| Kelâm veya Akaid ilmi,
    konuları itibariyle en erken şekillenen İslâmî
    ilimlerdendir. Hz. Peygamberin (s.a.s.) vefatından sonra meydana
    gelen bazı hâdiseler ve bu hâdiseler etrafında cereyan 
    eden tartışmalar, daha
    sonra Kelâm ilminin önemli mevzuları arasına girmiştir.
    Kesin bir tarih verilememekle beraber, daha hicrî 70li yıllarda
    kelâmî konuların tartışıldığı
    bilinmektedir (Van Ess, 401).
 İslâm Dini ilk yıllarından itibaren sürekli gelişerek
    kısa zamanda geniş bir coğrafyaya ulaştı. Bu
    bölgelerde Hıristiyan, Yahudi, Sabiî, Mecûsî ve daha bir çok din
    mensubuna rastlanmaktaydı. Bu karşılaşmalar
    neticesinde, safî MüslümanArap toplumu farklı insanlar, farklı
    anlayışlar ve farklı hayat tarzlarıyla
    karşılaşıyordu.
 
 Hz. Peygamber (s.a.s.), insanlar içinde olduğu müddetçe problemlerin
    çözümünde tek merci idi. İnsanlar Onun varlığı ile
    oluşan lâhutî atmosferde daha iyi kulluk yapmanın
    yollarını arıyorlardı. Onun vefatından sonra
    problemlerin üstesinden gelme işi ümmetin omuzlarına biniyordu.
 
 Yeni karşılaşılan hâdiselere dinin esasları
    çerçevesinde çözümler üretmek, bir vazifelendirmeye ihtiyaç
    duymaksızın Kitap ve sünneti bilen insanların birinci vazifesiydi.
    Ortaya konan ciddî düşünceler zamanla büyük kitlelere mal olmaya
    başladı. Bu, çok tabiî bir gelişmeydi; çünkü Kitap ve
    sünneti herkesin aynı ölçüde anlama ve kavrama imkânı yoktu.
    İşte bu ilk dönemden itibaren ümmetin genel kabulüne mazhar olan
    büyük imamlar, Ehli Sünnet, Kurân yolu, Selef
    yolu (Topaloğlu, 9) denilen düşüncenin oluşumunu
    sağlamışlardı. Burada bir çırpıda
    söylediğimiz bu tekevvün için üç asırlık bir zamanın
    yaşanması gerekmiştir.
 
 Ehli Sünnet Kelâmı
 
 Hicrî 3. asırdan önce İslâmî ilimler
    için bir ayrım söz konusu değildir. Dönemin ilim merkezlerinde
    ciddî bir ilmi seviyeye ulaşılmıştır. Bu seviye,
    sadece yeni kültürlerin menfi tesirlerine karşı koymaktan ibaret
    değildir. İslâmda teoloji inanmayanlara karşı bir
    polemik olarak başlamamıştır. Başka inançları
    reddetmek için de geliştirilmiş değildir. (Ess, 414). Bütün
    insanlara gönderilen son ilâhî mesajın, mutlaka bundan daha önemli
    hedefleri vardı.
 
 Erken dönemde, isimleri bütün bir İslâm ilim tarihi boyunca
    hatırlanacak büyük imamlar yetişti. Daha çok fıkıh
    âlimi olarak bilinen İmamı Azam Ebû Hanife, itikadî
    konuların genel çerçevesini çizdiği elFıkhulEkberi bu
    erken dönemde yazdı. İmam, derin fıkıh bilgisi yanında
    kelâm ile de ilgilendiğini şöyle ifade eder: Bu ilimde (kelâm)
    herkesin parmakla gösterip, imrendiği bir seviyeye gelmiştim.
    (Bağdadî, 13:333). İmamın Hicri 150de vefat ettiği
    hatırlanacak olursa, o âna kadar en azından Müslüman ilim
    çevrelerinde Kelâm ilminde ne derece mesafe alındığı
    daha iyi anlaşılır.
 
 Ebû Hanife, Ehli Sünnet fakîhleri içinde ilk mütekellim olandır
    (Beyadî, 19). O, daha çok Hanefi Mezhebi'nin kendisine isnad edildiği
    büyük fıkıhçı olarak şöhret bulmuşsa da,
    İslâm itikad esaslarının şerh ve tedvinini esas alan
    hareketler de İmama çok şey borçludur. Ebû Hanife, fukaha
    arasında, akıl yürütmenin prensiplerini ve usûlünü benimseyen ve
    onları iman esasları ve dinî hükümler üzerinde çalışmak
    üzere tatbik eden ilk kelâmcıdır. Onun
    ve takipçilerinin, rey ve kıyas ehli olarak
    adlandırılmasının sebebi budur (Şerif, 1:281).
    Ebû Hanife, Kelâm ve Fıkıhta öyle bir yere sahiptir ki,
    Mutezile, Mürcie ve Ehli Sünnetin her biri, İmamın
    kendilerinden olduğunu iddia etmişlerdir.
 
