| FIKH-I EKBER Hanefi mezhebinin kurucusu
  İmam-ı A'zam Ebû
  Hanîfe (ö. 150/767)'nin
  itikâda dair kısa ve özlü eseri. Fıkıh, Mecelle'de
  "şer'î amel; meseleleri bilmek" (madde, I) şeklinde tarif
  edilmişse de Ebû Hanife
  devrinde, çeşitli ilimlerin henüz bağımsızlığını
  kazanmadığı bir dönemde fıkıh, kelâm ilmi ve inanç
  esaslarını da içine alıyordu. Eser bu yüzden "el-Fıkhu'l-Ekber (En Büyük
  Fıkıh)" adını almıştır. Fıkh-ı Ekber'i, Aliyyü'l-Kârı, Ebû Hanife'nin diğer eserlerindeki düşüncelerini
  bir araya getirerek ve Fahruddin er-Râzı, Taftazanî, Konevî gibi
  bilginlerin fikirlerinden de yararlanarak şerh etmiştir. Fıkh-ı Ekber'de yer alan akîde
  esaslarını şöyle özetleyebiliriz: Bir yükümlüyü mümin hâline getiren
  iman esasları şunlardır: Allah'a, meleklerine, kitaplarına,
  peygamberlerine, öldükten sonra dirilmeye, kadere, hayır ve şerrin
  Allah'tan olduğuna inanmak, Allahü Teâlâ zatında birdir. Fakat bu birliği
  sayı bakımından değil, ortağı bulunmaması
  bakımındandır (el-İhlâs,
  112/1-5; el-Cin, 72/3; Enbiyâ, 21/22). Allah'ın yarattığı
  şeylerden hiçbir varlık ona benzemez (eş-Şûra, n/l 1).
  Allâh'ın geçmişte, gelecekte zatı ve fiilî sıfatları
  vardır. Hayat, kudret, ilim, kelâm, semî*, basar*, irade zatı
  sıfatlardır. Yaratma, rızık
  verme, ilk başta yaratmak, eşsiz bir şekilde yaratmak,
  Allah'ın sanatı; diriltmek, yok etmek, büyütmek, üretmek
  eşyaya şekil vermek ise fiilî sıfatlardandır.
  Allah'ın isim ve sıfatları sonradan yaratılmış
  olmayıp ezelîdir. Allah'ın kelâmı olan Kur'an,
  yaratılmış değildir. Mûsa peygamber ve başkalarının
  sözleri ise yaratılmıştır Allahü
  Teâlâ cisimsiz, cevhersiz var olan bir şeydir.
  Allah'ın sınırı, zıddı ve benzeri yoktur
  (el-Bakara, 2/22; eş-Şûra 42/11), Allah'ın eli ve yüzü
  vardır. Ancak biz bunların keyfiyetini bilemeyiz (el-Kasas, 28/88; er-Rahmân, 55/27; el-Leyl,
  92/20; el-Feth 48/10; Sa'd 38/75; Yâsin, 36/83; el-Mâîde, 5/116; el-Bakara 2/1 15). Allahu Teâlâ eşyayı, hiçbir şey
  olmaksızın maddesiz olarak yaratmıştır. (el-Fâtır, 35/1; ez-Zümer, 39/62). Dünyada ve ahirette Allah'ın dilemesi, kader, kaza, bilgi,
  yazgı ve levh-ı Mahfûz'da
  yazısı olmaksızın hiçbir şey var olmaz. Ancak
  Allah'ın kaderi yazması vasıf şeklinde olup, hüküm
  tarzında değildir. Meselâ, "Hasan cehennemliktir",
  yazısı bir hüküm iken, "Hasan dünyada kendi iradesiyle kötü
  yolu tercih edip, kötü ameller işleyecek ve bunun sonucunda cehenneme
  girecek" yazısı, vasıf şeklinde yazmadır. Allah, insanları küfür ve imandan
  boş olarak yarattı, sonra onlara emir verip muhatap
  kıldı. Küfre düşen, kendi işiyle kâfir olur. Allah ondan
  yardımını keser. İman eden de kendi fiil, ikrar ve
  tasdiki ile iman eder. Allah ona yardım edip, imanda muvaffak
  kılar. O, yaratıklarından hiçbirini küfür veya imana
  zorlamamıştır. İman ile küfür kulun kendi işleridir;
  İnsan fiilinin yaratıcısı gerçekte Allâh'tır (ez-Zümer, 39/62; en-Nahl, 16/17; es-Sâffât,
  37/962. Kulların bütün fiilleri Allah'ın dileme, bilgi, kaza ve
  kader ile meydana gelir. Tâat ve ibâdetlerin hepsi
  Allah'ın emri, sevme, rıza, bilgi, dilemesi, kaza ve kader ile
  sabit olur. Kötülükler de aynı şekilde meydana gelir. Allah
  kötülüğü yaratmakla birlikte, ondan razı değildir (el-Kasas, 28/68; Alû İmrân, 3/32, 76, 134; el-Bakara, 2/222). Bütün peygamberler büyük veya küçük
  günah işlemekten, küfre düşmekten ve çirkin işlerden
  korunmuşlardır. Ancak peygamberlerden bir bölümünün bazı kusur
  ve hataları olmuştur. Hz. Âdem'in
  unutarak veya azîmeti terkederek cennetteki
  ağaçtan yemesi (el-Bakara, 2/35), Hz.
