hedefiniz Akdeniz�dir, ileri!.." emrini vermiştiniz. Akdeniz ilk hedef olduğuna göre, ikinci hedef neresidir?

Atatürk kendisine teklifsizce "A be Paşam" deyişinden Rumelili olduğu anlaşılan bu vatandaşa dikkatle ve yumuşak bir gülümsemeyle baktıktan sonra, masadaki kadehini alarak kaldırdı:

"A be hemşerim" dedi. "Hele şimdilik ilk hedefin şerefine içelim..."
SEVMEK NE KELİME ATAM, TAPARIM!
Atatürk'ün Yaşadıkları ve Sonsuz Vatan Sevgisi (Herkes Okumalı)

RADAN BÖYLE GEÇİLİR!

İngilizler Çanakkale'de Anafartalar Grubu'nu mağlup edip de cepheyi sökemeyince, yeni bir harekete giriştiler, bu cepheyi sağdan çevirmek istediler. Düşmanın planını bozmak için Kireç Tepe'yi tutmak lazımdı; halbuki oraya giden tek bir dar yol savaş gemileri tarafından makaslama ateş altında tutuluyordu. Her an gülleler korkunç patlayışlarla ortalığı alt üst ediyor, ölüm saçıyordu. Bir insanın değil, bir kurlun bile geçmesine imkan görülemiyordu. Kireç Tepe'yi tutmak emrini alan Türk subay ve askerleri tereddüt içindeydiler; fırsat gözetiyorlardı. Fakat düşmanın ateşi bir an bile kesilmiyordu. Mustafa Kemal bu hali görünce siperlere koştu, askerlerin arasına karıştı ve sordu: "Niçin geçmiyorsunuz?" İçlerinden biri cevap verdi: "Düşman ölüm saçıyor, geçilemez!" Mustafa Kemal zerre kadar korku ve tereddüt göstermeden: "Oradan böyle geçilir!" dedi ve ileri fırladı. Mehmetçik artık durur mu? O da kumandanının arkasından ileri atıldı. Toz, duman, alev ve ölüm kasırgasını yaran askerler karşıya vardılar, tepeyi tuttular.

Niyazi Ahmet Banoğlu
__________________________________________________ _______________

YERLİ MALI HAFTASI

Yalova'da uzun süre kaldık. Akşamları Atatürk'ün sofrası yine konuklarla dolup taşıyor, birçok yurt sorunları bu sofrada görüşülüyordu. Bir akşam yerli malı kullanılması üstüne bir konuşma oldu. Herkes düşüncesini söylüyor, yurtta yerli endüstrinin gelişmesi için büyük bir kampanya açılması, herkesin yerli malı yemesi, yerli malı giyinmesi isteniyordu. Yerli Malı Haftası'nın açıklanışı da bu günlere rastlar. Atatürk, herkesin öne sürdüğü düşünceleri, her zamanki dikkatiyle dinledikten sonra: "Bundan sonra önder olarak benim de yerli malı kullanmam gerek. Gardroptaki elbiselerimi getirin.Köşkün önünde yakın" buyruğunu verdi. Herkeste bir sessizlik... O şen, gürültülü sofra sanki bir anda mezar sessizliğine bürünmüştü. Herkes birbirinin yüzüne bakıyordu. Sessizliği ilk önce, konuklar arasında bulunan Ulus Gazetesi Başyazarı Falih Rıfkı Atay bozmaya cesaret edebildi: "Paşacığım, elbiseleri yakmayın, birer tanesini bizlere verin. Biz de hatıra olarak saklayalım" deyince, Atatürk hafifçe gülümsedi: "Peki" dedi. Orada hazır bulunan herkese birer kat elbise verildi. Bir gün sonra Beyoğlu'nun tanınmış terzilerinden Arman, Yalova'ya getirildi. Atatürk, Köşk'tekilerin gözleri önünde yerli kumaştan elbiselerini kestirdi ve diktirdi. O olaydan sonra Atatürk, elbiselerini hep yerli kumaştan seçip Arman'a diktirmiştir. Bir daha İsviçre'den kumaş gelmedi.