 Sünni düşüncenin gelişmesinde isimleri çok zikredilen daha
    başka büyük imamlar da vardı: Hasanı Basri (ö. 110 h.),
    İmamı Şafi (ö. 204 h.), Ahmed İbn Hanbel (ö. 241 h.),
    Haris elMuhasibi (ö. 243 h.), Ebû Ali elKerabisi, İbn Küllâb (ö. 240
    h.), EbulAbbas elKalanisi, bunların önde gelenleridir.
 
 Üçüncü asrın sonlarına doğru, Ehli Sünnetin çizgisi, bütün
    açıklığıyla ortaya çıkmaya başladı.
    Geride bırakılan uzun dönemin tecrübî birikimi, artık
    belirli sistemler çerçevesinde ortaya konuyordu. Şartlar da zaten bunu
    gerektirmekteydi. İmam Maturidinin Tevilâtına bir önsöz yazan
    muhakkik Müstafiz erRahman, Sünnî oluşumu ve şartları
    şöyle anlatıyor: Bu kritik fırkalaşma döneminde bir
    orta yol tutmak, hoşgörülü bir tavır takınmak suretiyle
    uzlaşmak ve krizi çözmek kaçınılmaz bir hâl
    aldığında, İslâm dünyasının muhtelif
    bölgelerinde üç önder ortaya çıktı: Mısırda Tahavi (ö.
    321 h.), Irak'ta Eş'ari (ö. 324 h.) ve Orta
    Asyada Maturidi (ö. 333 h.). Bunların hepsi, akla uyan ve vahye
    mutabık bir sistem tatbik etmek suretiyle rahatsızlık veren
    problemleri halletmeye yöneldiler (Rahman, 3).
 
 Eşariye, Maturidiye, Tahaviye
 
 Dinin imana dair meseleleri sadece zihnî tatmin vasıtaları
    değildir. İnanan her insanın bilmek zorunda olduğu
    meseleler vardır. Yukarıda bahsettiğimiz İmam Ebû
    Hanifenin elFıkhulEkber adlı risalesi kelâma dair önemli
    metinlerden biridir ve İslâm Dini'nin temel inanç esaslarını
    asgari ölçüde vermektedir. Kelâm tarihi, işte bu 510 sayfa içine
    sığabilen ve bu hâli ile her Müslümanın bilmesi mecburi olan
    meseleler etrafında dönmektedir.
 
 İmam Azamın formüle ettiği iman esasları kendisinden
    önce yıllarca konuşulup tartışılmış
    meselelerdi. Ama onun bu konuları, derin anlayışı ile
    bir sistematiğe oturtması kendinden sonrakiler üzerinde
    tartışmasız bir tesir icra etti. Burada detaya inmeden ele
    alacağımız üç itikadî çizginin İmam Ebû Hanife ile
    ciddî münasebeti vardır.
 
 Eşarî düşünce, ortaya çıkmaya başladığı
    yer itibarı ile ilk dönemden itibaren Ehli Sünnetin en tesirli ve en
    yaygın itikadî sistemidir. İslâmî medreselerde uzun yıllar
    bu mezhebin görüşleri istikametinde eserler okunmuş ve
    okutulmuştur. İmam Eşariden sonra da çok güçlü temsilciler
    bulan bu itikadî çizgi, Maturidîlikle birlikte İslâm toplumunun büyük
    çoğunluğunun caddei kübrası hâline gelmiş,
    zamanımıza kadar da bu özelliğini korumuştur
    (Şerif, 1:277).
 
 İmam Eşarinin uzun bir süre içerisinde bulunduğu Mutezile
    Mezhebi'nden ayrılması ile alâkalı değişik vakalar
    anlatılır. Bu büyük imamın çok az insanın
    karşı karşıya kalacağı bir karar arefesinde
    böyle bir saf değiştirme noktasına varabilmesi için ciddî
    sebeplerin bulunması, ayrıca böyle bir dönüm noktası ile
    kararı etkileyen hâdisenin birbiriyle uyum içinde olması gerekir.
    Evet, bu konuda varılan şu netice hiç de yanlış olmasa
    gerektir: Eşaride bu değişikliğin meydana gelmesinde
    Ebû Hanifeden itibaren gelişen Sünnî kelâm hareketi önemli bir rol
    oynamış ve onun gönlünde makes bulmuş olmalıdır
    (Yavuz, DİB İ.A. 11:448).
 
