FIKH-I EKBER

Hanefi mezhebinin kurucusu İmam-ı A'zam Ebû Hanîfe (ö. 150/767)'nin itikâda dair kısa ve özlü eseri. Fıkıh, Mecelle'de "şer'î amel; meseleleri bilmek" (madde, I) şeklinde tarif edilmişse de Ebû Hanife devrinde, çeşitli ilimlerin henüz bağımsızlığını kazanmadığı bir dönemde fıkıh, kelâm ilmi ve inanç esaslarını da içine alıyordu. Eser bu yüzden "el-Fıkhu'l-Ekber (En Büyük Fıkıh)" adını almıştır. FıkhEkber'i, Aliyyü'l-Kârı, Ebû Hanife'nin diğer eserlerindeki düşüncelerini bir araya getirerek ve Fahruddin er-Râzı, Taftazanî, Konevî gibi bilginlerin fikirlerinden de yararlanarak şerh etmiştir.

FıkhEkber'de yer alan akîde esaslarını şöyle özetleyebiliriz:

Bir yükümlüyü mümin hâline getiren iman esasları şunlardır: Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, öldükten sonra dirilmeye, kadere, hayır ve şerrin Allah'tan olduğuna inanmak, Allahü Teâlâ zatında birdir. Fakat bu birliği sayı bakımından değil, ortağı bulunmaması bakımındandır (el-İhlâs, 112/1-5; el-Cin, 72/3; Enbiyâ, 21/22). Allah'ın yarattığı şeylerden hiçbir varlık ona benzemez (eş-Şûra, n/l 1). Allâh'ın geçmişte, gelecekte zatı ve fiilî sıfatları vardır. Hayat, kudret, ilim, kelâm, semî*, basar*, irade zatı sıfatlardır. Yaratma, rızık verme, ilk başta yaratmak, eşsiz bir şekilde yaratmak, Allah'ın sanatı; diriltmek, yok etmek, büyütmek, üretmek eşyaya şekil vermek ise fiilî sıfatlardandır. Allah'ın isim ve sıfatları sonradan yaratılmış olmayıp ezelîdir. Allah'ın kelâmı olan Kur'an, yaratılmış değildir. Mûsa peygamber ve başkalarının sözleri ise yaratılmıştır Allahü Teâlâ cisimsiz, cevhersiz var olan bir şeydir. Allah'ın sınırı, zıddı ve benzeri yoktur (el-Bakara, 2/22; eş-Şûra 42/11), Allah'ın eli ve yüzü vardır. Ancak biz bunların keyfiyetini bilemeyiz (el-Kasas, 28/88; er-Rahmân, 55/27; el-Leyl, 92/20; el-Feth 48/10; Sa'd 38/75; Yâsin, 36/83; el-Mâîde, 5/116; el-Bakara 2/1 15).

Allahu Teâlâ eşyayı, hiçbir şey olmaksızın maddesiz olarak yaratmıştır. (el-Fâtır, 35/1; ez-Zümer, 39/62). Dünyada ve ahirette Allah'ın dilemesi, kader, kaza, bilgi, yazgı ve levh-ı Mahfûz'da yazısı olmaksızın hiçbir şey var olmaz. Ancak Allah'ın kaderi yazması vasıf şeklinde olup, hüküm tarzında değildir. Meselâ, "Hasan cehennemliktir", yazısı bir hüküm iken, "Hasan dünyada kendi iradesiyle kötü yolu tercih edip, kötü ameller işleyecek ve bunun sonucunda cehenneme girecek" yazısı, vasıf şeklinde yazmadır.

Allah, insanları küfür ve imandan boş olarak yarattı, sonra onlara emir verip muhatap kıldı. Küfre düşen, kendi işiyle kâfir olur. Allah ondan yardımını keser. İman eden de kendi fiil, ikrar ve tasdiki ile iman eder. Allah ona yardım edip, imanda muvaffak kılar. O, yaratıklarından hiçbirini küfür veya imana zorlamamıştır. İman ile küfür kulun kendi işleridir; İnsan fiilinin yaratıcısı gerçekte Allâh'tır (ez-Zümer, 39/62; en-Nahl, 16/17; es-Sâffât, 37/962. Kulların bütün fiilleri Allah'ın dileme, bilgi, kaza ve kader ile meydana gelir. Tâat ve ibâdetlerin hepsi Allah'ın emri, sevme, rıza, bilgi, dilemesi, kaza ve kader ile sabit olur. Kötülükler de aynı şekilde meydana gelir. Allah kötülüğü yaratmakla birlikte, ondan razı değildir (el-Kasas, 28/68; Alû İmrân, 3/32, 76, 134; el-Bakara, 2/222).