RAUF BEY ISMET PASA ILE KARSI KARSIYA GELEMEM, ONUN ISTIKBALINDE BULUNAMAM DIYORDU
Efendiler, Heyeti Murahhasamiz vazifesini ikmal ettikten sonra, Ankara'ya avdet etmek uzere, yolda bulunuyordu. Herkes Heyeti Murahhasayi yakindan takdir etmek icin tehaluk gosteriyordu. O gunlerde idi, Heyeti Vekile Reisi Rauf Bey, Meclis Reisi sanisi bulunan Ali Fuat Pasa ile birlikte, Cankaya'da nezdime geldiler.

Sayfa 793 Rauf Bey; ben, dedi, Ismet Pasa ile karsi karsiya gelemem. Onun istikbalinde bulunamam, musaade ederseniz, muvasalatinda, Ankara'da bulunmamak, dairei intihabiyemde bir devir yapmak uzere, Sivas istikametinde seyahate cikayim.

Rauf Bey'e, bu tarzi hareketine bir sebep olmadigini, burada bulunmak, Ismet Pasa'yi, bir hukumet Reisine yarasir surette kabul etmek ve vazifesini husnu ikmal ettiginden onu sifahen de takdir ve tebrik etmek muvafik olacagini soyledim.

Rauf Bey, kendime hakim degilim; yapamayacagim, dedi ve seyahate cikmak hususunda israr etti. Heyeti Vekile Riyasetinden istifa eylemesi sartiyla seyahatine muvaffakat ettim.


RAUF BEY DEVLET RIYASETI MAKAMININ TAKVIYESINI SOYLERKEN NE DUSUNUYORDU?
Ondan sonra, Rauf Beyle aramizda, su mukaleme cereyan etti:

Rauf Bey - Heyeti Vekile Riyasetinden cekilirken, sizden cok rica ederim, dedi, devlet riyaseti makamini takviye ediniz.

Rauf Bey'e; dediginizi yapacagima katiyyen emin olunuz! cevabini verdim.

Rauf Bey'in ne demek istedigini, ben, pek guzel anlamistim. Rauf Bey, devlet riyaseti makami olarak, hilafet makamini dusunuyor ve o makama kuvvet ve salahiyet teminini benden rica ediyordu.

Rauf Bey'in, benim muspet cevabimin medlulunu anlayip anlamadigi meskuktur. Bilahare, Cumhuriyet ilanindan sonra, kendisiyle Ankara'da vukubulan bir mulakatimizda, ne icin muariz oldugunu, yapilmis olan seyin, Ankara'dan mufarakat ederken, benden yapilmasini rica ettigi ve benim soz verdigim meseleden baska bir sey olmadigini soyledigim zaman, ben, demisti, devlet riyaseti makamini takviye ediniz derken, asla Cumhuriyet ilanini tasavvur ve kasdetmemistim.

s.794 Halbuki, Efendiler, benim verdigim cevabin medlulu tamamen o idi. Filhakika, bence devlet riyaseti makamiyle Turkiye Buyuk Millet Meclisi makamini memzuc bulundurmak, hukumeti milliyemizin mahiyeti, Hukumeti Cumhuriye oldugu halde, onu kati olarak ifade ve ilan etmemek bir zaif teskil etmekte idi. Ilk firsatta, resmen Cumhuriyet ilan etmek ve devlet riyasetini, riyaseticumhur makaminda temsil ederek kuvvetli bir vaziyet vucuda getirmek elzem idi. Rauf Bey'e bunu yapacagima soz vermistim. Eger maksadima intikal edememis ise, zannederim, noksan bende degildir.


MEMLEKETE VE MILLETE KIMLER HIZMET EDERSE "APOTR" ONLARDIR.
Ali Fuat Pasa ile de kisa bir mudavelei efkar yapildi.

Fuat Pasa bana soyle bir sual tevcih etti:

Senin, simdi, "apotr=apotre"larin kimlerdir; bunu anlayabilir miyiz?

Ben, bu sualden bir sey anlayamadigimi soyledim.

Pasa, maksadini izah etti. O zaman, ben de, su beyanatta bulundum:

Benim "apotr"larim yoktur. Memleket ve millete kimler hizmet eder ve hizmet liyakat ve kudretini gosterir ise, "apotr" onlardir. ***


RAUF BEY'IN HEYETI VEKILE REISLIGINDEN, ALI FUAT PASA'NIN BUYUK MILLET MECLISI IKINCI REISLIGINDEN ISTIFALARI
Rauf Bey, Heyeti Vekile Riyasetinden istifa etti. Dahiliye Vekili bulunan, Ali Fethi Bey, ayni zamanda Heyeti Vekili Riyasetine intihabolundu (13 Agustos 1923).

