[Yahudi ve Hiristiyanlar ve...]
[Mezheplerin birbirine karşı...]
[Bazı aşırı
mutasavvıflar hakkında...]
[Diğer Dinler, İlahî rahmetin
kapsadıkları...]
Faysalü't-Tefrika[1]
on beş fasıldan oluşmaktadır. Gazzâlî
eserin girişinde bazı kişiler tarafından eserlerinin,
selef-i salihin ve kelam alimlerinin
görüşlerine aykırı fikirler bulunduğu gerekçesiyle,
kötülendiğini söylemekte ve buna üzülen dostuna üzülmemesini
öğütlemektedir. Gazzâli’nin ifadeleriyle
“Bu gibi kimselerin iddialarına göre bu kitaplarda eski alimlerin ve
büyük kelamcıların benimsedikleri mezhebe muhalefet edilmiştir. Yine
 onlara göre Eş’arî
mezhebinden bir arpa ucu kadar sapmak bile küfürdür, çok önemsiz
hususlarda dahi Eş’ari’ye muhalefet etmek gaflet
ve dalalettir”. (s. 12) Aslında Gazzâlî'ye
göre kafirlikle suçlanmak çok da kötü bir şey değil
gibidir. O, “kafir ve sapık olmakla itham edilmeyen kimseyi küçük
görürüm”[2]
demektedir. Buna delil olarak da Hz. Peygamber’e bile
“deli”, Kur’ân’a da “eskilerin masalı”
dendiğini hatırlatmaktadır. O bu gibi kişilerle mücadele
ederek vakit geçirilmemesini tavsiye etmektedir. (s. 13) Ona göre küfür
ile imanın mahiyetleri ve tariflerini, hak ile dalaletin sırları
ve sınırlarını, kalpleri mal ve makam sevgisi ile
kirlenmiş kimseler idrak edemezler.[3] ( s. 14,15).
Mezhep taassubu içinde olanları da eleştiren Gazzâli “küfrün Eş’arî, Mu'tezile ve Hanbeli gibi belli
bir mezhebe muhalefet etmek” olduğunu iddia edeni, ahmak ve budala olarak
nitelemektedir[4].
Gazzalî’nin tavsiyesi “onu düzelteceğim diye
zamanı zayi etme” şeklindedir. (s. 17) O, Eş’ariyye
ve Mu’tezile ulemasının Allah’ın
sıfatları konusundaki görüş ayrılıklarından
örnekler vererek bu tür meselelerde farklı düşünceye sahip
olanların birbirini tekfir etmemesi gerektiğini belirtmektedir.
Nitekim –Eş’arî ile Bâkıllânî
arasında olduğu gibi- bir mezhebin kendi içinde de farklı
görüşler ileri sürülebilmektedir (18-20). 
Üçüncü fasıldaki ifadelerine göre kelime-i tevhide samimi bir
şekilde bağlı kaldıkları, bununla çelişkiye
düşmedikleri müddetçe, yolları ne kadar farklı olursa olsun, Ehl-i İslam’a dil uzatmaktan ve mezhepleri tekfirden
kaçınmalıdır[5].
Gazzâlî'nin
tarifine göre “küfür, Hz. Peygamber’i Allah’tan
getirdiği şeyler hususunda tekzip etmektir. İman ise
getirdiği şeylerin cümlesinde tasdik etmektir. Yahudi ve Hıristiyanlar
Hz. Peygamber’i tekzip ettikleri için kafirdir”[6].
Bunlar kafir olunca Brahmanlar ve Dehrîler zaten
kafirdir. (s. 22-23) 
Her fırka, muhalifini tekfir etmekte ve diğerlerini
Hz. Peygamber’i tekzip etmekle itham etmektedir. Gazzali’ye göre bu çıkmazdan çıkmanın
tek yolu İslam’a göre “tekzip” ve tasdikin manasının
bilinmesidir. Müellif dördüncü fasılda tasdik ile tekzip terimlerinin
tanımlarını yapmakta: bu münasebetle tasdik ve tekzibe konu olan
varlığı da zâtî, hissî, hayâli, aklî ve şibhî
şeklinde beş bölüme ayırarak
incelemektedir.
