|
Bir
Liberalin Ontolojisi ve Epistemolojisiyle İlgili Bazı Notlar
Liberalizm,
öteki bütün geniş kapsamlı dünya görüşleri, siyaset gelenekleri, etik tercih
kümeleri gibi, hangi niyetle yenirse o tadı veren bir meyvedir. Birbiriyle ilişkisi
olan ya da olmayan farklı konumlardaki insanlar kendilerine liberal diyebiliyor, ya da
insanlara liberal denebiliyor. Buna rağmen, tek bir odakta toplanmamış, aksine geniş
bir tecrübeler ve tercihler alanına yayılmış olsa da, bir “liberal gelenek”, bir
“liberal bakış açısı”, bir “liberal değerler kümesi”, bir “liberal
duruş”, bir “liberal yaşama tarzı”ndan söz edilebilir. Beşikten mezara bir
insan ömrünü belirli bir şekilde taşıma gayreti olarak bir liberal insan olma tarzı
işaret edilebilir. Bu gayret birbirinden farklı çağlar ve birbirinden farklı
kültürlerde sarf edilmiş olsa da.
“Liberalizm”
terimi etrafında konuşurken dikkat edilmesi gereken bazı kaygan zeminler vardır. Bir
kere, liberal gelenekler, değerler ve tecrübelerin kök salmadığı bazı kültür
tarihlerinde, ya da tarihi kültürlerde, “liberal” ifadesi, yaygın bir şekilde
aşağılama, küçükseme ya da yargılama amacıyla kullanılabilmiştir. On yıllar
boyunca, liberalizm, insanların, her hangi bir adalet ve hakkaniyet kaygusu olmaksızın,
güçlerinin yettiği ötekileri her türlü yalan ve aldatmacayla kullanarak
zenginleşmesini öğütleyen bir öğreti gibi gösterilmiştir. Bugün bizim,
“bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinleri” önermesini, “engellemeyelim
insanları yapmak istediklerini yapsınlar, gitmek istedikleri yere gitsinler”
anlamında değil de, herkes önüne geleni soysun gibi algılamamız, bunun sonucudur.
Öte yanda Amerika Birleşik Devletleri örneğinde ise, liberal terimi, bu kategorinin
dünyanının geri kalan kısmında ad olarak verildiği tecrübe ve duruşlardan çok
farklı bir şekilde, üç aşağı beş yukarı, “sosyalist” bir dünya görüşü,
siyasi ve iktisadi kültür için kullanılmıştır.
Ben bu yazıda,
liberalizmin bir tarihi tecrübeler kümesi, ya da bir düşünce gelenekleri kümesi,
etik ve estetik tercihler kümesi olarak kapsamını taramak, bu kapsamın bir
haritasını çıkarmak girişimi içinde olmayacağım. Hem bu girişimin bir dergi
yazısı içinde sonuçlandırılamayacağını bildiğim, hem de bunun Türkiye’de
içinde bulunduğumuz konjonktürte fazla anlamlı olmayacağını düşündüğüm için.
Aksine, çok şahsi bir şey yapacağım. Bana, liberal gelenek gibi görünen, yirminci
yüzyılın ateşten çember sınamalarından yanmadan çıkmış, önümüzde dipdiri
durduğunu algıladığım bir resmin bende uyandırdığı bazı ontolojik ve
epistemolojik çağrışımları aktarmaya çalışacağım.
