Doğal alanların bir bütün olarak korunması, hem ender türlerin, hem bu türlerin habitatlarının, hem de ekosistemlerin işlevlerinin korunmasına yarar. Ekosistem işleri denilince, önceki bölümlerde özetlenen biyolojik üretim, kimyasal madde döngüleri ve populasyon denetimi gibi işlevler akla gelir. Bir önceki kısımda açıklandığı gibi, Akdeniz tipi ekosistemler; tropik orman hariç, dünyanın tüm karasal ekosistemleri arasında ekolojik hasara en duyarlı sistemlerdir. Bunun başlıca nedenleri arasında, Akdeniz tipi sistemlerde yağışın mevsimsel olması, tahrip edilen bitki örtüsünün uzun kurak mevsim nedeniyle yeniden yeşermemesi sayılabilir. Bu konudaki bulgular yeni değildir. Doğacılar, sorunu genel hatlarıyla uzun bir zamandır bilmektedirler. Türkiye' nin doğacıları bugüne kadar daha çok bitki örtüsünün korunmasına önem vermişlerdir.
Genel bulgulara göre, bitki örtüsündeki her yüzde 10' luk azalma, maki gibi çalılık sistemlerde 10 mm yüzey suyu artışına neden oluyordu. Bu değer geniş yapraklı ormanlarda 25 mm, çam ormanı sistemlerinde 40 mm' ye çıkıyordu. Yüksek yağış alan bölgelerde, kesilen ormana oranla yüzey suyu artış etkisi daha fazladır. Ancak, bu sistemlerde ormanın yeniden büyümesi zordu. Özellikle, yılda 60 cm' den az yağış alan bölgelerde, kesilen bir orman doğal olarak kolay kolay yeşeremiyordu.
EKOSİSTEMLERDE REKABET
Ekosistemlerde canlılar, yaşamlarını sürdürebilmek için, belirli bir kaynağa gerek duyarlar. Kaynağın sınırlı olması, canlılar arasında, kaynağı ele geçirme yarışını başlatır. Yarışan türlerden biri diğerine avantaj sağlayarak, daha fazla yavrular veya daha fazla besin elde eder. Ya da kendisini daha iyi savunabilir. Değişik sıcaklıklara, ışığa, suya yada başka güç çevre koşullarına karşı daha dayanıklı olabilir. Ekosistemde iki yada daha fazla canlıdan her birinin aynı kaynağı ele geçirmek için verdikleri uğraşa, rekabet adı verilir. Ekosistemlerde rekabet, tür içi ve türler arası biçimde olduğu gibi, av-avcı ilişkisi biçiminde olmaktadır.
a) Tür İçi ve Türler Arası Rekabet
Ekolojik sistemlerde rekabet, aynı besin kaynağını elde etmek isteyen aynı türden canlılar arasında olduğu gibi, farklı türler arasında da olmaktadır. Buldukları kemiği birbirlerinin elinden almaya çalışan köpekler, birbirini gagalayarak, atılan yemin çoğunu kapmaya çalışan tavuklar, tür içi rekabetin örneklerini oluşturur.
Ekosistemlerde türler içinde yaşanan bu rekabetin yanında, değişik türler arasında bir rekabet yaşanır. Değişik türler arasında yaşanan rekabete, türler arası rekabet yada dış rekabet adı verilmektedir.
Türler arası rekabet, daha çok, nişleri birbirine benzeyen türler arasında yaşanır. Örneğin, farklı iki kuş türü olan ve ülkemizde de zengin bir popülasyona sahip olan, nişleri birbirine yakın, serçe ve sığırcık kuşları, insanların yaşamakta olduğu tarımsal alanlardaki tohum, meyve ve çiçek özleriyle beslenmekte, bu besin kaynaklarını paylaşma konusunda , sürekli, bir rekabet içerisinde bulunmaktadırlar. Ekolojik ihtiyaçları birbirine benzeyen 2 tür, kaynakları kısıtlı bir ortamda, uzun süre, bir arada yaşayamazlar. Er geç türlerden biri ya ortadan kalkar yada başka bir yere göç eder. Ekolojide bu olaya rekabette elenme ilkesi yada Gause (Gaus) ilkesi adı verilmektedir.
b) Av-Avcı İlişkileri
Canlılar, yaşamlarını sürdürebilmek için, avlanmak zorundadırlar. Avlanma, bir canlının beslenme amacıyla, başka türden bir canlının yaşamına son vermesi olayıdır. Avlanma olayında, avlanan tür, av; avlayan tür ise avcı türdür. Avlanan türler, çeşitli mekanizmalar geliştirerek korunmaya çalışırlar.