Beşinci fasılda bu beş nevi
varlığın tevil ile münasebetini ele almaktadır.
Gazzâlî
altıncı fasılda “tevil yapanlar, tevil kanununa riayet ettikleri
müddetçe tekfir edilmeleri icab etmez” demektedir (s.
36). O, nasların zahirine titizlikle
bağlı kalma gayreti içinde olanların bile zaman zaman tevile başvurma zaruretini hissettiklerini,
bunun önemli temsilcisi Ahmed b. Hanbel’den örnekler verip ortaya koymaya
çalışmaktadır. 
Eserin yedinci faslında tevilin mutlaka belirli
prensiplere bağlı kalınarak yapılmasının ve tevil
konusunda muhatabın seviyesinin dikkate alınmasının
gereği ile avam-havas ayırımının önemi üzerinde
durulmaktadır. Gazzâlî bu fasılda bazı
tevil kaidelerini özet olarak verir.
Ona göre ne olursa olsun, hiçbir mezhebin muhalifini
delilde hata etti diye tekfir etmesi doğru olmaz. Fakat “dalaletçi” ve bid’atcı” demesi caiz. Dalaletci
demesinin sebebi; kendisine göre, doğru olan yoldan sapmış
olmasından; bidatcı demesinin sebebi ise
selef-i salihinin hakkında ne
söylediği açıkça malum olmayan bir mevzuda yeni bir
görüş ortaya atmış olmasındandır[7] (s. 41). 
Sekizinci fasılda tevilin
kısımları incelenir ve temel itikadi
esasların dışında kalan meselelerle ilgili tevilin, tekfiri
gerektirmeyeceği ifade edilir[8] (s. 44). Ancak İslam’daki önemli
akaid esaslarıyla alakalı konularda, kesin
delile dayanmadan, nasların zahiri
manalarını değiştirecek şekilde, tevile
kalkışanların tekfir edileceğini belirtir. Bunun
örneğini de ahirette cesedlerin
haşrini ve hissî cezaları inkar etmek
olarak vermektedir.[9] İslam filozoflarını tekfir
ettiği diğer görüşlerini de burada tekrarlar (s. 48, 49). 
Dokuzuncu faslında tekfirin ciltler dolusu yazmayı
gerektirdiğini belirten Gazzâlî, “ehl-i kıbleyi tekfirden kaçınma” tavsiyesinde
bulunur. Sonra tekfir konusunda uyulması gereken kanunu belirler. Ona
göre İmanın asılları Allah’a, nübüvvete ve ahirete iman olmak üzere üçtür. Bunların
dışındakiler furûdur ve aslen furuda tekfir yoktur. Ancak bir mesele bunun
dışındadır; peygamberden olduğu tevatürle bilinen dini
bir aslı inkar etmek. Ancak fıkhî konularda
olduğu gibi bazıları hata, imamet ve sahabenin durumlarıyla
ilgili bazı konular ise bidattir. İmamet, tayini, şartları
vb onunla ilgili bir konuda hata etmek tekfiri gerektirmez[10]. (s. 52-53) 
(Tevatürle sabit olmuşsa)[11]
fer’î konularda bile olsa tekzip mevcut olursa tekfir vacip olur[12]. (s. 53)
Haber-i vahid ile sabit olan
şeyleri inkar edenler tekfir olunmazlar. İcma
ile sabit olan şeyi reddeden kimsenin tekfir edilmesi de
münakaşalıdır[13]. (s. 54)
Mutasavvıf oldukları iddiasında olup Allah
indinde ulaştıkları derece sayesinde namaz kılmak, içki içmemek...
vb. şeylerle kendilerinin mükellef olmadıklarını
söyleyenlerin cehennemde ebedi olarak kalıp kalmayacakları
münakaşa mevzuu olabilir ama öldürülmelerinin vacip olması
münakaşasızdır. Öyle ki böyle birini öldürmek 100
tane kafir öldürmekten daha iyidir. Çünkü öylelerinin dine
olan zararları daha büyüktür[14] (s. 55).