Ali Fuat Pasa da, bir muddet sonra, 24 Tesrinievvel 1923 tarihinde, Meclis Riyaseti

s.795 Saniyesinden cekilerek ordu mufettisligine tayinini rica etti. Fuat Pasa'ya, unvani resisi sani olmakla beraber vaziyet ve vazifesinin pek muhim olan Meclis Riyaseti oldugunu soyliyerek vazifesine devam etmesini tavsiye ettim. Fuat Pasa, politikadan hoslanmadigini, hayatini askerlik meslegine hasretmek istedigini dermeyan ederek arzusunun is'afini ricada israr etti. Fuat Pasa'nin rutbesi mirliva idi. Kumanda edecegi orduda ferik rutbesinde kolordu kumandanlari vardi. Hidemati sabikasini nazari dikkate alarak kendisini feriklige terfi ve karargahi Konya'da bulunan Ikinci Ordu Mufettisligine tayin ettik.

Kazim KaraBekir Pasa da, daha evvel ayni mulahazatla, Meclis'ten ayrilmis ve ordu mufettisi olarak, Birinci Ordunun basina gecmis bulunuyordu.


Atatürk'ün eşyaları



AYAKKABI

43 Numara
Env. No: 338/404-1

Siyah renkte deri ve süetten yapılmıştır. Kapalı piantelidir. İçi kalıplıdır.



ÇORAP

Uz. : 65 cm
Env. No: 496/606-1

Kahverengi ve bej yünden kareli kışlık çoraptır.



ELDİVEN

Uz. :46 cm.
Env. No: 58/80

İçi kuzu, dışının üst kısmı kurt kürkünden, aya kısmı deriden yapılmıştır.



GÖMLEK

Boy : 94 cm.
Env. No: 206/244-2

Krem renkte ipekten yakasız frenk gömleğidir. Önde dört, kol ağızlarına yakın yerde birer adet düğme ve kol ağızlarında karşılıklı ilikleri vardır. Yaka takmak için ensede bir, önde iki, bel hizasında pantolona bağlanmak için ise iki ilikli bantı bulunmaktadır. So lgögüs üzerinde dairesel olarak iç içe geçmiş "G.M.K." harfleri işlenmiştir. Boyun kısmında içte "KEMALAT Yani D. Grammatika" etiketi dikilmiştir.



KAŞKOL

Uz. : 132 cm.
Gen. : 35.5 cm.
Env. No: 230/268-1

Açık kahverengi yün kumaştan yapılmış, iki ucu püsküllüdür.



KEMER

Uz. : 103 cm.
Env. No: 1238/4

Gri lastikten örgü olarak yapılmıştır. Meşin bir parça örgü kısmına dikilmiş ve arasına madeni toka geçirilmiştir. Sabiha Gökçen tarafından Anıtkabir Müzesine bağışlanmıştır.



MAREŞAL ÜNİFORMASI

Yük. :15 cm (Şapka)
Çap. :31 cm (Şapka)
Boy :75 cm (Ceket)
Boy :98 cm (Pantalon)
Env. No:534/648, 497/608

Üniforma: Haki Renkli yünlü kumaştan yapılmıştır. Şapka: Siperliği kahverengi, şapkanın etrafını dolanan bant ve öndeki kokart sim işlemelidir. Ceket: Omuzlardaki apoletler ve yakalardaki rütbeler sim işlemelidir. Ceketin dört cebi vardır. Sırma kumaş takımın tokasında çelenk içinde ay yıldız kabartma vardır. Pantolon: Yanlarında belden paçaya kadar inen ince şerit bunun her iki tarafında 4 cm. genişliğinde kırmızı renk bant bulunmaktadır.



MENDİL

Uz. :40 cm.
Gen. :40 cm.
Env. No: 112/141-1


İki adet olan mendilin üzerine "K.A." (Kemal Atatürk) harfleri işlenmiştir. Beyaz renkte ipekten yapılmıştır.



MONTGOMERİ

Boy : 63 cm
Env. No: 25/36

Açık kahverengi süetten yapılmış; kol, yaka ve etek uçları bej renkte yünden örmedir. Dört tane küçük, altı tane büyük düğmesi vardır. Astarı bej renkli poplin kumaştır. Dıştan kapaklı iki yan cebi vardır. "Eres-Tailor Made" markalı ve "Marinos-İstanbul" yapımıdır.



