COYOTTE VE SKİLİA - XI

(Sıkıntılı Eser)

 

Hayatın devam ettiği yerde Skolastik'ten konuşulur ve skolastik tarihî öneme sahibdir;

SHOLASTİK (SKOLASTİK-SCHOLASTİC)’TEN YOLA ÇIKARAK

Sholastisizm, hem methodu hem de sistemi tanımlamak için kullanılan bir terimdir. İlâhiyyât’a ve felsefeye tatbik edilir. Sholastik ilâhiyyât, bir yönüyle Patristik (Kilise Babaları) ilâhiyyâtından (Theologia speculativa), diğer yönüyle pozitif ilâhiyyâttan (Theologia Positiva) ayrılır. Felsefeye uygulanan biçimiyle sholastik kavramı, sıklıkla, Patristik devrin sonuyla (5. asr) modern devrin başlangıcı (1450 cıvârı) arasındaki kronolojik periyodu ifâde etmek için de kullanılır.

Kelimenin kökeni;

Kelime Yunanca. Σχολάζω (Sholâzo: Paydos etmek, işten çıkmak, işi bırakmak) fiilinden köken alıyor. Ο da, sholî kelimesinden geliyor yani, mekteb, ekol, okul... Etimolojik olarak; Hind-Avrupa lisânında; Segh. Ortak idâre, idâre mânâsına. Latince’ye schola biçiminde geçiyor. Fransızca école, ing. School, Alm. Schule, italyanca scuola, ispanyolca escuole...

Sholastikos kelimesi profesyonel filozofu tanımlamak için kullanılan bir kelime. Tarihî olarak ise, erken Hristiyanî kurumların kullandığı bir kelimedir. Özellikle de, 6. asrın başlangıcından itibâren, mektebin başında bulunan kimseye, magister scholae, capiscola veya scholasticus adı verilmiştir. Zaman içinde, Scholasticus kelimesi diğerlerinin yerini tamâmen aldı. Bu okullarda, felsefe, diyalektik, 7 özgür san’at eğitimi veriliyordu. Okulun başındaki şahıs genellikle diyalektiğe ağırlık verirdi. Netice itibârıyla, Sholastik kelimesi, okulların akademik gelişiminin sistemini ve methodunu tanımlamak için kullanılmaktadır. Daha da somut olarak, mekteblerin şeflerinin (ustalarının, mastırlarının: Sholastici) diyalektik öğretimleridir. Akademik olarak, 13. asrın felsefecileri ‘Magistri’ (Master) olarak bilinirler; tarihî olarak, Sholastikler’dir. Ortaçağ’ın kapanışından sonra da, Sholastikler’in sistemini ve yöntemini kullanan feylesoflara ve ilâhiyyâtçılara Sholastikler denmiştir.

Sholastik period;

Hristiyanî spekülasyon sürecinin başlangıcından Aziz Augustine zamanına kadarki devirde (Aziz Augustine devri de dahil edilebilir) Felsefe ve İlâhiyyat sahasında patristik (kilise babaları) devir olarak bilinir. Genel olarak, bu devir Platonizm’e (Eflâtunculuk) doğru yükselmiş ve bilâhare Aristoculuğun ehemmiyetine vurgu yaparak onun etkisi altında gelişimini sürdürmüştür. Kilise Babaları, Hristiyan Felsefe Sistemi’ni Platon prensipleri üzerine inşâ etmeye çalışmışlardır. Aklı en mühîm ifâde vasıtası ve temel referans noktasına taşıdılar. Aynı dönemde, mistiklerin doktrinine meyleder Sholastikler ve spiritüel sezgiyi, diyalektik bir kanıt olarak ,felsefenin en yüksek haqiqatinin izâhı ve tesisi için önemserler.   !.Patristik çağın sonuyla (5. asrın başlangıcı) ile 1. Sholastik çağın başı (9.asr) arasında bir grup düşünür gündeme damgalarını vurur;  . Claudianus Mamertus, Boethius, Cassiodorus, Venerable Bede vs. Bunlar Sholastik çağ ile Patristik çağı birbirine bağlamaya çalışan köprülerdir ve gündemi hâlâ ve neredeyse tek başına Platonizm belirlemektedir.  

9. asrla berâber gelişen araştırmacılık eğitsel aktiviteleri de birlikte getirdi. Netice itibârıyla, yeni bir Hristiyan Düşüncesi fazı ortaya çıktı. İşte buna Sholastisizm denir. 9. asrda, ilk mekteb reisleri, hocalar Alcuin ve Rabanus gibi önemli isimlerdir. Ancak, Sholastik çağın en orijinal düşünürü İskoçyalı Yahya’dır (John Scotus). Aslında yaptıkları (İskoç Yahya başta olmak üzere) Patristik (özellikle Augustinian) geleneği yeni Avrupa Hristiyanlığı’yla melezleştirmeye uğraşmaktır. Platonizmi asla terqetmediler. Aristotelis’i ise bir mantıkçı olarak ele aldılar. Diyalektik mantığı Hristiyan geleneği yönlendiren bir araç olarak denediler. Felsefe, sâdece ‘diyalektik’ anlamında değerlendiriliyordu. Yavaş yavaş, psikoloji, metafizik, kozmoloji ve ethik mes’elelerine giriş yaptılar. Bu anlamda, denebilir ki, Sholastik hareketin yaptığı iş ağırlıklı olarak diyalektikçilerin tartışmalarını yeniden gündemleştirmek olmuştur. Yani Eski Yunan’ın güçlü etkisi Avrupa Hristiyanlığı’nın istikâmetini belirlemiştir.

Method, muhtevâlar ve sonuçlar bu kökenden etkilenmiştir. Sonuç, Hristiyan Akılcılığı’dır. Burada, çok daha fazla mistik ve sezgisel olan Patristil Düşünce ikinci plana düşmüştür. 11. asrın ortalarında, Roscelin’le birlikte akılcılık vurgusu çok belirginleşir. Aynı dönem Hristiyan mistisizminin güçlü tepkiler vermeye ve akılcılığı mahkûm etmeye başladığı dönemdir. 11. ve 12. yüzyıllarda Sholastisizm gerilimler ve fırtınalar yaşamıştır.  Bir yandan akılcılığın avukatları konumunda bulunan Roscelin, Abelard, Peter Lombard; diğer taraftan mistisizmin liderleri St. Anselm, St. Peter Damian, St. Bernard, ve Victorineler. Akılcılar Hristiyanlığı, imânın sırlarından soyutlayarak aşırı ibâdetçi dar bir koridora sıkıştırıp Kilise kurumunu sosyal ve felsefî mahfillerden yalıtmanın yollarını aradılar. Mistisistler ise aklın eleştirisini yaptılar. Diyalektikçileri yetersiz ilân ettiler. Son tahlilde akılcılar akılcı olmayan iddiâ ve tezlerle Hristiyanlığı yüceltmeye kalkışarak okullarda bunun zaferini ilân ettiler. Mistisistler okullara sokulmadı ve uzaklaştırıldı.

Bu dönemde, John of Salisbury gibi Seçkinciler (Eclectics) ve Chartres Okulu mensubları gibi Platonistler Sholastik harekete bir tolerans ruhu aşıladılar ve ‘Hümanizm’den felsefeye bir kanal açtılar. 13. asr itibârıyla Scholastisizm iki kararlı adım attı. Birincisi, mânevî haqiqat tartışmalarında akıl ve diyalektik ileri derecede devreye girdi.  İkincisi, bazı hocaların kilise geleneğinin hayli dışına çıkarak Arablar’dan ve Yahudîler’den alıntılarla Hristiyanlığı açıklama girişimleri oldu. 1204’de İstanbul’un Latinler tarafından işgâli, Arabca, İbrânîce ve Yunanca’nın Hristiyan okullarına girmesini de berâberinde getirdi. Avrupa üniversiteleri Yunan, Arab ve Yahudî etkisi altına girdi. Arab ve Yahudî dehâları Paris Üniversitesi’ni fethettiler.  Başlangıçta çok ciddî kargaşalar çıktı fakat sonradan Arab, yunan ve yahudî dialektisyenler intelijansiyaya hâkim olmayı başardılar. Aristotelis’in tercemeleri Arablar tarafından yapıldı ve Batı literatürüne kazandırıldı. Aynı paralelde Arablar, Pantheizm’in (Kamutanrıcılık), Fatalizm’in (Kaderiyye) ve Neoplatonizm’in tefsirlerini ve hatalarını ortaya koydular. Hristiyan okullarında bile, David Dinant gibi pantheistler ve Siger Brabant gibi Averroistler (İbn-i Rüşdçü) Aristoculuk propagandası yapmadıkları iddiâsıyla aşağılandılar.

Bu gelişmeler 13. asrın başlarında çok sert çizgi mücâdeleleriyle birlikte yürüdü. Augustinianizm geleneği Aristoculuk altında ezilmeye başladı. Daha da ötesinde, Augustinianizm ve Platonizm hor görülürken Aristoculuk mistisizmin yerini geçti. Hristiyan geleneğinde mânânın kaybolup yerine tamamen aklın ikâme edildiği yer burasıdır. Arab âlimler Aristo’nun hatalarını es geçme eğilimindeydi. Bunda Yunan ve Yahudî düşünürlerin etkisi büyüktür. Büyük dehâ St. Albertus Magnus ve en parlak talebesi St. Thomas Aquinas (Aquino’lu Thomas), dialektikçi ve Aristocu çizginin hedef tahtasına oturdular.  Çağdaşları St. Bonaventure, yeni öğretinin (akılcılık, diyalektikçilik) Hristiyan mistisizmiyle uyumsuz olmadığını belirtti ve Roger Bacon başarısız girişimleriyle tabiî bilimleri geliştirmeye gayret etti. Bütün bu gayretler Aristoculuk’u en üst noktalara kadar taşıdı. Rakibsizdi. 

Duns Scotus’le berâber, Sholastisizm’in tenkidi evresine girildi. Thomistik Felsefe’nin (Aquino’lu Thomas felsefesi) tâkibcileri 14. asırda güçlendiler. Averroizm okullarda gerilemeye başladı. Terminoloji değişmeye başladı. Ockham'ın Nominalizm’i ve Durandus'un sholastik felsefeyi sâdeleştirme girişimleri bu döneme rastlar. Sholastisizm yavaş yavaş mistisist kimliğini yeniden kazanmaya başladı.  Eğitim niteliği ve tartışmaların düzeyi ciddî biçimde yükseldi. Ancak Hümanizm de bir yükseliş içindeydi ve Rönesans hareketleri başlamıştı. Modernleşme bu döneme rastlamaktadır.  Modernizasyon, sholastisizmi kullanarak yürüdü ve Toletus, Vasquez ve Suarez gibi büyük Cizvit (Jesuite) ustalar spekülasyonların göbeğindeydi. Akademik otoritenin tahtında oturan Sholastik babalar aynı zamanda bilimsel keşiflerin de yolunu açanlar oldu. Descartes felsefeyle theolojinin kesin ayrımlarını koydu. Bu gelişmeler olurken suyun başında hep Sholastikçiler vardı. Onlar, moderniteye ve ‘bilimsellik’e çok yatkındılar ve sistem de bundan memnundu.  Yani, Sholastisizm kendi öz gerçekliğinden soyunarak Aristotelian ideolojinin elbisesini tamamen giydi ve bu elbise Avrupa’nın en gözde kıyâfeti oldu. Aslında Sholastisizm olgusu çoktan tarihin mezârlığına gitmişti bile.