Doğada avcı tür ile avlanan tür arasında denge bulunmaktadır. Belli bir alanda avını tamamen tüketen avcı bir tür, ya göç eder yada kısa bir süre sonra, yok olur. Her iki türünde varlıklarını sürdürebilmeleri, karşılıklı bir dengede kalabilmelerine bağlıdır.
ABD' de bir adada yapılan araştırmada, kurtlarla, "elk" adı verilen, bir tür geyik benzeri iri, otçul hayvan arasındaki denge ilişkisi incelenmiştir. Adada 1960 yıllarındaki elk popülasyonu 600-800 ile 1200 arasında değişmekte ve elk sayısını denetleyebilecek tek avcı tür, kurttur. Bu yıllardaki kurt sayısı ise 20-25 arasında değişmektedir. Sayıların çokluğu nedeniyle iyi beslenemeyen elklerin zamanla bir yandan ölüm oranları artarken, diğer yandan
yavrulama oranlarının düşmeye başladığı görüldü. Kurtlar ancak çok genç, çok yaşlı, hasta ve sakat elkleri avlayabiliyorlardı. Dolayısıyla, av-avcı ilişkisi içerisinde, kurtların doğal avları olan elklerin tükenmesi beklenemezdi.
1969-1973 yılları arasında, bölgede şiddetli kışların yaşanması nedeniyle, kar yağışının fazla olması, kurtlarla, elkler arasındaki dengeyi değiştirdi. Elkler, kara saplanarak kaçamadıkları için, kurtlar onları daha çok avlamaya başladılar. Hatta, avladıkları elkleri henüz daha yiyip bitirmeden, yeni av peşinde koşmaya başladılar. Böylece, bir süre sonra, elklerin sayısı düşmeye, kurt sayısı artmaya başladı. 1980 yılına kadar sayımlarda, elk sayısının yarıya düştüğü, kurt sayısının ise 2' ye katlandığı görüldü (Keleş, Ruşen, Kentleşme ve konut politikası, A.Ü.SBF. yayını Ankara, 1984).
Araştırmadan da anlaşıldığı gibi, elk sayısını, önceleri, daha çok, besin miktarı belirlerken, sonraki yıllarda, kurtların avcılığı belirlemeye başlamıştır. Elk popülasyonunun yüksek olduğu dönemde, doğum oranı düşmüş, oysa kurtların etkinliği artıp da elk nüfusu yarı yarıya azalınca, doğum oranı önemli ölçüde artmıştır.
Yukarıda verilen örnekler, bir avcın türün avlanma biçimiyle ve çevre koşullarında ortaya çıkabilecek değişikliklerin, avlanan tür popülasyonları üzerinde büyük etkilerinin olabileceğini ortaya koymaktadır.
BİYOMLAR
Dünya üzerinde, özellikle enlem derecelerine göre değişen, büyük coğrafi iklim kuşakları bulunmaktadır. İklim, canlıların yeryüzünde dağılımında en önemli etkenlerden biri olduğu için, dünyanın hemen her yerinde, aynı iklim kuşağında benzer bitki ve hayvan tür topluluklarına rastlanmaktadır. İşte, dünya üzerinde, genel iklim kuşakları ve arazi yapısı bakımından belirli özellikler gösteren, büyük coğrafi bölgelerdeki benzer hayvan ve bitki topluluklarına, üzerinde yaşadıkları bölgelerle birlikte, biyom denilmektedir (N.Çepel). Örneğin, tropik yağmur ormanları, bu anlamda bir biyomdur. Her biyom, özel bir iklim, bitki ve hayvan topluluğu tipi ile diğerlerinden ayrılır. Biyomlar, bu ayırıcı özellikleri ile yer yüzündeki diğer biyomları da etkilerler. Örneğin, tropik yağmur ormanları, dünyanın öteki bölgelerindeki canlılar için de gerekli oksijen kaynağıdır. Barındıkları çok zengin hayvan ve bitki türü nedeniyle, ekolojik dengenin koruyucusu oldukları da çok iyi bilinmektedir. Örneğin, besin zinciri bakımından, bunların önemi tartışılmayacak kadar büyüktür. Bu nedenle, dünya üzerindeki biyomların evrensel bir değeri vardır.
Biyomlar, kimi bilim adamları tarafından farklı biçimde sınıflandırılmakla birlikte, en genel biçimde, kara biyomları ve su biyomları olarak iki grup altında toplanmaktadır.
Bitki ve Hayvan Dağılımı
Hayvanların beslenmesi, temelde, bitkilere dayandığı için, bu iki tür arasında bir denge vardır. Bu denge, bitki ve hayvan türlerinin biyosferdeki dağılımı konusunda da söz konusudur. Biyomlar, topluluk ihtiyaçları uyuşabilen, hatta bir arada bulunmaktan karşılıklı çıkar sağlayan canlılar toplamı olduğuna göre, bu kapsama birçok canlının gireceği açıktır. Çeşitlilik gösteren bu bitki ve hayvanların yeryüzündeki dağılımları, birbirini tamamlayan bir görünümdedir. Bitki topluluklarının dağılımı, biyocoğrafyanın bir alt dalı olan bitki sosyolojisi tarafından incelenir.