PALTO

Boy : 135 cm.
Env. No: 68/91

Kruvaze modelde siyah yün kumaştan yapılmıştır. Yakası ve içi samur kürklüdür. Siyah renkte altı tane düğmesi vardır



PALTO

Boy : 125 cm.
Env. No: 26/37

Açık kahverengi deve tüyü ve yün kumaştan yapılmıştır. Reglan kolludur. Önde altı, arkada kemerin üzerinde iki tane düğmesi ve dıştan iki yan cebi vardır. "Jeager" markalıdır. Satenden yarım astarlıdır.



PELERİN

Boy :150 cm
Env. No: 31/45

Siyah yün kumaştandır. Kumaş kaplı iki düğmesi vardır. Ön yüzünde 30 cm. uzunluğunda iki cep yeri bulunmaktadır.



PİJAMA

Boy : 75 cm. (Ceket)
Boy : 105 cm. (Pantolon)
Env. No: 215/253-1

Beyaz renkte kendinden desenli ipek kumaştandır ve üstünde üç sedef düğmesi vardır. Yaka, kol ve cep kapağına yeşil ipek parça dikilmiştir. Pijama altının yanlarına yeşil şerit geçirilmiştir. Püsküllü kuşağı vardır.



ROPDÖŞAMBR

Boy : 134 cm.
Env. No: 218/256-1

Kirli beyaz, mavi ve lacivert çizgilidir. Şal yakalı ve kuşaklıdır. Yanda iki, göğüs kısmında bir cebi vardır. Yün kumaştan yapılmıştır.



TAKIM ELBİSE

Boy :75 cm (Ceket)
Boy :98 cm (Pantalon)
Boy :56 cm (Yelek)
Env. No:27/38

Takım, kahverengi ve bej renkte tweed kumaştan yapılmıştır. Ceket: Yan cepleri spor dikişlidir. Bir mendil cebi ve açık kahverengi üç düğmesi vardır. Bej renkte astarlıdır. Pantalon: Golf tipindedir. Bel kısmında askı düğmeleri ve arkasında kısa bel ayarlama kemeri vardır. Yelek: İçi beyaz çizgili, sırt kısmı bej renkte astar kumaştandır.



TAKIM ELBİSE

Boy : 75 cm (Ceket)
Boy : 98 cm (Pantalon)
Boy : 57 cm (Yelek)
Env. No: 29/43

Takım , koyu lacivert yünlü kumaştan yapılmıştır. Atatürk'ün günlük giysisidir. Ceket: Kruvaze model olup, dört düğmelidir. Yan cepleri kapaklıdır. Bir mendil cebi vardır. Pantolon: Bel kısmında, askı düğmeleri ve arka kısmında kısa bel ayarlama kemeri bulunmaktadır. Yelek: İki yanda ve göğüs üzerinde küçük cepleri vardır. Altı düğmelidir. İç astarı boyuna çizgili ve beyaz renktedir. Sırt kısmı lacivert astar kumaştandır.



YAKA

Uz. :42 cm.
Env. No: 213/251

Beyaz renkli poplin kumaştan yapılmıştır. Kolalanmış ve uçları kıvrık takma frenk gömleği yakasıdır.



YELEK

Boy : 67 cm
Env. No: 42/62

Koyu bej yünden el örmesidir. Dört düğmesi, iki yan cebi vardır.



ŞAPKA

Yük. :30 cm
Çap. :31 cm
Env. No:495/605-1

Törenlerde giyilen siyah renkli melon şapka, iç kısmında "G.M.K.", "Lincoln Bennett" ve "F. Collara İstanbul" yazıları vardır.



ŞAPKA

Yük. : 14 cm
Çap. : 31 cm
Env. No: 495/605-2

Siyah fötr şapkadır. Çevresi parlak kumaşla bant şeklinde sarılmıştır. "Leon Premier Chapelier de Paris" markalıdır.




KRAVAT İĞNESİ

Uz. : 5 cm.
Env. No. : 1244/10

Damla şeklinde altın iğnenin üzeri yaprak motifi işlemelidir. Sabiha Gökçen tarafından Anıtkabir Müzesine bağışlanmıştır.