Sholastik Method

Sholastiklere yöneltilen iki temel suçlama mevcuddur: İlki, felsefeyle theolojiyi birbirine karıştırdıkları suçlaması ki, yerindedir; ve sâniyyen, aklı, otoritenin hizmetkârı kıldıkları suçlaması ki, yanlıştır. Velev ki, niy’et bu olsun, bunu başaramayıp rezil oldukları, ellerine yüzlerine bulaştırdıkları için. Kilise’nin ve Hristiyanlığın zaafı burada su yüzüne çıkmıştır. Felsefenin sahasıyla theolojinin sahası birbirine karıştırıldı deniyor ve doğrudur ve tâ baştan sâkıttır. Felsefe akıl işidir, ilâhiyyât ise imân. Birbirleriyle hiçbir ortak noktaları yoktur. Sholastik düşünce bu benzemez iki sahayı meczetmek istemiş ve batağa saplanmıştır. Hâliyle, bu bataktan sıyrılabilen akılcılık ve felsefe olmuştur. Method yanlıştır.

 

 

 

Theologia ve Felsefe

Hristiyan düşünürler tâ bidâyetten beri şu sorunla yüzyüze geldiler: Aklı, Allah kelâmı’yla, bilimi imânla ve felsefeyi ilâhiyyyâtla nasıl cem edeceğiz? İlk grup felsefeyi dıştaladılar ve bu çok akıllıcaydı. Onlar, felsefeyi özünde büyük bir paganizm nüvesi taşıyan bir edebiyyât olarak kabul ettiler ve çok yerindedir. Hristiyanlar’ın başına belâ olması kesin olan ‘pagan ruh’ felsefe kılığında hulûl etmiştir. İlk babalar bunun farqındaydı ve polemiğe girmek şöyle dursun, muhatab olmaya bile gerek görmediler zira Hristiyanlık pagan ideolojisi olan Roma’yı yenerek Avrupa’ya girdi. Savaş zâten bitmişti, yeniden başlamanın mânâsı yoktu. Platon’un ve diğer Yunan ustaların ‘Logos’unda ilhâm almakla başladı herşey; Buna göre, logos, İlâh’ın haqiqatiydi ve bu cümleden olarak, Allah Kelâmı (İncil) ile Yunan logos’u arasında bir çelişki olamazdı.  St. Basil, Origen, ve hattâ St. Augustine bu düşünceyi taşıyorlardı. Haqiqatin iki düzeni, tabiî olan ve tabiatüstü olan, aheng içinde olmalıydılar. Patristik çağın entelektüalitesi bunu öngörüyordu. St. Augustine imânın akla yardım ettiğini söyler (credo ut intelligam) ve  aklın da imâna (intelligo ut credam); Ama, St. Augustine bu ikisi arasındaki ahengi bir türlü bulamaz, anlayamaz sâdece söyler.

John Scotus Eriugena, 9. asrda, bütün haqiqat  ‘İlâh’ın Nûru’dur (theofania) der ve felsefeyi theoloji katına yükseltir. Ne büyük bir kategori hatası ve ne affedilmez bir öngörüsüzlüktür ki, tabiî olanla, tabiat üstü olanı tek bir kimlikte birlikte ve theosofik olarak birleştirir. Trajedi şuradadır ki, bu söylediği doğru olduğu hâlde (bütün haqiqat Theofania’dır), onu felsefenin tartışma platformuna teslim etmiştir. Arıza burada. Abelard ise, 12. asrda, ilâhiyyâtı felsefe derekesine indirir ve her ikisini de rasyonalistik sistemde birleştirir. Sholastisizmin en büyüklerinden Aquinolu Thomas, her ikisinin de ayrı bilimler olduğunu ve birbirlerini çelmediklerini söyleyerek sorunu ‘çözer’!

Sholastik rasyonalizm

Sholastisizm okullarda diyalektik incelemeyle gelişti. Sholastisizmin en belirleyici kavgası 12. asrda, diylektiğin kullanımını mahkûm eden mistisistlere karşı gerçekleşti. Sholastisizmin, en yüksek çağındaki ayırıcı karakteristiği diyalektik methodu kullanmasıdır. Böylelikle, madde bir kere daha belki de sürpriz bir biçimde,  Sholastisizmi otoriteyi kullanma adına aklı ihmâl etmekle hattâ hiçe saymakla suçladı. Eşdeyişle, ‘madde’ mânâ’ya bir kez daha sholastisizm üzerinden musallat oldu ve bunun günâhı Kilise babalarına âiddir. Maddeyi mânâ kapısından sokup yeryüzü otoritesi adına ona göz yumanlar - niy’etlerinden bağımsız olarak - suçludurlar.  Rasyonalizm (akılcılık, usçuluk) çok değişik mânâlar ihtivâ eden bir kavramdır. Bâzen, Kelâm’ın otoritesini reddetme temelinde, bütün haqiqatleri aklın standardıyla test eden bir sistemi tasarlamak anlamında kullanılır. Bu anlamda, Sholastikler akılcı sayılmayabilir. Sholastisizmin akılcılığı aklın, mânevî haqiqatin netleştirilmesinde ve bunun da imânın nasslarının müdâfasında kullanılması bazında araştırmacıların iknâsına denk gelir. Mistisizm aklı dıştalar ve dıştalaması da gerekir zira taakkul yoluyla Kelâm’ı ve O Kelâm’ın Sâhib-i Mutlâk’ını anlatmaya, bildirmeye ve bunun üzerinden bilim yapmaya kalkışmak hem intihâr hem de şirktir. Patristik çağın en galiz hatası bu olmuştur ve dahi, Fransızlar’ın ‘Péché Originel’ (İlk Günâh, Hz. Âdem’e atfedilen insanlık günâhı) dediği ve Hz. İyşâ tarafından tüm insanlık adına bedelinin ödendiğine inanılan bu ‘günâh’ aslında Kilise Babaları tarafından işlenmiş (onlara işletilmiş) ve ‘Akıl’, Şeytân’ın kucağında Kilise ve diğer kurumlara felsefe kutusu (zehirli kutu) içinde sokulmuştur.

Evet, mistisizm aklı dıştalar. Buna göre akıl haqiqati arama veya bulma yolu değil bilakis haqiqati örtme ve onun saptırmanın yoludur. Kime göre bu böyledir? Tabiî ki, İmân Ehli’ne ve o yolun yolun yolcusuna göre. Bu yola ‘Büyük İlâhiyât’ (Grand Théologie) adını da verebiliriz. Akıl, sezgiye veyâ istiğrâka (dalınç, contemplation) vurgu yapmaz zira o, tek başına, tanrılıg koltuğunda oturmaktadır başka yardımcılara ihtiyâcı yoktur. Kilise, Akıl tanrısına kapılarını açmak suretiyle bir düaliteye yol açmış ve kurum içinde iki tanrı olduğunu kabul etmiştir. Buna Sholastik otoriteyi yani akademi babalarını da eklersek ki, bu da sentez tanrı olmaktadır, üç tanrılı bir pagan pantheonla karşılaşırız. Bu teslis, aynı baba, oğul, kutsal ruh trilojisinde olduğu gibi, Allah’a meydan okumayı berâberinde getirir. Sanki Allah’ın ihtiyacı varmış gibi, yarattığı kulun kılığına (oğul, Hz. İyşâ) girip yeryüzüne inmekte ve orada da kendisini çarmıha taşımaktadır. Bu, jehova (YHWH, Yahweh) inancıdır, yeryüzüne inip kuluyla güreşen ve yenişemeyen pagan tanrısı.

Akıl bahsine tekrar döndüğümüzde, Sholastikler bu anlamda rasyonalistlerin nabzına göre şerbet vermeyi başarmışlardır. Fakat, Abelard ve Roscelin gibileri bununla yetinmemiş ve aklın tartışmasız üstünlüğünü dayatma kibirliliğini göstermişler ve aklın doğaüstü sırları açıklayabileceğini dayatırken aklın kibrini, Şeytân’ın kibrini ortaya koymuşlardır. St. Thomas’ın karşı tezleri ise yetersiz kalmıştır çünkü St. Thomas, aklın yanında imânın da olması gerektiğini dile getirdiğinde Şeytân’la andlaşmaya kalktığının farqında değildi.

Bu nedenle, Sholastik hareket bir rasyonalistik harekettir. Her konuya aplike edilmiştir akıl.  Nihâyet akıl, imânı ve onun nasslarını tartışmaya açabilmiştir.  Akılcılar, Hristiyan filozofların Kelâm’ın otoritesini tartışmak zorunda olduklarını rahatlıkla söylediler. Böylece, sholastikler Allah Otoritesi yerine İnsan Otoritesi’nin kuvvetini kabul ettiler. Theologlar ise Kelâm’ı akıl karşısında savunamadılar ve akıl üstün geldi. Mistisistler dar ve üretimsiz bir grup marjinal yazar olarak kaldılar. Felsefe artık, ‘el yapımı theoloji’ye (handmade theology) dönüştü ve insan kendi ilâhiyyâtını felsefe üzerinden kurdu, Allah’ın ilâhiyyâtına gerek kalmamıştı ve felsefe vardı. Barthelemy Saint Hilaire şöyle der: "Sholastisizm, genel netice olarak, modern ruhun otoriteye karşı ilk ayaklanmasıdır’. Tefsiri şudur: Sholastisizm, netice itibârıyla, Şeytân’ın Allah’a karşı ayaklanmasıdır’. Kilise Babası’nın Allah karşısında Şeytân’ı nasıl müdâfaa ettiğinin açık resmi budur. Kilise’nin hâkimi akıldır. Tanrısı da akıldır.

Sholastik Method’un literatürü

Sholastik yöntemin literatürünün tahtında  Aristo oturur. Yanında garnitür olarak, Peter Lombard, Boethius, Pseudo-Dionysius gibi şahsiyetler yer bulurlar. Summa, Questiones disputatae, Quodlibeta, Sic et Non gibi kaynaklar hatırı sayılırlar arasında yer alır.

 

           

 

            Günümüz siyâset kurumu açısından;

            Felsefî tartışmadan ziyâde pratik olarak günümüzde ve Türkiye’de Müslümanlar’ın bir türlü taslaklık konumlarının ötesine geçemediklerini izliyoruz. Malûm olduğu üzere, Batı dediğimiz varlık, Yunan Aklı, Roma Hukuku (Nizâmı) ve Hristiyan Ahlâqı üzerine binâ ve dizayn edilmiştir. Hristiyan Ahlâqı’nın Sholastik Ahlâq’tan başka birşey olmadığını yukarıda kısaca gösterdik. Bu temelde, Sholastik Ahlâq’, laik ahlâq’tır yani sekülerdir (dünyevî) ve Akıl’a bulaşmıştır. Bu Akıl, Batı’nın temel aklı olan Yunan Aklı, kısa ifâdeyle Aristotelis Aklı’dır. O hâlde, Hristiyan Ahlâqı deyiminin yerine Yunan Aklı (Yunan Ahlâqı) deyimini rahatlıkla koyabiliriz. Geldik Roma Hukuku’na, Athina Demokrasisi’ni bilenler Roma Hukuku’nu da anlarlar. O nedenle Roma Nizâmı da son tahlilde Athina Demokrasisi’nden çok farqlı değildir, onun çocuğudur. Bakıyoruz; Yunan Aklı, Yunan Ahlâqı ve yunan Demokrasisi. İşte Batı bu erkânın yüzüdür, pratiğidir, temsilidir. Roma’nın pagan geleneğinin yerine geçen - sözde - monotheist Kilise, Sholastik’le ‘akıl’lanmış ve kürsülerinde Aristo’nun peygamberliğini ilân etmiştir. Demek ki, Saint-Pierre kilisesinde defâlarca dillendirilmiş olan ‘Büyük Âyin’lerde (Grösse Messe) okunan ‘Kyrie’ler, Gloria’lar, Credo’lar, Credo Fortissimolar, Sanctus’lar, Benedictius’lar, Agnus Dei’ler ve daha başkaları monotheist İyşâ’nın değil, Pagan Athina’nın ve Akl’ın şâhı Aristo’nun ‘gloria’sını ilândan gayrı bir şey değildir. Batı’dan daha Batı’ya (ABD) giden ise sâdece Aristotelis’in Akl’ı değil yanısıra Yahweh’nin hayâleti ve Sionize Kilise’nin ecinnisidir. Şimdi, Batı ve onun Batısı’ndakinin Aklı bizim de ‘akıl’ımız oluyor. Bu aklı resmî (hükümet, siyâsî erk) düzeyde ‘Müslüman’ sıfatını kullanan Rattus Turcicus Ecclesiasticus kod adlı yürüyen don-gömlek ve onun hempâları temsil ediyorlar. Bu sürü 10. dereceden Sholastik taslaklarına teqâbül etmektedir. Yani, orijinalin 10. qalite teksirleri. Sholastik nelere yol açmış, neleri Batı’ya ve bilâhare Arz’a hulûl ettirmişse onun bin beterini Anadolu ve Mezopotamya topraklarına sirâyet ettirme makamı da ‘Müslüman’ paganlar partisi ve onun politbürosu olmaktadır. Aquinolu Thomas, tarihe aziz, sholastik ve Kilise Babası olarak geçti. En azından Hristiyanlar’ın katında güçlü bir yeri var. Ak Paganlar Partisi’nin başkanı ise tarihe muhtemelen sholastik taslak, iskele babası ve heretik olarak geçecek. Vâde tamamdır.