 Esas itibariyle Tahaviyye, müstakil bir mezhep olarak ele
    alınmamıştır. Ancak Maturidiyye ile büyük bir
    yakınlık arz ettiğinden, İmam Maturidinin İmam
    Ebû Hanife ile olan münasebetinin daha anlaşılır olması
    için bu çizgiden de kısaca bahsetmek faydalı olacaktır.
 
 Ebû Cafer etTahavinin üzerindeki Ebû Hanife etkisi oldukça belirgindir.
    O, daha sonra ele alacağımız Maturidi gibi, hem
    fıkıh hem de kelâm mevzuunda İmamın takipçisiydi.
    AkidetütTahaviyye olarak bilinen Beyanu İtikadi EhlisSünne
    velCemaa alâ Mezhebi Fukahai Ebî Hanife ve Ebî Yusuf elEnsari ve
    Muhammed b. Hasen (Kevseri, 49) adlı eseri, Ebû Hanifeye ait itikadî düşünceleri
    destekliyor olması açısından önemlidir. Onun tek gayesi,
    İmamın görüşlerinin bir özetini vermek ve bunların
    Ehli Sünnetin ananevî görüşleriyle uyum içinde
    olduklarını göstermeye ça lışmaktır (Şerif,
    1:280281). Tahavi, şüphe ve karışıklıkları
    gidermede değerli hizmetlerde bulunmuş ve İmamın
    tutumunu açık bir dille izah etmiştir. Onun akidesinin önemi,
    Ehli Sünnetin ilk kelâm ekolünü kuran, kendisinin de sadık bir
    takipçisi olduğu İmam Ebû Hanifenin, görüşlerini
    sunmasında görülür (a.g.e., 1:293).
 
 İmam Maturidinin İmamı Azam ile olan münasebeti ise,
    önceki iki imama nazaran daha farklı bir seyir takip eder. En
    azından Maturidi, Tahavi gibi İmamın düşüncelerini
    aktarmakla kalmaz, Ebû Hanifenin görüşlerine rasyonelkelâmî bir
    temel bulma çabası içinde görülür. Tahavi muhafazakâr bir takipçi
    olarak değerlendirilirse, Maturidi, tahlilî bir konumda bulunuyor
    demektir (a.g.e., 1:281).
 
 Ebû Hanifenin İslâm itikadı üzerindeki bu derin tesirine
    değindikten sonra, bu tesirin Orta Asya genelinde ve İmam
    Maturidi özelinde nasıl göründüğüne temas edeceğiz.
 
 İmamulHüda, İmamul-Mütekelimîn el-Maturidi
 
 
 Ebû Mansur Muhammed İbn Muhammed İbn Mahmud elMaturidi, daha çok
    Maturidi nisbeti ile tanınmaktadır (İbn Kutluboğa,
    201). Bazı kaynaklar onu, Semerkandi nisbeti ile verir. Mezhepler
    Tarihi yazarları, Maturidi hakkında oldukça suskun
    davranmışlardır. ElBağdadi (ö. 429 h.), İbn Hazm
    (ö. 456 h.), EbulMuzaffer elİsferaini (ö. 471 h.) gibi müellifler,
    Maturididen bahsetmezler. Hayatı hakkında tatmin edici bir bilgi
    olmadığı için, döneminin şartları, kendi
    hocaları, aynı asrı paylaşanlardan yola çıkarak
    bir biyografi tesbitine mecbur kalınmıştır. Vefat
    tarihi hakkında genel olarak hicri 333 yılı verilir.
    Doğum tarihi olarak kesin bir bilgi yoktur. İmamın
    hocalarından olan Mukatil erRazi 248 h. tarihinde vefat
    etmiştir. Buna göre Maturidinin bu tarihten önce ve muhtemelen en geç
    238 h.de doğmuş olabileceği şeklinde bir tahminde
    bulunulur (Avdayn, 10).
 
