![]() ![]() |
... |
|
'1934
Sanayi Programı' ve Türkiye'de 'İktisadi Devletçilik'in Tarihindeki Yeri 1. Giriş Yakın tarihimizdeki bu
merkezî önemine rağmen, 1930'lardaki devletçi politikanın tarihi bugün hâlâ tarih
bilincimizin bulanık alanlarından biridir. 1930'lu yıllarda devletçiliğe geçiş
süreci hakkındaki kanaatlerimizi bir bilgisel tarih zeminine oturtmaya çalışmak, bu
bilincimizin berraklaşmasına da yardımcı olacaktır. 2. "Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı" ya
da 'Programı' nedir ? 'Birinci Beş Yıllık Sanayi
Planı' ya da 'Programı' diye bilinen olgu, Cumhuriyet hükümetinin 11 Nisan l934
tarihinde "Sınai tesisat ve işletme raporları üzerine tetkikler ve kararlar"
başlıklı gizli bir Bakanlar Kurulu Kararıyla[1] uygulamaya koyduğu bir kamu sanayi yatırım
projeleri listesidir. Bu karar, Türkiye'de 1929 yılında başlayan iktisadi krizin ancak
sanayileşme sürecinin hızlandırılmasıyla aşılabileceğinin, hemen aynı yıl
tespit edilmesi ve 1929'u izleyen birkaç yıl içinde, hükümetin elinde, kamu
kuruluşları aracılığıyla fabrikalar ve madencilik tesisleri kurmak ve işletmekten
başka, sanayileşmeyi hızlandırabilecek bir politika seçeneği olmadığının ortaya
çıkması sonucunda alınmıştır. 1934 yılında alınan
kararın muhtevasından, genellikle '1933 Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı' diye söz
edilir. Ne var ki hem '1933' hem de 'Plan' ifadeleri yanıltıcıdır. Bu, 1934'deki
kararın, İktisat Vekaletince Başvekalete sunulan Aralık 1933 tarihli, "Raporlar:
sınaî tesisat ve işletme" başlıklı öneriler belgesi[2] üstünde
alınmış olmasından ve daha sonra yürürlüğe koyulan devlet yatırım programlarına
ait belgelerde, hem yeni programlar hem de 1934 programı için 'sanayi planı' teriminin
kullanılması, bu teriminin böylece 1930'lar ve 1940'lar Türkiyesi'nin siyaset diline
yerleşmesinden kaynaklanır. 1934 Nisanında "İcra
Vekilleri Heyeti"nin, "İktisat Vek[aleti] ... tarafından hazırlanıp
[kendisine] tevdi olunan muhtelif sanayi mevzuları"nı inceleyerek, uygulamaya
koyduğu projeler, i) Bakırköy'deki devlete ait pamuklu mensucat fabrikasının
genişletilmesi, ii) Konya Ereğlisi, Kayseri ve Nazilli'de birer pamuklu mensucat, iii)
Bursa'da yünlü mensucat, iv) İzmit'te bir kağıt ve v) kostik soda ve klor, vi)
Zonguldak havzasında bir semikok, vii) İstanbul'da bir şişe ve cam eşya fabrikası ve
viii) Keçiborlu'da bir kükürt madeni tesisi kurulmasını öngörüyordu. İlk beş
başlıktaki projeler, bu tür yatırımları yapmak ve işletmek üzere 1933 yılında
'kamu iktisadi teşebbüsü' olarak kurulan Sümerbank tarafından, son üç başlıktaki
projeler ise Sümerbank ile, Cumhuriyetçi siyasî kadronun Türk bankacılığını
geliştirmek için 1924 yılında bir özel şirket olarak kurduğu İş Bankası'nın
ortaklığıyla gerçekleştirilecekti. Hükümet, Aralık 1933 tarihli
"Raporlar"da kapsanan demir-çelik, gül yağı, kendir, kimya sanayii, bakır,
altın ve petrol madenciliği ve rafinasyonu, süngercilik ve elektrifikasyon işleriyle
ilgili projeleri karara bağlamamış, bunlarla ilgili incelemelerin sürdürülmesi
ihtiyacını duymuştu ki, bunların bazıları ya daha sonraki "Sanayi
Planları" bilinen devlet yatırım programları içinde ya da ilgili bakanlıklarca
yeniden ele alınacak ve uygulamaya konulacaktı. Birinci Beş Yıllık Sanayi
Programı, Cumhuriyetçi siyasi kadronun sanayileşme politikasında 1930'lu yıllarda
yaptığı önemli bir değişikliğin simgesidir. Bu değişiklik, 1929-1933 döneminin
özel konjonktüründe Türkiye'deki sanayileşmeyi kısa bir süre içinde hızlandırmak
ihtiyacı duyan ama bunun özel girişimler aracılığıyla gerçekleştirilmesinin
mümkün olmayacağını gören Atatürk ve arkadaşlarının, devlet yatırımcılığı
ve işletmeciliğini sanayi sektöründe sermaye birikimini hızlandırmanın birincil
politika aleti olarak kullanma kararını almalarıdır. Devletçilik diye
adlandırılan bu yeni politikanın ne olduğu ve ne olmadığının, yakın tarihimizin
"bilgisi" anlamında doğru değerlendirilmesini zorlaştıran nedenler vardır.