 

            Hayatın hem başladığı hem de sürdüğü yerde Nus vardır. Az bir şey değildir o. Bilmemiz gerektiğine inanıyorum.

          NUS: Nοεισις (Noisis). İlk, devindirici akıl. Nus-theos (Νους-Θεος): Zihin-ilâh. Lâtincesi; Ratio Primum Movens. Anlık-An (zihin), Us (akıl), Ruh (Tin), zihnî ilke, ruhî ilke. Felsefe ve Hristiyanlık terimi.

          Ünlü Hristiyan âlimi, Şamlı Azîz Yuhanna (St. John of Damascus) şöyle der: “Nasıl ki, göz bedenin bir parçasıysa, nus (akıl) da ruhun bir parçasıdır". Buradaki nus, insana Allah tarafından bahşedilen akıl anlamındadır. Hawarî Azîz Paul de, “bizim nus’umuz (aklımız) Hz. İyşâ’nın nus’udur (aklıdır)." der. St. Makarius ise "Nus (akıl) bedenin bir parçasıdır" iddiasını savunur. St. Gregory of Nyssa (Nyssa’lı Azîz Gregor): “İnsan nus’u bedensiz bir varlık olarak, vücudun hem içinde hem dışındadır. Her tarafa eşit bir biçimde dağılmıştır. İlk organ olarak kalbi kullanmıştır" demektedir. St. Maksimus’a göre, "Ruh bilgisinin ışığı, nus’un (aklın) yaşamasından ileri gelir ve bu ışık Allah sevgisini geliştirdiğinden dolayı ilâhî Aşk’tan daha büyük birşey olamaz". Nikitas Stethatos’a göre, "Nus’un dört kuvveti vardır: Anlama, keskinlik, kavrama ve sür’at. Nus’un bu dört kuvveti ruhun dört genel faziletiyle birleşmek zorundadır: Özgüven, yargı, adâlet ve cesâret. Anlama, özgüvenle, keskinlik yargıyla, kavrama adâletle ve sür’at cesâretle birleşmelidir. Bu, ‘Ateş Arabaları’nı ‘Cennetler’den geçirmeye yeter".

          Anaksagoras’a göre, "nous", hareket ettirici ve amaca erdirici ilkedir ve "nous" maddîdir (madde kökenlidir). Ancak, bu, "pek ince, pek seçkin" bir maddedir. Bütün nesnelerin en arınmışı, en lâtifidir. Yalnız başına olduğunda, yalınç ve hiçbirşeyle karışmamış durumdadır. Hep kendi kendisine eşittir, kendi kendine hareket edebilen biricik maddedir. Bütün diğer varlıkların hareket ilkesidir. Evren’e egemen olan kuvvettir. Evreni harekete geçirip, oluşturması bakımından, Herakleitos’un “ateş”inin gördüğü işlevi görür. Kendi başınadır. İlk hareketi sağlayan (ilk devindirici) “nous”tur. Oluşlar, “nous”un istediği doğrultuda gerçekleşir. “nous”, başlangıçta bir karmaşa-sistem (khaos) içinde bulunan “spora-spermata” (tohumlar) yığınının bir noktasında, bir çevrinti (çevirme, girdap) hareketi yaratmış ve bu hareket yavaş yavaş bütün yığını sarıp devinmelerine yol açmıştır. “nous”, bilinçli ve akıllı ilkedir.

          Platon’a göre, düşünme ve akıl edimleri.

          Aristoteles’e göre, Theorik (Nazarî, Kuramsal) ve pratik (Kılgısal) düşünme gücü. Ruh neyse nous da odur.

          Düşünmenin ilkesi ve gelip geçici olmayan tözü.

          Plotinos’a göre, Akılla kavranan dünyanın, idealar alanının ilkesi.

          Oluşu gerçekleştiren tabiî devim.

          Britanyalı düşünür Bertrand Russell’a göre Nous’un ingilizce karşılığı yoktur. Belki “Logos” kavramı onun yerine kullanılabilir.

          Macit Gökberk’e göre, Anaxagoras, oluşu meydana getiren ilkeye, gördüğü iş düşünce yetisininkine benzediği için nous adını verir.

          Fransız filozof Georges Cogniot şöyle der: “Önceleri, Anaxagoras’ı şeylerin düzenleyicisi bir gücü kabul eder görmekle hayranlık duyan Sokrates bile, nous kuramının, gerçeğin madde dışı bir ilkeyle açıklanması olmadığını anlayınca Anaxagoras’ı reddetti”.

          Demokritos’a göre nous ateşten bir topraktır ve duyumların karışıklığını düzenler.

          Hegel şöyle der: “Nesnel düşünce, dünyadaki us ve elbette doğal; evrensel olan işte bunlardır. Bu usun bizzat kendisi, nasıl köpek bir hayvansa ve onun tözsel yanı buysa, öylece doğada içkindir, doğanın özüdür. Böylesine bir usu içkin bulunmasaydı doğa, insanların bir sandalyeyi biçimlendirdikleri gibi, dışarıdan biçimlendirilemezdi”.

 

            Tanrılar, bu güzel dünyâ üzerindeki ölümcül hayatlarımızda her şey için uygun bir zaman belirlerler. (Homeros).

          Orthodox ilâhiyâtta, 'düşünce'nin güçlü bir rolü yoktur. İlâhî Bilgi'ye 'düşünce' ile ulaşılamaz. Bu bağlamda Aristocu düşünce tarzı doğru bir aydınlanma (nûrlanma) yolu değildir. İlâhî Bilgi'ye ulaşmanın yolu Ruh'ül Quds'ün müdâhalesinden geçer. Eğer, bir insan tutkuların kıskacından daha doğrusu fantezinin acımasız etkisinden kurtulamadıysa o, Allah haqqında hiçbirşey bilemez ve söyleyemez. Şübhesizdir ki, tek başına nous da dosdoğru ilâhiyâtın kavramlarını oluşturmaktan uzaktır. Dosdoğru ilâhiyâtın theorisini ancak ve ancak, Ruhullah'ın kalemi yazabilir.

           Aynı öğretiyi, Aziz Maximus'un (St. Maximus) çalışmalarında da görürüz. Felsefe pratiğini tâkib eden bir insan, sürekli acı çeker ve kısır bir döngünün esiri olur, tutkularından arınamaz ve moral tatminle yetinir. Buna mukabil, «Teori»yi araştırdığında, "Ruhî Tatmin"e ulaşır. Birinci durumda, faziletle melânet arasındaki farkı gözlemleyip kavrayabilir ikinci durumda ise, "Teori" onu bedenî ve bedendışı şeylerin iç niteliklerine taşır. Buna göre, İlâhiyât, "Aşkın kanatlarında taşınan rafine bir zerâfettir ve Ruh-ü1 Kuds’ün yardımıyla, İnsan Nous'unun ulaşabileceği en uzak noktalara ulaşır ki, orası Allah'ın Sıfatları'dır". Bunun dışında insan, sürekli acı çeken, kişiliksiz ve başı önünde bir varlıktır. Arınmanın sonucu olmayan bir İlâhiyât, Şeytan'ın pratiğidir. Eylemsiz bilgi, Şeytan'ın İlâhiyâtı'na tekâbül ve hizmet eder. Aziz Thalassios'un perspektifi de aynıdır: "İnsan Nous'u basit imânla şekillenmeye başlar Zaman içinde Nous, kendini aşarak İlâhiyât'á ulaşır. Buna, yerine başka birşeyin konulamayacağı imân adı da verilebilir. Bu, görünmeyenin görünür hâle getirilmesidir. Bu mânâdaki İlâhiyât, mantığın ötesindedir, o, Allah'ın insana yaklaşmasıdır. İşte bu duruma Kilise Babaları ‘Theori’ adını verirler". Azîz Diadokhos Pothiki'ye göre, İlâhiyât insana Allah tarafından verilen en büyük hediyedir ve Allah'ın sunduğu herşey kusursuzdur. Ancak bu hediyeler arasında kalbimizi en çok hararetlendiren ve harekete geçireni İlâhiyât yani theoridir. Ruh-Nous-Kalb ve Zihin kavramları arasında içiçe geçişler ve zaman zaman da anlam kargaşaları ortaya çıkmaktadır. Kutsal Metinler'de (Yeni Ahid-İncil) ve Kilise Babaları'nın yazılarında "ruh", "nous", "kalb" ve "akıl ve / veya zihin" kavramları arasında zaman zaman karmaşalar, içiçe geçişler ve zaman zaman da ayrışmalar mevcuddur. Hemen hiç kimse, Kilise Babaları'nın yazılarındaki ve Yeni Ahid'deki bu kavramlar arasındaki geçişmeleri tam olarak aydınlatamamaktadır. Bu kavramlar sıklıkla birbirleriyle anlamdaş gibi görünmektedir. Bu yazılar üzerindeki yorumlar okunduğunda, özellikle Batılı yazarlar açısından, akılalmaz bir kargaşa ve hristiyanî derinleşme ve yoğunlaşma eksikliği göze çarpar. Bu yazarların çoğu modern bilimlerin etkisi ve baskısı altında kalarak bu kavramlara yaklaşmaya çalışmakta ve ana themadan sıklıkla uzaklaşmaktadırlar. O nedenle bu kavramların birbirleriyle, Hristiyanî bakış bağlamında, ilişkilerini ve ayrılıklarını ortaya koymakta ve her kavramı kendi soyut sınırları çerçevesinde değerlendirmekte yarar var. Zaman içinde, özelde Hristiyanlar genelde de tüm insanlık "İnsan Ruhu"nun "İlâhî bir yansıma-imaj" olduğu, Ruh'un bedene hayat verdiği ve onunla birleşik olduğu ve "İnsan'ın imajı" olduğu ve bu imajın Melâike'nin imajından daha üstün olduğu realitesinden çok uzak düştü. Ruh, bedeni bütünüyle kavradığından beri hem insan hem de onun bedeni (bedenin kendisi) Allah'ın bir yansıması olarak göründü. Şamlı Aziz Yahya'nın (St. John of Damascus) cenâzeye ilişkin hymnusu (ilâhisi) çok karakteristiktir: "Ölüm üzerinde düşündüğümde ürperiyorum ve güzelliğimin benden çekilip alınacağını görüyorum, o güzellik ki, Allah tarafından tasarlanmış, mezarı biçimlendiriyor, mezarla bütünleşiyor ve bilâhare mezar tarafından biçimsizleştirilip bir anlamda onursuzlaştırılıyor, işte bedenin gerçekliği bu". Bu yaklaşım, bedenin mezardaki durumunu çok iyi açıklıyor.