 İmam Maturidinin yıldızı Samanilerin güçlü yönetimi
    devresinde parladı. Samaniler 261389/874999 yılları
    arasında İranın bütününe hâkim olmuşlardı.
    İlim ve edebiyat adamlarını himaye ettikleri için, ülkeleri
    ilmî çalışmalar adına iyi bir zemin teşkil ediyordu
    (Emin, 1: 260). Maturidi, anayurdundaki bu huzurlu akademik atmosfer ve
    kültürel çevre içinde, çeşitli İslâmî ilimleri zamanın
    seçkin âlimlerinden tahsil etme imkânı buldu. Kaynakların Ebû
    Bekir Ahmed İbn İshak, Fakîhu Semerkand diye tanınan Ebû
    Nasr Ahmed b. elAbbas elİyadi, Nusayr b. Yahya elBelhi (ö. 269 h.)
    ve Rey kadısı olan Muhammed İbn Mukatil erRazi (ö. 248 h.)
    olarak zikrettiği bu âlimler, İmamı Azamın
    talebeleridir. Maturidinin bu hocaları, İmam Azamdan rivâyet
    zincirine sahiptiler (Rahman, 13).
 
 İmamı Azamın bir çok talebesi Horasan ve Türkistan
    menşeliydi. Hamuleleri ile yurtlarına döndükleri zaman Mukatil
    İbn Hayyan elBelhi ve İsam İbn Yusuf
    elFıkhulEkberi; Nusayr İbn Yahya elBelhi ve Ebû Muti
    elFıkhulEvsatı; Musa İbn Süleyman ve Ebû Mukatil
    esSemerkandi elÂlim velMüteallimi Horasan ve Maveraünnehir
    taraflarına götürdüler. Ebû Yusuf elEnsari ile Yusuf İbn Halid
    ve Muhammed İbn Mukatil, İmamın vasiyetlerini
    yazdılar. Ebû Yusufun tayin ettiği kadılar da gittikleri yerlerde
    Ebû Hanifenin akide anlayışını yayıyor ve
    savunuyorlardı. Bu suretle Buhara, Belh ve Semerkant çevresinde bütünü
    ile selef akidesini savunan büyük bir fukaha zümresi vücuda geldi (Yörükan,
    128). Yine bu bölgede, fıkıh mezhebi olarak da Hanefilik
    geniş yayılma imkânı buldu.
 
 İbn Hakim esSemerkandi (ö. 340 h.), bu dönemde Horasan ve
    Maveraünnehir civarında Hanefi düşünceyi temsil eden 400den fazla ilim
    adamının bulunduğunu söyler (Hanefi, 32).
 
 Zahid elKevseri, Hanefi Mezhebi'nin bu bölgedeki tesir sebepleri olarak
    şunları zikreder:
 
 İmamı Azamın bu kıymetli talebeleri (Orta Asyaya
    dönüp İmamın eserlerini rivâyet edenler), Hz. Peygamberin
    (s.a.s.) ve ashâbının ortaya koydukları inanç
    esaslarını bütün âleme yaydılar. O dönemde, Maveraünnehir,
    bidat ehlinden ve yeni cereyanlardan uzak bulunuyordu. Sünneti
    Seniyyenin buralardaki hakimiyeti ile bu eserler nesil be nesil elden ele
    dolaştıktan sonra, nihayet İmamulHüda Ebû Mansur
    elMaturidiye ulaştı (Kevserî, İşârâta
    önsöz, 6).
 
 Orta Asyada bulunan Semerkant, Buhara ve civar şehirler, bu
    yüzyıllarda birer ilim merkezi olma konumundaydılar. Abbasi
    Devleti eski gücünü kaybedince Bağdad, tek ilim merkezi olmaktan
    çıkmış, söz konusu Orta Asya şehirleri önem arz etmeye
    başlamıştı (Yazıcıoğlu, 283).
 
 Batılı bir yazar, bu şehirlerdeki ilmî hareketliliğin
    yanında, hayranlığını da şöyle dile getirir:
 
 Doğu memleketleri içinde Buhara, İslâmın kubbesidir ve
    onlar arasında konumu itibarı ile Bağdata benzemektedir.
    Çevresi âlimlerin nuruyla aydınlanmış, en nadide yüce
    şahsiyetlerle süslenmiştir. Kadim devirlerden itibaren her
    çağda o, her bölgeden büyük din âlimlerinin buluştuğu yer ol
    muştur (Frye, 425).
 
 Sosyal şartlar, Maturidinin ileride Ehli Sünnetin en önemli akide
    ve düşünce sistemini oluşturması için oldukça müsaitti. O,
    İmam Eşariye nazaran serbest ve hür düşüncenin daha
    yaygın olduğu bir ortamda bulunuyordu. Ayrıca, bir cevap
    verme ve tepki ortaya koyma konumunda da değildi.
 