Bir kere, 'devletçilik'in, 1931'de Cumhuriyet Halk Partisi'nin, 1937 anayasa
değişikliği ile de Türkiye Cumhuriyeti devletinin altı temel ilkesinden biri olarak
kabul edilmesi, devletçi politikayı rejimin
ayırt edici bir özelliği
"görüntü"süne büründürmüştür. İkinci olarak, Bolşevik Rusya, Faşist
İtalya ve Nazi Almanya'sının sansasyon fırtınaları estirdiği 1930'lu yıllarda ve
daha sonra devletçilik hakkında içerde ve dışarda yazılanlar, devletçiliğin
olgusal gerçekliğini, bu gerçekliğe projekte edilen bir doktriner 'Kemalist Türkiye'
imajının arkasına itmiştir. Ayrıca, 1930'ların Kadro ve 1960'ların Yön dergisi gibi platformlarda yazanlar başta
olmak üzere, Türkiye'deki iktisadi devletçilik konusunu ele alanların bir kısmı da
konuya, olanı olduğu gibi kavramaya yönelik bir bilgisel tarihçilik meselesi olarak
değil, kendi siyasi hayatlarının bir meselesi olarak yaklaşmışlardır. Çeşitli
yazarların 1930'lu yıllardaki iktisadi devletçiliği "bir planlama hareketi",
ya da "devlet sosyalizminin aşırı bir ifadesi", ya da "askerler ve
bürokratlar [arasında] Batı'ya ve kapitalizme karşı hislerin yeniden
canlanışı", ya da "sadece pragmatik bir araç değil fakat temelde, köklü
ve ideolojik bir öğe" gibi yanlış ifadelerle değerlendirmeleri[3], olgusal
tarihçilikten çok, doktriner bir 'Kemalist Türkiye' tasarımı geliştirme ya da
'Kemalist' bir devletçilik imajını siyasi malzeme olarak kullanma çabalarının
sonucudur. 1930'ların devletçilik
politikası konusunu bu değerlendirme kargaşasından sıyırarak bir tarih bilgisi
zeminine oturtmamıza yardımcı olabilecek yaklaşımlardan biri, bu politikanın nasıl
ortaya çıktığı, hangi sorunlara nasıl çözüm bulunmaya çalışıldığı,
seçeneklerden hangisi üstünde niye karar kılındığına bakmaktır. 3. Bir sanayileşme
politikası olarak devletçiliğe nasıl geçildi? Cumhuriyetin lider
kadrosunun, l923'ten beri izledikleri, devlet teşvikleriyle desteklenen özel sektör
eliyle sanayileşme politikasının yeterliliğinden kuşku duy-masına yol açan, l929
yılında Türkiye ekonomisinde yaşanmağa başlanılan bazı gelişmeler oldu. Türkiye, Lozan Ticaret
Sözleşmesi ile, gümrük vergisi hadlerini beş yıl değiştirmemeyi taahhüt etmişti.
Bu sürenin sona ereceği 1929'da ithalatçılar, yeni tarifeyle koruma oranlarının
yükseltmesini bekledikleri için, eski tarife yürürlükteyken stok biriktirmeğe
yöneldiler. Aynı yıl, Dünya Buhranı'nın Türkiye üstündeki ilk etkileri de
hissedilmeğe başladı. 1929 yılında Türkiye'nin dış ticaret hadleri 1927-1928
ortalamasına göre % l5 oranında bozuldu. Bu Türkiye'nin ihraç mallarının satın
alma gücünün önemli ölçüde azalacağı bir dünya konjonktürünün endişe verici
ilk işaretiydi. Bu iki nedenden ötürü, ihracat gelirlerinin ithalat harcamalarını
karşılama oranı 1926'da % 83 ve l928'de % 89'dan 1929'da % 67'ye düştü. Dış ticaretteki bu
gelişmeler, bir merkez bankasının henüz kurulmamış ve dolaşımdaki banknot hacminin
adeta sabit olduğu, hükümetin elinde bir döviz kuru politikası aletinin
bulunmadığı, döviz kurunun tamamen piyasada belirlendiği bir ortamda, TL'nin yabancı
paralar karşısında değer kaybının 1929'da 1928'e göre on bir kat hızlanmasına yol
açtı. TL dolar karşısında 1927'de % 1.6, 1928'de sadece % 0.5 oranında değer
kaybetmişken bu oran l929'da % 5.5'a çıktı. Birinci Dünya Savaşı'nda yaşanan
enflasyonu ve Osmanlı kağıt paralarının hızla değer kaybetmesi sürecini,
tekrarından mutlaka kaçınılması gereken bir felaket gibi hatırlayan
Cumhuriyetçiler, bir merkez bankası ve kararlı bir ulusal para sistemi kurmaya
yöneldikleri sırada ortaya çıkan bu gelişmeleri ciddi bir 'para krizi' olarak
gördüler. TL’nin yabancı paralar
karşısında değer kaybetmesinin temel nedeni dış ticaret açığıydı. Bu kaybın
hızla durdurulması için, açığın hızla kapatılması gerekiyordu.[4] Hükümet, bu
nedenle, 1929 Haziranında Ali İktisat Meclisi'ni ithal ikamesine dayalı hızlı
sanayileşmeyi sağlayabilecek yeni öneriler getirmek üzere, 'Türkiye'nin İktisadi
Programı'nı hazırlamakla görevlendirdi.[5] Bir yanda, toplam nüfus
içinde küçük bir yer oluştursa da siyasal etkinliği daha fazla olan kentsel
nüfusun, öte yanda sessiz fakat büyük köylü yığınlarının bez, şeker ve
gazyağı gibi birçok temel tüketim ihtiyaçları ithalatla karşılanıyordu. Her yıl
giderek artan temel tüketim malları ithalatını sonsuza dek tarım ve madencilik
ürünleri ihracatıyla karşılamak olanağı bulunabilecek miydi? Ayrıca, iktisadi
kalkınmayı hızlandırmak için her yıl daha çok sermaye ve ara malı ithal etmek
gerekiyordu. Bunlar için döviz nereden gelecekti? Türkiye'nin tarımsal ihraç
ürünlerine karşı dünyadaki nispi talep daha da azalır ve bu ürünlerin
dışarıdaki satın alma gücü daha da düşerse, Türkiye'nin iktisadi durumu ne
olurdu? Gelişmeyi hızlandırmak için ithalatın önemli bir kısmını oluşturan bez
ve şeker gibi Türkiye'de kolayca üretilecek temel tüketim mallarında ithalata
bağımlı olmaktan kurtulmak gerekmiyor muydu? Bu sorulara yanıt bulmak
1929 yılında iktisat politikasıyla ilgili çevrelerin başlıca sorunu haline geldi.