  Peygamberin bir soru soran Abdullah b. Ummü Mektûm'a yüzünü buruşturması ve bu yüzden
  uyarılması (Abese, 80/1,2) bunlar arasında sayılabilir.
  Kusursuzluk Allah'a mahsustur. Hadiste şöyle buyurulur:
  "Eğer siz günah işlemeseydiniz Allahü
  Teâlâ günah işleyen bir kavim
  yaratırdı. Bu kavim günah işler, Allah'tan mağfiret
  diler, Allah da onları mağfiret ederdi" (Müslim, Sahîh, IV,
  2106, 2749). Hz. Muhammed Allah'ın elçisidir. Peygamberi ve kuludur. Hadiste "Hristiyanların İsa (a.s.) 'yı
  övdükleri gibi beni övmeyin. Allah'ın kulu ve elçisi, deyin" (Buhâri, Enkiyâ, 48, Ahmet b. Hanbel, I, 23) buyurulur. Hz. Peygamber putlara tapmamış, Allah'a
  kesinlikle eş koşmamış, küçük ve büyük hiçbir günah
  işlememiştir. Sadece bazı davranış tercihlerinde
  uyarılmıştır. Şu ayette bu manayı görmek
  mümkündür: "Allah seni affetti. Onlara niçin izin verdin?" (et-Tevbe, 9/43). Hz. Peygamber'den sonra insanların en faziletlisi Hz.
  Ebû Bekir, sonra Ömer, sonra Osman, sonra Ali (r.anhüm)'dür. Hz. Peygamberin
  sahâbelerini yalnız hayır ile anarız. Büyük günah işleyen
  kimse, bu günahın helâl olduğuna inanmadıkça dinden
  çıkmaz, Mümindir. Mestler üzerine mesh
  etmek sünnettir. Ramazan ayında teravih namazı kılmak sünettir. Fâsık
  imamın arkasında namaz kılmak caizdir. Fâsık,
  mümin olarak dünyadan ayrılırsa ebedî cehennemde kalmaz. Hadiste
  "Günahından tövbe eden, günahsız gibidir" (İbn Mâce, II, 1420; Zühd, H. No 4250). "Allah, kulundan tövbesini kabul
  eden ve kötülüklerini affedendir" (eş-şûrâ, 42/25). Peygamberlerin mucizeleri ve
  evliyânın kerâmeti haktır. Mucize, peygamberlik iddiasında
  bulunan kişinin davasını doğrulamak için gösterilir.
  Ölüyü diriltmek, az olan suyu çoğaltmak gibi. Ümmetin kerâmeti,
  uyduğu peygamber'in kerâmetidir. Veli, taatlara
  devam eden, kötülüklerden sakınan, dünyevî lezzet, şehvet, gaflet,
  oyun ve eğlencelere dalmaktan yüz çeviren, Allah'ı ve
  sıfatlarını tanıyan kimsedir. Hz.