Bitkilerin fiziki ortama uyması konusundaki bilgiler, günümüzde pek yeterli değildir. Bu nedenle, herhangi bir bitki topluluğunun neden o bölgede yaşadığı konusunda bilgi vermek de pek kolay olmamaktadır. Ancak, az sayıdaki tarım bitkisi konusunda bilgi vermek mümkün olmaktadır.
Hayvan ekolojisinin de oldukça özel yönleri vardır. Hayvan ekolojisinin temelinde bitki örtüsü bulunmakla birlikte, hayvanlar fiziki çevre koşullarına, bitlilerden çok daha az bağımlıdır. Örneğin, kuşlarla memeli hayvanlar, vücut ısılarını sürekli olarak değişmez tutabilirler. Ayrıca kötü iklim koşulları karşısında, yer değiştirebilme yeteneğine sahiptirler. Yalnızca basit yapılı kimi hayvanlar, bitkiler gibi ortama sıkı sıkıya bağlıdırlar.
Kara Biyomları
Karalar üzerindeki biyomların gelişimine doğrudan etkide bulunarak, farklı tür topluluklarının ortaya çıkmasına neden olan iklim dışındaki diğer çevre faktörlerinin başında yağışlar, ekvatora uzaklık, deniz seviyesinden faktörleri göz önünde bulundurularak, kara biyomları için, tunduralar, kozalaklı ağaç ormanları, yapraklarını döken ağaçlardan oluşan ormanlar, tropikal yağmur ormanları, otlaklar ve çöller gibi, altılı bir sınıflandırma yapılabilir. Bu sınıflandırma, baskın türler göz önünde bulundurularak yapılmış olan bir sınıflandırmadır. Bu bölgelerde, baskın türlerin yanı sıra, değişik başka türlerin yaşadığı da unutulmamalıdır.
a) Tunduralar
Bodur çalılar, çeşitli yosunlar ve likenlerin yer aldığı tunduralar, orman sınırının ötesinde uzanır. Ancak pek cüce olan bitkilerin yetişebildiği tunduralar, yılın dörtte üçünden fazla bir bölümünü karlarla kaplı bir biçimde geçirdikleri için, ağaç yetişmesine elverişli durumda değildir. Kutup bölgeleri ve yüksek dağların dorukları, tunduraların yayıldıkları alanlardır. Tunduralar da yaşamakta olan hayvan türleri de çok sınırlıdır. Bunlar, kutup ayısı, kutup tilkisi, ren geyiği ve kurt gibi iklim ve çevre koşullarına dayanıklılık kazanmış hayvan türleridir. Başlıca tundura bölgeleri arasında, Kuzey Sibirya, Bering Boğazı Çevresi, Novaya Zemiya, İskandinavya' nın Kuzey bölümü, Grönland, Kuzey Kanada gibi yerler sayılabilir (R.İzbırak, 1963).
b) Kozalaklı Ağaç Ormanları (Taiga) "Taygo"
Tunduraların yetiştiği bölgelerden daha yumuşak bir iklime sahip ve kısmen daha fazla yağış alabilen bölgelerde, kozalaklı ağaç ormanları biyomu görülmeye başlar. Ya tamamı, ya da büyük çoğunluğunun yeşil iğne yapraklı ağaçlardan oluşması nedeniyle, bu ormanlar, iğne yapraklı ormanlar olarak da tanımlanır. Bu ormanlar, çok farklı boylardaki ağaçlardan oluşur. Ormanı oluşturan ağaçların yaprakları, birkaç yıl dökülmeden kalabilen, iğne ya da ince pul biçimindedir. Yeryüzünün en geniş yer kaplayan ormanları bunlardır. Oldukça sert geçen kış ayları, pek az sayıda ağaç türünün yaşamasına izin verdiği için, bu ormanlarda ağaç türü sayısı azdır. Yalnızca denize yakın bölgelerde ve güneydeki dağ sıralarında, hem iğne yapraklı ağaç türleri artar ve hem de araya çokça geniş yapraklı ağaçlar karışır.