Ticaret açığının kapatılabilmesi için ya ihraç gelirlerini arttırmak, ya ithal
harcamalarını kısmak, ya da bir yandan ihraç gelirlerini arttırırken bir yandan da
ithalatı azaltmak gerekiyordu. 1929 ortamında, ihraç gelirlerini kısa bir süre
içinde yeterince arttırabilmek olasılığı zayıftı. İthalat hacmini ihracatın
değeri ile sınırlamak kuramsal olarak olanaklıydı. Ancak bu Türkiye'de temel
tüketim ve yatırım malları arzında büyük daralmalara yol açardı. Sadece bu
önleme bel bağlamak siyasal ve sosyal politika açısından göze alınacak gibi
değildi. 1926-1929 arasında kamu kesiminde gerçekleştirilen yıllık yatırımların
sabit fiyatlarla değeri bir misli genişletilmişti. Hükümet, yüzde doksanı
ulaştırma alanına, ki büyük ölçüde demiryollarına yapılan bu yatırımları
kesintiye uğratacak bir ithalat kısıntısını, başlattığı imar programının
yenilgiyle bitmesi anlamına geleceği için, istememekteydi. Öte yanda, Osmanlı dış
borçlarından Cumhuriyet Türkiyesi'ne düşen payın taksitlerinin 1929'da ödenmeğe
başlanmasıyla gündeme gelen yeni döviz harcama kalemi de, hükümeti, Dünya Buhranı
ortamında daha da zor durumda bırakmıştı.[6] Hükümet çevrelerinde para
krizi ve dış ticaret açığı üstündeki tartışmalar, birkaç ay içinde, 1920'lerde
gerçekleşen sanayileşme hızının yetersiz kaldığına ve tekstil ürünleri gibi
belirli mallarda yoğun bir ithal ikamesine gidilerek sanayileşme sürecini
hızlandırmaktan başka çare olmadığına dair bir görüş birliğine yol açtı. İktisat Vekaleti, Aralık
1929'da, 'Türkiye'nin İktisadi Programı'nın hazırlan-ması işini tamamen kendi
üstüne aldı. Tek tek her önemli mal grubu için, ihracatı artırma ya da ithalatı
ikame etme olanaklarını araştıran ve uygulamaya yönelik somut projeler ve iktisat
politikası önlemleri öneren "İktisadi Vaziyetimize Dair Rapor" başlıklı
ayrıntılı bir çalışmayı, Mart 1930'da Başbakanlık'a sundu. Nisan 1930'da bir
Sanayi Kongresi toplandı. Bu kongreyi izleyen günlerde Hükümet, Türkiye'nin temel
iktisadi gelişme meseleleri gözden geçiren ve politika önceliklerini sıralayan bir
"İktisadi Program"ı Büyük Millet Meclisi üyelerine dağıttı.[7] Dünya Buhranı'nın
Türkiye'deki etkileri 1930-1932 arasında ciddi bir iktisadi krize dönüştü. İhracat
gelirleri l928'da 221 milyon TL'den, 1929'da 191, 1930'da 187, 1931'de 157 ve 1932'de 114
milyona, hükümetin bütçe gelirleri 1929'da 253 milyon TL'den 1930'da 224, 1931'de 193
milyona düştü. İhraç ürünlerinin fiyatlarındaki çöküntü nedeniyle, tarımın
iç ticaret hadleri 1930'da % 30, 1931'de % 15 oranında bozuldu. Tarım ürünlerinin
satın alma gücü, l931'de, Buhran öncesine göre yarı yarıya azalmış bulunuyordu.[8] Özellikle
piyasaya ve ihracata yönelik tarımsal üretim yapılan bölgelerde halk kitleleri
arasında güçlü bir hoşnutsuzluk havası esmeye başladı. 1930 yılının sıkıntılı
ortamında, Atatürk, Cumhuriyet'in eski başbakanlarından Fethi Bey'e (Okyar) Cumhuriyetçi
Serbest Forka'yı kurdurttu. Yeni 'muhalefet' partisi toplumda geniş destek
buldu. Fethi Bey, İzmir'de halkın "kurtar bizi" haykırışlarıyla
karşılandı. Serbest Fırkacılar aynı yıl yapılan belediye seçimlerinde büyük
başarı elde ettiler. Amerika'nın Ankara Büyükelçisi Grew'in ifadesiyle,
"ülkenin siyasi hararetini ölçmek için ... bir klinik termometre" gibi
kullanılan Serbest Fırka "vücutta çok yüksek bir ateş olduğunu" açığa
çıkardı.[9]
Gelişmelerden rahatsız olan Atatürk, 1930 sonlarına doğru, yakın arkadaşı Fethi
Bey'e partiyi kapattırdı. Ülkedeki hoşnutsuzluğun ardında yatan iktisadi ve
toplumsal koşulları yerinde incelemek için, kalabalık bir 'uzmanlar' heyetiyle
birlikte, Kasım 1930, üç aydan fazla sürecek uzun bir yurt gezisine çıktı.[10] Gezide geniş
halk yığınlarının yaşam koşullarındaki sefaletin iktisadi kriz ortamında daha da