  Ömer'in Medine'de minber üzerinde iken Nihavend'te
  yerde askerlerini görmesi, Hâlid b. Velîd'in zehiri içtiği
  halde, bundan bir zarar görmemesi kerâmet kabilindendir (Aliyyü'l-Kârı,
  Fıkh-ı Ekber
  Şerhi, Terceme, Y. V. Yavuz, İstanbul
  1979, s.191). İblis, Firavun ve Deccal gibi
  Allah düşmanlarında görülen olağanüstü hallere mucize veya
  kerâmet denilmez. Bunlara, ihtiyaçların giderilmesi denir. İblis'e
  yeryüzünde mesafe katetme yetkisinin verilmesi,
  Firavun'un emriyle Nil Nehri'nin dilediği yöne
  akması (ez-Zuhruf, 43/51) bu niteliktedir. Cenâb-ı Hak onlara bu yardımı küfür ve
  azaplarının artması için yapar. Hamdi DÖNDÜREN FIKH-UL EKBER* Rahman ve Rahim olan Allahın
  adıyla Tevhidin aslı, buna iman etmenin
  en doğru yolu şudur: Allaha, meleklerine, kitaplarına,
  peygamberlerine, öldükten sonra dirilmeye, kadere, hayrın ve şerrin
  Allahtan olduğuna, hesap, mizan, cennet ve cehenneme inandım,
  bunların hepsi de haktır, demek gerekir. Yüce Allah, sayı yönüyle
  değil, ortağı olmaması yönüyle birdir.O,
  doğurmamış ve doğrulmamıştır. Ona hiçbir
  şey denk değildir. O Yarattıklarından hiç birine
  benzemez, isimleri, zati ve fiili sıfatıyla Daima var olmuş ve
  var olacaktır. Allahın zati
  sıfatları: hayat, ilim, semi, basar ve irade
  Sıfatlarıdır, Fiili sıfatlar ise, tahlik
  (yaratma), terzik (rızık
  verme), inşa (yapma), ibda(örneksiz yaratma), ve sun' (sanatla yaratma)
  ve diğer fiili sıfatlardır. Allah, sıfatları ve isimleri
  ile var olmuş ve var olacaktır. Onun  İsim ve
  sıfatlarından hiçbiri sonradan olma değildir. O ilmiyle daima
  bilir, ilim Onun ezelde sıfatıdır. O kudretiyle daima
  kadirdir, kudret Onun ezelde sıfatıdır. Kelam ile
  konuştur, kelam Onun  ezelde
  sıfatıdır.  Yaratması ile daima hâlıktır, 
  yaratmak Onun ezelde sıfatıdır. Fiili ile daima
  faildir, fiil Onun ezelde sıfatıdır. Fail Allahtır,
  fiil ise Onun ezelde sıfatıdır. Yapılan şey
  mahluktur.Yüce Allahın fiili ise mahluk değildir. Allahın
  ezeldeki  sıfatları mahluk ve
  sonradan olma değildir. Allahın sıfatlarının
  yaratılmış ve sonradan olduğunu  söyleyen, yahut tereddüt eden veya
  şüphe eden kimse Yüce Allahı inkar etmiş olur. Kuran-ı
  Kerim, Allah kelamı olup, Mushaflarda yazılı, kalplerde
  mahfuz, dil ile okunur ve Hz.Peygambere
  indirilmiştir. Bizim Kuran-ı Kerimi
  telaffuzumuz, yazmamız ve okumamız mahluktur fakat Kuran mahluk değildir. Allahın Kuranda 
  belirttiği Musa ve diğer Peygamberlerden, firavn ve İblisten naklen verdiği haberlerin
  hepsi Allah kelamıdır, onlardan haber vermektedir. Allahın
  kelamı mahluk değildir, fakat Musanın ve  diğer 
  yaratılmışların kelamı  mahluktur. Kuran
  ise Allahın kelamı olup, kadim ve ezelidir. Allah bir şey (varlık)dir, fakat diğer şeyler gibi değildir.
  Onun varlığı cisim, cevher, araz, had, zıd,
  eş ve ortaktan uzaktır. Onun Kuranda  zikrettiği gibi eli, yüzü ve nefsi
  vardır, Allahın Kuranda
  zikrettiği gibi el, yüz ve nefs gibi
  şeyler, keyfiyetsiz sıfatlardır. Onun eli, kudreti veya
  nimetidir denilemez . Zira bu takdirde sıfat iptal edilmiş olur.
  Bu, Kaderiyye 
  ve Mutezilenin görüşüdür. Onun 
  elinin, keyfiyetsiz 
  sıfat  olması gibi,
  gazabı  ve  rızası  da 
  keyfiyetsiz sıfatlarından iki sıfattır. Allah, eşyayı bir
  şeyden yaratmadı. Allah, eşyayı oluşundan Önce,
  ezelde biliyordu. O, eşyayı takdir eden ve oluşturandır.