Gazzâli
“tekfir, tekfir edilenin malının alınması,
kanının dökülmesi, cehennemde ebedi kalmasına hükmedilmesi
gibi önemli hukuki neticeler doğuran şer’î bir hükümdür”[15] demektedir. Onun tavsiyesine göre
“tereddüde düşüldüğü zaman tekfir cihetine gitmemek, tevakkuf etmek
doğru olur”[16] (s. 56)
Onuncu fasılda bir kişi veya grubu tekfir etmeden
önce göz önünde bulundurulması gereken hususlar incelenir. 
On birinci fasılda avamı tekfir eden bazı
kelam alimleri tenkid edilmekte, kelam ilminin ve bu
ilmin kullandığı ince metodun herkes tarafından
kavranamayacağı belirtilmekte, halkı irşad
edip imanı güçlendirmek için Kur’ân’ın güzel
öğüt tavsiyesinin yerine getirilmesi istenmektedir.
On ikinci fasılda önce ilahi rahmeti
daraltan bazı rivayetler yorumlanmakta (s. 69), rahmetin
genişliğine dair rivayetlere yer verilmektedir (s. 70,71). İlahi
rahmetin kimleri kapsayacağına dair Gazzâli
insanları üç gruba ayırmaktadır:
1. Hz. Muhammed’in ismini
hiç duymamış olanlar. Bunlar mazurdur.
2. İsmini, niteliklerini ve gösterdiği
mucizeleri kendilerine ulaşmış olanlar. Bunlar İslam
beldelerinin komşuları veya müslümanlarla
karışık olanlardır. Bunlar kafir ve mülhiddirler.
3. Bir de bu iki derecenin arasında olanlar
vardır: Hz. Muhammed (s.a.) ismi
ulaşmış, niteliği sıfatı ulaşmamış
olanlar. Bilakis, bizim çocuklarımızın Mukaffa adında bir
yalancının peygamberlik iddia ettiğini duymaları gibi,
onlar da çocukluktan beri adı Muhammed olan bir yalancının
peygamberlik iddia ettiğini dinlemişlerdir. Bunlar da bana göre
birinci sınıf (mazur olanlar) durumundadır[17].
Bu fasılda “kurtuluşa erecek tek fırka
olacağını” ifade eden hadisi değerlendiren Gazzâli “bunun hiç cehenneme girmeden doğrudan cennete
gidecekler” şeklinde anlaşılabileceğini söylemektedir.
Cehenneme girenlerden de oradan çıkarılıp cennete girecekler
olacaktır. Yine Gazali, bu hadisin aksine “sadece bir fırkanın
helak olacağını ifade eden” başka rivayetlerin de
olduğunu hatırlatmaktadır. (s. 73, 74) 
On üçüncü fasılda bir kişiyi tekfir ederken
aklın mı, yoksa nassın mı esas
alınması gerektiği hususuna cevap aranmaktadır. Ona
göre (sonuçları itibariyle) aklî değil, şer’î bir hükümdür
(s. 77). 
Gazali, eserin son faslında ise bir müslümana
kafir diyen kimsenin imanî durumunun ne
olacağı meselesi tartışılmaktadır. “Bana kafir
diyene kafir derim, bana kafir demeyenlere ben de kafir demem” şeklindeki
görüşü ,asılsız olarak değerlendirir. 
Gazzâlî
“Hz. Ali’nin halifeliği ile ilgili muhalifleri
tekfir eden Şia’nın tekfirinin gerekmeyeceğini” söyleyip
onların bu yaptıklarını hata olarak
değerlendirmektedir.
Hz. Peygamber’in konuyla ilgili
“İki müslümandan biri diğerini küfürle
itham ederse bu iddia mutlaka ikisinden birine raci
olur” anlamındaki hadisi incelenmektedir. Gazzali’ye
göre “Peygamberi tasdik ettiğini bildiği
başkasını tekfir eden kafir olur. Peygamberi tekzip ettiği
zannıyla tekfir ederse bu bir hatadır” (s. 80, 81).
·       
Kitapta özellikle İslam mezheplerinin birbirlerine
karşı tekfirden uzak durulması vurgulanmaktadır.