arttığının görülmesi, iktisadi gelişmeyi hemen hızlandırabilecek bir şeyler
yapılmazsa, sadece halkın refahının değil, rejimin siyasal güvenliğinin de
tehlikeye düşebileceği tespitiyle sonuçlandı.[11] Atatürk'ün yurt gezisi sırasında, genellikle onun görüşlerini
yansıtan gazeteci milletvekili Yunus Nadi'nin bir yazı yayınladı. "Burada, yeni bir sanayileşme politikasıyla
ilgili olarak, yapılacak işlerin tasnifine ihtiyaç vardır. ... ilk yapılabilecek
işler[in] ... üç sene[lik], beş sene[lik] program[larla] ... tahakkuk ettirilmesine
çalışıl[ır]. İlk üç veya beş senelik programın tatbikatı temin olunduktan sonra
ikinci bir program[a] ... geçilir ve böylece memleketin iktisadi teceddüt ve terakki
merhaleleri katetmesi temin edilmiş olunur."[12] "Memleketin iktisadi
teceddüt ve terakki merhaleleri kat etmesi"ni sağlayacak öncelikli işleri kim
yapacaktı? Sanayileşmeyi hızlandıracak yeni fabrikaları kim kuracaktı? Yerli özel
şirketler mi, yabancı sermaye mi, yoksa devlet mi? Bu sorunun cevabı, istenilen
yatırımların yerli ve yabancı sermaye çevrelerince gerçekleştirilmesi
imkânlarının aranması ve bulunamaması sonucunda, 1931 yılından itibaren
"devlet" şeklinde verilmeğe başlandı. Ama devletçi sanayileşme
politikasını bir tarihçilik meselesi olarak doğru değerlendirmemiz açısından
önemli olan, 1929 ve 1930 yıllarında sanayileşmenin hızlandırılmasının
kaçınılmaz bir siyasi ihtiyaç olduğu kararına varan Cumhuriyetin hükümetinin,
sanayide devlet yatırımcılığı ve işletmeciliğine hemen başvurmamış, hızlı
sanayileşme programına yerli ve yabancı sermaye çevrelerini angaje etme yollarını
sabırla aramış olmasıdır. Hükümet, "İktisadi
Vaziyetimize Dair Rapor" ve "İktisadi Program" üstünde yoğun bir
şekilde çalıştığı 1930 yılının ilk aylarında, tekstil endüstrisinin
geliştirilmesi için özel girişimcilere ek koruma ve sübvansiyon getiren kararlar
aldı.[13] Ne
var ki, Büyük Buhran'ın çalkantıları içinde olan Türk işadamları bu özendirici
önlemlere anlamlı bir tepki göstermedi. Hızlı sanayi programını
uygulatmanın ikinci bir yolu olarak yabancı sermayeye dönüldü. Başbakan İnönü,
1930 Kasımında Ankara'yı ziyaret eden Amerikan Ticaret Bakanlığı Müsteşarı
Klein'dan, Amerikan hükümetinin Amerikalı işadamlarının Türkiye'de yatırım
yapmalarına yardımcı olmasını istedi ve bu amaçla Amerika'ya bir komisyon
göndereceklerini söyledi. Atatürk de, Klein'la yaptığı görüşmede "komisyon
... fikrini çok muvafık" gördüğünü, "tercihen Amerikan sermayesinin
memleketimizde çalışmasını çok arzu" ettiğini belirtti.[14] 1931
yılında Maliye bakanı Saraçoğlu başkanlığındaki bir heyet, kredi olanaklarını
araştırmak ve Amerikan kapitalistlerini Türkiye'de özellikle tekstil alanında
yatırım yapmaya ikna etmek için ABD'ye gönderildi. Ne var ki, kendileri Büyük
Buhran'ın sıkıntıları içinde olan Amerikan iş çevreleri, Türkiye'de tekstil
endüstrisinin geliştirilmesine ilgi göstermediler. 50 ile 100 milyon dolar arasında
Amerikan sermayesini Türkiye'ye çekme ümidi, Saraçoğlu Amerika'dan eli boş
dönmesiyle ortadan kalktı.[15] Türkiye'de yatırım yapacak girişimciler bulmak için
Fransa'da sürdürülen çabalar da sonuç vermedi.[16] Böylece, hızlı sanayileşme programını
uygulamak için hükümetin elinde, geliştirilmek istenilen sektörlerdeki fabrikaları
ve madencilik tesislerini devletin kurması ve işletmesinden başka bir seçenek
olmadığı gerçeği, 1931 yılı içinde belirginleşmeğe başladı. Devlet yatırımcılığı ve
işletmeciliği yoluyla sanayileşme düşüncesi ve tecrübesi, aslında Türkiye için
yeni değildi. Osmanlı hükümeti, 1830'lar ve 1840'larda bir takım devlet fabrikaları
kurdurmuştu.[17]
Bu fabrikaların birkaçı ayakta kalmış ve Cumhuriyet hükümetince devralınmıştı.