Bütün bu ormanların, bir bölümü çok sık, diğer bölümü ise seyrek taban bitkilerinden oluşmaktadır. Bu taban bitkileri, bodur çalılar, yosunlar ve likenlerdir. Kozalaklı ağaç ormanlarında yaşamakta olan hayvan türleri ve sayıları, tunduralarda yaşamakta olanlara oranla oldukça fazladır. Kurbağa, geyik, sincap, tavşan, vaşak, kurt, baykuş, şahin ve ispinoz kuşu bu ormanların en önemli hayvanlarıdır. Bu ormanlar, sürüngenler açısından da oldukça zengindir (R.İzbırak).
c) Yapraklarını Döken Ağaçlardan Oluşan Ormanlar
Orta derecede bir sıcaklık ya da bolca nem isteyen, fakat orta derecedeki kuraklıklara da dayanabilen bitkilerin oluşturduğu orman bölgeleri bu biyoma girer. Yazları yeşil kalan bu ormanlar, kış mevsimi soğuk geçen orta kuşak iklimlerinde yaygındır. Yazları yeşil yapraklı ormanların boyları, orta yüksekliktedir ve ağaç türleri çok zengin değildir. Yirmi ile yirmibeşi geçmeyen ağaç türleri arasında, en yaygın olanlarını ılıman bölgelerde yetişen meşe, kestane kavak, çınar ve kayınla, daha sıcak bölgelerde yetişen maun ve palmiye gibi ağaç türleri oluşturur (R.İzbırak).
d) Tropikal Yağmur Ormanları
Yaklaşık olarak, ekvatorun 20º kuzey ve güney paralelleri arasında kalan bölgede, sürekli olarak yeşil kalan, yeryüzünün en sık bitki örtüsü, tropikal yağmur ormanlarını oluşturur. Daima nemli ve düzende sıcaklığın bulunduğu ekvator bölgesindeki bu ormanlara, sıklığı nedeniyle, balta girmemiş ormanlar da denilmektedir. Bu ormanlar, tür açısından son derece zengin bir çeşitlilik gösterir. Bir hektarlık alanda en az kırk tür, çoğu kez de yüze yakın türün yetiştiği görülür.
Tropikal yağmur ormanlarında, sık bir sarmaşık ağı oluşmuştur. Kalınlıkları 20 cm' yi bulan bu sarmaşıklar yüzünden, orman, yer yer girilemez bir duruma gelmiştir. Bu balta girmemiş ormanlarda ormanaltı ağaççıkları da diğerlerine göre daha fazla yer tutmaktadır. Bu kuşağın yüksek dağlık bölgelerinde, sarmaşıklar ve diğer bitki türleri giderek azalmakta, bunların yerini daha çok bambular, çeşitli boylardaki yosunlar ve eğrelti otları almaktadır.
Tropikal yağmur ormanları, hayvan türleri ve sayılarının varlığı açısından, daha önce sözü edilen orman bölgelerinden daha zengindir. Bu bölge, gerek memeli, sürüngen ve kuş varlığı ve gerekse tür çeşitliliği açısından, zengin ve büyük bir havza görünümündedir.
e) Otlaklar
Otlaklar, (yıllık yağış ortalamasının 25-75 cm olduğu) ağacın ya bulunmadığı ya da çok az yer tuttuğu; buna karşılık, ot bitkilerin yaygın olarak bulunduğu alanlardır. Çoğu küçük boylu olan bu bitkiler, tüm karaların yaklaşık beşte birini kaplamaktadır. Kuzey ve güney yarı küre olmak üzere, otlaklar, Avusturalya' nın %38' ine, Afrika' nın %33' üne, Güney Amerika' nın %22' sine, Avrasya'nın %18' ine ve Kuzey Amerika' nın %16' sına yayılmış durumdadır. Otlakların doğal bitkileri, buğday, mısır, yonca ve yulaftır. Hayvanları ise, yılan, sincap, çakal, porsuk, antilop, ceylan ve sırtlandır.
Otlakların ikinci grubunu savanlar oluşturur. Savan, nemli ve devirli olarak kurak tropikal bölgelerin otlaklarını anlatan bir terimdir. Otlaklarla kaplı olan savanlar, yağmur mevsiminde yeşerir, çiçeklerle süslenir, kurak mevsimlerde sararır ve boz bir renge bürünür.
Otlakların üçüncü grubunu ise stepler oluşturur. Step teriminin dilimizdeki karşılığı , bozkırdır. Kurak yerlerdeki demet biçiminde otları, bodur çalıları ve yarı çalıları anlatan bir kavramdır. Steplerde ağaç bitkileri ya hiç yoktur, ya da tek tek çalı veya ağaççıklar biçimindedir. Stepler, Avrupa' da, Güney Rusya ve Macaristan' da; Asya' da, Orta Asya' nın kuzey bölümünde; Anadolu' da; İç Anadolu, Doğu Anadolu ve Güney Anadolu bölgelerinde geniş alanları kaplar.
f) Çöller
Yeryüzünün en kurak, ancak seyrek ve cılız bitkiler yetişebilen, geniş kumluk ve kayalık alanları, çöl olarak adlandırılır. Çöllerde belli bir yağmur mevsimi yoktur. Çöllerin çoğu sıcak ve ılıman kuşaktır. Kutuplar bölgesinde az yağış alan bölgelerde de çöller bulunmaktadır. Bu çöllere, soğuk çöller adı verilmektedir.