 Bu fikrî zemin, felsefî ve kelâmî münakaşaların seviyesi
    açısından olumlu sonuçlar verdiği şüphesizdir.
    Maturidinin problemlere, Bağdad ilim ve itikad ortamında yetişen
    çağdaşı EbulHasen elEşariden daha rasyonel bir
    açıdan yaklaşması, içinde bulunulan kültürel ortamların
    etkisinden olsa gerektir (Yazıcıoğlu, 284).
 
 Ebû Zehra, İmam Maturidinin bulunduğu ortamı şöyle
    değerlendiriyor:
 
 Ebû Mansur elMaturidi ile EbulHasen elEşari aynı dönemde
    yaşamış ve her biri, diğeriyle aynı gaye
    uğrunda çalışmıştır. Ancak İmam
    elEşari, karşı tarafın kışlasına daha
    yakındı. Basrada ikamet ediyordu. Bilindiği gibi 
    Basra, Mutezilenin vatanı ve
    doğduğu yerdi. Fıkıh ve Hadîs âlimleri ile Mutezile
    arasında süren mücadele, Basranın da içinde
    bulunduğu Irak bölgesinde geçiyordu. Maturidi ise, mücadele
    alanından uzakta idi. Ancak mücadelenin yankısı,
    Maturidinin bulunduğu bölgeye kadar ulaşıyordu.
    Maveraünnehir kentlerinde de Irak Mutezilesi'nin sözlerini tekrarlayan
    Mutezililer bulunuyordu. Bunlara da Maturidi karşı koyuyordu
    (Zehra, 186).
 
 İmam Maturidi, şüphesiz çağındaki fikrî cereyanlardan
    haberdardı. Eserlerinde onun, Karmatilerin, Şiîlerin ve özellikle
    Mutezilenin görüş ve fikirlerini çürütmeye büyük çaba
    sarfettiği belirgin ise de, o, İmam Eşarî ölçüsünde bir
    tartışma ortamının içinde değildi.
 
 Metodu ve sistemi
 
 İmam Maturidi, bilgi elde etme yollarını, kendinden
    öncekiler gibi üçe ayırır: aSağlıklı duyu
    organları (elAyan) bHaber (elAhbar) cAkıl (Nazar) (Maturidî,
    1).
 
 Maturidiye göre, bu bilgi kaynakları içinde aklın hususi bir
    yeri vardır. Çünkü aklın yardımı olmadan duyular ve
    haber, gerçek bilgiyi sağlayamaz. Metafizik bilgiler ve ahlâkî
    düsturlar bu kaynakla algılanır. İnsanları hayvanlardan
    ayıran da akıldır. Maturidî, aklın gerçek bilgiyi
    veremeyeceğini iddia edenlere karşı, aklı kullanmadan
    onların kendi düşüncelerini dahi ispatlayamayacaklarını
    söyler.
 
 Şüphesiz akıl, Maturidinin sisteminde üstün bir yere sahiptir,
    ama, hemen belirtelim ki, onun akıldan kasdı, rasyonalizmin
    savunduğu akıl değildir. Müslüman âlimler, akıl deyince
    daha çok, bütün fakülteleri, öğrenme hususiyeti ve melekeleriyle
    birlikte arızadan uzak zihni anlamışlardır. Bunun
    yanısıra, Matüridiye göre, akıl bilmeye muhtaç
    olduğumuz her şeyin gerçek bilgisini veremez. Duyular gibi onun
    da bir sınırı vardır. Bazen insan aklı; arzu,
    alışkanlık, çevre ve toplum gibi faktörlerle
    bulandırılır ve tesir altında kalır. Sonuçta kendi
    alanında olan şeylerin bile gerçek bilgisini vermekte
    başarısız olur. Bundan dolayı akıl, onu dalâlete
    düşmekten koruyan, doğru yola yönelten, ince ve esrarengiz
    meseleleri anlamasına yardım eden ve gerçeği bildiren bir
    kılavuza muhtaçtır Bu kılavuz, peygamberlere gelen
    vahiydir.
 
 Maturidîye göre vahiy, sadece dini meselelere hasredilemez; bilâkis birçok
    dünyevî meselelerde de onun kılavuzluğuna ihtiyaç vardır.
    Çeşitli besin maddelerinin ve ilâçların keşfi, sanat ve
    mesleklerin icadı, hep bu hidayetin sonuçlarıdır. İnsan
    aklı, bu tür meselelerin bir çoğunda hiçbir bilgi vermez ve
    insan, bütün bu şeyler hakkında bilgi için sadece şahsi
    tecrübelerine güvenmek zorunda kalsaydı, medeniyet bu kadar
    hızlı bir gelişme kaydedemezdi.
 