Bir liberalin
ontolojisi pozitivist, ampirisist bir ontoloji olamaz gibi geliyor bana. Neler vardır
sorusuna bir liberal, sadece ve sadece deneyimlenebilenler ve deneyimlenebilenlerle
ilişkili analitik kategoriler vardır diye cevap vermez. İnsanın kendi bedeni de
içinde omak üzere fiziki varlık alanı ve bu fiziki varlık alanı ile ilişkili oarak
geliştirdiğimiz teorik yapılar ve kategoriler elbette ki insan bakışı açısından
önemli, belki de en önemli varlık alanınıdır. Ama, mesela, “hiç bir şey
olmayabilirdi, niye her hangi bir şey var?” türünden ve fiziki varlık alanını
ardına geçen aşkın sorular da, fiziki varlık alanı ile ilişkili sorular kadar
anlamlı olduğu için, bir liberal, metafizik bir alanı insanın ilgileneceği varlık
alanları arasında görür. Metafizik ad koymalar ve anlamlandırmalar olan dinleri,
sadece bir veri kültürel varlık alanı olarak değil, bir bilgisel varlık alanı
olarak da ciddiye alır. Bu dinlerden herhangi birinin ya da hepsinin, deneyimlenebilirlik
anlamında bir bilimsel bilgisel irdelemeye tabi tutulamayacak olan tekil metafizik
önermelerini, bir liberal, kendi bireysel tecrübesi içinde kendi inanç sistemi olarak
kabul etmese de, bu dini önerme yapılarını bir varlık alanı olarak farkeder. Nezaket
anlamında saygı göstermenin ötesinde, ontolojik bir sorunsal alanı olarak anlamlı
bulur. Ampirisist positivist olmamasının bir
açılımı budur.
Pozitivist
amprisist olmamasının ikinci bir açılımı, bir liberalin, ahlaki ve estetik
değerlerin oluşturduğu bir varlık alanının, insanın önündeki, ve sadece ve sadece
insanın önündeki önemli varlık alanı olduğunu farketmesidir. Bu varlık alanı,
insan tecrübesinin, fizikalistik varlık alanına ve onun bilimsel teori ve kategori
terimlerine indirgenemeyecek asli bir boyutudur. İnsana özgüdür. İnsanın önündeki
varlığı bilmek sorununu, sadece “bilmek” olmaktan çıkarır, “anlamaya”
dönüştürür. Bir adaletsizliğe uğramış infial içindeki bir arkadaşımıza,
“seni biliyorum” demeyip, “seni anlıyorum” dememizin anlaşılabilir kıldığı
gibi, ahlaki ve estetik değerler, değer ad koymaları ve anlamlandırmaları, insana
özgüdür ve bilmeyi aşar. Kendi bireysel tecrübemizi öteki insanların tecrübesini
paylaşarak yaşamamızdan kaynaklanır. “Anlama”, insanın sahip olduğu kendini ve
başkalarını “içinden bilme” imtiyazının mümkün kıldığı bir şeydir. Bu
değerlerin oluşturduğu varlık alanı, fizyoloji temeli olan insan bireylerinin içinde
gerçekleştiği, bu fizyoloji temelli bireylerce üretildiği, fiziki bir zemin üstünde
durduğu, insansız bir evrende düşünülemez olduğu halde, bu fiziki zeminin
terimlerine dönüştürülemez. Ahlaki ve
estetik değerler, insan kültürleri içinde yeniden üretilirlerken bu kültürlerin
temel yapı taşlarını oluşturur.
Ne var ki, ahlaki
ve estetik değerlerin oluşturduğu bu özel varlık alanına sahip olsa da, bir
liberalin ontolojisi, insan fetişizmine dayanmaz. İnsan, mekansal ve zamansal
vüsatını, kendi ürettiği bilim sayesinde, milyarlarca ışık yıllık ölçekler
içinde yeni yeni kavramaya başladığı, milyarlarca galaksilik bir alemler aleminde,
önemsiz bir yerde, önemsiz bir konumdadır. Kozmos, insanın oynadığı oyunun,
insanın serüveninin dekoru değildir. İnsanın serüveninin içinde konumlandığı bu
alemler alemi, ontolojik statüsünü insana borçlu değildir. İnsan bu kozmos
içindedir ve önemliliği, olsa olsa, önemsizliğinin önemidir.