Bütün peygamberler büyük veya küçük günah işlemekten, küfre düşmekten ve çirkin işlerden korunmuşlardır. Ancak peygamberlerden bir bölümünün bazı kusur ve hataları olmuştur. Hz. Âdem'in unutarak veya azîmeti terkederek cennetteki ağaçtan yemesi (el-Bakara, 2/35), Hz. Peygamberin bir soru soran Abdullah b. Ummü Mektûm'a yüzünü buruşturması ve bu yüzden uyarılması (Abese, 80/1,2) bunlar arasında sayılabilir. Kusursuzluk Allah'a mahsustur. Hadiste şöyle buyurulur: "Eğer siz günah işlemeseydiniz Allahü Teâlâ günah işleyen bir kavim yaratırdı. Bu kavim günah işler, Allah'tan mağfiret diler, Allah da onları mağfiret ederdi" (Müslim, Sahîh, IV, 2106, 2749).

Hz. Muhammed Allah'ın elçisidir. Peygamberi ve kuludur. Hadiste "Hristiyanların İsa (a.s.) ' övdükleri gibi beni övmeyin. Allah'ın kulu ve elçisi, deyin" (Buhâri, Enkiyâ, 48, Ahmet b. Hanbel, I, 23) buyurulur. Hz. Peygamber putlara tapmamış, Allah'a kesinlikle eş koşmamış, küçük ve büyük hiçbir günah işlememiştir. Sadece bazı davranış tercihlerinde uyarılmıştır. Şu ayette bu manayı görmek mümkündür: "Allah seni affetti. Onlara niçin izin verdin?" (et-Tevbe, 9/43).

Hz. Peygamber'den sonra insanların en faziletlisi Hz. Ebû Bekir, sonra Ömer, sonra Osman, sonra Ali (r.anhüm)'dür. Hz. Peygamberin sahâbelerini yalnız hayır ile anarız. Büyük günah işleyen kimse, bu günahın helâl olduğuna inanmadıkça dinden çıkmaz, Mümindir.

Mestler üzerine mesh etmek sünnettir. Ramazan ayında teravih namazı kılmak sünettir. Fâsık imamın arkasında namaz kılmak caizdir. Fâsık, mümin olarak dünyadan ayrılırsa ebedî cehennemde kalmaz. Hadiste "Günahından tövbe eden, günahsız gibidir" (İbn Mâce, II, 1420; Zühd, H. No 4250). "Allah, kulundan tövbesini kabul eden ve kötülüklerini affedendir" (eş-şûrâ, 42/25).

Peygamberlerin mucizeleri ve evliyânın kerâmeti haktır. Mucize, peygamberlik iddiasında bulunan kişinin davasını doğrulamak için gösterilir. Ölüyü diriltmek, az olan suyu çoğaltmak gibi. Ümmetin kerâmeti, uyduğu peygamber'in kerâmetidir. Veli, taatlara devam eden, kötülüklerden sakınan, dünyevî lezzet, şehvet, gaflet, oyun ve eğlencelere dalmaktan yüz çeviren, Allah'ı ve sıfatlarını tanıyan kimsedir. Hz. Ömer'in Medine'de minber üzerinde iken Nihavend'te yerde askerlerini görmesi, Hâlid b. Velîd'in zehiri içtiği halde, bundan bir zarar görmemesi kerâmet kabilindendir (Aliyyü'l-Kârı, FıkhEkber Şerhi, Terceme, Y. V. Yavuz, İstanbul 1979, s.191). İblis, Firavun ve Deccal gibi Allah düşmanlarında görülen olağanüstü hallere mucize veya kerâmet denilmez. Bunlara, ihtiyaçların giderilmesi denir. İblis'e yeryüzünde mesafe katetme yetkisinin verilmesi, Firavun'un emriyle Nil Nehri'nin dilediği yöne akması (ez-Zuhruf, 43/51) bu niteliktedir. Cenâb-ı Hak onlara bu yardımı küfür ve azaplarının artması için yapar.