·       
Şia için olduğu gibi başkasını
tekfir edenler bile tekfir edilmemekte, onların bu yaptıkları
sadece hata olarak değerlendirilmektedir. 
·       
Küfrün tarifi “Peygamber’i tekzip” olarak
yapılmaktadır.
·       
Tevilin kaçınılmaz olduğu vurgulanıp
tevilin kurallarına göre yapılması vurgulanmakta ve
yapanların tekfir edilemeyeceği belirtilmektedir.
·       
Özellikle İslam filozoflarının bazı
görüşleri kuralsız tevil örneği olarak ele
alınıp peygamberi yalanlamak olarak değerlendirilmekte ve bu
sebeple filozoflar tekfir edilmektedir.
·       
Dine daha fazla zarar verdikleri gerekçesiyle bazı
farzlar ve haramlara riayet etmeyen mutasavvıfların öldürülmesi
100 kafir öldürmekten daha sevap olarak değerlendirilmektedir.
·       
“İlahi rahmetin İslam ulaşmamış veya
ulaşmış ancak yanlış propagandaya maruz
kalmışları da kapsayacağı ümidi” ifade edilmektedir.
·       
 İslam beldelerine komşu olan veya müslümanların içinde yaşayıp iman etmeyen Yahudi
ve Hıristiyanlar kafir ve mülhid olarak
değerlendirilmektedir.
·       
Tekfirin bir şer’î sonucu olduğu
vurgulanmaktadır: Tekfir edilen kişi ahirette
ebedi cehennemdedir.
·       
 “İslam’da
müsamaha”nın kitabı denebilir mi? Belki mezheplerin birbirlerine
karşı müsamahası için denebilir. Ancak müslüman
filozoflar tekfir edilmektedir.
·       
Gerçi tekfir edilmek kötü bir şey midir? Zira Gazzâlî “kafir ve sapık olmakla itham edilmeyeni küçük
görürüm” demektedir.
 
 
 
| http://www.blogcu.com/maturidimezhebi http://www.oocities.org/maturidimezhebi/ http://www.maturidimezhebi.bz.tc/ http://www.maturidi.sayfasi.com/ | 
[1] Eserin Arapça metnini internetten http://www.ghazali.org/books/fiysal-tafriqa-01.doc adresinden (12/05/2005) inceledik. Eserin Türkçe’ye iki tercümesi yapılmıştır; Birisi İslam ve Sapıklık (trc. Ali Güzeldülger, İstanbul, 1973), diğeri İslam’da Müsamaha (trc. Süleyman Uludağ. İstanbul, 1972; 1990) adını taşımaktadır. Parantez içinde verilen sayfa numaraları Uludağ’ın tercümesiyle mukabele edilmesi içindir. Köşeli parantezler içindekiler başlık niyetiyle oluşturulmuştur.
[2] واستصغر من بالكفر أو الضلال لا يعرف
[3] واعلم أن حقيقة
الكفر والإيمان وحدَّهما، والحق والضلال وسرهما، لا ينجلي للقلوب المدنسة بطلب
الجاه والمال وحبهما.
Ona göre bunun için (1) kalplerin dünyevî
kirlerden arındırılması, (2) tam bir riyazetle
cilalanması, (3) saf zikirle nurlandırılması,
(4) doğru fikirle gıdalanması, (5)
dinin hudutlarına devamlı riayetle süslenmiş olmalıdır
( 14,15).
بل إنما ينكشف ذلك لقلوب، طهرت من وسخ أوضار الدنيا ، أولاً ثم صقلت
بالرياضة الكاملة ، ثانياً ثم نورت بالذكر الصافي ، ثالثاً ثم غذيت بالفكر الصائب ، رابعاً ثم زينت بملازمة حدود الشرع ، خامساً.
[4] فإن زعم أن حد
الكفر: ما يخالف مذهب الأشعري، أو مذهب المعتزلي، أو مذهب الحنبلي أو غيرهم ؛
فاعلم أنه غِر بليد
[5] أعطيك علامة
صحيحة فتطردها وتعكسها، لتتخذ مطمح نظرك، وترعوي بسببها عن تكفير الفرق، وتطويل
اللسان في أهل الإسلام، وإن اختلفت طرقهم ماداموا متمسكين بقول: لا إله إلا الله،
محمد رسول الله، صادقين بها، غير مناقضين لها.