          Nous ve Ruh

          Yeni Ahid ve Kilise Babaları'nın yazılarında ruh "Nous"la genelde özdeşleştirilmiştir. "Nous" yunanca bir kavram olup, ilk olarak Antik Yunan filozofları tarafından kullanılmış ve felsefî anlamda, "öz", "töz", "ilk akıl", "devindirici akıl" gibi anlamlarda kullanılmıştır. Çoğu zaman "Nous" ve "Ruh" terimleri yer değiştirmektedirler. Şamlı Aziz Yahya, "Nous"un, "Ruh"un en saf en arı (en lâtif) parçası olduğunu söylüyor. Ona göre Nous, Ruh'un gözüdür. Ruh, Nous'u kendisinin farqlı bir unsuru olarak içermez ve fakat kendisinin letâfeti olarak içerir ki, bu durum, gözün bedendeki durumuna da benzetilebilir. Aziz Gregory Palamas, Nous terimini iki anlamda kullanır: Birincisi, Ruh'un bütünün bir yansıması olarak ve ikincisi, Ruh'un kuvveti olarak. Bir diğer deyişle, "triloji" (teslis, üçleme) inancının esas ifâdesinin ne olduğunu vurgulama temelinde, Allah; "Nous", "Kelâm" ve "Ruh"tur (Bu bağlamda da, örneğin Hz. İyşâ'nın Ruhullah ya da Ruh'un ruhu olduğu dile getiriliyor). Öyleyse, İnsan Ruhu'nun da kendi Nous'u, kendi kelâmı ve ruhu vardır (olmalıdır). Aziz Gregory'e göre, Nous ve Ruh içiçe kimliklendirilmişlerdir ancak öte yandan (aynı zamanda), Nous, Ruh'un kuvvetidir. İnsanın yaratılışdan sonra, Melekler, gözleriyle bildiler ki (gördüler ki), İnsan Ruhu kendilerinin ruhunun mânâsını üstlendi bir başka şey daha gördüler ki, o da Ruh, yaratılanda ilâhî irâde yoluyla verilen bir "tanrısallık" ve bir "endelehia"dır. Allah'ın zerâfetiyle yaratılan (ve dönüştürülen) bu İnsan O’nun Ruh'undan ve Nous'undan neş'et etti. Böylece ruh, Allah'ın yansıması ve benzeşiği oldu. Aslında burada Ruh ve Nous'un içiçe geçtiklerini ya da yer değiştirdiklerini görüyoruz. Nous, bedenli bir varlık olmamakla birlikte, tabiatı gereği ilâhî imajı içermektedir. O da aynı ruh gibi, öze ve enerjiye (nûr) sahib olması hasebiyle göreli olarak "İlâh" mevkiîne oturtulabilmektedir. Kalb ise, Ruh’un özü ve Nous’un etkinliği olarak kabul edilmektedir. Son tahlilde, Nous kimi zaman Ruh kavramıyla aynı anlamı yüklenirken, kimi zaman öz, enerji (nûr) ya da aksiyon anlamlarını ifâde etmektedir. Nous diye ifâde edilen şey bazı yazarlar tarafından kalb, gönül anlamında da kullanılmıştır. Yine Aziz Gregory Palamas şöyle diyor: "Öyle görünüyor ki, bazıları hâlâ daha, Nous'un tek bir şey yani enerji olduğunun farqına varamıyorlar".

          Nous ve Kalb

          Nous, Kalb olarak da kabul edilir. Kutsal metinlerde ve Kilise Babaları’nın yazılarında bu özdeşleştirmeye rastlanır. Buna göre Allah, sâfiyeti kalbe vermiştir. Allah Kalb'e nazar etmiştir ve oradadır. İnsan, O’nu orada görmüş ve bilmiştir. Havari Paul (Azîz Pavlus), Allah'ın nûrunun orada (kalbde) olduğunu yazar: Allah, Nûr'unu kalbe gönderdi ve İnsan'ın kendi Şânı'nı bilmesini sağladı. Hristiyanlık'ta, bu İlâhî Nûr'un tecelligâhı olarak Hz İyşâ’nın yüzü kabul edilir. Yine Azîz Paul şöyle der: "Şânı yüce olan Allah ve Hz. İyşâ bize kendi İlm'inden ilim, kalblerimize kendi Nûr'undan nûr verdi. Biz bunları kalb gözlerimizle bildik". Diğer yandan, bu anlamda kalb, "Nous"la ikâme edilir. Hristiyan inancına göre, Hz. İyşâ, Allah katına alındıktan (göğe çekildikten) sonra hawarîleriyle olan ilişkisini sürdürür ve "Kudsî Metinler"i anlamaları için onların "zihn"ini açmaya devam eder. Buradaki "zihin" kavramı da "Nous" olarak değerlendirilir. İnsan, Allah'ı bildiğinden ve kalbi arındırıldığından bu yana (kalb gözü açıldığından beri) olayları ve olguları daha doğru anlamlandırmaya başlamıştır. Muttakiler kalbleri sâf olanlardır ve bu nedenle orada Allah'ı görebilirler. Bu anlamda Nous ve kalb aynı anlamı yüklenmiş olurlar. Azîz Maksimus, Hz. İyşâ'dan şu cümleyi rivâyet etmektedir: "İçinizdeki herşeyin temiz olduğunu anladığınızda, kalbinizi bulacaksınız". Bu, vaqitlerini bedenî sorunlara ayırmayanları ve sâdece kalblerini sürekli arındırmakla uğraşanları ilgilendiren bir durumdur. Öyleyse, Ruh'un özü olarak tanımlanan Nous Kalb'in ta kendisidir. Bu bağlamda, Nous ve Kalb özdeştir.

          Nous ve Akıl

          Bazı yazarlara göre, Nous'un enerjisinden kasıd "idealar" ve "akıl yansımalar"ıdır. Azîz Paul, Korinthliler'de şöyle der: "Eğer dille duâ edersem, Ruh'um duâ etmiş olur fakat Nous'um meyvasızdır, Ne yapmalıyım? Ruh'umla duâ edeceğim ve Nous'la da duâ edeceğim; Ruh'la teganni edeceğim ve Nous'la da teganni edeceğim". Burada, Nous akılla ve zekâyla özdeşleştirilir. Bu anlamda, Allah bilgisine Nous'la ulaşılır. Sâf Nous, eşyayı doğru biçimde algılar (görür).

          Nous ve Dikkat

          Bazı Kilise Babaları “Nous” kavramını “dikkat” anlamında da kullanırlar ki, bu anlam “akıl” mânâsından biraz daha soyut ve uçuşkandır. Özellikle Filadelfiyalı (Alaşehirli) Theoleptos bu ilişkiyi kurar. Ruhun kuvvetleri bu yolla fonksiyonel hâle geldiğinde bütün iç kimlik (inner identity) Allah’a hizmet eder. Fakat kimi zaman Zihin de duâ eder. “Nous” (en lâtif anlamda dikkat) Zihin’e refâkat etmez ve farklı idealar tarafından baskı altında tutulur; serbest bırakılmaz. Zihin alışılageldik şeyleri söyler ve yapar Nous ise, Zihn’i Allah’tan uzak düştüğü için uyarır. Böylelikle, Nous, eşyâya angaje olduğundan beri, bilinçli ve organizedir. «Nous»un kendisi lâtif dikkat mânâsını üstlenir. O, âdetâ dikkatin "soyut ve zekî bir organı"dır. Böylece duyuların yanılsamalarıyla zaman zaman önü kapanan ve göreli olarak işlevi geri kalan Nous'umuzu konsantre edebilir ve onu olması gereken yere yeniden koyabiliriz. O yer, ideaların mevziî olan kalbdir. Bu cümlelerden anlaşılıyor ki, Nous kavramının, biblico-patristic (İncilî ve Kilise Babaları'na âid) gelenekte birçok anlamı var. Ruh'la özdeşleşiyor, aynı zamanda Allah'ın imajı olarak değerlendiriliyor. Öte yandan ruhun enerjisi (nûru) mânâsını da üstleniyor. Öte yandan nasıl ki, ruh, enerji (nûr) ve "öz"e ayrılıyorsa aynı şey Nous için de geçerlidir. Allah katında, öz ve nûr ayrılamaz "ayrılar"dır, işte bu iki "ayrılamaz" ayrıların ikisi birden "Nous" olarak kabul edilir. Bu nedenledir ki; Kilise Babaları, Nous'u kimi zaman "öz", kimi zaman "kalb", bâzen "enerji" (ruh), bâzen "idelerin yansıması" bâzen de "lâtif dikkat" olarak karakterize etmişlerdir. Modern dönemlerde ise geleneğe pek de uygun olmayan bir biçimde, "Nous", "zekâ"yla özdeşleştirilmektedir. Oysa, medeniyetler tarihi, "kalb"in giderek yitirildiği ve tüketildiği bir süreç olmuştur. Giderek, özellikle de günümüz insanı kalbinde ne olduğunu bilemez hâle gelmiş eşdeyişle kalbini kaybetmiştir. Kalb öldüğü için "Nous" kararmıştır. Bu nedenle insan her ikisinin de varlığını algılayamamaktadır. Kutsal Ruh'u ki, bu KELÂM'ın bir gerçekliğidir, içinde hisseden kişinin çok fazla açıklamaya ve aydınlanmaya ihtiyâcı yoktur zira tecrübe yoluyla "Nous"un mevcudiyetini ve onun aslında "kalb" olduğunu bilir.