Hamdi DÖNDÜREN

 

FIKH-UL EKBER*

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla

Tevhidin aslı, buna iman etmenin en doğru yolu şudur: Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, öldükten sonra dirilmeye, kadere, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna, hesap, mizan, cennet ve cehenneme inandım, bunların hepsi de haktır, demek gerekir.

Yüce Allah, sayı yönüyle değil, ortağı olmaması yönüyle birdir.O, doğurmamış ve doğrulmamıştır. O’na hiçbir şey denk değildir. O Yarattıklarından hiç birine benzemez, isimleri, zati ve fiili sıfatıyla Daima var olmuş ve var olacaktır.

Allah’ın zati sıfatları: hayat, ilim, semi, basar ve irade Sıfatlarıdır, Fiili sıfatlar ise, tahlik (yaratma), terzik (rızık verme), inşa (yapma), ibda(örneksiz yaratma), ve sun' (sanatla yaratma) ve diğer fiili sıfatlardır.

Allah, sıfatları ve isimleri ile var olmuş ve var olacaktır. O’nun  İsim ve sıfatlarından hiçbiri sonradan olma değildir. O ilmiyle daima bilir, ilim O’nun ezelde sıfatıdır. O kudretiyle daima kadirdir, kudret O’nun ezelde sıfatıdır. Kelam ile konuştur, kelam O’nun  ezelde sıfatıdır.

Yaratması ile daima hâlıktır,  yaratmak O’nun ezelde sıfatıdır. Fiili ile daima faildir, fiil O’nun ezelde sıfatıdır. Fail Allah’tır, fiil ise O’nun ezelde sıfatıdır. Yapılan şey mahluktur.Yüce Allah’ın fiili ise mahluk değildir. Allah’ın ezeldeki  sıfatları mahluk ve sonradan olma değildir. Allah’ın sıfatlarının yaratılmış ve sonradan olduğunu  söyleyen, yahut tereddüt eden veya şüphe eden kimse Yüce Allah’ı inkar etmiş olur.

Kur’an-ı Kerim, Allah kelamı olup, Mushaflarda yazılı, kalplerde mahfuz, dil ile okunur ve Hz.Peygamber’e indirilmiştir. Bizim Kur’an-ı Kerim’i telaffuzumuz, yazmamız ve okumamız mahluktur fakat Kur’an mahluk değildir. Allah’ın Kur’an’da  belirttiği Musa ve diğer Peygamberlerden, fir’avn ve İblis’ten naklen verdiği haberlerin hepsi Allah kelamıdır, onlardan haber vermektedir. Allah’ın kelamı mahluk değildir, fakat Musa’nın ve  diğer  yaratılmışların kelamı  mahluktur. Kur’an ise Allah’ın kelamı olup, kadim ve ezelidir.

Allah bir şey (varlık)’dir, fakat diğer şeyler gibi değildir. O’nun varlığı cisim, cevher, araz, had, zıd, eş ve ortaktan uzaktır. O’nun Kur’an’da  zikrettiği gibi eli, yüzü ve nefsi vardır, Allah’ın Kur’an’da zikrettiği gibi el, yüz ve nefs gibi şeyler, keyfiyetsiz sıfatlardır. O’nun eli, kudreti veya nimetidir denilemez . Zira bu takdirde sıfat iptal edilmiş olur. Bu, Kaderiyye  ve Mutezile’nin görüşüdür. O’nun  elinin, keyfiyetsiz  sıfat  olması gibi, gazabı  ve  rızası  da  keyfiyetsiz sıfatlarından iki sıfattır.

Allah, eşyayı bir şeyden yaratmadı. Allah, eşyayı oluşundan Önce, ezelde biliyordu. O, eşyayı takdir eden ve oluşturandır. Allah’ın dilemesi, ilmi, kazası,takdiri ve Levh-i Mahfuz’daki yazısı olmadan, dünya  ve  ahirette  hiçbir şey vaki olmaz.  Ancak onun Levh-i Mahfuz’daki yazısı, hüküm olarak değil, vasıf olarak yazılıdır. Kaza, kader  ve dilemek, O’nun nasıl olduğu bilinmeyen sıfatlarındandır. Allah, yok olanı yokluğu halinde yok olarak bilir, onun yarattığı zaman  nasıl olacağını bilir, Var olanı,varlığı halinde var olarak bilir, onun yokluğunun nasıl olacağını bilir. Allah ayakta duranın ayakta duruş halini, oturduğu zaman da oturuş halini bilir. Bütün bu durumlarda Allah’ın ilminde ne bir değişme, ne de sonradan olma bir şey  hasıl olmaz. Değişme ve ihtilaf, yaratılanlardan  olur.