 Buradan anlaşılmaktadır ki, akıl ve vahiy birlikte,
    Maturidinin sisteminde önemli bir yer işgal etmektedir. Ona göre,
    dinî inancın malzemeleri vahiyden çıkarılır ve
    aklın görevi de, onları doğru bir şekilde
    anlatmaktır. Vahiy doğru anlaşılır ve akılla
    vahyin gerçek konumları iyi belirlenirse, akılla vahiy
    arasında ihtilâf olmadığı görülür (Şerif, 1:300).
 
 Maturidinin kendi sistemi içindeki görüşleri kelâm tarihi
    kitaplarında detaylı olarak anlatılmaktadır (Gölcük,
    78). Maturidi ile Eşari arasındaki bazı farklı
    noktalar hakkında müstakil kitaplar da
    yazılmıştır. Bunlara misal olarak, Allâme Kemalüddin
    Ahmed elBeyadinin İşaratulMeram min İbaratilİmam,
    Allâme elHasen İbn AbdilMuhsin elMeshur Ebû Azbenin
    RavdatulBehiyye fîmâ beynelEşairati velMaturidiyye, Abdurrahman
    İbn Ali eşŞehir Şeyhzadenin NazmulFeraid ve
    CemulFevaid adlı eserlerini zikredebiliriz.
 
 Maturidinin sistemine de kısaca değinmek istiyoruz: İmam
    Maturidi, kendi sistemini iki ana prensip üzerine bina etmiştir:
    Tenzih ve Hikmet. O, tenzih prensibinde, Allah ile başka herhangi bir
    varlık arasında benzerlik kurma (teşbih) ve Ona şekil,
    cisim atfetme (tecsim) düşüncesine Allahın
    sıfatlarını inkâr etmeksizin karşı çıkar.
    Kurânda kullanılan Allahın eli, yüzü, arşı
    istivası gibi tecsimi akla getiren ifadeler zahirî anlamları ile
    ele alınmamalıdır, çünkü bu ifadelerin lâfzen tercümesi,
    Kurânın sarih ayetleriyle çelişki teşkil eder. Bundan
    dolayı bu bölümler, tevhid akidesiyle mutabık bir tarzda, Allah
    Teâlâyı tenzih eden bölümlerin
    ışığı altında tefsir edilmeli ve kelimelerin
    Arapçadaki anlam ve deyimleri açısından da kabul edilebilir olmasına itina
    gösterilmelidir. Aksi hâlde, onların gerçek anlamları
    Allahın ilmine havale edilmelidir.
 
 Hikmet konusunda da Maturidi şöyle der: Hikmet, bir şeyi aslî
    yerine koymaktır; onun için ilâhî hikmet; adalet, inayet ve faziletin
    hepsini ihtiva eder. Allah, mutlak hikmet sahibidir ve O, katiyen abes bir
    iş yapmaz (Şerif, 302).
 
 Maturidinin sisteminde önemli bir yere sahip olan Hikmet konusu,
    günümüzde çok konuşulan MakasıduşŞeria, Şariin
    Maksatları, Hikmeti Teşri konularında Maturidi sistemi
    hakkında bize bir fikir vermektedir. Bir de, fıkıh ile alâkalı
    bir kitabına MehazuşŞerai' ismini vermesi, onun sistemini
    daha dikkat çekici bir hâle getirmektedir. Şöyle ki: İmam
    Şatıbinin makasıd düşüncesini ele alan Ahmed Reysuni,
    Şatıbiye gelinceye kadar bu düşüncenin öncüleri
    hakkında bilgi verir. Şâriin hedef ve maksadlarını
    anlama yönündeki her türlü gayret tezahürlerini değerlendiren Reysuni,
    İmam Maturidinin fıkıh usûlü ile alâkalı bir
    kitabına bu ismi vermesini, Şâriin hedeflerini anlama
    istikametinde çok erken dönemin bir müjdesi olarak
    değerlendirmektedir: Aslında araştırmamın temel
    çerçevesini İmam elHaremeyn elCüveyni (ö. 478 h.) ve
    İmam elGazzali (ö. 505 h.) ile sınırlandırmam daha
    uygun olurdu; çünkü bu iki imam, Şâriin maksad ve hedefleri hususunda
    yeteri kadar bilgi vermektedirler. Ancak, onlardan çok önce de bu konuda
    düşünmüş olanların bulunabileceği dikkatlerden
    kaçmamalıdır. İmam elHaremeyn ve İmam Gazzaliye kadar
    genel olarak fıkıh ve fıkıh usûlü sahalarında
    ciddî çalışmalar yapılmıştır. Ne yazık
    ki, hicri 3. ve 4. asırlarda
    yapılan fıkıh ve fıkıh usûlü
    çalışmaları çeşitli sebeplerden elimize
    ulaşmamıştır (Reysuni, 31). Ya bu eserler tamamı
    ile zayi olmuş veya bir yerlerde keşfedilmeyi beklemektedirler.
 