  Allahın dilemesi, ilmi, kazası,takdiri ve Levh-i
  Mahfuzdaki yazısı olmadan, dünya 
  ve  ahirette  hiçbir şey vaki olmaz.  Ancak onun Levh-i
  Mahfuzdaki yazısı, hüküm olarak değil, vasıf olarak
  yazılıdır. Kaza, kader 
  ve dilemek, Onun nasıl olduğu bilinmeyen
  sıfatlarındandır. Allah, yok olanı yokluğu halinde
  yok olarak bilir, onun yarattığı zaman  nasıl olacağını bilir,
  Var olanı,varlığı halinde var olarak bilir, onun
  yokluğunun nasıl olacağını bilir. Allah ayakta
  duranın ayakta duruş halini, oturduğu zaman da oturuş
  halini bilir. Bütün bu durumlarda Allahın ilminde ne bir
  değişme, ne de sonradan olma bir şey  hasıl olmaz. Değişme ve
  ihtilaf, yaratılanlardan  olur. Allahın Allah Musaya hitap
  etti. (Nisa 164) ayetinde belirttiği gibi, Musa  Allahın  kelamını  işitti.  Şüphesiz ki Allah, Musa ile
  konuşmasından önce de, kelam sıfatı ile muttasıftı. Yüce Allah yaratmadan da ezelde
  yaratıcı idi. Allah, Musaya hitap ettiğinde, ezelde
  sıfatı olan kelamı ile konuştu. Onun
  sıfatlarının hepsi, mahlukların sıfatlarından   başkadır. O bilir, fakat bizim
  işittiğimiz gibi değil. O kadirdir, fakat bizim gücümüzün
  yettiği gibi değil. Biz uzuvlar ve harflerle konuşuruz. Oysaki
  Allah, uzuvsuz ve harfsiz konuşur. Harfler mahluktur, fakat
  Allahın kelamı mahluk 
  değildir. Allah insanları küfür ve imandan hâli
  olarak yaratmış, sonra Onlara hitap ederek emretmiş ve nehyetmiştir. Kafir olan; kendi fiili, hakkı
  inkar ve reddetmesi ve Allahın yardımını  kesmesiyle 
  küfre sapmıştır. İman eden  de kendi fiili, ikrarı, tsdiki ve Allahın muvaffakiyet  ve yardımını ile iman
  etmiştir. Allah Âdemin neslini, sulbünden insan
  şeklinde çıkarmış, Onlara akıl vermiş, hitap
  etmiş, imanı emredip, küfrü yasaklamıştır. Onlar da
  onun Rabb 
  olduğunu ikrar etmişlerdir. Bu, onların
  imanıdır. İşte onlar bu 
  fıtrat üzerine doğarlar. Bundan  sonra küfre sapan  bu fıtratı değiştirip
  bozmuş olur. İman ve tasdik eden de fıtratında sebat ve
  devam göstermiş  olur. Allah, kullarının hiç birini
  iman veya küfre zorlamamış. Onları mümin
  veya  kâfir olarak
  yaratmamıştır. Fakat onları şahıslar olarak
  yaratmıştır. İman ve küfür kulların fiilleridir.
  Allah, küfre sapanı, küfrü esnasında kafir olarak bilir. O kimse
  daha sonra iman ederse, imanı halinde mümin
  olarak bilir, ilmi ve sıfatı değişmeksizin  onu sever. Taatların
  hepsi, Allahın emri, muhabbetti, rızası, ilmi, dilemesi,
  kazası ve takdiri ile vacip kılınmıştır. Mâsiyetlerin hepsi de Allahın ilmi, kazası ,
  takdiri ve dilemesi ile olmakla beraber, rızası ve emri
  değildir. Peygamberlerin hepsi de (salat ve selam olsun) küçük, büyük günah, küfür ve çirkin
  hallerden münezzehtir. Fakat onların sürçme ve hataları vaki
  olmuştur. Hz. Muhammed, Allahın sevgili
  kulu, resûlü, nebisi, seçilmiş tertemiz kuludur. O hiçbir zaman puta
  tapmamış, göz açıp kapayacak bir an bile Allaha ortak
  koşmamıştır. O, küçük büyük hiçbir günah işlememiştir. Peygamberlerden sonra insanların
  en faziletlisi, Ebu Bekr
  es-Sıddîk, sonra Ömer el-Fâruk, 
  sonra Osman b. Affan Zûn-Nûreyn, daha sonra 
  Aliyyul-Murtazadır.
  Allah hepsinden razı   olsun.