          Orthodoks İlâhiyât'ında Psikoterapi'ye Yaklaşım

          "Ψυχh" (Psihî): Yunanca "Ruh" anlamında kullanılır. Ancak yine "Πνευμα" (Pnevma) kelimesi de "Ruh" anlamını yüklenmiştir. Pnevma, "içi hava dolu, hava, soluk, nefes, içine hava üfürülmüş olan, nefyedilmiş olan” anlamlarına gelir ve Batı dillerine özellikle de Fransızca'ya, "Pneumologie" (Pnömoloji): Akciğerler bilimi, Solunum yolları bilimi, "Pneu" (Pnö): Araç lastiği, "Pneumonie" (Pnömoni): Zat'ür-rie, "Poumon" (Pumon-Latincesi Pulmo): Akciğer, "Pneumatique" (Pnömatik): Tazyikli havayla çalışan, hareket eden gibi anlam genişlemeleriyle geçmiş olan, İlâhiyât kavramı olarak, "İlâhî Nefes" veya "İlâhî Ruh" anlamlarını taşır. Örneğin, "Αγιο Πνεμα" (Agio Pnevma), "Ruh-ül Quds"tür (Muqaddes Ruh). Tam tercüme edilecek olursa, "Aziz Nefes" demek gerekir. Kısacası "Pnevma", biraz daha mücerret bir mânâ yüklenirken, "Psihi" bir nebze daha müşahhastır. O nedenledir ki, Sinir Hastalıkları'dan sözedilirken (Ruh hastalıkları doğru bir terim değildir), "Pnevma" terimi değil, "Psihi" terimi tercih edilmiştir. Orthodoks İlâhiyâtı'nda, "Psihi"nin tedavisi, "Nous"un tedavisi olarak algılanır. İnsan'ın tabiatı, Allah'tan uzaklaştığı oranda "hasta"lanır. Bu hastalanma hâli en üst düzeyde "Nous"un esâreti ve "düşkünlüğü" olarak kabul edilir. İnsan soyunun "günah"ı da, Allah'a "yakın" olamayışı ve gitgide daha da uzaklaşmasıdır. Bu, "Nous"u körlüğe, karanlığa ve ölüme sürükler. Nous'un bu durumu, beyin ve beden gücünün birlikte kaybına yol açar. İlk etaptaki tablo (en yumuşak tablo) Tıp dilinde Fransızca, "Angoisse" (Anguas), İngilizce "Anguish" (Engviş), Yunanca ise, "Αγκος" (Agos) olarak adlandırılan ve Türkçe'ye, "büyük ısdırab, boğuntu hâli, derin azâb" olarak çevrilebilen tablodur. Bu hâl Nous'un "malfonction"u yani "işlev bozukluğu"dur. Nous rolünü oynayamamaktadır. Modern çağ insanı bunu anlamlandırmakta büyük güçlük çektiği için olayın çözümünü bulamaz ya da pozitivist ideolojinin therapi yöntemlerinde arar. Şahsiyet gitgide erimeye, sâflığından uzaklaşmaya (aşağıların aşağısına inmeye) başlar ve derin bir ısdıraba sevkolur. İşte bu durum, Orthodoks İlâhiyât'ında, "İlâhî Muhabbet'in kaybı" olarak adlandırılır ki, Nous için ölümcül bir hâldir. Âdetâ bütün bir insan tabi'âtı tamamen hastalanır. Orthodoks İlâhiyât bu durumu tek tek bireylerin, birbirlerinden bağımsız olarak yaşadıkları bir gerçeklik olarak değil, İlk İnsan'dan bu yana tüm insanlığın genel günahının bir neticesi olarak kabul eder. Eşdeyişle, bir şahsın (Hz. Âdem) itaatsizliği sayısız günahkâr üretmiştir. İnsanlık, ilânihâye bu günahın mirasçısı olacaktır. Ancak kimi yazarlar, bu yaklaşımın daha ziyâde “tıbbî" olduğunu vurgulamakta ısrar ederler yani, evet insan "psihi"si hastalanmıştır ama bu çözümsüz değildir. İskenderiyeli Aziz Cyril durumu şöyle ortaya koyar: "Âdem günaha bulaştıktan ve batağa saplandıktan sonra, en önce kirli zevkler devreye girdi bilâhare orman kanunları dört bir tarafı sardı, içimize işledi. Böylelikle Tabi'ât, günahın çürütücü etkisiyle hastalandı. Bu günâh, Âdem'in itâatsizliğinin sonucuydu. İtâatsizlik, hayvanî tutkuları besledi. İnsanlık bu günâhla zehirlendi, ölü doğmuş olanlar, analarının rahimlerine düşüp de doğma fırsatı bulamamış olanlar bile bu günâhtan paylarına düşeni aldılar. Nihâyet ‘Günâh'ın Kanunu’ dünyaya hâkim oldu. ‘Ölüm' de insana, Âdem'den dolayı musallat oldu. Bir bitkinin kökü hastalandığında, ondan neşet eden filizler de aynı hastalıkla malûl olurlar". Hâl böyle olunca, Nous Allah'a karşı savaşan bir varlık durumuna gelir. Bir yönüyle Şeytân diğer yönüyle vahşî bir hayvandır. Sağa sola saldırır, tahrib ve tahrik eder, parçalar ve kan akıtır. İşte tüm bu risqleri baştan önlemenin bir methodu olarak, "Vaftiz", "Kutsal Su'yla kutsama" âyini devreye sokulur. Bu âyin aslında sembolik bir arıtma daha doğrusu "Arı olarak geleni, arı tutma, aşılama" eylemidir. Nous'un böylece korunabileceği ve Şeytân’a esir olmayacağı düşünülür. Bu nedenle, vaftiz, "Aydınlanma-Nûrlanma" olarak adlandırılır. Fakat, zamanla sürekli günâh etkinliği nedeniyle Nous yeniden kirlenebilir. Şeytân, özellikle de cinsî / şehevî arzuları kamçılamak suretiyle, Nous'un bütün etkinliğini durdurup öldürmeye kasteder, zihinleri karartır, gözleri kör eder. Nous'un İlâhî imajının yerine "kadın imajı" yerleşir ve veriler bu "alternatif' yolla tüketilmeye başlar. İşte bu Nous'un karanlığa düşüşü ve ölümüdür. Yine, bir diğer yanlış veri de, "Maddî değerler"dir. Onlar da İlâhî verinin yerini aldığında, insanoğluna âdetâ birer "erdem" gibi görünürler. Üstelik bunlar ete kemiğe bürünmüş, cismânî verilerdir ve kolay sızabilirler. Nous'un bu düşüşü bütün Ruhî organizmanın "confusion"una yani "karmaşasına" sebeb olur. Confusion, Boğuntu'ya, o da "Agitation"a yani "taşkınlık, huzursuzluk" hâline dönüşür. Bu nedenle psikiyatri bilimi (psihi hekimliği) sorunu çözemez ancak ve ancak İyşâ, “tutku” ile yıkılanı yeniden yapabilir ya da restore edebilir. Devrilen Nous önce yanlış bilgilenir sonra câhillerden bir câhil olur, bilâhare küçük şeylerle uğraşır ve nihâyet tamamen günâhın esiri olur. Çözüm ise, öğrenme, sürekli duâ, oto- kontrol ve hesikasm'dır (Derin Sükûnet).

         

Ethir...

          Kendisi doğmuş, eğitimsiz, anasız, sarsılmaz,

          Hem isimsiz, hem çok isimli,

          Alevlerin içinde varolan

          Herşeyi gören ethir...

          (Likya tapınak duvarlarından)

          Eter: Aıθήρ (Ethîr). Uzay boşluğu, Esîr. Ether, uzay boşluğunu doldurduğu kabul edilen “akışkan töz"dür. Modern Fizik (Astrofizik) biliminde ise, Ether, Uzayı dolduran elektromanyetik dalgalardır.

           

          Entel(l)ektüel: Εντελέχεια (Entelêhia) teriminden türetilmiştir. Entelehia kavramı ilk kez Yunan filozof Aristotelis tarafından kullanılmış olup, “gizillik ile karşıtlık içinde edimsellik” anlamına gelir, “Entelehia” kavramı, “içtihad” anlamında da kullanılmıştır. Kavram önce Batı dillerine (özellikle Fransızca) oradan da Türkçe’ye geçmiştir. Latince “İntellectum” (Anlama, kavrama) kelimesinden geldiği iddia edilse bile, kelime ayrıştırıldığında, “inter” (arasında) -"lex" (leks: kanun, kaide, ilke) sözcüklerinden oluştuğunu görürüz. “Lex” kelimesi ise yunanca “λέγω" (lêgo: Söylemek, demek) fiilinden köken almaktadır. Bir diğer yorum ise, Latince “İnter” (Arasında) ve Yunanca "Λέξις" (Leksis: Söz, kelime) kelimelerinin biraraya gelmesiyle oluştuğu şeklindedir ki, burada anlam, “kelimeler arası” olmaktadır. Aydın, münevver.

2 dakikalığına Richelieu teneffüsü...

            (1585 - 1642)

Bana, dünyanın en dürüst insanı tarafından kaleme alınmış 6 satır getirin, onların arasında onu astıracak birşey bulacağımdan emin olabilirsiniz.

            Yukaridaki sözlerin sahibi meshur Cardinal Richelieu. 9 Eylül 1585´de, Paris´de Armand Jean du Plessis olarak dogdu. Richelieu ismi ailesinin mâlikânesinin isminden gelir. Dünyânın en büyük dehâlarından biri olarak kabul edilir. Paris´teki Collège de Navarre´a gönderildi.

            1602´de 17 yaşındayken theoloji eğitimine başladı. 1606´da  Luçon piskoposu olarak atandı. 1622´de Papa Gregoire tarafından kardinalliğe yükseltildi. 

            Kardinal Richelieu 1616´da Dışişleri sekreteri oldu. 1624´de ise Fransa başbakanı olarak kraliyet konseyinin başına geldi. Richelieu´nün analitik zekâsı tarihte büyük misâller arasında kabul edilir. Bu zekâsını siyâsette kullanır. Toplumun fonksiyonu üzerinde çok yoğunlaştığı bilinmektedir. Ona göre, her ferdin toplumda spesifik bir rolü vardır ve her ferd toplumsal sürece maksimum enerjiyle katılır. Bütün bu üstün işlevler krala ve onun militer gücüne itaat altında yürür. Richelieu, kralın ilâhî gücüne inanıyordu. Richelieu bu nedenle, ´Barış´ (Salût) ve toplumsal nizâmın böyle sağlanacağını düşünüyordu. Meşhur sözü, ´Âqibetler mânâların-muhtevâların doğrulayıcılarıdır´ tarihe geçmiştir. 

            Roma Katholik Kilisesi´nin ateşli bir savunucusuydu. Pratik gücünü ise eksik buluyordu. Ona göre, devlet herşeyin üzerinde ve kutsaldır. Devlet politikalarının en belirleyici enstrümanı ise dîndir. Kral 16. Louis´yi hiç beğenmiyordu ve onun elindeki gücü almakta gecikmedi. Bu dönemde, Monarşi´yi protestan bir grup olan Huguenotlar geldi. 1631´de Huguenotlar´ın direnişini kırdı, asillere çok şiddetli yöneldi. Kırsal sahada kraliyet etkisini arttırma temelinde saraya bağlı ajanları (intendants) konuşlandırdı. 

            Richelieu kanunların ciddî bir biçimde uygulanmasını kraldan istedi ve aksi hâlde devletin ayakta kalamayacağını belirtti. Başbakanlığı döneminde Avrupa´nın da liderliğini yaptı. Fransiz donanmasını çok güçlendirdi ve Afrika´da ve Karaibler´deki fransız kolonilerinin gelişiminde büyük rol oynadı Richelieu, ´San’âtların büyük patronu´ olarak da tanındı. Sorbonne´u yeniden inşâ ettirdi, ünlü yazarları destekledi ve Académie Française´i (Fransız Akademisi) kurdu. Fransız Birliği´ni kurdu ve Fransa´yı sâdece bir ortacağ ülkesi olmaktan kurtarıp ileriye taşıdı. 4 Aralık 1642´de öldü. 

BERZAH

            B: Be, Beth, Beis, Beith, Ba, Ve. R: Res, Reiş, Ro, Ra. Z: Zet, Ze, Zain, Zita, Za. H: Heh, hi, ha, he.

            İnsanın kendini tanıması - gnosi se afton - ve sürekli tanıması varlık sorunuyla ilintilidir. Bu tanıyıştan uzaklaştığımızda kendi haqiqatimizden fersah fersah uzaklaşmış, öngörüsüzlük batağına düşmüş oluruz. O batak platformuna 'Esfel-i Sâfilin' adı verilmiştir. Sefilden aşağı. O gün bugün olmaktadır. En büyük sefâlet, en gelişmiş materyel ve modern döneme denk düşmektedir. Modern dönem asîl ve aslî ruh'un işkencehânesidir.