Allah’ın “Allah Musa’ya hitap etti.” (Nisa 164) ayetinde belirttiği gibi, Musa  Allah’ın  kelamını  işitti.  Şüphesiz ki Allah, Musa ile konuşmasından önce de, kelam sıfatı ile muttasıftı. Yüce Allah yaratmadan da ezelde yaratıcı idi. Allah, Musa’ya hitap ettiğinde, ezelde sıfatı olan kelamı ile konuştu. O’nun sıfatlarının hepsi, mahlukların sıfatlarından   başkadır. O bilir, fakat bizim işittiğimiz gibi değil. O kadirdir, fakat bizim gücümüzün yettiği gibi değil. Biz uzuvlar ve harflerle konuşuruz. Oysaki Allah, uzuvsuz ve harfsiz konuşur. Harfler mahluktur, fakat Allah’ın kelamı mahluk  değildir.

Allah insanları küfür ve imandan hâli olarak yaratmış, sonra Onlara hitap ederek emretmiş ve nehyetmiştir. Kafir olan; kendi fiili, hakkı inkar ve reddetmesi ve Allah’ın yardımını  kesmesiyle  küfre sapmıştır. İman eden  de kendi fiili, ikrarı, tsdiki ve Allah’ın muvaffakiyet  ve yardımını ile iman etmiştir.

Allah Âdem’in neslini, sulbünden insan şeklinde çıkarmış, Onlara akıl vermiş, hitap etmiş, imanı emredip, küfrü yasaklamıştır. Onlar da onun Rabb  olduğunu ikrar etmişlerdir. Bu, onların imanıdır. İşte onlar bu  fıtrat üzerine doğarlar. Bundan  sonra küfre sapan  bu fıtratı değiştirip bozmuş olur. İman ve tasdik eden de fıtratında sebat ve devam göstermiş  olur.

Allah, kullarının hiç birini iman veya küfre zorlamamış. Onları mü’min veya  kâfir olarak yaratmamıştır. Fakat onları şahıslar olarak yaratmıştır. İman ve küfür kulların fiilleridir. Allah, küfre sapanı, küfrü esnasında kafir olarak bilir. O kimse daha sonra iman ederse, imanı halinde mü’min olarak bilir, ilmi ve sıfatı değişmeksizin  onu sever.
Kulların hareket ve sükûn gibi bütün fiilleri hakikaten kendi Kesbleri (kazançları)’dir. Onların yaratıcısı ise Yüce Allah’tır. Onların hepsi Allah’ın dilemesi, ilmi, hükmü ve kaderi ile olur.

Taatların hepsi, Allah’ın emri, muhabbetti, rızası, ilmi, dilemesi, kazası ve takdiri ile vacip kılınmıştır. Mâsiyetlerin hepsi de Allah’ın ilmi, kazası , takdiri ve dilemesi ile olmakla beraber, rızası ve emri değildir.

Peygamberlerin hepsi de (salat ve selam olsun) küçük, büyük günah, küfür ve çirkin hallerden münezzehtir. Fakat onların sürçme ve hataları vaki olmuştur. Hz. Muhammed, Allah’ın sevgili kulu, resûlü, nebisi, seçilmiş tertemiz kuludur. O hiçbir zaman puta tapmamış, göz açıp kapayacak bir an bile Allah’a ortak koşmamıştır. O, küçük büyük hiçbir günah işlememiştir.

Peygamberlerden sonra insanların en faziletlisi, Ebu Bekr es-Sıddîk, sonra Ömer el-Fâruk,  sonra Osman b. Affan Zû’n-Nûreyn, daha sonra  Aliyyu’l-Murtaza’dır. Allah hepsinden razı   olsun. Onlar doğruluk üzere, doğruluktan ayrılmayan, ibadet eden kimselerdir. Hepsine sevgi ve saygı duyarız. Hz.Peygamber’in ashabının hepsini sadece hayırla anarız.

Bir müslümanı, helal saymaması şartıyla, büyük günahlardan birini işlemesi ile kafir sayamayız. Bu durumdaki bir kimseden iman ismini  kaldıramayız, ona gerçek anlamda mü’min deriz. Bir  Mü’min’in kafir olmamakla beraber günahkar olması caizdir.