Ayrıca, sanayileşmenin devletin yeni fabrikalar kurması ve işletmesi yoluyla
sağlanması fikri, 1920'lerde, bürokrasinin ve yönetici siyasal kadronun bir bölümü
arasında revaç bulmuştu. 1923 yılında hazırlanan bir devlet sanayi yatırım
programı hükümetçe tartışılmıştı. 1925 yılında, Sanayi ve Maadin Bankası'nın
kuruluşuyla ilgili kanunun gerekçesinde, devletin yeni fabrikalar kurması ve daha sonra
bunları güçleneceği varsayılan Türk işadamlarına satması, yani Prusya ve Japonya
modeli önerilmişti. Ama Meclis, 1925'te, sanayide devlet yatırımcılığı ve
işletmeciliği modelini reddetmişti.[18] 1931 Mayıs'ında yapılan
CHP kurultayında, devletçilik parti programının ana
ilkelerinden biri olarak kabul edildi. Buna göre, Parti, özel girişimciliği toplumsal
düzenin temel öğesi saymak ve "ferdi mesai ve faaliyeti esas tutmakla
beraber", "mümkün olduğu kadar az zaman içinde milleti refaha ve memleketi
mamuriyete eriştirmek için, ... iktisadi sahada devleti fiilen alakadar" ettirecek,
devlet, özel girişimin gücünün yetmediği sanayi işletmelerini kuracak ve
işletecekti.[19] Devletçi sanayileşme
politikasına geçiş tarihinin en ilgi çekici gelişmelerinden biri, 1932 yılında,
bazı siyasetçi ve tekno-bürokratların, sanayide devlet yatırımları ve
işletmeciliğini, Cumhuriyetçi lider kadrosunun özel mülkiyete dayalı piyasa
ekonomisini geliştirilmeye yönelik temel kalkınma stratejisinin tamamlayıcı bir
politika aleti olarak değil, bu stratejinin yerine ikame edilecek 'sosyalizan' bir yeni
kalkınma stratejisi olarak ele aldığı anlamına gelen çabaları vesilesiyle
yaşandı. Ki, bu gelişme ve akıbeti, devletçi tecrübenin doğru bir tarihçilik
zeminine oturtulması açısından özellikle önemlidir. 1927 Teşviki Sanayi
Kanunu'na göre, özel şirketlere makine ithalatında tanınan gümrük
bağışıklığı, 1932 yılında Sanayi Kredi Bankası'nı kurmak amacıyla
çıkar-tılan kanunun teknik ayrıntı gibi görünen bir maddesi ile; hammadde
ithalatında tanınan gümrük bağışıklığı da, 1932 yılı Bütçe Kanunu'nun bir
eki ile kaldırıldı. 15 yıl yürürlükte kalmak üzere çıkartılan Teşviki Sanayi
Kanunu'nun özel sanayi işletmelerine tanıdığı en önemli teşvik öğelerinin beş
yıl sonra iptal edilmesi, hem işadamları arasında hem de siyasi çevrelerde tepkilere
yol açtı. Siyasi kadronun radikal devletçiliğe sürüklenme istidadı taşıyan bir
kanadının var olduğunun en uç işareti, Temmuz 1932'de çıkartılan Devlet Sanayi
Ofisi Kanunu'nda görüldü. Bu kanunun, Ofis'e, devlet adına fabrikalar kurmak ve
işletmek yanında, kurulmak istenilen özel fabrikalara izin vermek ya da vermemek, izin
verilenlere nezaret etmek, kuruluş gerekçelerine göre çalışıp
çalışmadıklarını denetlemek yetkisi vermesi; izin verilen özel fabrikaların,
kuruluş maliyetleri kârlarla amorti edildikten sonra "devlet teşebbüsü"
olmasına dair bir hüküm taşıması, büyük siyasi çalkantılara yol açtı. İsmet
İnönü'nün radikal İktisat Vekili Şerif Bey, İş Bankası'nın bir kağıt
fabrikası kurma teşebbüsünü engelleyince, hükümetin sanayi politikasının
gidişatından rahatsızlık duyanların arasında bulunan Atatürk duruma müdahale etti.
Başvekil İsmet Paşa'yı, radikal değişikliklere yönelen İktisat Vekili Mustafa
Şerif Bey'in yerine, İş Bankası'nın kurucusu olan ve işadamları camiasıyla iyi
ilişkileri ile tanınan Celal Bey'i (Bayar) atamak zorunda bıraktı. Devlet Sanayi Ofisi Kanunu,
açıktır ki, Türkiye’deki sanayi sektörünü esas olarak özel firmalara dayanan bir
sektör olmaktan büyük ölçüde çıkartmaya yönelmiş, ancak, Mustafa Kemal'in
müdahalesi sonucunda ömrü sadece iki ay sürmüş olan bir 'sosyalizan' fanteziyi
yansıtmaktaydı. Bu müdahalenin bir uzantısı olarak, 1933 yılında, Sanayi Ofisi
dağıtıldı, yerine Sümerbank kuruldu ve özel sektöre makine ve hammadde ithalatında
daha önce tanınmış olan tarife bağışıklıkları geri getirildi.[20] Nisan 1934'de yürürlüğe
koyulan devlet sanayi yatırımları programını uzanan gelişmelere gelince, hükümetin
düşündüğü işleri ancak kamu yatırımları ve işletmeleri aracılığıyla
yaptırabileceğinin anlaşılmasından sonra, sıra, böyle bir yatırım programının
gündeme getirdiği teknoloji transferi ve dış finansman konularına çözüm aramaya
geldi. Be teknik ve mali yardımın, Amerika, Fransa gibi, Büyük Buhran'ın olumsuz
etkileri altında kalmış olan gelişmiş piyasa ekonomilerinden sağlanamayacağı zaten
ortaya çıkmış bulunuyordu. Bu nedenle, Türk hükümeti, devletin iktisadi
hayata kumanda ettiği ülkelere yöneldi. 1932 yılında, Başvekil İsmet Paşa
Sovyetler Birliği'ne ve İtalya'ya gitti. Teknik yardım ve kredi anlaşmaları
imzaladı. İtalyan kredisinin daha sonra gerçekleşmeyecek olmasına karşın, Sovyetler
Birliği'nin, sanayi programına giren bazı fabrikaları Türkiye'de krediyle kurması,
1930'lu yıllarda devletçi sanayi politikasının uygulamaya geçirilebilmesinde hayati
bir rol oynayacaktı. İsmet Paşa'nın Moskova
ziyaretinden hemen sonra, mühendis ve iktisatçılardan oluşan bir Sovyet uzmanları
heyeti Türkiye'ye geldi. Devlet yatırım projelerini inceledi. 1932 sonbaharında,
raporlarını Başvekalet'e sundu.[21] Ancak, fevkalade ilgi çekici bir şekilde, Türk
hükümeti Sovyet uzmanlarının çalışmalarıyla yetinmedi. 1933'te, Atatürk'ün
direktifi ile, bu sefer bir Amerikalı uzmanlar grubu Türkiye'ye çağrıldı.