            Hayâl iki uçlu bir mefhum olarak karşımıza çıkar: Birincisi müsbet mânâda, uyanıklık hâlinde rüyâ katına çıkmak ve toprak tasallutundan kurtulmak. Mânâ seviyesinde maddeyi kuşatmak, üst şuur varlıklarıyla birlikte yürüyebilmek. Diğeri menfî mânâda, hayâli ve tasavvuru basit-hayvanî göz planına indirgemek, resmetmek ve kendi resmettiğinden beklenti içine girmek. Bu durumda üst-şuur seviyesinde bir tanıma-bilme'den uzaklaşırız haqiqati kavrayamayız. Bu durum Sanskrit lisânında 'maya' fiiliyle karşılanır. Anlamı 'hayâle kapılmak'tır. Fiilin kökü 'ma'dır ve 'ölçmek, çıkarmak, oluşturmak, meydana getirmek, inşâ etmek' anlamına gelir. Ma'nın bir diğer anlamı, 'cinnî buud'dan gelen tesirlerin sonucu hayâller görülmesidir. Aynı bağlamda diğer anlamı ise, câhilin kaba hayâl görmesi ve nihâyet büyülenmek. Yunanca'da aynı anlamdaki Magia (Mageia)kelimesi, Batı dillerine 'Magie' (Maji) olarak geçmiş, 'Magic' veya 'Magique' olarak sıfatlaştırılmıştır.

            Hindî 'Yoga' kelimesi Sanskritik kökenli olup 'Yuj' fiilinden gelir. 'Bağlanmak, ilişkilendirmek, birleştirmek, ilintilendirmek' mânâlarındadır. Buradan ingiliz lisânına 'yoke' olarak geçmiştir. Yoke, 'boyunduruk' mânâsına gelir. Latince, iugum, coniungo. İtalyanca; giogo, paio (Çift süren öküzleri birbirinden ayıran boyunduruk anlamındadır). Aslında, 'boyun borcu, mükellefiyet' anlamıyla ingilizce'ye geçmiş zaman içinde anlam daralmasıyla 'boyunduruk' mânâsıyla sınırlanmıştır. Yine kul ile Allah arasında 'olmazsa olmaz ilişki' anlamında da 'yuj - yoke' geçişini görüyoruz. Latinî 'Religio', ingilizce 'religion', fr. 'religion', Alm. Religion, İtalyanca Religione kelimeleri, dîn mânâsına. Bu kelimenin esâs mânâsı ise, 'birbirine bağlamak, yeniden bağlamak, ilişkilendirmek, tutturmak'tır. İnsan, mahlûq olan dîn ile Allah'a bağlanmaktadır. Cennetten tard edilmeyi bir 'separation' (ayrılık) sayarsak, Âdem A.S'ın tevbesi ve duâsı 're-ligio' kabul edilebilir, Yeniden bağlanma.

            Bouddha kelimesi, Bodhi'den gelir. Bodhi, 'Uyanış' mânâsınadır. Prens Gautama Şakyamuni'nin uyanışla tanıştığı ağacın adı da Bodhi Ağacı. Yani, Bouddha Ağacı. Bouddha, bilincin arınması ve sâf hâle gelmesini / getirilmesini öngörür ve bu yüksek bilinç seviyesine 'Nirvana' adı verilir. Zerdüşt (Zerdeşt, Zarathustra, Zoroastre) fiqriyatı da benzeri bir hedef belirler. Her ikisi de düalist'tir (ikici).

            Berzah: Sed, engel, iki şey arasındaki perde. Istılahî mânâda; 1- Madde Âlemi (Âlem-i Ef'âl, Fiilller Âlemi) ile Mânâ Âlemi (Âlem-i Mânâ, Âlem-i Esmâ, Âlem-i Ervâh). 2- Kâbir Âlemi.

            Qur'ân'da;

            'Merac'el bahrayni yelteqıyân. Beynehümâ berzeh'ul lâ yebğıyân' (Rahman Sûresi, 19-20. Âyât). Meâlen; İki denizi birbirine kavuşmak üzere salıvermiştir. Aralarında bir berzah (sed) mevcuddur, birbirlerine geçip karışmazlar, kavuşmazlar. Burada berzah kavramının zahirî anlamı, sed, engel, perde'dir. Batınî mânâsını Allah bilir.

            'Ve hüvelledzi merac'el bahreyni hâzâ azb'ün fürât'ün ve hâzâ milh'un ücâc ve ceale beynehümâ berzehan ve hıcram mahcûrâ' (Fûrqân Sûresi, 53. Âyet). Meâlen; Birinin suyu tatlı ve susuzluğu giderici, diğerininki tuzlu ve acı iki denizi salıveren ve aralarına bir berzah (engel, sed, mania), aşılmaz bir sınır koyan O'dur.

            'Leallî a'melü sâlihan fîmâ teraktü kellâ innehâ kelimet'ün hüve kâilühâ ve min verâihim berzeh'un ilâ yevmi yüb'asün'. (Mü'minûn Sûresi, 100. Âyet). Meâlen; "Ki, terq ettiğim dünyâda salih bir amel işleyeyim". Hayır, bu onun söylediği sâdece kendi kelimesidir. Bâ's edilecekleri güne kadar arkalarında geriye dönmekten onları alıkoyan bir berzah (farqlı bir buud) mevcuddur.

            Müfessirler bu son âyeti şöyle değerlendirmektedir:

            Burada berzah'tan qasıd dünyâ ve kabir âlemini ayıran perdedir. Bundan anlaşılmaktadır ki, ruhlar ölmemekte, cesedin fenâsından (yokoluşundan) sonra hayatın ruh planında devam edeceği âlem, berzah âlemidir.

            Kimi otörlere göre mü'min ölümü tattığında kendisi için bir berzah olmayacaktır. Salih amel işlemiş olan kulların 'gelinler gibi' uyuyacağı belirtilmektedir. Bu tefsiri ve değerlendirmeyi - kendi adıma - çok analitik bulmuyorum. Yine Dehlevî, berzah sürecini şöyle anlatmaktadır: Bu âlemde insanların (ruhlarının) sayılamayacak kadar çok tabakaları vardır. Fakat, bu tabakalar başlıca dört (ana) sınıftan oluşur. Birincisi; uyanıklık (yakaza) ehli olanlar ki, iyiliklerinden veya kötülüklerinden dolayı taltif veya azâb görecek olan ruhlardır. İkincisi; tabiî uyku hâlinde olup rüyâ gören, rüyâ ile ferahlandırılan veya azâblandırılan ruhlardır. Üçüncüsü; behîmî (hayvanî) ve melekî yanları zaif olanlardır. Dördüncüsü; Fazilet ehlî olan ruhlar ki, bunlar melekî bir hayat sürerler.

            Berzah Âlemi'nin âhiret'ten ve dünyâdan farqlı bir âlem olduğunu belirten otörler olduğu gibi, Berzah Âlemi'nin, Âhiret'e âid bir süreç olduğunu söyleyen otörler de mevcuddur. Buna nazaran; Ruh, Hz. Azrail vasıtasıyla 'Âlem-i Berzah'a götürülür. Ruh, latif bir gılaf (kılıf) ile kuşatılmıştır. Berzah, ya cennetten bir bahçe veya cehennemden bir çukur olarak anlatılır hadiste.

            Berzah Âlemi, Nebîler'in, Şehîdler'in ve bazı velîler'in biraraya gelerek görüştükleri ve diwan kurdukları bir âlemdir.  Bu zevât, ölmeden önce ölmeyi gerçekleştirmiş oldukları için onların ruhları kabir hududlarının fevkindedir. Berzah Âlemi'nin kendi hiyerarşisi ve idâresi vardır. Fetih sahibi üst bilinç temsilcisi ruhlar Maddî Âlem'dekilerle iletişim kurabilirler. Burada tesbitimizi yapalım; Berzah Âlemi, Kabir Âlemi'nden farqlı olarak çok üst düzey zevâtın içinde bulunduğu elit bir buud'dur. Berzah Âlemi bir kadro âlemidir. İstişâreler, toplantılar, görüşmeler, değerlendirmeler ve KARARLAR bu kadro yapısının temel vazifeleri arasındadır. O hâlde, bugün Berzah'tan bahsediyorsak, onun kısa tanımını vermekten öte bir vetireyi anlatma durumunda olduğumuzu belirtelim. Doğrusunu Allah bilir, büyük bir ihtimâlle bir diwan toplantısının akâbindeyiz. Bu diwanlara Rasûl'ün iştirâq ettiğini ve en üst seviyede idâre makamında bulunduğunu BİLİYORUZ. Bu diwanlardan çıkan kararların da Fetih sahibleri tarafından ilgili adreslere ulaştırıldığı da vakıâdır. Anlaşılıyor ki, çok mühîm bir tebligât Fiiller Âlemi'nde bazı adreslere (ehline) ulaşmış. Ve, Berzah koduyla yürüyoruz. Karmaşık, planlaması oldukça hassas ve kritik bir hat üzereyiz.

            Elimde yabancı bir kitab var; önsözün ilk kelimesi 'M' ile başlıyor. Kelime 'Mizmor'. Yani, Mezmur veya Zebur anlamında. Mizmor kelimesi 'İlâhî' anlamına geliyor ve kitabın son kelimesi 'S' harfiyle bitiyor. Kelime 'Sela'. Kelime İbranîce ve mânâsı tam olarak bilinemiyor. Bir müzik terimi veya ilâhîlerde kullanılan özel bir makam olduğu sanılıyor. Bu kelimeden bir evvelki kelime ise 'Şeol'. Şeol ibranîce 'Ölüler Diyârı' mânâsına geliyor ve Berzah'la bağını kurabiliyoruz.

            Engare: Tamamlanmamış iş, eksik kalan iş. Aynı mânâda yunanî Angarya (Aggareia) kelimesini görüyoruz. Türkçe'ye de geçmiş bulunuyor. Fiiller Âlemi'nde (içinde bulunduğumuz, gözlerimizle algılayabildiğimiz, fizikî âlem, üç buudlu dünyâ hayatı) eksik kalan işlerin tamamlanması gerekiyor ve bu işlerin tamamlası için karar buudu Berzah. Eksik kalanı tamamlayacak olanın adını Mizmor Sela (İlâhî makam, ilâhî musiki) olarak okuyabiliriz. Bu misyonu üstlenmesi ve rabıtası itibârıyla BERZAHÎ ismini münasib buluyorum. Tersinden anlamak da mümkün ve Tous les chemins mènent à Rome (Tüm yollar Roma'ya çıkar) deyimince mânâ sâbit. Engel, sed anlamında berzahı kaldıran ve buudları birleştiren köprü. Gefira: Yunanca 'köprü'. Kefir: Ayrana benzer bir içecek. Kâfir: Haqiqati örten, gerçekliği saptıran, küfr ehli. Bu kelime ingilizce'ye 'cover', fransızca'ya 'Couvrir', portekizce'ye 'Cobrir' biçiminde geçmiş ve hepsi de 'örtmek' mânâsına. Zıddı; Découvrir veya discover. Keşfetmek, örtüsünü kaldırmak. Yunanî; Apokalipto. Apokalips, aynı zamanda, qıyâmet mânâsına. Demek ki, örtünün kalktığı yer Qıyâmet oluyor. Hem keşif, hem haqiqatin üstündeki örtünün kaldırılması hem de qıyâmet mânâsıyla köprü. Büyük Doğu; Doğu ile Batı arasında büyük kanatlı bir kuş, anka, köprü. Capitaine, Captain, Capetano: Kaptan. Kaptan'ın makamı: Kaptan Köprüsü. Capetano: Komutan, Komuta eden, bir işin başını çeken, kumanda eden, kumandan. Kâfirle mü'mini birbirinden ayıran sed ve engeller olarak berzah, diğer yandan mânâ ile maddeyi birbirine bağlayan köprü olarak berzah ve her ikisini de oriante eden, yönlendiren kaptan BERZAHÎ.