ROZET

Çap : 3 cm.
14 Ayar
Env. No. : 964/1527

Yuvarlak biçimli alt kısmı altın, üst kısmı kırmızı minelidir. Mine üzerine altından ayyıldız motifi ve "T.C.", "T.B.M.M." harfleri işlenmiştir. Atatürk'ün milletvekilliği rozetidir.




ALTIN LİYAKAT MADALYASI

Çap. : 2.5 cm.
Env. No. : 848/734

Atatürk'e 17 Ocak 1916'da padişah V. Mehmet Reşat tarafından verilen Altın Liyakat Madalyasının ön yüzünde; padişahın tuğrasıyla saltanat arması, arka yüzünde Osmanlıca olarak "Liyakat Madalyası sadakat ve şecaat ibraz edenlere mahsustur" yazısı ve 1308 (1891) tarihi vardır. Madalyanın 2 cm. genişliğindeki etrafı yeşil zırhlı kırmızı kevkez şeriti üzerinde çift kılıç ve 1332 (1916) tarihli bir plaka bulunmaktadır.




İSTİKLAL MADALYASI

Çap. : 3.5x4 cm.
Env. No. : 682/798

İstiklal Madalyası oval biçimli olup kırmızı, yeşil renkli kurdelesi vardır. Pirinçten olan madalya T.B.M.M. tarafından 21 Kasım 1923 tarihinde Atatürk'e verilmiştir. Ön yüzünde üstte Ankara şehrinin, ortada T.B.M.M. binasının silüeti bulunmakta bunun arkasında zafer ve barışa işaret eden güneş ışınları görünmektedir. Meclis'in sağında 23 Nisan, solunda ise 1336 (1920) tarihi yazılıdır. Meclis'in altında bulunan dünya haritası bilgiyi, orak ve tırpanlar tarıma önem verileceğini, iki taraftaki meşe dalları da barışı anlatır. En altta kağnısıyla köylü kadını tasviri yer almaktadır. Arka yüzünde ayyıldızla çevrilmiş olarak Misakı Milli sınırlarını gösteren Türkiye haritası ve en altta madalyanın yapılış yılı olan 1 Teşrinisani (Ekim) 1338 (1922) tarihi yazılıdır.

ALİYÜLALA NİŞANI

Çap. : 10 cm. (Nişan)
Çap. : 5 cm. (hamaildeki küçük parçalar)
Env. No. : 839/681

Afgan Kralı Amanullah han tarafından 27 mart 1923 tarihinde Atatürk'e verilmiştir. Yuvarlak biçimli gümüş nişanın kenarları şua biçiminde sivri yapılmıştir. Altın kaplama olan orta kısımda bir bina motifi yer alır.Binanın her iki yanında bayrak, alt kısmında çift kılıç kabartması işlenmiştir. Hamaili şemsesinde de nişanla aynı modelde çift zincirle tutturulmuş sekiz parça vardır. Bu parçaları birleştiren meşe dalları arasındaki üst yüzü bombeli plakanın üzerinde güneş kursu motifi yer alır. Bu plakayla aynı modelde yapılmış, halkalı bir parça daha bulunmaktadır. Alüyülala Nişanıdır.



BROŞ

Uz. : 5.3 cm.
Env. No. : 1245/11

Üzeri 137 adet pırlanta taşla süslenmiş platin broşun orta kısmında bir uçak modeli vardır. Uçağın ucunda pervane kısmında, bir sentetik taş yer almaktadır. Atatürk'ün emri ile nişan Sabiha Gökçen'e bir görevden döndükten sonra verilmiştir.



DEMİR SALİP NİŞANI

Çap. : 4.5 cm.
Env. No. : 960/1535

İkinci rütbeden Demir Salip Nişanı, Atatürk'e 9 Eylül 1917 yılında Alman Hükümeti tarafından verilmiştir. Üzerinde taç kabartması, ortada "W" harfi ve harfin altında 1914 tarihi yazılıdır.



GÜMÜŞ LİYAKAT MADALYASI

Çap. : 2.5 cm.
Env. No. : 845/733

Atatürk'e Anafartalar Grup Komutanı iken 1 Eylül 1915'te padişah V. Mehmet Reşat tarafından verilmiş Gümüş Liyakat Madalyasıdır. Yeşil zırhlı kırmızı kevkez şeritte çift kılıç ve bir plaka üzerinde Osmanlıca olarak 1332 (1916) tarihi bulunmaktadır. Ön yüzünde II. Abdülhamit'in saltanat arması, arka yüzünde "Liyakat Madalyası, sadakat ve şecaat ibraz edenlere mahsustur yazısı ve 1308 (1891) tarihi yazılıdır.