  Onlar doğruluk üzere, doğruluktan ayrılmayan, ibadet eden
  kimselerdir. Hepsine sevgi ve saygı duyarız. Hz.Peygamberin
  ashabının hepsini sadece hayırla anarız. Bir müslümanı,
  helal saymaması şartıyla, büyük günahlardan birini
  işlemesi ile kafir sayamayız. Bu durumdaki bir kimseden iman
  ismini  kaldıramayız, ona
  gerçek anlamda mümin deriz. Bir  Müminin kafir
  olmamakla beraber günahkar olması caizdir. Günahlar, mümine
  zarar  vermez demeyiz. Keza günah
  işleyen Kimse  Cehenneme girmez
  de demeyiz. Dünyadan mümin olarak ayrılan
  kimse, fasık da olsa Cehenemde
  ebedi kalacaktır, demeyiz. Mürcienin  dediği gibi, iyiliklerimiz makbul,
  kötülüklerimiz de affetdilmiştir, demeyiz.
  Fakat kim bütün şartlarına uygun, müfsit ayıplardan uzak amel
  işler ve onu küfür ve dinden dönme gibi şeylerle boşa
  çıkarmaz ve dünyadan mümin olarak
  ayrılırsa şüphesiz Allah onun amelini zayi etmez, bilakis
  kabul eder ve ondan dolayı sevap verir, deriz. Allaha ortak koşmak ve küfür
  dışında, büyük ve küçük günah İşleyen, fakat tevbe etmeden mümin olarak
  ölen kimsenin durumu Allahın dilemesine bağlıdır.
  Dilerse ona Cehennemde azap eder, dilerse affeder ve hiç azaba
  uğratmaz. Herhangi bir amele riya
  karıştığı zaman, o amelin ecrini yokeder.
  Keza ucûb (kendi amelini üstün görmek)de  böyledir. Peygamberlerin mucizeleri ve velilerin
  kerametleri haktır. Ancak Haberlerde belirtildiği  üzere İblis, Firavun ve Deccal gibi Allah düşmanlarına  ait olan, onların şimdiye kadar
  vukua geliş ve gelecek hallerine mucize de, keramet de demeyiz. Bu
  onların hacetlerini yerine getirmedir. Zira, Allah, düşmanlarının
  ihtiyaçlarını, onları derece derece
  cezaya çekmek ve sonunda cezalandırmak şeklinde yerine getirir.
  Onlar da bunu aldanarak azgınlık ve küfürde haddi aşarlar.
  Bunların hepsi de caiz ve mümkündür.  Yüce Allah yaratmadan önce de
  yaratıcı, rızıklandırmadan
  önce de rızık verici idi. Allah ahrette
  görülecektir. Müminler Allahı cennette aralarında bir mesafe
  olmaksızın, teşbihsiz ve keyfiyetsiz olarak baş
  gözleriyle göreceklerdir. İman; dil ile ikrar
  kalb ile tasdiktir. Gökte ve yerde
  bulunanların imanı,
  iman edilmesi gereken şeyler yönünden artmaz ve eksilmez, fakat yakîn ve
  tasdik yönünden artar ve eksilir.
  Müminler iman ve tevhid hususunda
  birbirlerine müsâvidirler.
  Fakat amel itibariyle birbirlerinden farklıdırlar. İslam Allahın
  emirlerine teslim olmak ve itaat
  etmek demektir. Lügat itibariyle iman ve İslam arasında fark vardır. Fakat İslamsız iman imansız da İslam olmaz.
  Onların ikisi de bir şeyin içi ve dışı
  gibidirler. Din ise; iman ve
  şeriatlerin hepsine verilen bir isimdir. Biz, Yüce Allahı kendisini kitabında tavsif ettiği bütün sıfatlarıyla gerçek olarak biliriz. Hiç kimse Allaha, Onun şanına layık şekilde hakkıyla ibadet etmeğe kadir değildir. Fakat insan ancak Allahın
  kitabında, Rasulunün
  bildirdiği ölçüde Allaha ibadet eder. Bütün müminler; marifet yakîn, tevekkül, muhabbet, rıza, korku ve ümit
  ve iman hususunda birbirlerine musâvidirler. Bu konuda imanın dışındaki hususlarda
  farklılaşırlar. Peygamberlerin  şefaati haktır. Peygamberimizin şefaati, günahkar müminler ve onlardan
  büyük günah işleyip cezayı hak etmiş olanlar için hakk ve
  sâbittir. Kıyamet günü amellerin mizanla tartılacağı
  hususu haktır. Hz.Peygamberin havzı haktır. Kıyamet günü, hasımlar arasında iyilikler alınarak kısas ve hesaplaşma olması haktır. İyilikler bulunmadığı
  takdirde kötülüklerin atılması, hak ve caizdir. Cennet ve cehennem halen
  yaratılmıştır, ebediyyen de fani olmayacaklardır. Huriler ebediyyen ölmezler. Yüce Allahın cezası da, sevabı da ebedîdir. Allah dilediğini
  kendisinin bir lütfu olarak hidayete ulaştırır.