Yeryüzünün en büyük çölleri, büyük karaların denizlerden uzak düşmüş iç bölgeleriyle, her iki yarımkürede yaklaşık 30. enlemler çevresine düşen yerlerdedir. Büyük Sahra ve Arabistan Çölleri, yüzölçümleri en geniş olan çöllerdir. Çöllerde, günlük sıcaklık değişimleri de çok fazladır (M.Kışlalıoğlu, F.Berkes, a.g.e. s, 287).
YAŞADIĞIMIZ ÇEVRE
A. KAYNAKLARIMIZ
Yaşadığımız çevre, temelde, atmosfer (havaküre), hidrosfer (suküre) ve litosfer (taşküre) den oluşmaktadır. Bu üç ana ortam, canlılar açısından çok büyük önem taşır. Çünkü, üzerinde canlıların yaşadığı yerkabuğu tabakası (biyosfer) bu üç ortamla çevrilidir ve canlılar yaşamlarını ancak bu üç ortam sayesinde sürdürebilir.
Litosfer, bir yandan canlıların üzerinde barınmalarına olanak sağlarken, diğer yandan da onların beslenmeleri için ihtiyaç duydukları diğer canlılara yaşam ortamı oluştururlar.
Hidrosfer de içinde barındırdığı canlılar dışında, litosferde yaşayan canlıların vazgeçemeyeceği bir öneme sahiptir. Öyle ki, canlılar için susuz bir yaşam düşünülemez.
Atmosfer de en az bu iki ana ortam kadar önemlidir. Çünkü, atmosfer de kendisini oluşturan öğeler sayesinde, canlıların yaşamı üzerinde büyük bir rol oynamaktadır. Bu üç ortam ve içerisinde barındıkları tüm canlı ve cansız varlıklar, doğal kaynakları oluşturur (M.Nihat, 1993).
Doğal kaynaklar ekolojik ilkelere göre sınıflandırıldıklarında, temelde iki kaynak türü ortaya çıkmaktadır. Bunlardan biri yenilenebilir nitelikte olan doğal kaynaklar, diğeri ise, yenilenemez nitelikte olan doğal kaynaklardır.
Yenilenebilir nitelikte doğal kaynaklar, belli sınırlar içinde kendi kendini yenileyebilen ya da tüketilmesi mümkün olmayan kaynaklardır. Örneğin, ormanlar ve yaban hayatı, stokların korunması prensiplerine uyulduğu sürece, biyolojik üretim yoluyla, her yıl aynı ürünü verecek biçimde, kendi kendilerini yeniler. Tüm canlı kaynaklar bu gruba girer.
Yenilenemez nitelikte doğal kaynaklar ise yukarıdakilerin aksine, bir defa kullanıldıktan sonra, bir daha yerine gelmeyen, kendi kendini yenileyemeyen ya da tüketilmesi mümkün olan kaynaklardır. Örneğin, yüzyılımızın başlıca enerji kaynaklarını oluşturan petrol, doğal gaz ve kömür gibi enerji kaynaklarının sınırlı rezervleri, kullanımlar sonucunda, bir süre sonra tükenmek durumundadır. Bunların bir daha yenilenmesi mümkün değildir. Yer altı zenginlik kaynaklarını oluşturan madenler de, yenilenemez nitelikte doğal kaynaklardandır. Bu gruba, altın, elmas gibi değerli madenlerle, demir, bakır, civa, uranyum, fosfat vb. gibi madenler de dahildir. Hatta bunlara kum, çakıl gibi maddeler de eklenebilir.
Kaynaklar ayrıca, madde kaynakları ve enerji kaynakları olmak üzere iki grupta incelenir.
1. Madde Kaynaklarımız
Madde kaynaklarımızın başında, toprak, su, hayvansal ve bitkisel kaynaklarla, ormanlar gelmektedir.
a) Toprak Kaynakları
Canlı türlerinin büyük bir bölümünün yaşam ortamı olan toprak, çevre ve insan açısından önemli özelliklere sahiptir. Toprak, canlı doğal kaynakların varlıklarını sürdürebilmeleri için, hava ve su ile birlikte vazgeçilmez bir kaynaktır.
Toprak, insan açısından da vazgeçilmez bir kaynaktır. Hem sınırlı miktarda olması ve hem de tüm ekonomik faaliyetler için gerekli olması nedeniyle, çok değerli bir kaynaktır.