GÜMÜŞ İMTİYAZ MADALYASI

Çap. : 3.7 cm.
Env. No. : 841/732

Atatürk'e 30 Nisan 1915'te padişah V. Mehmet Reşat tarafından 19 ncu Tümen Komutanıyken verilen Gümüş İmtiyaz Madalyasıdır. Ön yüzünde Padişah II. Abdülhamit'in saltanat arması, arka tarafında ise "Devlet-i Aliyye-i Osmaniye uğrunda fevkalade sadakat ve secaat ibraz edenlere mahsus madalyadır" yazısı ve 1300 tarihi vardır. Yeşil kırmızı renkli şeritinde çapraz kılıç üstünde plaka yer almaktadır. Şerit üzerindeki plakada 1332 (1916) yılı eski yazı ile yazılıdır.



HARP MADALYASI

Çap. : 7 cm.
Env. No. : 966/1517

1914 yılında I. Dünya Savaşı için özel olarak padişah V. Mehmet Reşat tarafından çıkarılmış, Harp Madalyası gümüşfakfondan (nikel, bakır, çinko alaşım) yapılmıştır. Beş köşeli yıldız şeklinde olup, uçları topuzludur. Bordo mineli, orta kısmındaki ayın içinde Sultan Reşat'ın El Gazilik Tuğrası ve 1333 (1917) tarihi bulunmaktadır. Arkasında "Sr. Exc. M.K.P." (Mustafa Kemal Paşa) ve Almanca ithaf ile "J.H. Werner Berlin" yazıları vardır. Bu madalya Atatürk'e 11 mayıs 1918 de Padişah VI. Mehmet (Vahdettin) tarafından verilmiştir.



KILIÇLI MECİDİ NİŞANI

Çap. : 6.5 cm. (Nişan)
Çap. : 10 cm. (Şemse)
Env. No. : 841/732

Gümüşten birinci Rütbe'den Kılıçlı Mecidi Nişanıdır. Atatürk'ün üstün başarıları nedeniyle 16 Aralık 1917 tarihinde verilmiştir. Ç,ift kılıçlı nişan, beşer şualı yedi şubeden (köşe) ibarettir. Ortasında padişahın tuğrası yer almakta, etrafında kırmızı mineli fon üzerinde altın ile yazılmış éGayret, hamiyet, Sadakat" sözleri bulunmaktadır. Alt kısmında 1268 (1851) tarihi yazılıdır. Şua aralarında ay yıldız motifi ve nişanın asılma yerinde ona bağlı kırmızı mineli ay yıldız vardır. Şemsesi aynı modelde çift kılıçlıdır. Şua üzerlerinde ay yıldız motifleri bulunmaktadır.



MADALYON

Çap. : 3.5 cm.
Env. No. : 905/478-1

Gümüşten yapılmış olan madalyon 20 Ağustos 1937 tarihlidir. Ön yüzünde "Trakya 1. Ordu Manevrası Hatırası" yazısı, ortada tarihin üzerinde K. Atatürk imzası yer almaktadır. Arka yüzü ayyıldızlıdır.



MADALYON

Çap. : 3.5 cm.
Env. No. : 905/478-2

Sarı madenden yapılmış olan madalyon 13 Ekim 1937 tarihlidir. Ön yüzünde "Ege II. Ordu Manevrası hatırası" yazısı, ortada tarihin üzerinde K. Atatürk imzası yer almaktadır. Arka yüzü ayyıldızlıdır.



MADALYON

Çap. : 6 cm.
Kal. : 3.5 mm.
22 Ayar
Env. No. : 891/708

Altın madalyonun ön yüzünde Atatürk'ün profilden portre kabartması ve kenarında "Türkiye Reisicumhuru Gazi Mustafa Kemal" yazılıdır. Arka yüzünde zeytin dalından bir çelenk içinde "Müttefik Ajanslar Dördüncü Kongresi-İstanbul 1929" yazılıdır.