Günahlar, mü’mine zarar  vermez demeyiz. Keza günah işleyen Kimse  Cehennem’e girmez de demeyiz. Dünyadan mü’min olarak ayrılan kimse, fasık da olsa Cehenem’de ebedi kalacaktır, demeyiz.

Mürcie’nin  dediği gibi, iyiliklerimiz makbul, kötülüklerimiz de affetdilmiştir, demeyiz. Fakat kim bütün şartlarına uygun, müfsit ayıplardan uzak amel işler ve onu küfür ve dinden dönme gibi şeylerle boşa çıkarmaz ve dünyadan mü’min olarak ayrılırsa şüphesiz Allah onun amelini zayi etmez, bilakis kabul eder ve ondan dolayı sevap verir, deriz.

Allah’a ortak koşmak ve küfür dışında, büyük ve küçük günah İşleyen, fakat tevbe etmeden mü’min olarak ölen kimsenin durumu Allah’ın dilemesine bağlıdır. Dilerse ona Cehennem’de azap eder, dilerse affeder ve hiç azaba uğratmaz.

Herhangi bir amele riya karıştığı zaman, o amelin ecrini yokeder. Keza ucûb (kendi amelini üstün görmek)de  böyledir.

Peygamberlerin mucizeleri ve velilerin kerametleri haktır. Ancak Haberlerde belirtildiği  üzere İblis, Firavun ve Deccal gibi Allah düşmanlarına  ait olan, onların şimdiye kadar vukua geliş ve gelecek hallerine mucize de, keramet de demeyiz. Bu onların hacetlerini yerine getirmedir. Zira, Allah, düşmanlarının ihtiyaçlarını, onları derece derece cezaya çekmek ve sonunda cezalandırmak şeklinde yerine getirir. Onlar da bunu aldanarak azgınlık ve küfürde haddi aşarlar. Bunların hepsi de caiz ve mümkündür.

Yüce Allah yaratmadan önce de yaratıcı, rızıklandırmadan önce de rızık verici idi. Allah ahrette görülecektir. Müminler Allah’ı cennette aralarında bir mesafe olmaksızın, teşbihsiz ve keyfiyetsiz olarak baş gözleriyle göreceklerdir.

İman; dil ile ikrar kalb ile tasdiktir. Gökte ve yerde bulunanların imanı, iman edilmesi gereken şeyler yönünden artmaz ve eksilmez, fakat yakîn ve tasdik yönünden artar ve eksilir. Müminler iman ve tevhid hususunda birbirlerine müsâvidirler. Fakat amel itibariyle birbirlerinden farklıdırlar. İslam Allah’ın emirlerine teslim olmak ve itaat etmek demektir. Lügat itibariyle iman ve İslam arasında fark vardır. Fakat İslamsız iman imansız da İslam olmaz. Onların ikisi de bir şeyin içi ve dışı gibidirler. Din ise; iman ve şeriatlerin hepsine verilen bir isimdir.

Biz, Yüce Allah’ı kendisini kitabında tavsif ettiği bütün sıfatlarıyla gerçek olarak biliriz. Hiç kimse Allah’a, O’nun şanına layık şekilde hakkıyla ibadet etmeğe kadir değildir. Fakat insan ancak Allah’ın kitabında, Rasulunün bildirdiği ölçüde Allah’a ibadet eder.

Bütün müminler; marifet yakîn, tevekkül, muhabbet, rıza, korku ve ümit ve iman hususunda birbirlerine musâvidirler. Bu konuda imanın dışındaki hususlarda farklılaşırlar.
Allah, kullarına karşı lütufkardır, adildir, kulun hak ettiği sevabı lütfuyla kat kat fazlasıyla verir. Kulunu, adaletinin icabı olarak işlediği günahtan dolayı cezalandırır. Keza kendisinden bir lütuf olarak bağışlar da.

Peygamberlerin  şefaati haktır. Peygamberimizin şefaati, günahkar müminler ve onlardan büyük günah işleyip cezayı hak etmiş olanlar için hakk ve sâbittir.

Kıyamet günü amellerin mizanla tartılacağı hususu haktır. Hz.Peygamberin havzı haktır. Kıyamet günü, hasımlar arasında iyilikler alınarak kısas ve hesaplaşma olması haktır. İyilikler bulunmadığı takdirde kötülüklerin atılması, hak ve caizdir.

Cennet ve cehennem halen yaratılmıştır, ebediyyen de fani olmayacaklardır. Huriler ebediyyen ölmezler. Yüce Allah’ın cezası da, sevabı da ebedîdir.