 Talebeleri
 
 Kaynakların İmam Maturidinin talebeleri hakkında
    verdiği bilgiler de, kendi hayatı hususundaki bilgiler gibi
    oldukça yetersizdir. Kaynakların verdiği kadarı ile
    Maturidinin (önde gelen) talebeleri şunlardır:
 
 1Kadı EbulKasım İshak b. Muhammed İbn İsmail
    (ö. 340 h.): Maturidinin yakın bir dostu ve talebesidir.
    Hocasının görüşlerini esSevadulAzam adlı eserinde
    toplamıştır. (Bu risale, tarihsiz olarak birçok defa
    basılmıştır.)
 
 2İmam EbulHasen Ali İbn Said erRustuğfeni:
    Zamanının önde gelen kelâmcılarındandır.
 Kasım İbn Kutluboğa, İrsadulMühtedi, ezZevaid
    velFevaid fi EnvailUlûm adlı iki kitabından bahseder. Ancak
    Rustuğfeninin vefat tarihini zikretmemektedir (İbn
    Kutluboğa, 145).
 
 3İmam Ebû Muhammed Abdülkerim İbn Musa el-Pezdevi (ö. 390 h.).
 
 4Şeyh Ebû Esma İbn EbulLeys elBuhari (Rahman, 20).
 
 
 
 
 Eserleri
 
 İmam Maturidiye bir çok kitap isnad edilmektedir. Onun
    TevilâtulKurânına önsöz yazan Mustafiz erRahman, orada Maturidi
    için yirmi dört tane eser saymakta ve bu eserleri ilmi kategorilere
    ayırdıktan sonra, bulundukları kütüphaneleri de vermektedir.
    Bunun yanısıra, Maturidînin bilinen birçok kitabına da
    ulaşılamamıştır. Birçok el yazması
    kitabı, yılların ihmali ile hâlâ ciddiyetle ele
    alınmamıştır. Meselâ Tevilâtu EhlisSünne adlı
    kitabının kırk kadar el yazma nüshası vardır.
    Bunların büyük bir kısmı İstanbul kütüphanelerindedir.
    En son 1983te Bağdatta bu kitabın sadece bir kısmı
    basılmış, daha sonra devamı getirilememiştir
    (Rahman, 4). Aynı şekilde, 1953te Y. Z. Yörükan tarafından
    yayına hazırlanan ve kısaca terceme edilen RisaletutTevhid
    basıldığı gibi kalmıştır
    (Yazıcıoğlu, 298).
 
 Maturidi hakkında kaynaklarda yeterli bilgi
    bulunmadığına daha önce değinmiştik. Bu durumda
    İmam, eserlerinden yola çıkılarak tanınmaya
    çalışılacaktır. Ancak eserlerinin günümüz imkânları
    kullanılarak hâlâ ilim dünyasının hizmetine sunulmaması
    ciddî bir ihmaldir. Araştırmacılar ilk elden kaynaklara
    ulaşamadıkları için Maturidi hakkında yazılan
    biyografiler, dar bir çerçevenin dışına
    çıkamamaktadır.
 
 İmam Maturidinin fikirlerinin günümüze taşınmasında
    ihmal edilmemesi gereken iki kelâm âlimi Ebû Muîn enNesefi (ö. 508 h.) ve
    İmam Nureddin esSabuni (ö. 580 h.), Maturidi kelâmı
    açısından çok önemlidir. Hem mezhebi tanımak hem de
    imamı hakkında yeterli bir kanaate ulaşabilmek için bu iki
    müellif beraber değerlendirilmelidir.
 
 İmam Maturidinin eserleri olarak kaynaklar daha
    çok şu isimleri zikreder:
 
 1KitabutTevhid
 2KitabulMakalât
 3Kitabu Reddi EvâililEdille
 4Kitabu Beyani VehmilMutezile
 5Kitabu TevilâtilKurân
 6Kitabu Reddi TehzibilCedel lilKabi
 7Reddü Kitabi VaidilFüssak lilKabi
 8ReddulUsûlilHamse li Ebî Muhammed elBehîli
 9Reddu Kitabilİmam li BadirRevafıd
 10KitaburRedd alâ UsûlilKaramita
 11 KitaburRedd alâ Furûil Karamita
 12Kitabu MehazişŞerai'
 13KitabulCedel (İbn Kutluboğa, 201202; Zebidî, 2:7).
 