Toprak, işlemeye karşı gösterdiği sınırlayıcı özellikler nedeniyle, sekiz sınıfa ayrılır. Bu sınıflandırmada ilk dört grubu oluşturan topraklar, işlenmeye elverişli olan topraklardır. Son dört gruba giren topraklar ise, orman ve mer' alar için elverişlidir.
Türkiye' de, bugün işlenmekte olan 27.699.004 hektar alan toprağın, 4.779.399 hektarının birinci sınıf, 6.758.702 hektarını ikinci sınıf, 7.554.300 hektarını üçüncü sınıf, 7.201.016 hektarını dördüncü sınıf topraklar oluşturmaktadır (İ.Akalın, 1984).
Özellikleri bakımından yetersiz, erozyon riski yüksek, ıslaklık ve iklim koşulları nedeniyle işlenmeye elverişli olmayan V. VI. VII. ve VIII. sınıf topraklarının toplamı 46.629.633 hektardır. Bu toprakların yaklaşık 6.000.000 hektarı işlenmektedir.
b) Su Kaynakları
Dünyanın 3/4' ünü kaplayan suyun, tüm canlıların yaşam koşullarını belirleyen temel öğelerin başında geldiği ve canlı yaşamının %75' inin sudan oluştuğuna daha önceden de değinilmişti. Canlı yaşamı için bu kadar önemli olan ve geniş alanlar kaplayan su potansiyeli açısından, yurdumuz pek zengin sayılmaz. Örneğin, Fransa, Türkiye' nin 2/3 kadar bir alana sahip olduğu halde, su potansiyeli Türkiye' den fazladır.
Türkiye' nin toplam kullanılabilir su potansiyeli, 104,5 milyar m³/yıldır. Akarsular, göller ve yer altı sularının bir toplamı olan bu potansiyelin 5 milyar m³' e yakın bir kısmı, bugün kullanılmakta, geri kalanı ise atıl olarak beklemektedir. Türkiye' deki su tüketiminin %17' si içme ve kullanmada, %73,1' i tarımsal amaçlı, %9,9' u ise sanayide kullanılmaktadır.
c)Besin Kaynakları
İnsanın sağlıklı bir yaşam sürdürebilmesi için, dengeli bir biçimde beslenmesi gerekir. Dengeli bir beslenmenin olabilmesi de her şeyden önce, besin kaynaklarının yeterli düzeyde olmasına bağlıdır. Ancak, insanın ihtiyaçlarıyla, sahip olduğu kaynaklar arasında denge kurmak, hiç bir zaman kolay olmamıştır.
Tarımda ortaya çıkan gelişmelerle, 1950-1985 yılları arasında, dünyadaki tahıl üretiminin nüfus artışını aşarak, 700 milyon tondan 1800 milyon tona ulaşmış olmasına ve hayvansal besin artışında da benzer gelişmeler sağlanmış olmasına karşın, bugün hâlâ, dünya üzerinde besin maddeleri krizi ve beslenme sorunları yaşanmaktadır. Yılda ortalama 10-30 milyon insan, doğrudan doğruya besin yetersizliğinden ya da dolaylı olarak dengesiz beslenme nedeniyle ölmektedir.
Soruna Türkiye açısından bakıldığında, mevcut kaynaklarıyla kendi kendine uzun yıllar yetebilecek bir varlığa sahip olduğu görülmektedir. Bugün için varılan nokta, Türkiye beslenme konusunda zorlanıyorsa da, potansiyel güç olarak bu düzeyi yeniden yakalaması mümkündür.
Bitkisel üretimle birlikte, hayvansal üretim de önemli bir besin kaynağıdır. Ülkemiz hayvan varlığı ve hayvansal ürünleri açısından da kendi kendine yetebilen ülkelerdendir. 1991 yılı rakamlarına bakıldığında, ülkemizde toplam 12.333.000 büyükbaş, 51.433.000 küçükbaş hayvan ve 142.120.000 kümes hayvanı bulunduğu görülür. Aynı yıl içinde, Türkiye' nin tavuk yumurtası üretimi 7.666.574.000 adet ve balarısı kovan sayısı ise 3.814.000 adettir.
ARININ DOĞADAN TOPLADIĞI MADDELER VE MEYDANA GETİRDİĞİ ÜRÜNLER
Bal arıları ilkbahar, yaz ve kısmen sonbahar aylarında kovanı terkedip tarla, bahçe ve ormanlarda uçuşurken çeşitli çiçek ve bitkilerden bazı hammaddeler toplar ve bunları sonradan işleyerek ürün hale çevirirler.
Arının Doğadan Topladığı Maddeler
Arılar çeşitli bitkilerden nektar, polen tozu ve propolis toplarlar. Bunun dışında gereksinim duyulan suyu da çeşitli kaynaklardan temin ederler.