Allah dilediğini kendisinin bir lütfu olarak hidayete ulaştırır. Dilediğini de adaletinin gereği olarak sapıklığa düşürür. Allah’ın sapıklığa düşürmesi, ‘hızlân’ıdır. Hızla,ân’ın manası ise; Allah’ın razı olacağı şeylerden onun muvaffak kılmayıp, yardımını kesmesidir. Bu Allah’ın adaleti gereğidir. Keza, Allah’ın günahkarları, isyanları sebebiyle cezalandırması da adaleti icabıdır.

Şeytan, mümin kuldan imanı baskı ve cebirle alır, dememiz doğru değildir. Fakat kul imanı terk ederse şeytan da onun imanını alır, deriz.

Kabirde Münker ne Nekir’in sualleri haktır. Kabirde ruhun cesede iade edilmesi haktır. Bütün kafirler ve asi müminler için kabir sıkıntısı ve azabı haktır.

Alimlerin, Allah’ın sıfatlarını Farsça (Arapça’dan başka bir dille) söylemeleri caizdir. Fakat ‘Yed’ yani el kelimesi, Allah’ın sıfatı olarak Farsça söylenemez. Fakat Fasça olarak Ruy-i Huda (Allah’ın yüzü) demek caizdir. Allah’ın yakınlık veya uzaklığı, mesafenin uzunluk ve kısalığı ile değil, keramet ve zillet manasındadır. İtaatli olan kul, Allah’a keyfiyetsiz olarak yakın, asi kul ise keyfiyetsiz olarak Allah’tan uzak olur. Yakınlık, uzaklık ve yönelmek, yalvaran kula râcidir. Keza, cennette komşuluk ve Allah’ın önünde bulunmak da keyfiyetsiz şeylerdir.

Kur’an-ı Kerim Allah’ın resulüne indirilmiş olup, mushaflarda yazılıdır. Kelam manasında Kur’an ayetlerinin hepsi de fazilet ve büyüklük bakımından birbirine müsavidir. Fakat bazısında zikir ve zikredilen fazileti bahis konusudur. Âyete’l Kürsî buna misaldir. Burada zikredilen Allah’ın yüceliği, azameti ve sıfatlarıdır. Bu ayette hem zikir, hem de zikredilenin fazileti olarak, iki fazilet biraraya gelmiştir. Bu kısmında ise sadece zikir fazileti vardır. Kafirlerin kıssalarında olduğu gibi. Bu ayetlerde zikredilenin bir fazileti yoktur, çünkü zikredilenler kafirlerdir. Keza Allah’ın isim ve sıfatlarının hepsi de azamet ve fazilette müsavidir, aralarında farklılık yoktur.

Hz.Peygamberin anne ve babası İslam gelmeden önce öldüler. Kasım, Tahir ve İbrahim Allah Rasulunün oğulları, Fatıma, Rukiyye, Zeyneb ve Ümmü Gülsüm de kızları idiler.

İnsan tevhid ilminin inceliklerinden herhangi birinde güçlükle karşılaşırsa, sorup öğreneceği bir alim buluncaya kadar, Allah katında doğru olana inanması gerekir. Böyle bir kimseyi arayıp bulmakta gecikmesi caiz değildir. Bu hususta tereddüt edilerek beklemek mazur görülmez. Eğer tereddüt ederek beklerse, kafir olur.

Mirac haberi haktır. Onu reddeden sapık ve bid’atçi olur. Deccal’ın, Ye’cüc ve Me’cücün ortaya çıkması, güneşin batıdan doğması, Hz.İsa’nın gökten inmesi ve sahih haberlerde bildirilen kıyamet alametlerinin hepsi de haktır.

Yüce Allah dilediğini doğru yola hidayet eder.

............................................................................................
*İMAM-I AZAM’IN BEŞ ESERİ, Doç. Dr. Mustafa ÖZ,

Marmara Üniversitesi İlahiyat Vakfı Yayınları No. 49

İslam Klasikleri Serisi: 2, İstanbul-1992.

 

 

 

http://www.oocities.org/maturidimezhebi/

http://www.maturidimezhebi.bz.tc/

http://www.maturidi.sayfasi.com/

http://www.blogcu.com/maturidimezhebi

http://www33.websamba.com/maturidimezhebi/

http://users.domaindlx.com/maturidimezhebi/