  Dilediğini de adaletinin
  gereği olarak sapıklığa düşürür.
  Allahın sapıklığa
  düşürmesi, hızlânıdır. Hızla,ânın manası
  ise; Allahın razı olacağı şeylerden onun muvaffak kılmayıp, yardımını kesmesidir.
  Bu Allahın adaleti gereğidir. Keza, Allahın günahkarları, isyanları
  sebebiyle cezalandırması
  da adaleti icabıdır. Şeytan, mümin kuldan imanı baskı ve cebirle alır,
  dememiz doğru değildir. Fakat kul imanı terk ederse şeytan
  da onun imanını
  alır, deriz. Kabirde Münker ne Nekirin sualleri haktır. Kabirde ruhun cesede iade edilmesi
  haktır. Bütün kafirler ve asi
  müminler için kabir sıkıntısı
  ve azabı haktır. Alimlerin, Allahın sıfatlarını
  Farsça (Arapçadan başka bir dille) söylemeleri caizdir. Fakat Yed yani el kelimesi, Allahın sıfatı olarak Farsça söylenemez. Fakat Fasça olarak
  Ruy-i Huda (Allahın yüzü) demek caizdir. Allahın yakınlık
  veya uzaklığı,
  mesafenin uzunluk ve kısalığı
  ile değil, keramet ve zillet
  manasındadır. İtaatli
  olan kul, Allaha keyfiyetsiz olarak yakın, asi kul ise
  keyfiyetsiz olarak Allahtan uzak olur. Yakınlık, uzaklık ve yönelmek, yalvaran kula râcidir. Keza, cennette komşuluk ve Allahın önünde bulunmak da keyfiyetsiz şeylerdir. Kuran-ı Kerim Allahın resulüne indirilmiş olup, mushaflarda yazılıdır. Kelam
  manasında Kuran ayetlerinin hepsi de fazilet ve büyüklük
  bakımından birbirine
  müsavidir. Fakat bazısında zikir ve zikredilen fazileti bahis konusudur. Âyetel Kürsî buna misaldir.
  Burada zikredilen Allahın yüceliği, azameti ve sıfatlarıdır.
  Bu ayette hem zikir, hem de zikredilenin fazileti olarak, iki fazilet biraraya
  gelmiştir. Bu kısmında ise sadece zikir fazileti vardır. Kafirlerin kıssalarında
  olduğu gibi. Bu ayetlerde zikredilenin bir fazileti yoktur, çünkü zikredilenler kafirlerdir. Keza Allahın isim ve sıfatlarının hepsi de azamet ve fazilette müsavidir, aralarında farklılık yoktur. Hz.Peygamberin anne ve babası
  İslam gelmeden önce öldüler. Kasım, Tahir ve İbrahim Allah Rasulunün oğulları,
  Fatıma, Rukiyye, Zeyneb
  ve Ümmü Gülsüm de kızları idiler. İnsan tevhid ilminin inceliklerinden herhangi birinde güçlükle karşılaşırsa, sorup
  öğreneceği bir alim buluncaya kadar, Allah katında doğru olana inanması gerekir. Böyle bir kimseyi
  arayıp bulmakta gecikmesi caiz değildir. Bu hususta tereddüt edilerek beklemek mazur görülmez. Eğer tereddüt ederek beklerse, kafir olur. Mirac haberi haktır. Onu reddeden sapık ve bidatçi olur. Deccalın, Yecüc ve Mecücün ortaya
  çıkması, güneşin
  batıdan doğması,
  Hz.İsanın gökten
  inmesi ve sahih haberlerde bildirilen kıyamet alametlerinin hepsi de haktır. Yüce Allah
  dilediğini doğru
  yola hidayet eder. ............................................................................................ Marmara Üniversitesi İlahiyat
  Vakfı Yayınları No. 49 İslam Klasikleri Serisi: 2, İstanbul-1992. | 
| http://www.oocities.org/maturidimezhebi/ http://www.maturidimezhebi.bz.tc/ http://www.maturidi.sayfasi.com/ http://www.blogcu.com/maturidimezhebi |