MECİDİ NİŞANI

Çap. : 5.5 cm.
Env. No. : 854/738

Atatürk'e 25 Aralık 1906 tarihinde II. Abdülhamit tarafından Kurmay Yüzbaşı iken Şam'daki üstün hizmetlerinden dolayı verilmiş gümüş beşinci Rütbe'den Mecidi Nişanıdır. Ortasındaki dairesel alanda tuğra, bu kısmın etrafında kırmızı mineli fon üzerinde "Gayret, Hamiyet, Sadakat" sözleri bulunmaktadır. Alt kısmında 1268 (1851) tarihi, nişanın asılma yerinde ona bağlı kırmızı mineli ay yıldız vardır. Şua ve şua aralarında ay yıldız motifleri yer almaktadır.



MECİDİ NİŞANI

Çap. : 6.5 cm. (Nişan)
Çap. : 8.5 cm. (Şemse)
Env. No. : 837/737

Gümüşten ikinci rütbeden Mecidi Nişanıdır. Atatürk'e 12 Aralık 1916'da 16 ıncı Kolordu Komutanı iken V. Mehmet Reşat tarafından olağanüstü başarıları nedeniyle verilmiştir. Nişan beşer şualı, yedi şubeden (köşe) ibarettir. Ortasında padişahın tuğrası yer almakt, etrafında kırmızı mineli fon üzerinde altın yazı ile yazılmış "Gayret, Hamiyet, Sadakat" sözleri bulunmaktadır. Alt kısmında 1268 (1851) tarihi yazılıdır. Şua aralarında ay yıldız motifleri yer almaktadır. Şemsesi aynı modelde işlenmiş olup, şua üzerlerinde ay yıldız motifleri vardır.



MUHAREBE ALTIN İMTİYAZ MADALYASI

Çap. : 4 cm.
Env. No. : 842/739-A

1300 (1884) tarihli Muharebe Altın İmtiyaz Madalyası, 23 Eylül 1917'de padişah V. Mehmet Reşat tarafından Atatürk'e verilmiştir. Madalyanın ön yüzünde Padişah II. Abdülhamit'in saltanat arması, arka tarafında ise "Devlet-i Aliyye-i Osmaniye uğrunda fevkalade sadakat ve secaat ibraz edenlere mahsus madalyadır" yazılıdır. Genişliği 3.5 cm. olan yeşil-kırmızı bir şeritle göğüse takılmaktadır. Şerit üzerindeki plakada 1332 (1916) senesi eski yazıyla yazılmıştır. Çift kılıç muharebeye ait olduğunu göstermektedir.

MUHAREBE LİYAKAT MADALYA

Çap. : 3 cm.
Env. No. : 1340

Avusturya-Macaristan Hükümeti tarafından 27 Temmuz 1916'da Atatürk'e verilen Üçüncü rütbe'den Muharebe Liyakat Madalyasıdır. Kırmızı beyaz çizgili bir kurdaleye bağlı, kırmızı beyaz renkli mineden haç şeklindedir. Ortası yuvarlak beyaz mine olup üzerinde "Ver Dienst" yazılıdır. Arka yüzü tamamen beyaz mine kaplı olup, haçın kollarını birbirine bağlayan metalden çelenk vardır.



MURASSA NİŞAN

Uz. : 5 cm.
Env. No. : 830/700

Atatürk'e Türk Tayyare Kurumu tarafından 20 mayıs 1925'te verilen platinden murassa nişanın 131 adet pırlanta ve bir adet zümrüt taşı vardır. Büyük taş 2 krattır. Alt ortadaki ay yıldızın her iki yanından açılıp, yukarıya doğru daralan tepe noktasında yıldızla birleşen bir çelenk vardır. Çelengin ortasında tayyare figürü bulunmaktadır. Büyük taş, yıldızın ortasında, zümrüt taş ise tayyarenin ucundadır.



OSMANLI NİŞANI

Çap. : 6.5 cm. (Nişan)
Çap. : 9 cm. (Cemse)
Env. No. : 840/739

Gümüşten ikinci Rütbe'den Osmanlı Nişanı, Atatürk'e Kafkas Cephesi Muharebelerinde gösterdiği üstün başarılarından dolayı 1 Şubat 1916 tarihinde V. Mehmet Reşat tarafından verilmiştir. Çift kılıçlı yeşil mineli ve yedi köşeli yıldız şeklindedir. Ortadaki kırmızı mine üzerinde altından "El müstenit bitevfikat el-rabbaniye Abdülaziz Han Melik-ül Devlet-ül Osmaniye" yazısı bulunmaktadır. Yazının altında hilal motifi vardır. Yedi köşeli yıldızın uçları topuzl