[6]الكفر: هو تكذيب الرسول، عليه الصلاة والسلام، في شيء
مما جاء به.
والإيمان: تصديقه في
جميع ما جاء به. فاليهودي
والنصراني: كافران ؛ لتكذيبهما للرسول عليه الصلاة والسلام.
[7] وكيفما كان فلا ينبغي أن يكفر كل فريق خصمه، بأن يراه
غالطاً في البرهان، نعم يجوز أن يسميه ضالاً أو مبتدعاً: أما ضالاً، فمن حيث إنه
ضل عن الطريق عنده. وأما مبتدعاً، فمن حيث إنه ابتدع قولاً لم يعهد من السلف
الصالح التصريح به،
[8] فإن كان تأويله
في أمر لا يتعلق بأصول العقائد ومهماتها، فلا نكفره
[9] وأما ما يتعلق من هذا الجنس بأصول العقائد
المهمة، فيجب تكفير من يغير الظاهر بغير برهان قاطع, كالذي ينكر حشر الأجساد، وينكر العقوبات الحسية في الآخرة،
 [10] وأصول
الإيمان ثلاثة: الإيمان بالله، وبرسوله، وباليوم الآخر.وما عداه فروع.واعلم أنه لا
تكفير في الفروع أصلاً، إلا في مسألة واحدة.وهي أن ينكر أصلاً دينياً علم من
الرسول صلى الله عليه وسلم بالتواتر. لكن في بعضها تخطئة، كما في الفقهيات. وفي بعضها تبديع،
كالخطأ المتعلق بالإمامة وأحوال الصحابة. واعلم أن الخطأ في الإمامة، وتعيينها
وشروطها، وما يتعلق به، لا يوجب شيئ منه تكفيراً.
[11]
Devamındaki ifadeleri bu şartı gerektiriyor.
[12] ومهما وجد التكذيب، وجب التكفير، وإن
كان من الفروع.
[13] نعم
لو أنكر ما ثبت بأخبار الآحاد، فلا يلزمه به الكفر. ولو
أنكر ما ثبت بالإجماع، فهذا فيه نظر؛
...[14] ومن
جنس ذلك ما يدعيه بعض من يدعي التصوف أنه قد بلغ حالة بينه وبين الله تعالى، أسقطت
عنه الصلاة، وأحلت له شرب الخمر والمعاصي، وأكل مال السلطان. فهذا ممن لا شك في وجوب قتله، وإن كان
في الحكم بخلوده في النار نظر.وقتل مثل هذا أفضل من قتل مائة كافر، إذ ضرره في
الدين أعظم
[15] بل
التكفير حكم شرعي، يرجع إلى: إباحة المال.وسفك الدم.والحكم بالخلود في النار.
[16] ومهما حصل تردد، فالوقف فيه عن التكفير
أولى.
[17] بل أقول: إن أكثر نصارى الروم والترك في
هذا الزمان تشملهم الرحمة إن شاء الله تعالى: أعني الذين هم في أقاصي الروم
والترك، ولم تبلغهم الدعوة، فإنهم ثلاثة أصناف: صنف: لم يبلغهم اسم محمد صلى الله
عليه وسلم أصلاً، فهم معذورون.وصنف: بلغهم اسمه ونعته، وما ظهر عليه من المعجزات،
وهم المجاورون لبلاد الإسلام، والمخالطون لهم، وهم الكفار الملحدون.وصنف: ثالث بين
الدرجتين، بلغهم اسم محمد صلى الله عليه وسلم، ولم يبلغهم نعته وصفته، بل سمعوا
أيضاً منذ الصبا أن كذاباً ملبساً اسمه محمد ادعى النبوة، كما سمع صبياننا أن
كذاباً يقال له المقفع، ادعى أن الله بعثه وتحدى بالنبوة كاذباً.فهؤلاء عندي في
معنى الصنف الأول.