Nektar
Arıların çeşitli bitki ve çiçeklerden topladıkları tatlı sulara nektar yada balözü denir. Hakiki saf ve değerli ballar nektardan yapılır. Nektar sadece şekerli madde içeren tatlı bir su değildir. Nektar içinde çeşitli şekerlerden başka madensel maddelerde vardır. Balın kalitesi doğrudan doğruya nektara bağlıdır. Çeşitli bitki ve çiçeklerden toplanan nektarlar arasında, bal kalitesi bakımından, önemli farklar vardır.
Polen
Bilindiği gibi polen çiçek tozu demektir. Her yıl ilkbahar aylarında çiçeklerde döllenme mevsiminde erkek organlarda polen tozu keseleri meydana gelir ve bunları içi sayısız polen tozu ile dolar. Bu küçücük sarı renkli tozlar çiçeklerdeki dişi organ üzerine konar ve döllenme olur.
Polen Tozu Taşıma
Çiçeklerde döllenme olayına rüzgarlar ve böcekler yardım eder. Arılar bu konuda en önemli bir yardımcıdır. Çiçekten çiçeğe arıların vücut kısımlarına bulaşan polen tozları böylece taşınmış olur.
Arılar ayrıca arka ayaklarındaki polen sepeti yardımı ile çiçek tozlarını kovana taşırlar. Yüksek değerli bir besin maddesi olan polen tozları yavru büyütme mevsiminde arılar için çok önemlidir. Bir polen tozu, içinde yarı akıcı madde ihtiva eder ve etrafı bir zarla örtülüdür. Bu yarı akıcı madde nitrojen, sülfür, fosfor, yağ ve karbon hidratlarca zengindir. Geçmiş yıllarda bir arının belli bir günde tek bir bitki türünden polen tozu taşıdığı düşünülürdü. Halbuki, son yıllarda yapılan araştırmalar, arıların bazen, tek çeşit polen taşıdığı ve bazen de karma yaptığını ortaya koymuştur.
Arıların polen toplama sırasında davranışları ve hareket tarzları Casteel tarafından dikkatle etüd edilmiştir. Bu araştırmacıya göre, arılar polen tozlarını ağız parçaları, üç çift ayakları ve sert kıl örtüleri yardımı ile çiçeklerden toplar. Küçük çiçeklerden polen tozu toplamada veya çok ince yapılı polenleri almada ağız parçalarından faydalanırlar. Ağızdaki salgı ve nektarın bulaşması sebebiyle bu gibi polen tozları biraz nemli olur. Bu tip polen tozlarını, polen sepetine aktarmada göğüs ve ayaklardaki kıllar ıslanır. Toplanan polen tuzu arka ayaktaki polen sepetine aktarılır ve öylece kovana taşınır vücut üzerindeki ve ayaklar üzerindeki kıllara bulaşan polen tozları devamlı olarak polen sepetine aktarılır. Bu iş bazen arı havada uçarken bile devam eder. Bu olayı iyi anlamak için arıların üzerine bazen un serpilmiş ve arının vücudunu nasıl temizlediği, altı ayağını kullanarak bu un tozlarını nasıl ağzına ve ayaklarına aktardığı açık olarak görülmüştür.
Bal arıları polen toplama uçuşuna daha çok sabahları çıkarlar. Toplanan polen tozları belli bir göze depo edilir. İşçi arı vücut kısmını gözün dışında tutarak arka ayağını serbest olarak gözün içine sarkıtır ve orta ayak yardımı ile polen sepetindeki tozlar gözün içine silkelenir. Polen tozları göz içinde biraz sıkıştırılır ve belki de üzerine biraz bal veya sıvı ilave edilerek saklanır.
Bir kovanda ne kadar çok polen dolu göz mevcut ise bu kovan o nispette kuvvetli bir koloni yetiştirmeğe hazırlanıyor demektir. Kuvvetli bir koloni ise bal mevsiminde fazla mal yapmak için birinci derecede önemli bir faktördür. Kovanın besin maddesi bakımından durumu iyi ise kış sonunda veya en geç ilkbaharın erken aylarında yavru yetiştirme hızlanır. Böyle yeni polen mevsimi gelmeden kışı geçiren yaşlı ve yorgun arıların yerine genç ve enerjik nesil tam zamanında yetiştirilmiş olur. Böylece yeni polen mevsimi başlayınca kuvvetli bir koloni hazır hale gelmiş olur. Yavru büyütme için polen tozlarının varlığı şarttır. Bu bakımından şurası anlaşılmıştır ki, kışın tam ortasında en soğuk günlerde yavru büyütme görülmez. Fakat kış sonunda yavru büyütmenin erken başlayabilmesi için polen rezervine gereksinim vardır Böylece teknik arıcılıkta icabında polen tozunun terini tutacak başka yem maddeleri verilir.