Bu önemsizliğin
kavranmasının getireceği tevazu, bir liberalin hoş görü ve evrensel kardeşlik,
eşitlik ve barış önermeleri için gereklidir. Evrensel kardeşliği, eşitliği ve
barışı engelleyen en tehlikeli tuzak, varlığın, bilgisel rüşdüne ermemiş
kültürlerin mitoslarının, “köy”, “aşiret”, “kabile”, “millet”,
“ırk”, “cinsiyet” ölçekleri içine hapsedilmesidir. Bir liberali,
“tanrı”sı ya da “davası” uğruna cinayet işlemekten alıkoyan, bilimsel ve
felsefi aydınlanma geleneğinin verdiği bu tevazudur. Haddini bilmedir.
Liberalin inandığı bir tanrısı olabilir.
Ontolojisi bir “tanrı”nın varlığı ile büyük bir rahatlıkla uzlaşabilir. Ama
bir “liberalin” tanrısı, tuttuğu ve kendini tutan bir “köy”, “şehir”,
“kavim”, “ırk”, “cinsiyet”in ölçeği içinden görülen, kendini tutmayan
öteki “köyleri”, “şehirleri”, kavimleri”, “milletleri” cezalandıran bir
tanrı olamaz. Vüsati milyarlarca ışık yıllık mekan ve zaman içinde tasarlanan bir
alemler aleminin yaratıcısı olabilir bir liberalin tanrısı. “Rab ül alemin”dir.
Bir “kabile” tanrısı değil. Bunun bir önemli sonucu, bir liberal açısından
bakıldığında, “bütün dinlerin”, “bütün kavimlerin” tanrılarının sahip
olduğu ontolojik eşitliktir.
İnsanın, Samanyolu adını verdiğimiz bir
galakside Güneş adını verdiğimiz bir yıldızın Dünya adını verdiğimiz bir
uydusundaki varlığı, bu uydudaki milyarlarca yıllık “hayat” serüvenin bir
parçasıdır. Ontolojik satüsü budur. Dört beş milyar yıl önce, karmaşık nükleik
asidlerin makro moleküllere ve sonra hayata dönüşmesiyle başlayan, bitkiler ve
hayvanlar zinciri üstünde günümüze gelen başkalaşmalar zincirinin üstündedir
“Homo sapiens sapiens”ler. Bir canlı türü olarak varlığımızın
“mucizeliği”, uçsuz bucaksız bir kozmosun bir galaksisisinin bir yıldızının bir
uydusundaki bu “hayat” mucizesinin bir parçası olmasında yatar.
Ne var ki, bir dil kullanmağa başlamalarıyla
birlikte Homo Sapiens Sapiens’lerin varlıkları, “hayat”ın sıradan bir parçaşı
olmayı aşmıştır. Bütün insanlar olmasa da bazı insanlar, “hiç bir şey
olmayabilirdi, niye her hangi bir şey var” türünden fizik ötesi temel soruları
sorarak, kimi mutasavvıflara “en el hak” dedirten bir “reşitlik” ortaya
koymuşlardır. Bu rüşt, insanların tecrübelerinin oluşturduğu birikimli mirası,
“var olanlar”ın edilgen bir gözlemcisinin mirası olmayı geride bırakmış,
varlığın soruşturmacısı, yorumcusu haline gelmiş bir “varlık türü”nün
ürettiği kültür mirası haline dönüştürmüştür.
İnsanın bir kültür yaratarak yaşaması,
biyolojik varlığının fiziki temellere oturan bir koşutudur. Yeniden üretilmesine
katılarak içinde yaşayan insanların ürünü olan, sadece ve saede bu insanların
ürünü olan bir kültür ortamının varlığı, tekil insan bireyleri için su kadar,
hava kadar gereklidir. Tekil insan bireylerinin her birinden önce de var olan ve sonra da
var olacak olan, ama sadece ve sadece tekil insan bireylerinin toplamsallığı ürettiği
için var olan kültür, insanın, kendi bedeni ve gayri maddi varlığı da içinde olmak
üzere var olanları yorumlaması, yeniden inşa etmesidir. Kültür, insanların, onlar
olsa da olmasa da var olmaya devam edecek olan “gerçeklik”i “yeniden inşa”
etmelerinin ürünüdür. “Üretilmiş” bir gerçekliktir.