            BERZAHÎ; Betonlaşmış - Konsolide mânânın, donuk meâllerin parçalanmasını ve mâhiyet değiştirmesini sıkıntılara mahal bırakmadan örgütleyen kudret ve misyon sahibi. Berzahîler: Berzahî'ye biat etmiş kadro yapısı.

            BERZAHÎ; Kömür tozu arsasına kar gibi yağan, kuzgunların arasına sülün gibi konan, necâseti ve çöplüğü (gehenna) alev gibi yalayan, tunçtan ve taştan küfr remzlerini kezzab gibi eriten, çözülmez düğümleri bir darbede çözen kılıç, beklenen, dâvet edilen, vaqti gelen...

            Berzelius: İsveçli kimya âlimi. Kimya ilminin babalarından. Elementler'in remzlerini bulan. Selenium elementinin kâşifi.

            Selina: Yunan mithologyasında Ay ilâhesi. Ay.

            Selh: Her ayın son günü.

            Salih: Karayılan.

            Senâ: Medhetmek, övmek, şimşek parıltısı, ulviyet, yükseklik, aydınlık, bir ot ismi.

            Berzah: Başlangıçla son arası. M....... ile Selh arasında Karayılan vardır.

            Berzah: Yılankavî yol.

            Rozen: Gül, pembe. Danimarkalı astrofizik âlimi. Berzah'ın tanımlayıcısı.

            Serpens: Yılan.

            Serpentin: Yılankavî.

            Berzah: Pembe yılan, gül-yılan. Yılan yolu.

            Medd: Sel suyu, mil, uzatma, çekme, yayma, döşeme, çoğaltma, sönme, söndürme, yardım etme, mühlet verme, yâr ve yâver olma, tarlaya gübre dökme, NİHÂYET, SON...

            BERZAHÎ: Cezr ile medd arasında kara yılan.

            Bizarre: Garib, tuhaf.

            Bî-zâr: Izdırab çeken, muzdarib.

            BERZAHÎ: En son muzdarib.

            Hiçbir çağda görülmemiş azgın ve vahşî, kana susamış, hunhar, gözü dönmüş bir oligarşik diktatorya dünyanın dört bir yanında akla hayâle gelmez zulüm tatbikatları içindedir. Bir avuç simsar her türlü ahlâq ölçüsünün fevkinde bir manipülasyondan diğerine sıçrayarak ortalığı derdest edebilmektedir. Bu beyn'el milel tiran düzeni ile insanlık değerleri arasındaki çelişkinin en derin ve kanamalı sürece ulaştığı âşikârdır. Bu alçaklık düzeyi berâberinde açlık, hastalık, kıtlık, sefâlet, çevre ve iklim katli'âmı, zincirlerinden boşanmış bir hayvanlaşmaya doğru koşan ferdiyetçilik tam anlamıyla bir qıyâmet yürüyüşüdür. Bütün buudlarıyla şeytân-deccâl zuhur etmiş olup ordularını üzerimize salmış bulunmaktadır. Bu çelişki, berbat masqelerle ve profesyonel beyin yıkayıcıları vasıtasıyla insanlara yutturulmaktadır. İnsan zihniyeti ve ruhu, tarihin hiçbir devrinde şâhid olmadığı bir şekil ve muhteva ile, kendi aleyhinde bir düzen tarafından sürekli bombardımana tâbî tutulmakta ve her ân yenilgiye mahkûm kılınmaktadır. Sorumsuz ve insanlığın temel menfaatlerinden kopmuş bir ekalliyet tarafından hayatı cehenneme çeviren bir avareliğe ve buna sebeb olanları da yutacak bir canavara dönüşmüş çıplak bir realiteyle karşı karşıyayız.

            Hem faşist ideolojik kimliğin hem de reel sosyalizme yol açan ideolojik temelin yenilgisi, iki mühîm kanıt olarak önümüzde duruyor. Ortaya çıkan netice, ideolojik hüviyyetin yeniden doğuşunun (ibda'ının) kaçınılmazlığıdır. Mes'ele ne teknik şeraitle ne de iktisadî, sosyal ve siyâsî koşulların olgunlaşması veya çürümesiyle ilgilidir. Tüm alanlarda olgunlaşma ve çürüme olabildiğince yaşanmaktadır. Yeni tarihî bir çıkış için objektif koşullar yeterli olduğu gibi, kâfî mıqdarda ipucu da mevcuddur. Sorun, ideolojik kimliğin doğru ve yetkince belirlenememesinden kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla, yapılması gereken ilk iş zihniyet ve ruhî yapıdaki ideolojik kimliğin bütünlüklü, galib gelmesini bilen, direngen bir orijinal doğuşu (ibda) realize etmektir. Bu anlamda, doğru theori olmadan doğru eylem olmaz kelâmı önümüze gelmektedir.

            ALLAH en üst düzeyde ideolojik temsildir. Tarihin mühîm çağları üstün ideolojik şahsiyetlere dayanmaktadır. Bu şahısların başında kâinatın yaradılışına sebeb teşkil eden Rasûlullah gelir. BD'nun ve ibda'ın tüm kâinattaki en üst remzi O'dur. Sırasıyla diğer rasûller, nebîler, velîler ve büyük azîzler tarihi belirlemişlerdir. Allah'ın belirlediği ideoloji İslâm'dır. Qur'ân ise bu ideolojinin kitabı ve manifestosudur. Qur'ân hem kelâm hem de mânâ olarak nazil olmuştur.

            Berzah'tan ulaşan program Qur'ân'la gelen programın sırrındandır ve dâvet mâhiyetindedir. Bu program, ideolojik hüviyetin geleceğe kilitlenen hedeflerini ortaya koyar. Arzu edilen toplum şeklinin keyfiyetini belirler. Theorinin aydınlığında toplumsal altüstoluş ve dönüşüm  hareketinin sağlıklı gelişmesini temin eder. Nasıl bir toplum ve siyâset yapılanması öngördüğünü söyler ve bunu vâ'deder. Kendini, iç ve dış oluşlara karşı, bağlar. Başta gelen görev toplum, siyâset ve devlet kurumlaşmalarına ilişkin program ilkelerini tatbik etmektir. Emperyalist-kapitalist canavarın dayattığı toplumsal koşullar ortadan kaldırılacak yerine program muhtevâsının âmir hükümleri uygulamaya konulacaktır. Ahlâq kurumsallaşacak onun kanunları tarihî çıkışın en spesifik ve en mühîm taraflarından biri olacaktır. Hiçbir politik tedbir ve yasanın ahlâqın kuvvetine erişemeyeceği bilinerek rolü tanımlanacak ve kurumlaşacaktır.

            Berzah'tan ulaşan programın zamanlaması ile toplumu tüketen ahlâqî çözülüşün derinliğinin yaqından alâkası vardır. Program bu ahlâqı dönüştürmektedir. Bu ahlâqî tutum buhranı ve kargaşayı aştıracak köprüdür. Berzah, ahlâqtır. İslâm ahlâqıyla ahlâqlanmaktır. Berzah'ın muhatabının mehdiyet kurumu olduğu da apaçık ortadadır. Bu kurum, ideolojik kimlik, theori ve program yapısına ulaşmanın yol ve methodlarını bilen, yazan ve tebliğ eden olarak yetkin bir strateji ve taktik donanım kurumudur. Theori net ve duru bakış açısını ifâde ederken program ilâhî theoriden süzülmüş hedefleri açığa vurur. Bu hedeflere nasıl ve hangi araçlarla varılacağını strateji ve taktik belirler. Strateji, hedeflere gitmek için ortaya konan birçok yol arasında seçim yapma san'âtıdır. Toplumu, kendi tarihî haqlılığını mümkün kılacak ve gerçekleştirecek kesin sonuç alıcı bir yürüyüşe kaldırma, taşıma ve ulaştırma yönetimidir. Gelinen aşamada stratejik-tarihî kararlar alabilme ve yürütebilme gücünün konuşacağını söylüyoruz. Bu cümlelerden olarak, kumandanlık-mehdiyet kurumunun yetkin yürütme gücü olduğu izâhtan varestedir. İdeolojik kimliğin son unsuru taktiktir. Taktik, hedefe yürünmek için sahib olunması gereken organları ve enerjiyi ifâde eder. Gövdenin, beyin dışındaki bütün uzuvları taktik anlamında ve mesâbesindedir. Bu organlar bütünsellik içinde işlev gördüğünde taktik tamam olur.

            Berzah hem köprü hem engel, sed, mania hem de geçiş veya geçit mânâsını hâizdir. Daha farqlı bir buuddan bakıldığında; Nefs'in aslı Nefs-i Küll, Akl'ın aslı Akl-ı Küll, Ruh'un aslı ise Ruh-u Mukaddes olmakla hedef izâfî (insanî) nefsin, ruhun ve aklın aslına rücû yolculuğudur. Bir diğer ifâdesiyle, aşağıların aşağısından (Esfel-i Sâfilin) en üst şuur düzeyine yükselme (Ahsen-i Taqwim) serüveni sözkonusudur. Aşağıların aşağısındaki emmare nefs kendi haqiqatinden uzaklaşmakla madde-bedenin kölesi olmuş ve günümüz itibârıyla rûbubiyet (rabblık) çizgisinde Yaratıcı'ya ân be ân meydan okur hâle gelmiştir. Küllî Nefs'in, Küllî Akl'ın ve Ruh-u Mukaddes'in sahibi olan Allah ile boy ölçüşmeye kalkan birey-rabblar dünyayı sarmıştır ve insanlar birer tümör odağına dönüşmüştür. Bu anlamda, nefs-i izâfî (nefs-i insanî) ile Nefs-i Küll arasında dev bir berzah oluşmuştur. Nefs-i İnsanî hurucunu (yükselişini) Nefs-i Küll'e doğru yapmak yerine Belh'üm Âdal'e doğru bir iniş biçimindedir ve daha aşağısı yoktur. Bu anlamda sed dağ gibi ortadadır. Diğer taraftan Berzah, geçit, köprü, geçiş mânâsıyla Nefs'ini tatmin etme ve aslına doğru yüceltme arayışı içindeki insan için bir geçiş, bir köprü, bir program olmaktadır. İşte bu bakımdan Berzah bir karargâh olmakta, o merkezden aktarılan kararlar madde planındaki temsil kurum ve makamına ulaşmakta, buradan da eylem seviyesi planlanmaktadır. Aslında Berzah ile Ef'âl arasında bir interaction (karşılıklı etkileşim) olduğu kesindir. Berzahî, hem sahte rabblarla Ahâd olan Rabb'ın arasında bir doğruluk ve haqiqat seddi, hem de gayret içindeki nefslerle Nefs-i Küll arasındaki yegâne ve güçlü köprü olmaktadır.

            Gelinen aşamada; görülüyor ki, bu sene 99 sürecinin mühîm bir kademesi oluyor. Berzah bir engel, berzah bir köprü. Geçiş bir sed ve aynı zamanda bir boğaz, yine engel ve geçit, perâsma ve isthmôs. Diri haberler var. Aqâbedeyiz. Geçiyoruz, berzahın üzerinden, program hâzır.

 

Khaos, khaos, khaos...

            Khaos, kimi mithologlara göre Allah’ın tâ kendisi, kimilerine göre “Töz", yani "idea" veya "cevher", kimilerine göre ise "Temel İlke"dir (Principe Essentielle). Bazı uzmanlar “Ex Nihilo" (Hiçlikten, yoktan) yaratmayı kabul etmezler. Buna göre bir İlâh yoktur ve Kâinât yoktan varedilmemiştir. Diğer uzmanlar ise, Evren’in “YOK" tan varedildiğini ve bu anlamda “Temel Prensip” in “Khaos” yani “düzenin tâ kendisi" olduğunu iddia ederler.