Polen tozlarının içinde çok önemli besin maddeleri vardır. bu besin maddelerinin en önemlileri şunlardır:
% 20 Protein
% 40 Amino asitler
% 20 Karbonhidratlar
Taze polen tozunun yapısını teşkil eden bu maddelerin oranı ortalama olarak yukarıdaki gibidir. Fakat bu oranlar çeşitli bitkilerden alınan polen tozlarında az veya çok değişiklik gösterir. Görülüyor ki polen tozları hem arılar için hem de diğer böcekler için çok değerli bir besin maddesidir. İşçi arılar arka ayaklarındaki polen sepetine doldurmak suretiyle ilkbaharda kovana büyük ölçüde polen tozu taşırlar. İleride söz konusu edilecek arı sütünün meydana getirilmesinde polen tozları da rol oynarlar. İlkbaharda kuvvetli ve iyi çalışan bir kovana ortalama 35-40 kg, polen tozu taşınır. Bazen bu miktar daha da artar. Bu polen tozlarının bir kısmı aynı mevsimde kullanılır ve bir kısmı ertesi yıl kış sonunda veya ilkbaharda kullanılmak üzere yavru büyümekte olan gözlerin etrafında depo edilir. Kovan muayenesinde yeter miktarda polen stoku bulunup bulunmadığına dikkat etmek teknik arıcılıkta önemli noktalardan biridir.
Arıcılar bazen kıt mevsimlerde kullanılmak üzere polen stoku yaparlar. Yani iyi giden bir mevsimde arıların kovana taşıdıkları bol miktarda polen tozunun bir kısmı özel metodlarla bir yere depo edilir, dikkatle kurutulduktan sonra kutular içinde saklanır ve kış sonunda tekrar arılara verilir. Bu maksatla kovanın ağız kısmına bir tel kafes konur. Bu ızgaranın delikleri ancak işçi arıların geçmesine yeter büyüklüktedir. Kırdan dönen ve arka ayaklarındaki keselerde polen yükü taşıyan işçi arılar bu deliklerden geçerken arka ayaklarındaki polen tozları ızgara telleri yardımı ile sıyrılır ve aşağıya düşer. Altta bir kutu ve kutunun üzerinde küçük gözlü ince tel kafes bulunur. Bu gözler küçüktür, arılar geçemez. Dökülen polen tozları bu gözlerden aşağı düşer ve kutuya dolar. Bu tozlar gölgede kurutulduktan sonra kutulara konur ve saklanır. Kurutulmuş polen tozları besin değerini kaybetmeden ve bozulmadan saklanabilir. Kuru ve temiz yerlerde saklanmayan polen tozları bozuşur ve arılar için zararlı olur. Polen tuzu-soya hamuru arıların beslenmesinde önemli bir konudur.
Polen tozunun içinde çok değerli besin maddelerinin bulunması, bu maddenin insan beslenmesinde ve özellikle bir çok hastalık ve rahatsızlıkların tedavisinde kullanılmasına yol açmıştır. Zayıf bünyelerin takviyesinde, birçok bağırsak hastalıklarının tedavisinde kullanılmak üzere polen tozundan yapılmış birçok preparat ve ilaçlar vardır. bal ve polen karışımı bir besinin insanlar üzerinde çok iyi etki yaptığı hastalar üzerinde yapılan araştırmalardan anlaşılmıştır. Bağırsak iltihabı, ishal, iştahsızlık ve kansızlık gibi olaylarda polenden yapılmış prepartların çok iyi geldiği bugün tıp alemi tarafından kabul edilmektedir. Özellikle küçük çocuklar üzerinde polenin faydalı etkisi artık iyice anlaşılmış bulunmaktadır.
Propolis
İşçi arıların toplayıp kovana getirdiği maddelerden biri de propolistir. Bu madde kahverengi veya gri renkli olup normal sıcaklıklarda katı, biraz yüksek sıcaklıklarda eriyip yapışkan hale geçen özelliktedir. İşçi arılar propolisi eriyip yapışkan hale geçen özelliktedir. İşçi arılar probolisi bitkilerin taze filiz ve tomurcuklarından toplar kovana getirirler. Yapişkan bir madde olması sebebiyle propolisi daha ziyade çatlak ve kırık yerlerin tamiri, deliklerin küçültülmesi için kullanırlar. Bundan başka kovan içinde yakalanan zararlı madde ve varlıkları tahrip edip zararsız hale getirmek için de propolis maddesi kullanılır. Yazın sıcak aylarında propolis maddesi erir ve cıvık hale gelir. Böylece hem kovanın sağına soluna, hem de arıcıların eline eldivenine ve ellerine bulaşır. Temizlenmesi de güç olduğundan arıcılar propolisten hoşlanmazlar. Alkollü sıvılarla temizlenmesi mümkündür.
|