Amerikalılar, oluşmakta olan devlet sanayi yatırım programındaki projeler için
maliyet-yarar analizleri yanında, ülkenin iktisadi koşulları, doğal donanımı,
sermaye birikimi, sanayii, ulaştırma yapısı, dış ve iç ticareti, maliyesi, para ve
banka sistemi, vakıfları, çalışma sorunları, sağlık ve eğitim hizmetleri ve kamu
yönetimi hakkında hazırladıkları ayrıntılı raporlarını içeren dört ciltlik
çalışmayı, Mayıs 1934'te İktisat Vekaleti'ne sundular.[22] Sovyet ve Amerikan
uzmanlarının çalışmalarının da yardımıyla sanayi yatırım programına son şekli
verildi. İktisat Vekaleti Aralık 1933'te, "Sınai Tesisat ve İşlet-me"lerle
ilgili raporları hükümete sundu. Daha önce de belirtildiği gibi, hükümet, işte bu
raporları görüşerek, Nisan 1934'te "Sınai tesisat ve işletme raporları
üzerine tetkikler ve kararlar" başlıklı gizli bir Bakanlar Kurulu Kararıyla
devletçi yatırım programının uygulamasını başlattı. 1933 Raporlar'ında, birinci
devlet yatırım programının 44 milyon TL'na mal olacağı, bunun 21 milyonunun döviz
harcaması gerektireceği tahmin edilmişti. Bu rakamlar, konsolide bütçe gelirlerinin
205 milyon, ihracatın değerinin 92 milyon TL olduğu 1933 yılı Türkiye'sinde
fevkalade önemli bir kaynak tahsisi kararını ima ediyordu. Döviz gereksinimi büyük
ölçüde Sovyet kredisi ile karşılanacaktı. Çalışmaya başladıklarında yılda 36
milyon TL'lık ithalat tasarrufu sağlayacağı hesaplanan fabrikalar, 16 000 kişiyi
istihdam edecek, 13 000 ton pamuk, 7 500 ton kendir, 76 000 metre küp kereste, 450 000
ton kömür ve linyit ve 250 000 ton çeşitli maden ürününe ek talep yaratacak,
demiryolu ve deniz taşımacılığında da iş hacmini önemli ölçüde arttıracaktı.[23] 4. "Birinci Beş
Yıllık Sanayi Programı' ne değildir ? "Plan" ve
"planlama" denilince bambaşka şeylerin anlaşıldığı günümüzde, İktisat
Vekaleti'nce hükümete sunulan "Sınai Tesisat ve İşletme"ye dair " 1933
Raporlar"ın ve 1934'te alınan "Sınai Tesisat ve İşletme Raporları Üzerine
...Kararlar"ın oluşturduğu tarihi gerçekliği, bir planlama tecrübesi olarak
değerlen-dirmek,[24]
mümkün mü dür? Günümüzdeki anlamı ile,
"plan" kavramı ve terimi, mesela beş yıl gibi belirli bir zaman aralığı
içinde, "gayri safi yurtiçi hasılanın yılda % 7 oranında büyümesi" ya da
"imalat sanayiinde istihdamın yılda % 3 oranında artması" gibi ekonomide ve
toplumda gerçekleşmesi hedeflenen makro değişme büyüklükleri ve dengelerini
içeren bir olgusal içerik hakkında kullanılmaktadır. 1933 ya da 1934
Programı'nın bu türden bir makro planlamayla uzaktan yakından bir ilişkisi yoktur.
Program, Türkiye ekonomisinin makro büyüklükleri ve dengeleri hakkında
hiçbir ifade taşımaz. Böyle bir bakış açısını, zımni olarak dahi hissettirmez. "Raporlar" ve
"Kararlar", uygulanacak projelerin, istihdam, enerji, ham madde talebi, döviz
tasarrufu gibi bazı etkilerini de zikrederek hazırlanmış ve uygulamaya koyulmuş bir kamu
yatırımları programı olgusunu oluşturur. Ama bu etkilerin, imalat sanayiinin
genel ölçeği içindeki nispi önemi dahi hesaplanmamış, ifade edilmemiştir. "Gayri safi yurtiçi
hasıla", "imalat sanayii katma değeri", "toplam istihdam" gibi
kategorilerin yıllık büyüme oranları ifadeleriyle sürdürülen bir planlama ya da
iktisat politikası tartışması, aslında İkinci Dünya Savaşı sonrasının
olayıdır. Yıllık büyüme oranları ve makro dengeleri kullanan bu yaklaşım,
Harrod'un başlattığı çağdaş büyüme kuramları diye bilinen bir analiz tekniğinin
sonucudur. Bu nedenledir ki, 1930'lar ve 1940'ların "devletçi" programları,
bu yeni büyüme kuramlarına dayanan dinamik makro analizler çağının öncesinde kalan
olgularıdır. Ama bu "Raporlar"
ve "Kararlar", kendi içinde, bazı temel tercihler, sınırlamalar ve
tutarlılık arayışlarını yansıtır. Sadece zamanlama anlamında değil, bu anlamda
da bir programlama çabası olarak değerlendirilebilir. 5.