            Etimolojik olarak Khaos kelimesi, Yunanca "χαίνω" (Hĕno-açık olmak) kökünden gelir. Hesiodos, Khaos’u "Uçsuz bucaksız uzay" olarak tanımlamaktadır. Uzay, ancak asla bir “düzensizliği içermeyen uzay". Bunu mutlaka vurgulamak gerekir. Khaos kesinlikle düzensizlik anlamı içermez. Bunda ısrar edenler zırvalamakta olduklarını bilmek zorundalar. Ovidius’a göre ise, Khaos "İlkel Madde" veya "Güdük maddecik"dir (Rudis indigestaque moles). Aristoteles’e göre Khaos, "Uzay Boşluğu"dur. Yine Hesiodos, Khaos’u, "Γενεσις" (Yenesis: Oluş, Tekvin) olarak da tanımlar. Aristofanes, "Kuşlar" (Ornithia) adlı ünlü eserinde şöyle yazmaktadır: “Başlangıçta Khaos, Gece, Kara Erevius ve uçsuz bucaksız Tartaros vardı". Burada Khaos’tan kasıd “Kelâm", Gece’den kasıd “altında ve üstünde hava bulunmayan vakum veya ÂMÂ", Kara Erevius’tan kasıd “Zulmet ve / veya Cehl" ve Tartaros’tan kasıd “Uzay boşluğu veya Ether"dir. Yuhanna İncili de, “Başlangıçta kelâm vardı" diye başlamaktadır. Bu kelâm “Allah Kelâmı: Kelâmullah"tır. Aristofanes’de, 4’lü bir ilkeler manzumesi görülmektedir. Khaos’un yanısıra diğer üç ilkeyi de başa koyar. Hesiodos ise Khaos’u, tek ve biricik ilke olarak ele alır ve onu tâkiben de, “Yeryüzü" (Dünya) ve "Aşk" ilkelerini ortaya koyar. Aristofanes’e göre ise, ilk dört ilke mevcud iken Yeryüzü, Hava ve Gökyüzü henüz mevcud değildir. Gece ilkesi bir “yumurta"ya (tohum) hayat verir ve onu "Erevius’un (Zulmet’in) sonsuz sinesi"nde yeşertir. Bu yumurtadan “Eros" (Aşk) eşdeyişle “Cazibe ilkesi" neş'et eder.

            Hesiodos’ta işleyiş şöyledir: Aşk, "Erevius"a ve "Gece"ye hayat verir. Gece’den, "Ether" ve "Gün" neş'et eder. Ether, uzay boşluğunu doldurduğu kabul edilen “akışkan töz"dür. Modern Fizik (Astrofizik) biliminde ise, Ether, Uzayı dolduran elektromanyetik dalgalardır. Bu, 4 temel unsur olan hava, su, ateş ve topraktan başka bir beşinci unsur olarak da düşünülmüştür. Kelime yunanca, “Αιθω" (Etho: yanmak) kökünden gelir. Günümüzde ise böyle bir unsura gerek kalmadığı kabul edilmektedir. Yeryüzü ise, Gökyüzü’ne hayat verir.

            Aristofanes’teki işleyiş: Aşk (Eros), ilk yumurtadan çıkar ve, Kaos’un kanatlarıyla, Gece’yle, Tartaros’la birleşir ve Kuşlar Soyu’na hayat verir. Aşk (Eros) bütün unsurları birleştirmeden önce, Ölümsüzler Soyu mevcud değildir. Buna göre, Yunan mitolojisinin “İlâhî varlıkları” veya “Ölümsüzler”i, Kuşlar Soyu’ndan sonra neş'et ederler. Peki bu Kuşlar Soyu’nun İslâm Tasavvufu’nda bir karşılığı olabilir mi? Bu soy muhtemelen İlliyun (Alun) melekleridir. Adlandırmak gerekirse, Müdebbir, Mufassıl, Kâlem gibi melekler. Ölümsüzler’den kasıd ise, “Ölümü öldürenler" veya "Ölmeden önce ölenler"dir. Bunlar, belli bir nefs boyutuna ulaşabilmiş (Nefs-i Mutmaine) olanlardır.

            Apollodoros, kâinâtı direkt olarak yeryüzünden başlatır diğer deyişle evrenin merkezine dünyayı koyar. Ona göre, Yeryüzü’nün atası Gaia (Γεια), Gökyüzü’nün atası ise Uranos'tur (Ουρανος). Gaia, yunanca’da yer, yeryűzű, toprak anlamındadır. Toprağın doğurganlığına ithâfen Apollodoros, merkeze yeryüzünü (toprağı) koyar. Gayya kelimesi ise Cehennem’in en uç alanını, “Cehennem’in Dibi"ni ifâde etmektedir. Bu iki kavram arasında kuvvetle muhtemelen bağ vardır.

            Bir başka ekole gőre Theogonia (Ílaholuş) dizgesi şőyledir:

            1-Khaos, Gaia (Yi, Yea, Gea), Tartaros, Eros

            2-Khaos’tan;

            Niks (Nihta: Gece), Ether (Ethir-Uzayı dolduran maddi-enerjik varlık. Modern Fizik terimleriyle ifâde etmek gerekirse Elektromanyetik dalgalar bűtűnű), Hemera (ĺmera: Gűn, gűndűz)

            Gaia’dan;

            Uranos (Gőkyűzű), Pontos (Deniz)

            Gaia-Uranos (Yeryűzű-Gőkyűzű) birleşmesinden;

            Okeanos (Okyanus), Titanlar (Hyperion, Iapetos, Theia, Rheia, Themis, Mnimosini, Foibe, Tethys, Koronos), Kyklopes (Tepegőzler) ve Yűz-elli-Elli başlılar.

            Uranos’tan (kanından);

            ĺriniler (Erinyes), Devler ve Afrodit

            Niks’ten;

            Moros, Keros, Thanatos (Őlümü temsil eden üç kardeşler), Hypnos (Uyku), Oniri (Rűyâlar), Momos (Uyku varlıklarından biri), Oysis (Usis-Menfi düşünce), Hesperides (Umut), Moiri (Miri-Kader varlıkları), Keres (Galibiyet), Nemesis (ĺyi talih, şans), Apate (Apati-Hile ve yalan), Philotes (Şeref ve haysiyet), Geras (ĺhtiyarlık), Eris (Nifak)

            Eris’ten;

            Ponos (Ağrı), Lethe (ağır hastalık, őlűm), Limos (açlık, kıtlık), Ate (Noksanlık, eksiklik)

            Gaia-Pontos birleşiminden;

            Nereus, Thaumas, Forkys, Keto, Evrivia

            Nereus-Doris birleşmesinden;

            Nereidler

            Thaumas’tan;

            İris (müjdeli haber, ilahların ulağı), Harpiler

            Keto-Forkys birleşmesinden;

            Greiler, Gorgonlar, Ekhidna

            Tethys-Okeanos birleşmesinden;

            Metis (İlk Zekâ), Kalypso ve nehirler

            Theia-Hyperion birleşmesinden;

            Helios (İlios-Güneş), Selena (Selinos-Ay), Eos (Şafak)

            Foibe-Koios birleşmesinden;

            Leto (Artemis ve Apollon’un annesi, Ladin ağacına ismini veren budur), Asteria (Astir-Yıldız), Hekate

            Rheia-Kronos birleşmesinden;

            Hestia (Ístia-Ocak), Demeter (Dimitra-Toprak ve mahsuller sorumlusu), Hera (İra), Hades (Hadis-Yeraltı ve cehennem sorumlusu), Poseidon (Posidonas-Denizler ve okyanuslar sorumlusu) ve Zeus (Dias, Div, Din, Tan).

            Iapetos’tan (Japetos);

            Atlas, Prometheus, Epimetheus

            Hayatın devam ettiği yerde kadının rengi kedi, filumu felin, zamanı mavi, tarzı asidik, tadı virân, kokusu tanımsız, tanımı okyanus. Aynı devirde erkek, okyanusun kenarında çakıl taşlarını keşfetmekle meşgûl, okyanustan bî-haber, korkak, yetersiz, deniz ayısı, temâşa zevkinden uzak, meragî değil, saman kıvamında. O hâlde okyanusu anlamalı;

            "Ωκεια-Ναύς" (Okia-Navs). Eski Yunanca, "Ωκεια" (Okia) kelimesi "Hızlı, Sür’atli” mânâlarını yüklenmiştir. “Ναύς" (Navs) ise "Gemi" anlamına gelir. Böyle bakıldığında, Okyanus’un karşılığı “Hızlı Gemi” olmaktadır.

            "Ω-Γή-ανός" (O-yî-anôs veya O-gî-anôs). "Γή" (Yî veya Gî) modern Yunanca’da "Toprak, yeryüzü" anlamlarına gelir. Kelimenin kökeni ise “Γαια" (Gea, Gaya veya Yea) olup, mitholojide "Toprak Ana, Yeryüzü, Anaların Anası” mânâlarını yüklenmiştir. “Ουρανός" (Uranôs) ise, mitholojide "Gök tanrı” mânâsını yüklenmiş olup, günümüzde de “Gökyüzü, Asuman, Uzay” anlamlarında kullanılmaktadır. Bu kelimelerin hepsini birarada yazdığımızda, “O-gî-anôs” veya “O-yî-anôs” kelimesine ulaşırız ki, “Göğü, yeri birarada barındıran” mânâsına ulaşılır.

            "Ω-κύανος-νησος". (O-kîanos-nisos). "Νησος" (Nisos) kelimesi yunanca "Ada" anlamındadır. Bu bağlamda “Okyanus” kelimesi “Mavi Ada” mânâsını yüklenebilmektedir.

            Nihâyet, Arabca "Künnes" (Karadelik) kelimesiyle de ilişkisi olduğu söyleniyor.

Burası, karadelikin girişi sayılabilir. Karadelik'in içindeki serüven ikinci kitaba sarktı. O kitabda bilgiden ziyâde öngörüleri, tehlikeli hikâyeleri, bilinen bilinmeyenleri, bilinmeyen bilinmeyenleri, sıkıntıdan boğuntuya geçişi, okyanusta yaşanan batma ve boğulma badirelerini, korkuyu, gözükaralığı ve tabiî dünyanın merkezini konuşuyoruz...

I was a stranger, and you welcomed me. - Matthew 25:35b

 

www.drhakkiacikalin.up.to

 

DİĞER YAZILARI

-Coyotte ve Skilia -Sıkıntılı Eser- I

- Ma Alladzi Hadatha Fi Hadath 11/9  (11/09 'da Ne Oldu?)

- Coyotte ve Skilia -Sıkıntılı Eser- II

- Aslında Nükte

- Coyotte ve Skilia -Sıkıntılı Eser- III

- Coyotte ve Skilia -Sıkıntılı Eser- IV

- Coyotte ve Skilia (Sıkıntılı Eser) - V

- Sholastik'ten Yola Çıkarak

- Coyotte ve Skilia (Sıkıntılı Eser) - VI

- Coyotte ve Skilia (Sıkıntılı Eser) - VII

- Coyotte ve Skilia (Sıkıntılı Eser) - VIII

- Coyotte ve Skilia (Sıkıntılı Eser) - IX

- JEW

- Coyotte ve Skilia (Sıkıntılı Eser) - X

- Başyücelik Devleti'nde Sağlık

- Şem veya Sam

www.yeniakademya.org

www.akademya.up.to