İnsanın üretme, olmayanı var etme kapasitesi
varlık statüsünün temel bir özelliğidir. İnsan, bütün insanlar olmasa da bazı
insanların yapabilmesi anlamında, kendi maddi ve gayrimaddi varlığı da içinde olmak
üzere “var olanlar”a dışından bakabilir, sorgulayabilir, yorumlayabilir, etik ve
estetik değerleri ve bilgisel buluşları üretebilir. Mutasavvufa “en el hak”
detirten iç görülerden biri, insanların, etik ve estetik değerleri ve bilgisel
buluşları yoktan var edebilme güçleri olsa gerektir. Dede Efendi’nin Saba Ayini,
Renoir’ın Gelincik Toplayan Kız tablosu, Einstein’ın Genel Görelilik kuramı,
yaratıcıların yarattığı ürünlerdir.
Ne var ki bir
liberalin bilgisi, “Konjonktürler ve Reddiyeler”deki anlamıyla Poppergildir, ve
Hayekgildir. Dışında gerkçekliği, hiç bir zaman içinden bilemez. Kantın bulmak
için yola çıktığı ama insana kapalı olduğunu farkettiği “kendisi için
şey”in bilgisi insan erişimiin dışındadır. Varlığı kendine “göründüğü”
kadarıyla bilmeğe çalışabilir. Ve “bildikçe”, bilinecek varlığın sınırları
genişlediği, derinliği arttığı, boyutları çoğaldığı için, bir önceki
“görüntü” önündeki bilgisinin yeterliliği değişir. Bu anlamda “orada duragan
bir şekilde var olan” bir kozmos olmadığı için, bunun kesin, pekin bilgisi, bilme
faaliyetinin sonuna geldiğimizi söyleyebileceğimiz bir “bilgi” hiç bir zaman
olamaz. Bilinecek alan ona yaklaştıkça elimizden kayar, farklılaşır. Bilmek sonsuz
bir sorgulama etkinliğidir. Bilginin kendisi bu sorgulamanın odağındadır.
Bu, toplumsal
alanların, mesela ekonominin bilgisi için özellikle önemlidir. Toplumsal alanların
bilgisinin ontolojik statüsü, hukuki ve siyasi sonuçları açısından üstünde
özellikle durulmayı hak eder. Plato’dan beri gelen ve liberal bakışın karşıtı
denebilecek öteki görüşün yanılgısı, varlığın ontolojik statüsü ve bunun
sonucu olarak varlığın bilgisinin statüsü hakkındaki yanılgıdır. Toplum,
insanların tercih, karar ve üretimlerinden bağımsız olarak var olan bir insan
toqplumu planına göre, insandan bağımsız olarak inşa edilebilecek bir varlık
değildir. Böyle bir toplum planı var olmadığı için böyle bir toplum planının
bilgisi de olamaz.
Kendini,
milyonlarca farklı aktörün her an sürmekte olan karşılıklı etkileşmelerinden
oluşan insan ürünü toplumun, kültürün yerine koyacak olan bir gurup “akıllı”
insanın, insandan bağımsız olarak var olan “insan toplumu”nun (!) normlarının,
haritasının, planının bilgisine ulaşması olanaksızdır. İnsanın, başka türlü
de olabilecekken olduğu gibi olmuş olan serüveninin, insanın yaptıklarının ve
başına gelenlerin toplam kaydı olan insan tarihinin, yaşanmış olduğu için geriye
dönüp yeniden inşa edilebilen bilgisi, olması gereken bir toplumun bilgisi ile
karıştırılmamalıdır.
Hayek’in,
toplumun, kültürün, ekonominin, kendiliğinden işleyen süreçlerle oluştuğunu
söylerken kastettiği, natüralistik bir kendi kendine işleme değil, insan
eylemlerinin, tercihlerinin, kararlarının, insanını başına gelen hadiselerin
önceden planlanmayan, planlanamayacak olan bir toplumsal kültürel üretimi
oluşturduğudur.
Yeni Türkiye dergisi, Ocak-Şubat
1999, Yıl 5, Sayı 25 de yayınlanan yazı. |