Birinci
Beş Yıllık Sanayi Programı'nın uygulanışı Birinci Beş Yıllık Sanayi
Programı'nın, öngörülen beş yılın sonunda, büyük ölçüde uygulandığı
görülmektedir. 1938'de, Bakırköy fabrikasının yeni birimi, Kayseri, Nazilli ve Konya
Ereğlisi'nde kurulan pamuk ipliği ve kumaşı fabrikaları üretime geçmişti. Daha
sonra programa alınan ve yapımı 1939'da tamamlanan Malatya kombinasıyla birlikte bu
fabrikalarda 110 000 iğ ve 2 900 otomatik tezgahlık üretim kapasitesi kurulmuştu. 7
000 iğlik Bursa Merinos yün ipliği fabrikası ve 300 ton/yıl kapasiteli Gemlik suni
ipek fabrikası da bitirilmişti. Tekstil sektörü dışındaki projelerden, İzmit'te 9
500 ton/yıl kapasite ile kurulan birinci kağıt fabrikası, İstanbul Paşabahçe'de 8
000 ton/yıl kapasiteyle kurulan şişe ve cam eşya fabrikası, Isparta Gülyağı
fabrikası, Keçiborlu kükürt madeni ve 10 000 ton/yıl kapasiteli saflaştırma
tesisleri ve 66 000 ton/yıl kapasiteli Zonguldak semikok fabrikası da üretime
geçmişti. Program'da öngörülen Süngercilik Şirketi kurulmuştu. Selüloz ile kostik
soda ve klor tesisleri ise 1940'ta tamamlandı. 1933 "Raporlar"ında ele
alınmış olup da, 1934 "Kararlar"ında yeniden incelenmesi ihtiyacı duyulan
konulara gelince: en pahalı proje olan ve Karabük'te kurulması kararlaştırılan
demir-çelik kompleksinin inşaatı, 1936 sonunda bir İngiliz firmasına ihale edildi.
Tesisler 1940 yılında, 320 000 ton/yıllık ham demir ve 148 000 ton/yıllık çelik
fırınları ve 70 000 ton/yıllık haddehane kapasitesi ile üretime geçti [25] Sülfürik
asit, süper-fosfat tesisleri de 1940'ların başında tamamlandı. Bakır madenciliği ve
saflaştırma projesi 1938'de yürürlüğe koyulan İkinci Program'da yeniden ele
alındı; seramik projesi ise 1939'da belirsiz bir tarihe ertelendi. Birinci Sanayi Programı'na,
1934-1938 yılları arasında başka projeler de eklendi. Önemli ek projelerden, 90 000
ton/yıl kapasiteli çimento fabrikası 1943 yılında Sivas'ta, 11 000 ton/yıl
kapasiteli ikinci kağıt ve 3 600 ton/yıl kapasiteli kaolin fabrikaları da 1941-1944
arasında İzmit'te işletmeye sokuldu.[26] 6. Sonuç 1930'lu yıllarda devletçi
sanayileşme politikasının benimsenmesi, Türkiye'nin başka türlü değil de bugün
olduğu gibi olmasını şekillendiren, yakın tarihimizin eksenlerinden biridir.
Devletçiliğe geçişin günümüz Türkiye'sindeki olumlulukların da olumsuzlukların
da üstünde büyük etkileri olmuştur. 1930'larda kurulan devlet
fabrikaları ve madencilik tesislerinin, ekonomimizin sınaî zeminini genişleterek,
Türkiye'nin, Cumhuriyet'in devraldığı ezici fakirlikten kurtulmasına yaptığı
katkılar hiçbir şekilde göz ardı edilemez. Devletçi sanayileşme politikası, bu
ülkede çağdaş teknolojilerle uğraşmayı becerebilen bir mühendisler, ustalar,
işletmeciler camiasının ortaya çıkmasında da büyük bir rol oynamıştır.
Bugünkü refahımız ve endüstriyel kültürümüzün önemli bir kısmını
1930'lardaki gerçekçi ve pragmatik arayışları ve cesur kararlarına borçlu
olduğumuz Mustafa Kemal Atatürk'ü ve arkadaşlarını bunun için de minnetle anmamız
gerekir. Devletçiliğin bugünkü
olumsuzluklarımıza yaptığı büyük katkılar da göz ardı edilmemelidir. Siyasi
kadrolar, idari kadrolar ve halk arasında ahlaksız ve israfçı iktisadi ilişki
süreçlerinin Türkiye'nin adeta yerleşik bir özelliği haline gelmiş olmasında, her
şeye müdahale etmeğe kalkışıp aslında hiçbir şeyi yönlendiremeyen etkililiği
fevkalade zayıf bir devlet olgusu içinde tıkanıp kalmamızda, devletçi iktisat
politikalarının önemli payı vardır. Ama devletçiliğin olumsuzluklarımız
üstündeki etkilerinin tarihi sorumluluğu, 1930'lu yılların özel konjonktüründe
devletçi sanayileşme politikasına başvuranların değil, bu politikanın iktisadi
gelişmemiz için ayak bağı haline geldiği yeni tarihi konjonktürlerde, büyük
ölçüde popülist kolaycılıktan kaynaklanan nedenlerle, devletçiliği 1950'li,
1960'lı, 1970'li, 1980'li, 1990'lı yıllarda sürdürenlerindir. TÜSİAD, Görüş Dergisi’nin Kasım 1993,
sayı 12’de yayınlanan yazı. [1]
Kararın tam metni için bak. Tezel, Y. S. (1986) Cumhuriyet Döneminin İktisadi Tarihi,
Genişletilmiş İkinci Basım (Ankara: Yurt Yayıncılık), 254-7. [2]
Raporlar, Kısım I, Sınaî tesisat ve
işletme, Birinci Kânun 1933 (1933) (Ankara: Başvekâlet Matbaası); Raporlar, Kısım II, Vekâlet teşkilâtına ilaveler,
Birinci Kânun 1933 (1933) (Ankara: Başvekâlet Matbaası). Bu Raporların tıpkı
basımı için bak. Afet İnan (1972) Devletçilik
İlkesi ve Türkiye Cumhuriyetinin Birinci Sanayi Planı, 1933 (Ankara: Türk Tarih
Kurumu yayını). Raporlar Kısım I,
Atatürk'ün okurken işaretlediği kopyanın tıpkı basımıdır. [3]
Sırasıyla, Aydemir, ?. S. (1965), Tek Adam
c.3 (İstanbul: Remzi Kitabevi), 376; 1947 yılında Türkiye'ye gelip yazdığı
kitap ve raporlar ile hem Türk hükümetinin iktisat politikalarını hem de ABD
hükümetinin Türkiye'ye yardım politikasını etkileyen M. Thornburg'dan alıntı için
bak. Muntz, T. G. A (1948) Turkey, September 1947
((London: His Majesty's Stationary Office), 138-9; Lewis, B. (1961) The emergence of modern Turkey (London: Oxford UP),
277; Hershlag, Z. Y. "Autarchy, etatism and the public financial and banking system
in Turkey", Chicago Üniversitesince düzenlenen Türkiye Cumhuriyetinin 50.