 İslâm Dini itikadının iki önemli ekolü olan Eşarilik
    ve Maturidilik, tarihte olduğu gibi, günümüz Müslümanlarının
    da çoğunluğunun itikadını oluşturmaktadır.
    Mutlak mânâda Ehli Sünnet dendiğinde, Eşariyye ve Maturidiyye
    akla gelmektedir (Zebidî, 2:8) Tarihî seyirleri içerisinde aralarında
    cereyan eden tartışmalar,
    İslâm cemiyetinin zihnî gelişimi ve seviyesi açısından
    çok önemlidir. Aralarındaki çok küçük ayrılıkları, bu
    iki mezhepten biri için katı bir taraftarlığa vardırmak
    ve bunun için zayıf bahaneler üretmek hiçbir fayda
    sağlamayacaktır. Asırların tasdikini üzerlerinde
    taşıyan bu iki köklü akide yolunun, daha doğrusu, ikisi
    birlikte bir büyük yolun bundan sonra da ümmetin ihtiyacını
    karşılayabilecek bir yapıda olduğu herkesin yakinen
    bildiği bir hakikattir.
 Yeni Umit Sayı
    : 57 # Temmuz - Ağustos - Eylül 2002
 Kaynaklar
 Avdayn, İbrahim Seyyid, Tevilâtu EhlisSünne önsözü, Kahire,
    1971.
 elBağdâdî, Hatib, Tarihu
    Bağdâd, Beyrut, (tarihsiz).
 elBeyadi, Allâme Kemalüddin Ahmed,
    İşârâtulMeram min İbârâtilİmam, Mısır,
    1949.
 Emin, Ahmed, Zuhrulİslâm, Kahire, 1962.
 Ess, Josef Van, İslâm Kelâmının
    Başlangıcı, tercüme: Şaban Ali Düzgün, A.Ü.İ.F.D,
    2000.
 Frye, R. Nelson, Orta Çağ Başarısı Buhara, Çev.: Dr. Hasan Kurt, A.Ü.İ.F. Dergisi, 2000/XLI.
 Gölcük, Şerafeddin, Kelâm Tarihi, Konya,1992.
 elHanefi, EbulKasım
    İshak b. Muhammed, esSevadulAzam, İstanbul (tarihsiz).
 Işık, Kemal, Maturidinin Kelâm Sisteminde İmanAllah ve
    Peygamberlik Anlayışı, Ankara, 1980.
 elKevseri, Zahid, elHâvi fî SIratilİmam
    Ebî Cafer etTahavi, Mısır, 1995.
 İşarâtulMeram min İbaratilİmam için önsöz,
    Mısır, 1949.
 elMaturidi, Ebû Mansur Muhammed b.
    Muhammed b. Mahmud, KitabutTevhid, Yayına Hazırlayan: Prof. Y.
    Ziya Yörükan, İstanbul,1953.
 erRahman, Muhammed Mustafiz,
    Tevilâta Önsöz, Bağdat, 1983.
 erReysuni, Ahmet,
    NazariyyetulMakasıd indelİmam eşŞatıbî,
    Lübnan, 1992.
 İbn Kutluboğa, Zeynüddin EbulAdl Kasım,
    TacütTeracim, Dubai,1992.
 Şerif, M. M . İslâm Düşüncesi Tarihi,
    Maturidilik, tercüme: Ahmet Ünal, İstanbul, 1990.
 Topaloğlu, Bekir, Maturidiye Akaidi (Sabunîden tercüme), DİB
    yay.
 Yavuz, Yusuf Şevki, Maturidiyye, DİB İslâm
    Ansiklopedisi, c.11.
 Yazıcıoğlu, M. Sait, Maturidi Kelâm Ekolünün İki
    Büyük Siması: Ebû Mansur Maturidi Ve EbulMuin Nesefi, A.Ü.İ.F.
    Dergisi, 1985/XXVII.
 Yörükan,Yusuf Ziya, İslâm Akaid
    Sisteminde Gelişmeler ve Ebû Mansur elMaturidi, A.Ü. İlâhiyat
    Fakültesi Dergisi, 1953/IIIII.
 Zehra, M. Ebû, Mezhepler Tarihi, çev.: Sıbğatullah Kaya,
    İstanbul, 1996.
   
 |