Yıldönümü Semineri'ne sunulan tebliğ, teksir, 14. [4]
Tezel, Y. S. (1986), 110-1, 148-9. [5]
Yarısı hükümet yarısı da özel sektör kuruluşlarının temsilcilerinden
oluşan bu Meclis, araş-tırmalar yaparak ve programlar hazırlayarak, iktisadi
gelişmeyi hızlandıracak kararlar alınmasına yardımcı olmak üzere, 1927 yılında
kanunla kurulmuştu. [6] Bak. Fransız
iktisatçı C. Rist'in, Türk hükümetinin daveti üzerine "Mali Durum ve Ödemeler
Dengesi Üzerine" yazdığı 15 Eylül 1930 tarihli rapor. [7]
İktisadi Vaziyetimize Dair Rapor (1930)
(Ankara: TBMM Matbaası); İktisadi Program
(1930) (Ankara: Başvekalet Müdevvenat Matbaası. Bu iki belgenin tamamı Tekeli, İ. ve
İlkin, S. (1977) 1929 Dünya Buhranında
Türkiye'nin İktisadî Politika Arayışları (Ankara: ODTÜ yayını), 227-559 ve
561-72 de yeniden yayınlanmıştır. Kongre için bak. Milli İktisat ve Tasarruf
Cemiyeti (1930) Sanayi Kongresi 1930 (Ankara). [8]
Tezel (1986), 102, 364, 369. [9]
Alıntı için bak. Lord Kinros (1964), Atatürk,
the rebirth of a nation (London: Weidenfeld & Nicholson), 452. [10]
'Uzman' olarak katılan Ahmet Hamdi Başar'ın renkli anıları için bak. Başar,
A. H. (1967) "Hatıralar, Meşrutiyetten Cumhuriyete kadar", Barış Dünyası, c.6, sayı 59-66. [11]
Bak. Atatürk'ün CHP Grubu Başkanlığına gönderdiği 3.3.1931 tarihli yazı.
Atatürk, M. K. (1964) Tamim, telgraf ve
beyannameler (Ankara: Türk İnkılâbı Tarihi Enstitüsü), 547. [12]
Yunus Nadi (1931) 1. [13]
İngiltere'nin Ankara Büyükelçiliğindeki iktisadî ve ticarî müşavirin
yıllık raporu için bak. Woods, Colonel H. (1930) Economic
conditions in Turkey (London: His Majesty's Stationary Office),11-2. [14]
Tekeli ve İlkin (1977) 184-6. [15]
Trask, R. R. (1971) The United States'
response to Turkish nationalism and reform (Minneapolis: The University of Minnesota
Press), 132-4. [16]
The Economist, May 28, 1932, 1186. [17]
Clark, E. C. (1974) "The Ottoman industrial revolution", International Journal of Middle East Studies, 5(1),
65-76; Önsoy, R. (1988) Tanzimat dönemi Osmanlı
sanayii ve sanayileşme politikası (İstanbul: Türkiye İş Bankası yayını),
47-58. [18]
Bak. ?erif Ahmet (1923) Sanayi projeleri
layihası (İstanbul); Woods, Colonel H. (1925) Report on the economic and commercial conditions in
Turkey (London: His Majesty's Stationary Office), 9; Apak, K. ve diğerleri (1952) Türkiye'de devlet sanayi ve maadin işletmeleri
(İzmit: Selüloz Basımevi), 17-24. [19]
Cumhuriyet Halk Partisi (1931) Üçüncü
Büyük kongre zabıtları (İstanbul), 28. [20]
1932 ve 1933'deki bu gelişmeler için bak. Tezel (1986), 249-50. [21]
Pamuk, keten, kendir, kimya ve demir sanayii hakkında verilen bu raporlar Tekeli,
İ., İlkin. S. (1982) Uygulamaya geçerken
Türkiye'de devletçiliğin oluşumu (Ankara: ODTÜ yayını), Ek. 5'te yeniden
yayınlanmıştır. [22]
Hines, W. D. ve diğerleri (1936).Türkiye'nin
iktisadi bakımdan umumi bir tetkiki 1933-1934, c.1, c.2, c.3, c4 (Ankara: Köy
Öğretmeni Basımevi). [23] Derin, H. (1940) Türkiye'de devletçilik (İstanbul), 95. [24] Mesela Afet İnan (1972); Tekeli ve
İlkin (1982). [25] Bak. Apak ve diğerleri (1952) 117-21;
Tümürtekin (1954) 260. [26] Birinci Beş Yıllık Sanayi Programı
ve Ekleri'nin uygulanması ile ilgili bilgiler Sümerbank
Genel Müdürlüğü'nün yıllık Raporlar'ı ve Başbakanlık Yüksek Murakabe Kurulu'nun Sümerbank'la
ilgili yıllık Raporlar'ından alınmıştır. |